Tabiatıyla Rusya’yı cesaretlendiren en önemli unsur, Osmanlı Devleti’nin Prut sonrası Kafkasya’ya yönelik pasif tutumuydu. Ayrıca, İran Afgan işgali altında bulunuyordu. Fakat, Rusya’yı harekete geçiren esas olay, 1712’de, İran hakimiyetindeki Kafkas vilâyetlerinden olan Şirvan ve Şemahi’de, 20.000 Lezgi’nin giriştikleri katliam -ki bu girişimin sebebi, adı geçen vilâyetlerin korunması için İran’ın vaad ettiği para ve hediyelerin ödenmemesiydi- idi. Çünkü, bu olaylar sırasında Şemahi’de Rus teb’asından 300 kişi katl edilmiş ve bu Ruslara ait ticaret malı olan eşya ve emtiadan 4 milyon gümüş ruble değerinde eşya çalınmıştı. Buna rağmen Rusya, İran’dan bu zararın tazmini de istemekle yetindi.17
1722’ye gelindiğinde, İran’da iktidar değişikliği yaşanmış ve Şah Hüseyin’in yerine onu tahtan indirmiş olan Afganlı Mahmud geçmişti. İlk olarak yeni İran hükümdarı, Rusya ile barış içinde yaşamak istediğini açıkladı.18 Bu sırada, İran’daki karışıklıklardan yararlanan Dağıstan halkı ayaklanarak Hacı Davud Han komutasında Şirvan’ın merkezi olan Şemahi’yi zapt etmiş ve Gence üzerine yürümeye başlamıştı.19 Bundan cesaretlenen Çar I. Petro, “asi Lezgileri cezalandırma” gerekçesiyle Kafkasya’ya bir askerî sefere karar verdi. 15 Haziran 1722’de, Hazar Denizi’ndeki Astrahan’dan bir donanmayla yola çıktı.20 Çeçenlerin yaşadığı Aksay ve Kostekov’da, Rus ordusu iyi karşılanırken bir ticaret merkezi olan Endirey’deki beyler karşı çıktılar. Fakat, 23 Haziran’da, Endirey beyleri Ruslara yenildiler ve Çar’a bir heyet göndererek Rus hakimiyetini kabul ettiklerini bildirdiler. Daha sonra, Ağustos 1723’te, Endirey beyleri, ikinci bir antlaşma yaptılar ve Çar’dan aman dilediler. Fakat, 1722’de, Rus ordusunda ortaya çıkan bulaşıca hastalık, cephane, erzak ve mühimmat yetersizliği, Hazar kıyılarındaki Rus ilerlemesini durdurmuş, 1722 yılının sonbaharında Ruslar çekilmeye başlamışlardı.21 Buna rağmen sözkonusu seferin sonunda, Ruslar, Kafkaslar’ın doğu bölümünü (Derbend ve Bakü) işgal etmişlerdi. Hemen belirtelim ki, Doğu Kafkaslar’ın Rus işgaline uğramasında Dağıstan ve Azerbaycan’ın çeşitli hanlıklara ayrılmış olması ve aralarında düşmanlığın bulunması önemli bir rol oynamıştı.22
Aslında, Osmanlı Devleti, Rusların Kafkasya’ya yönelik faaliyetlerinden habersiz değildi. Şirvan ve Dağıstan beyleri, Rusların askeri hazırlıklarından duydukları rahatsızlıkları İstanbul’a iletmişlerdi. Bundan başka Kırım hanı, Çar’ın Terek’in batısında ve Kafkas Dağlarının kuzey bölgesindeki Kabartay beylerine kendisine karşı kışkırttığını rapor ederek Terek vadisinde kaleler yaptığını bildirmişti. Rusya’nın İstanbul büyükelçisi Nepluyef, Kırım hanının bu raporlarını yalanlamakta zorluk çekmedi. Zaten Osmanlı Devleti, Hazar kıyı ve limanlarının haritasını çıkarmak için Van Verden ile Soimanov’u görevlendirmesinden dolayı Çar I. Petro’nun Hazar Denizi’ne yönelik niyetlerinden iyice şüphelenmiş; onun somut bir girişimini bekler hale gelmişti. Fakat Rus Çarı’nın Kafkaslar’daki İran’a ait toprakları işgali, İstanbul’daki şüpheleri iyice artırdı. Nepluyef, Osmanlı başkentinde Rusların Kafkas seferinden duyulan tedirginliği gidermek için Çar’ın Türk topraklarına yönelik bir saldırı düşünmediğini belirterek Sadrazam İbrahim Paşa’ya güvence vermeye çalıştı.23
Buna karşılık Osmanlı Devleti, ilk önce, Osmanlı sınırı üzerindeki İran vilâyetlerindeki gelişmeleri izledi. Sonunda, Sadrazam İbrahim Paşa, bu bölgelerin “halkını komşuluk hukukuna riayeten Afganlılara karşı muhafaza ve müdafaa edilmesi” gerekçesiyle işgaline karar verdi (Mayıs 1722). Bu amaçla, birinci derecede önemli Revan, Tebriz, Gence ve Tiflis’in derhal işgali için başta Erzurum, Kars ve Çıldır valileri olmak üzere diğer sınır valilerine fermanlar gönderildi. Sözkonusu görevin gereği olsa gerek, Ağustos 1722’de, Erzurum Valisi Silahdar İbrahim Paşa, Tiflis taraflarına çuhadarını göndermiş ve Tiflis Hanı Vahtan’ın İran’a itaatten vazgeçtiğini, çevresindeki yerleri işgal ederek bağımsız bir devlet kurmak istediğini, Müslüman Lezgilere saldırmak suretiyle hedefinin Şirvan olduğunu öğrenmişti. Ekim 1722’de ise, Tiflis üzerine sefere karar verildi. Hatta, bu konuda Şeyhülislam Abdullah Efendi’den bir fetva bile alındı. Bunun üzerine harekete geçen Erzurum Valisi Silahdar İbrahim Paşa, emrindeki Osmanlı birlikleriyle -ki Revan hanı olup Osmanlılara teslim olan Mehmed Kuluhan da bu birliklerin içindeydi- Tiflis’i işgal etti. Ne var ki İbrahim Paşa’nın ağır hareketi, tamahkârlığı ve hükümetçe emir verilmesine rağmen Şirvan Hanı Davud Han’a -ki Davud Han Ocak 1723’te kendisine gönderilen bir menşur ve nâme-i hümâyûn ile Osmanlı Devleti’nce tanınmıştı- yardım etmemesi, Bakû’nün Ruslar tarafından işgaline sebep olmuştu. Bir süre sonra yeni serasker Arifî Ahmed Paşa’nın komutasında Revan üzerine gidilmiş, Tahmasb’dan ümidini kesen Revan muhafızı Mehmed Kuluhan’ın başvurusuyla 28 Eylül 1724’te Revan, Osmanlıların eline geçmiş, bundan kısa bir süre önce de Nahçıvan fethedilmişti. Kafkaslar’daki Osmanlı harekâtı, Lori (Ağustos 1725) ve Gence’nin (Eylül 1725) fethiyle tamamlanmıştı.24
Bu arada Rusya, Derbend ve Bakü’den başka Hazar kıyısındaki Geylan, Mazenderan ve Esterabâd’ın da kendisine bırakılması şartıyla Afganlılara karşı Ekim 1723’te Şah Tahmasb ile antlaşma imzaladı. Bu antlaşma, Rusya’nın Osmanlıların Kafkasya’daki ilerleyişinden duyduğu bir endişenin sonucuydu. Ancak, Osmanlı Devleti, İran karşısında Rusya’nın bu üstünlüğünü kabul etmedi ve derhal Kafkaslar’dan çekilmesini istedi. Sonunda, Osmanlı Devleti ile Rusya, İstanbul’daki Fransız büyükelçisi Marquis de Bonnac aracılığıyla anlaşmaya vardılar. 24 Haziran 1724’te imzalanan ve İran topraklarının Osmanlı Devleti ile Rusya arasında paylaşılmasını öngören İstanbul Antlaşması ya da “İran Mukaseme-nâmesi”ne göre, Kür ve Aras nehirlerinin birleştikleri yerden kuzeye doğru Hazar Denizi’ne kadar Kuzey Şirvan, Dağıstan, Geylan, Mazenderan ve Esterabâd’ı içine alan bir bölge Rusya’ya bırakıldı. Buna karşılık Erdebil sınır olmak üzere Ordubad, Tebriz, Urumiye ve Hoy’un içinde yer aldığı Batı İran toprakları ile Azerbaycan’a bağlı Gence, Karabağ, Nahçıvan, Revan ve Üçkilise Osmanlılarda kaldı. Böylece, Rusya, Güney Kafkasya’ya inmiş oldu.25
I. Petro’nun Ölümünden Sonra Kafkasya
1725’te, I. Petro’nun ölümü, Rusya’nın Kafkasya’ya olan ilgisini azaltmıştı. Bunda, Çar’ın aile mensupları arasındaki rekabet ile ülkede başgösteren ekonomik sıkıntılar önemli rol oynamıştı. Ayrıca, İran’da Nadir Şah, iktidara gelmiş ve bütün dikkatini Kafkasya’ya çevirmişti. Öyle ki Nadir Şah, Kafkasya’daki Rus işgallerini sona erdirmiş ve 1732’de, Reşt Antlaşması ile Rusya’nın Dağıstan ile birlikte Hazar kıyılarından çekilmesini sağlamış, Sulak nehri sınır olmuştu.26 Bu arada Nadir Şah’ın Kafkasya’da etkinlik kazanması, Osmanlıların bölge üzerindeki denetimini de zayıflatmıştı. Bunu bilen Ruslar, 1734’te, Nadir Şah’ın Kafkasya harekâtı öncesinde Prens Sergei Dimitrievitch Golitsin’i İsfahan’a göndererek Osmanlılar aleyhinde ittifak ve muhtemel İran-Osmanlı harbinde İran’a yardım teklifinde bulunmuştu. Fakat Nadir Şah, Rusların rüşvet kabilinden bu teklifini reddetti. Buna sebep, Golitsin’in raporuna göre, Derbend ve Bakü’nün İran’a geri verilmemesiydi.27
Anlaşılan o ki, Nadir Şah kendisine çok güveniyordu. Nitekim Bağdad Kuşatması (1733) sırasında Bağdad Valisi Ahmed Paşa ile yaptığı barış görüşmelerinde şart olarak Gence, Revan, Şirvan ve Tiflis’i istemiş ve fakat, bu teklifi Osmanlı Devleti’nce kabul görmemişti. Bundan sonra Kafkasya’ya bir askerî harekât yapmaya karar veren Nadir Şah, Haziran 1734’te, sefere başlamış ve 29 Ağustos 1734’te Şirvan ve merkezi Şemahi’yi zaptederek Dağıstan’ı kendine bağlamıştı. Osmanlı Devleti ise Dağıstan halkının yardım ricaları üzerine Kırım Hanı Kaplan Giray’ı Dağıstan ve Şirvan’a göndermiş ise de bir sonuç alamamıştı. Bunda, Kırım hanının Dağıstan’a yardım için kendi topraklarından geçmesine izin vermeyen Rusya önemli bir rol oynamıştı. Bunun sonucunda Golitsin, St. Petersburg’dan aldığı emre uyarak Osmanlıları İran topraklarından çıkaracağı ümidiyle Rusya’nın elinde bulunan İran’a ait yerlerin iadesini öngören bir anlaşmayı, Gence önünde Nadir Şah ile imzaladı (1735). Buna göre Derbend ve Bakü’nün Ruslar tarafından tahliyesi ve Sulak kalesinin iki devlet arasında sınır oluşturması kararlaştırıldı. Bu anlaşmadan sonra, Nadir Şah, Tiflis ve Revan ile birlikte Gence’yi fethedebildi.28
1747’de, Nadir Şah’ın ölümünden sonra İran’da yeniden karışıklıkların patlak vermesi, Güney Kafkasya’da Osmanlıların etkinliğinin artmasına zemin hazırladı. Özellikle bu etkinlikler, Müslüman Kafkas topluluklarını Osmanlı Devleti’nin saflarına çekerek Rusya karşısında bir güç oluşturmak şeklindeydi. 1760’lara kadar Osmanlı Devleti, Kafkasya’daki gelişmelerden sınırdaki Çıldır Beylerbeyi aracılığıyla haberdar olmaya çalışırken29 Rusya da, Kızlar kalesi üzerinden Kabartaylara yaklaşmaktaydı.30
1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Kafkasya
Rusya’da II.Katerina’nın (1762-1796) tahta çıkması, Kafkasya’daki Rus yayılmasını hızlandırdı. Ruslar, Terek boyundaki Kazak savunma hattının güçlendirilmesi için Mozdok’da bir kale inşa ettiler (1763). Ayrıca Rus Kazakları ile Hıristiyan Kabardayları da bu bölgeye yerleştirdiler.31 Hatta, Mozdok’dan Azak Denizi’ne doğru müstahkem yerler yaparak32 Orta Kafkaslar’ı kontrol altına aldılar.33 Bu üstün durum, Rusya’ya bir süre sonra başlayacak olan savaşta Kuban bölgesinden Taman yarımadasına doğru harekete geçme imkânı verecekti.
Nitekim 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı II. Katerina’ya bu fırsatı verdi. Zaten Osmanlı Devleti de bu savaşa Lehistan meselesinin yanısıra Rusların Kabarday bölgesine tecavüzleri ile Gürcülerin Ruslarca kışkırtılmalarını gerekçe göstererek girmişti.34 Osmanlıların pek varlık gösteremedikleri sözkonusu savaştan Ruslar olabildiğince yararlandılar. Ruslar, Kabartay ve Kuban taraflarına General Medem tayin ederken35 Alman asıllı General Todtleben de Karteli, Mingreli ve İmeretya’ya göndererek Osmanlı Devleti’nin doğu sınırlarını tehdit etmeyi planlamışlardı.36 Bu çerçevede General Todtleben, 1769’da, beraberindeki Rus kuvvetleriyle Daryal geçidi üzerinden Tiflis’e ulaştı. 1770’de de Suram dağlarını aşarak İmeretya’nın merkezi Kutayis’i işgal etti ve arkasından Poti’deki Osmanlı kalesini kuşattı. Bir başka Rus birliği de Kura geçidini kullanarak Osmanlıların Ahıska’daki müstahkem yerlerine doğru harekete geçti ise de bir sonuç alamadı.37
Buna rağmen Hazar ve Kuban kıyılarında faaliyetlerini sürdüren Ruslar, İran’a yaptığı ilmî geziden dönen Gmelin’in, Karakaytag topraklarından geçerken Dağlılar tarafından öldürülmesi üzerine Karakaytag Hanı Usumi’ye saldırdılar. Mart 1775’te, General Medem, Derbend önlerine gelerek burayı dokuz aydır kuşatan Karakaytaglara saldırdı ve onları mağlup etti. Haşin tabiatlı General Medem, 1777 yılı sonbaharında, yerini Yakobi’ye bıraktı. Ardından Kuzey Kafkasya’daki Rus birlikleri yeniden teşkilâtlandırıldı ve Kafkas Ordusu Komutanlığı’na Yakubi, Kuban Ordusu Komutanlığı’na Suvarov getirildi. General Yakubi, Mozdok’un batısından olmak üzere Ekateneenograd, Gheorghievsk ve Stavropol kalelerini kurdu. Özellikle, Stavropol’da kolonizasyonu başlattı. Bu şekilde Mozdok’dan Rostof’a kadar kuzeybatı yönünde savunma hattı tamamlandı. Öyle ki sözkonusu hattı tamamlamak için ara yerlerde altı küçük kale daha kuruldu. Böylece, Mozdok’dan Azak Denizi’ne kadar Kazak stanitsaları ve askeri kolonilerle desteklenen on tane yerleşim merkezi kurulmuş oldu. Bu arada General Suvarov da, Laba’nın Kuban’a ulaştığı yerden başlamak üzere aynı ırmağın Kerç Boğazı’nın karşı kıyısında denize döküldüğü yere kadar olan uzaklıktaki hattı sağlamlaştırmaya çalıştı. Bu amaçla, Aleksandrovskaya, Marenskaya, Kopil Novotroitskaya kalelerini kurarak aralarını küçük palangalarla birleştirdi. Sonunda Ruslar, batıda Mozdok’dan doğuda Kızlar kalesi arası bölgede “Kossak/Kazak” adı verilen bir savunma hattını (Cossack Line) gerçekleştirmiş oldu.38
Rusya, bir taraftan Kossak/Kazak Hattı’nı inşa ederken diğer taraftan da Kırım’ı Osmanlı tabiiyetinden çıkarmaya çalıştı ve 1771’de Kırım’ı işgal etti. Üç yıl sonra, 1774’te, Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım bağımsız hale getirildi. Bu süreç, 1783’te Kırım’ın Rusya’ya ilhakıyla tamamlandı.39 Ayrıca Kuban, 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması ile Osmanlı-Rus sınırı oldu. Kuban’a ulaşmakla yetinmeyen Rusya, sadece Kuzey Kafkasya’yı değil Güney Kafkasya’yı da hakimiyeti altına almaya çalıştı. Bu amaçla II. Katerina, Temmuz 1783’te Gürcü Kralı II. İrakli Han ile bir anlaşma yaparak Gürcistan’ı Rusya’ya bağladı.40 Aynı yıl içinde Daryal boğazından geçen Gürcü askerî yolu onarıldı ve kuvvetli karakollarla güçlendirildi.41 Bu arada, Rusya’nın himayesinden cesaret alan Gürcü kralı, Azerbaycan ve Dağıstan’a saldırmakta, Azerbaycan hanlarına elçi ve mektuplar göndererek Rusya’nın Gence ve Revan’ı işgaline karşı oluşabilecek birliği bozmaya çalışmakta idi.42 Fakat Osmanlı Devleti, bu gelişmelerden haberdar olmasına rağmen Rusya’nın Gürcistan’da nüfuz kazanmasını engelleyemedi.
Aslında Osmanlı Devleti, yüzyıllardır hakimiyeti altında olan Kırım’ı kaybettikten sonra bütün dikkatini Kafkasya’ya çevirmek zorunda kalmıştı. Ayrıca Rusya’nın Kuzeybatı Kafkasya’da savunma hatları kurarak buralara asker sevketmesi, Gürcistan’ı kendine bağlayıp Dağıstan ve Azerbaycan taraflarına saldırılarda bulunmaya başlaması, Anadolu’nun güvenliği açısından da bir tehlike idi. Bu yüzden Osmanlı Devleti, Kafkasya ile daha ciddî bir şekilde ilgilenmek zorundaydı.43
Bu düşünceden hareketle Osmanlı Devleti, 1780’de Ferah Ali Paşa’yı Soğucak Muhafızlığı’na atadı. Ondan istenen, Çerkes kabileleri ile iyi ilişkiler kurarak onları Osmanlı nüfûzu altına sokmasıydı. Bunun gerçekleşmesi için Ferah Ali Paşa, özellikle Çerkes kabileleri arasında İslâm dininin yayılmasına çalıştı. Sonunda Çerkesler, 1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşı’nda ortak din düşmanı Rusya’ya karşı savaşabilecekleri kadar yeni dinleri İslâm’ı benimsediler.44 Ancak, Ferah Ali Paşa’nın 1782 tarihli bir mektubunda belirttiği gibi bu dönemde yeterince askerî yardımlar gelmeyince Rusya karşısında bu çabalar sonuçsuz kaldı.45
Şeyh Mansur’un Kafkasya’daki başarılarına46 rağmen 1787-1792 savaşı Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Kafkaslar’da bir nüfûz mücadelesi şeklinde geçmişti. Hiçbir zaman Osmanlı Devleti, Gürcistan’ın Rusya’ya bağlanmasından hoşlanmamıştı. Buna karşılık kendisi de Tiflis bölgesine saldırılarda bulunmuş olan Dağıstan ve Azerbaycan hanlarını aynı şekilde mektup ve hediyelerle kendi yanına çekmeye çalıştı. Nitekim, Şubat 1787’de Şuşi ve Karabağ Hanı İbrahim Han’a bir mektup gönderilerek savaş çıktığı takdirde hanın da Ruslara saldırması ve bu amaçla, diğer Azerbaycan ve Dağıstan hanlarıyla haberleşmesi istendi.47
Diğer taraftan Rusların hedefi ise Kuban bölgesine doğru saldırıya geçerek Anapa’ya inmek ve buradan Osmanlı kuvvetlerini uzaklaştırmaktı.48 Çünkü Anapa kalesi, Osmanlıların Çerkesi kabileleri arasında yürüttükleri dinî ve siyasî faaliyetlerinin merkezi idi.49 En sonunda Ruslar, 1788 sonbaharında bu irtibatı kesmek için General Tekeli komutasındaki kuvvetleriyle Anapa’ya hücum ettiler. Ancak, gerek General Tekeli ve gerekse onun yerine geçen General Bibikof 1789’daki saldırılarında Çerkeslerin direnişinden ve tabiat şartlarının zorluğundan dolayı başarısız oldular.50
Yaş Antlaşması’ndan Sonra Kafkasya ve İranlı Ağa Muhammed Han’ın Kafkas Seferi
1792 tarihli Yaş Antlaşması, Kafkasya’da Osmanlı Devleti’ni sınırlandıran önemli bir antlaşma idi. Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti 1774’ten beri Rusya ile imzaladığı bütün antlaşmaları -değişiklikler dışında- onaylamıştı (madde 2). En önemlisi de Kuban nehrinin sol yakasındaki Kafkas kabilelerinin Rus topraklarına tecavüz etmeyecekleri ve Rus teb’asına ve malına zarar vermeyecekleri konusunda taahhüdde bulunmuştu (madde 6). Böylece, Osmanlı Devleti, bu antlaşmayla Kafkasya’da Rusya’nın üstünlüğünü kabul etmiş ve üstelik kendisini Kafkas toplulukları konusunda kefil durumuna sokmuştu.51
1790’ların ortalarına doğru, İran Hükümdarı Ağa Muhammed Han, Rusya’nın Kuzey Kafkasya’daki hakimiyetinin biraz azalmasından yararlanarak eski İran vilâyetleri olan Revan, Gence, Karabağ, Şirvan ve Tiflis bölgelerini yeniden ele geçirmek istedi. Bu İran girişiminden rahatsızlık duyan Revan Hanı Mehmed Han ile Şuşi ve Karabağ Hanı İbrahim Halil Han, 1794’te, Osmanlı Devleti’nden yardım talebinde bulundular.52 Ne var ki Osmanlı Devleti, İran ile barış halinde olduğunu, Ağa Muhammed Han, barışı bozmadıkça kendilerinin de İran’ın içişlerine karışmayacaklarını bildirdi.53 Bu tavır, tipik Osmanlı ihtiyatlılığı olup pratik dış politikasının bir sonucuydu.54
Bir süre sonra Ağa Muhammed Han, 60.000 kişilik ordusuyla üç koldan Şirvan-Revan ve Karabağ üzerine yürüdü ve kendisine isyan eden Karabağ hanını Şuşi kalesinin kuşatması sonunda yendi. Ayrıca, Tiflis’e girdi ve ardından da Gence’yi aldı.55 Fakat, Ağa Muhammed Han’ın Kafkasya’daki bu üstünlüğü uzun sürmedi. 1795’te, Tiflis Hanı İrakli’nin yardım isteği ve II. Katerina’nın emriyle General Zubof komutasındaki Rus birlikleri Derbend’e girdiler. Ardından Şirvan Hanlığı’nın merkezi Şemahi, Ruslara teslim oldu. Şeki ve Karabağ hanlıkları da Rusların eline geçti. Sonunda Ruslar, Gence, Mugan stepleri, Kura nehrinin ağzına kadar Hazar kıyısındaki bütün İran hanlıklarını zaptetti. II. Katerina’nın 1796’da ölümü üzerine Ruslar, yeniden Terek hattına çekildiler.56
XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Rusya’nın Kafkasya’yı İşgali ve Osmanlı Devleti
XIX. yüzyılın başlarında, Osmanlıların aksine Ruslar, Kafkasya’da oldukça aktif idiler. Özellikle 1801’de Gürcistan’ın ilhak edilmesi Rusya’nın Kafkasya’ya yayılmasında -daha doğrusu kesin kez yerleşmesinde- önemli bir dönüm noktasıydı. İlk önce, Ruslar, bu ilhaktan sonra Gürcü asıllı General Tsitsianof’u Kafkas Genel Valisi olarak atadılar ve Kafkasya’da yeni bir sömürge idaresi kurmaya çalıştılar. Rusların Kafkasya’daki hedefi doğuda Hazar Denizi, güneyde Aras nehri boyunca ilerlemekti. Bu amaçla, General Tsitsianof, sınırlarına dayandığı Azerbaycan hanlıklarını çeşitli antlaşmalarla Rusya’ya bağlamaya çalıştı.57 Karabağ, Şeki ve Şirvan hanlarıyla antlaşmalar yaptılar. Fakat, itaate yanaşmayan Gence Hanı Cevad, 1804’te öldürüldü ve hanlığı işgal edildi. Bu arada Tsitsianof’un teşvikiyle Migrelya dadyanı Gürcistan’ı izleyerek Rusya’ya katıldı. Bunun üzerine İmeretya da 25 Nisan 1804’te Ruslarla birleşti. Bakü ise 1807’de Rusların hakimiyetine geçti. Denebilir ki, Rusya, yaklaşık on yıl içinde Güney Kafkasya’daki üstünlüğünü büyük oranda perçinlemiş ve Karadeniz’den Hazar Denizi’ne kadar genişlemişti.58
Bu dönemde (1801-1806) Osmanlı Devleti, Rusya’nın Güney Kafkasya’ya yayılmasıyla yeterince ilgilenememiş ve fazlaca tepki de gösterememişti. Bunda Osmanlı Devleti’nin 1797’de Fransızların Mısır’ı işgal etmesi ve Sırp İsyanı’nın (1804) patlak vermesi gibi iç meselelerle uğraşmak zorunda kalması etkili olmuştu. Bu yüzden, Kafkasya, Osmanlı dış politikasında geri plandaydı. Buna rağmen, Rusların Azerbaycan hanlıklarına karşı askerî eylemleri, sınır valilerince İstanbul’a bildirilmişti.59
1806-1812 savaşı öncesinde, Rusya’nın Güney Kafkasya’da belirgin bir üstünlüğü vardı. Bundan cesaret alan Ruslar, sürekli olarak Osmanlılar aleyhine genişlemeye çalışıyordu. Nitekim, 1804’te, Gürcistan’ın Karadeniz’deki stratejik bir önemi haiz olan ve Osmanlı hakimiyetinde bulunan Faş ile Anakara arasındaki Kemhal boğazını ele geçirdiler. Hatta, Ahılkelek’e saldırdılar. Bu kez, 1807’de, Anakara ve Kemhal’i işgal ettiler. Bu son işgaller üzerine Osmanlı Devleti, sözkonusu bölgeye lojistik destek sağladığı gibi Tiflis’teki Rus ordusunun Ahısha, Çıldır ve Kars taraflarına tecavüz edeceği haberlerine dayanarak doğu sınırındaki valilere gerekli tedbirler almaları için emirler gönderdi.60 Hatta, daha önce Rusların karadan ve denizden Faş kalesine saldırı haberleri duyulunca Trabzon Valisi ve Karadeniz’in Anadolu Sahilleri Seraskeri Şerif Mustafa Paşa derhal bir miktar askerle yardıma gittikten başka Rize ayanı Tuzcuoğlu da kendi askerleriyle Faş’a gönderilmişlerdi. Bu sırada, Gürcü asıllı Güryal adındaki bir kabile reisi, kendisine sergedelik ünvanı verildiği takdirde Faş bölgesini Ruslardan koruyacağını Mustafa Şerif Paşa’ya bildirmişti. Diğer taraftan Osmanlı doğu sınırlarındaki komutanların birbirleriyle ihtilâfları (M. Şerif Paşa-Çıldır Valisi Selim Paşa ihtilâfı gibi) bu cephede bir askerî harekâtı engellemekle kalmamış, Rusların bunu fırsat bilerek Faş kalesini ele geçirmelerine sebep olmuştu.61
Bu son işgal, Osmanlılar için stratejik bir mevki olan daha kuzeydeki Sohum’u da tehlikeye düşürmüştü. Rusların Kuzey Kafkasya’yı bir çember içine alması anlamına gelen bu kritik durum karşısında Osmanlı Devleti, daha ciddî tedbirler alması gerektiğini anladı. Özellikle, Trabzon, Batum ve Sohum sahillerinin donanma ile korunması zorunluluğu vardı. Ayrıca, Ruslarla savaşmakta olan Abaza ve Çerkes halkının ümitsizliğe kapılmaması için de gerekliydi.62 Ne var ki, Anapa ve havalisine donanma gönderilmesi, 1810 yılında karar alınmasına rağmen gerçekleşmedi. Yine de, Anapa Muhafızı Hüseyin Paşa, bazı Çerkes ve Abaza kabilelerinin yardımıyla Ruslara karşı kısmî başarılar kazandı. Tabiatıyla bunda, İstanbul’dan kabilelere dağıtılmak üzere gönderilen bazı hediye ve eşyaların da payı büyüktü. Diğer taraftan Osmanlı Devleti, Dağıstan hanlarına fermanlar göndererek onları da Ruslarla savaşa teşvik etti. Bu suretle, hem Anapa civarında ve hem de Dağıstan’da Ruslara karşı etkili olmaya çalıştı.63
Buna karşılık Ruslar, 1810’da, Osmanlıların Gürcistan’ı işgal tehlikesini İtalyan asıllı Marguis Pallucci’nin Ahılkelek önlerinde kazandığı zaferle bertaraf ettiler. 1811’de, General Tormazof, Ahısha kalesini kuşatmış ise de Şerif Paşa komutasındaki Osmanlı askerlerinin karşı taarruzuyla geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bu arada Tormazof, Açıkbaş hanı Saloman’ı (Süleyman) tahtından indirerek ülkesini Rusya’ya katmış, Tiflis ve havalisini doğrudan merkezi idareye bağlamıştı.64
Genel olarak 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı’nın Kafkas cephesindeki gelişmelerine baktığımızda, Osmanlı Devleti’nin esaslı bir askerî harekâttan kaçınarak Anapa bölgesindeki Çerkes, Abaza ve diğer kabilelerden yararlanmaya çalıştığını, donanma yerine rağmen top ve mühimmat gönderdiğini görüyoruz. Bu dönemde, Kafkas kabilelerinin çoğu Osmanlılara bağlılığını sürdürmüşler ve bu sayede Rusya, Faş, Kemhal ve Sohum’un dışında Kafkaslar’da Osmanlılara ait toprakları işgal edememiştir.65 Ancak, Rusya, 1812’de imzalanan Bükreş Antlaşması’yla savaş sırasında ele geçirdiği bu toprakları geri vermeyi kabul etmiştir.66
Hemen belirtelim ki, 1812 tarihli Bükreş Antlaşması ve sonrası gelişmeler, Osmanlı Devleti, Rusya ve İran arasında birkaç yüzyıldan beri Kafkaslar’da süregelen nüfûz mücadelelerini etkilemiş; sözkonusu devletlerin bu bölgedeki konumlarının değişmesine zemin hazırlamıştır. Bu dönemde, Osmanlı Devleti, iç ve dış olayların etkisiyle Kafkasya’da askerî açıdan pek bir varlık gösterememesine rağmen Çerkesler arasında birlik sağlamaya yönelik faaliyetlerinden vazgeçmemiştir.67 Hatta, Rus baskılarından bunalan Dağıstan hanlarının yardım talepleri reddedilmemiş, istenen lojistik destek verilmiştir.68 Rusya ise Bükreş antlaşmasını imzalamakla hem Kafkaslar’daki Rus ordularının itibarının daha fazla sarsılmasını önlemiş ve hem de, XIX. yüzyılın başından itibaren Güney Kafkaslar’da etkinlik sağlamaya çalışan İran karşısında serbest kalmıştır.69 Bu da, Rusların Kafkaslar’ı işgal sürecini hızlandırmıştır.
Gerçekten Ruslar, Bükreş Antlaşması’ndan sonra Kafkaslar’daki istilâ hareketlerine hız vermişler ve Dağıstan ile İran’a saldırmışlardı. Özellikle İran’ın 1804 ve 1806 yıllarında Feth Ali Şah’ın oğlu Abbas Mirza komutasında Kafkasya’ya iki kez seferler düzenlemesi; son sefer sırasında Karabağ ve Şeki’de isyanlar çıkması, Rusya’yı oldukça rahatsız eden gelişmelerdi. Ruslar, bu isyanları bastırdıkları gibi 1807’de, Bakü ve Kuba’yı, 1809’da da Taliş’i itaat altında aldılar. Fakat Abbas Mirza’nın aldığı yenilgilerden sonra 1810’da, Osmanlı Devleti’ne Rus tehlikesine karşı askerî bir harekât için bir ittifak teklifinde bulunması ve bu amaçla, Osmanlı elçisi Yasini-zade Abdulvehhab Efendi’nin İran’a giderek sözkonusu ittifak konusunda anlaşmaya varması70 Rusya’yı Kafkasya’da ikinci kez zor duruma bıraktı. Bundan dolayı Rusya açısından bir an önce Kafkaslar’da İran faktörünün bertaraf edilmesi gerekliydi.
Dostları ilə paylaş: |