Danıel Defoe Robınson Crusoe



Yüklə 1,09 Mb.
səhifə21/26
tarix26.08.2018
ölçüsü1,09 Mb.
#75006
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   26

Kanodakiler tüfekten kurtulabilmek için uğraşıyorlardı; Cuma arkalarından iki üç el ateş etti, ama vurulan olduğunu görmedim. Cuma kanolardan birini alıp onları kovalamamız için can atıyordu; gerçekten ben de kaçmalarım istemiyordum. Yurtlarına döndüklerinde olanları anlatmalarından ve belki

-348-


de iki üç yüz kanoyla geri dönerek sırf sayıca üstün oldukları için bizi parçalayıp yutmalarından korkuyordum. Bu yüzden onları takip etmeye razı oldum, koşup kanolardan birine atladım ve Cuma'ya da beni takip etmesini söyledim. Ama kanoya bindiğimde orada hâlâ yaşayan, zavallı bir yaratığın yattığını görmek beni şaşırttı; tıpkı İspanyol gibi elleri ayaklan bağlı bir halde, boğazlanmayı bekleyen bu yerli, neler olup bittiğini bilmediğinden korkudan ölmek üzereydi. Tepeden tırnağa öyle sıkı bağlanmıştı ki, başını kaldırıp kayığın dışma bakamamıştı, ayrıca bu kadar uzun süredir bağlı durduğu için çok az canı kalmıştı.

Hemen onu bağladıkları sarmaşık dallarını kestim, kalkmasl için yardım ettim; ama ne ayağa kalkabiliyor, ne de konuşabiliyordu. Anlaşılan, hâlâ öldürülmek üzere çözüldüğünü zannettiğinden yalnız acı acı inliyordu.

Cuma yakınlarımıza geldiğinde ona bu adamla konuşmasını, kurtulduğunu anlatmasını söyledim; cebimden şişeyi çıkararak bu zavallı yaratığa bir yudum rom içirdim; kurtulduğu haberini almak onu canlandırdı, kalkıp kayığın içine oturdu. Ama Cuma adamın sesini duyup yüzünü gördüğünde onu nasıl öptüğünü, kucakladığını, sarılıp ağladığım, güldüğünü, bağırdığım, adamın etrafında hoplayıp zıplayarak dans ettiğini, şarkı söylediğini; sonra tekrar ağlayıp ellerini çırptığını, başını ve yüzünü dövdüğünü, delirmiş gibi tekrar adamın etrafında zıplayıp şarkılar

-349-


İm 1 I

söylediğini görseniz, gözyaşlarınızı tutamazdınız. Benimle konuşup neler olduğunu söyleyene kadar epeyce bir zaman geçti; ama biraz kendine gelince anlattı; adam, babasıydı.

Babasının ölümden kurtulduğunu görmenin bu zavallı vahşide uyandırdığı sevinçle, evlatlık bağı karşısında nasıl duygulandığımı anlatmak kolay değil; aslında Cuma'nm bundan sonraki duygu taşkınlıklarının yansını bile tarif edemem; çünkü defalarca kayığa girdi çıktı, girdi çıktı. Babasının yanına gittiğinde yanına oturuyor, göğsünü açıp babasının başını bağrına bastırıyor, dakikalarca kucaklayıp sallıyor, sonra bağlardan uyuşmuş kollarını ve ayak bileklerini tutup ovalıyor, ısıtıyordu. Bunu görünce romla ovalasın diye şişeden biraz verdim, çok iyi geldi.

Bu olay kanoyla kaçan diğer vahşilerin peşinden gitmemizi engellemişti ve onlar da şimdiye kadar hemen hemen gözden kaybolmuşlardı; bunu yapmamamız aslında iyi olmuştu, çünkü iki saat sonra, onlar daha yollarının çeyreğini bile alamamışken, çok sert bir rüzgâr çıktı ve bütün gece esmeye devam etti; kuzeybatıdan, tam karşılarından estiği için sandalın dayanabildiğim ya da kendi kıyılarına ulaşabildiklerini sanmıyorum.

Ama biz Cuma'ya dönelim. Babasıyla öyle bir ilgileniyordu ki, bir süre için onu babasından ayırmaya gönlüm elvermedi; ama daha sonra babasının yanından biraz ayrılabileceğini düşünerek onu yanıma çağırdım. Son derece sevinç içinde, atlaya zıplaya, gülerek seldi. Babasına ekmek verip vermediğini sor-

ORHAN KEMAL0

dum. Kafasını iki yana sallayarak, "Hayır, ben pis köpek, hepsini kendi yemek," dedi. Bunun üzerine özel olarak taşıdığım küçük keseden bir çörek çıkarıp verdim. Kendisi için de biraz rom verdim, ama ağzına bile sürmeden doğruca babasına götürdü. Ayrıca cebimde de iki üç salkım kuru üzüm vardı, bunlardan da bir avuç verdim. Babasına bu kuru üzümleri verir vermez kayıktan atlayıp cin çarpmış gibi koşmaya başladığını gördüm; o kadar hızlı koşardı ki, hayatımda ayağına bu kadar çabuk bir adam gördüğümü söyleyemem. Öyle bir koşup gitti ki, bir anda gözden kayboldu; arkasından bağırıp seslendim ama duymadı; on beş dakika sonra geri geldiğini gördüm, ama bu sefer giderkenki kadar hızlı değildi; yaklaştıkça elinde bir şey taşıdığı için böyle yavaş yavaş geldiğini fark ettim.

Yanıma geldiğinde babasına bir testi içme suyu getirmek için eve gittiğini anladım; ayrıca iki somun ekmek daha getirmişti. Ekmekleri bana verdi, ama suyu babasına götürdü. Bununla birlikte, ben de çok susamış olduğum için testiden bir yudum da ben içtim. Bu su babasını, verdiğim romdan daha çok canlandırdı; çünkü susuzluktan bayılmak üzereydi.

Babası içtikten sonra ona su kalıp kalmadığını sordum. "Evet," deyince onu da en az babası kadar susamış olan zavallı İspanyol'a vermesini söyledim. Cuma'nın getirdiği ekmeklerden birini de İspanyol'a gönderdim; o da gerçekten çok zayıf düşmüş, bir ağacın gölgesinde uzanmış dinleniyordu; sımsıkı

-351-


bağlandıkları için onun da kollan, bacakları şişmiş, kaskatı kesilmişti. Cuma'nın suyla kendisine doğru geldiğini görünce kalkıp oturdu, suyu içti, ekmeği de alıp yemeye başladı. Ben de yanına gidip bir avuç kuru üzüm verdim. Yüzünde, zor görülebilecek bir minnet ve teşekkür ifadesiyle baktı. Kavgada büyük bir çaba sarf ederek öyle bitkin düşmüştü ki, ayağa kalkacak hali yoktu. İki üç kez kalkmayı denedi, ama ayak bilekleri öyle şişmiş, öyle acıyordu ki, yapamıyordu. Bunun üzerine oturmasını, Cuma'ya da babasma yaptığı gibi onun da ayak bileklerini ovup romla ısıtmasını söyledim.

Zavallı, sevgi dolu yerlinin orada durduğu süre boyunca iki dakikada, belki de dakikada bir dönüp babasına, bıraktığı yerde olup olmadığına baktığını fark ettim. Bir an babasını göremeyince tek söz etmeden yerinden fırladığı gibi uçarcasına, öyle bir hızla o tarafa koştu ki, ayaklarının yere değmediğini sanırdınız. Ama yanına vardığında babasının bacaklarını dinlendirmek için uzanmış olduğunu gördü, sonra hemen yanıma döndü. İspanyol'a ayağa kalkabilirse Cuma'nın kendisine kayığa gitmesi için yardım edeceğini, sonra onu evimize taşıyacağını ve benim de orada kendisine bakacağımı söyledim. Ama Cuma genç, güçlü bir adam olduğundan İspanyol'u sırtına aldığı gibi kayığa götürdü, ayaklan içeri gelmek üzere yavaşça kenarına bıraktı, sonra kaldırarak kayığın içine, babasının yanına yerleştirdi. Kendisi de hemen çıkarak kayığı denize indirdi; rüzgâr oldukça sert esmesine rağmen kıyı

-352-

boyunca kürek çeke çeke benim yürüyüşümden daha hızlı yol alıyordu. Böylece ikisini de sağ salim koyumuza getirdi, onlan kayıkta bıraktı ve koşarak diğer kanoyu almaya gitti. Yanımdan geçerken ona seslenip nereye gittiğini sordum. "Gitmek, daha kayık getirmek," dedi. Böylelikle rüzgâr gibi koşup gitti; onun kadar hızlı koşan ne bir insan ne de at vardır herhalde; hemen hemen ben karadan koya yürüyene kadar öbür kanoyu alıp geldi. Beni de alıp koyu geçirdi ve konuklarımızın kayıktan çıkmasına yardım etmeye gitti. Onlan kayıktan çıkardı; ama ikisi de yürüyebilecek durumda olmadığından zavallı Cuma ne yapacağım şaşırdı.



Buna bir çare bulmak için düşünmeye başladım. Cuma'ya' seslenerek onlan koyun kıyısına oturtmasını, sonra da yanıma gelmesini söyledim. Kısa bir süre içinde onlan taşımak için sedyeye benzer bir şey yaptım; Cu-ma'yla birlikte ikisini de bunun üzerine koyduk, bir ucundan o, bir ucundan ben tutarak konuklanmızı taşıdık. Ama duvanmızın dışına getirdiğimizde öncekinden daha büyük bir sorunla karşılaştık; onlan duvann üzerinden geçirebilmemize imkân yoktu, ben de duvarı yıkmamaya kararlıydım. Bunun üzerine tekrar işe koyuldum. Cuma'yla birlikte iki saat içinde en dışta kalan duvarımla önceden diktiğim, şimdi büyümüş olan koruluğun arasında kalan yere çok güzel bir çadır yaptık; çadırın üzerini eski yelken bezleriyle örttük, bunların üzerine de ağaç dallan koyduk. Çadırın içine onlar için pirinç saplarından iki

-353-


yatak yaptık, altlarına birer battaniye serdik, örtünmeleri için üstlerine de birer tane verdik.

Issız adam şimdi kalabalıklaşmıştı, kendimi uyruklarım bakımından çok zengin hissediyordum; bir kral olduğumu düşünmek beni neşelendiren bir şeydi ve bunu sık sık yapıyordum. İlk olarak bütün ada benim malım-dı, dolayısıyla şüphe götürmez bir egemenlik hakkım vardı. İkincisi, halkım tamamıyla bana bağlıydı. Mutlak efendi bendim, yasaları ben koyardım; hepsi hayatlarını bana borçluydular ve gerekirse benim için canlarını feda etmeye hazırdılar. Yalnız üç uyruğum olması ve bunlann üçünün de farklı dinlerden olması ilginç bir durumdu. Adamım Cuma Protestan, babası putperest ve yamyam, İspanyol da Katolik'ti. Bununla birlikte, ülkemde din ve vicdan özgürlüğü vardı. Ama şimdi konumuza dönelim.

Kurtardığımız iki bitkin tutsağa güvenlik altında sığınıp dinlenecekleri bir yer verdikten sonra onlara biraz yemek yapmayı düşündüm. İlk olarak Cuma'ya, sürüden bir yaşında bir keçi alıp kesmesini söyledim. Arka butlarını ayırarak küçük parçalar halinde doğradım. Cuma'ya bunları kaynatıp haşlamasını söyledim, sizi temin ederim, içine de biraz pirinçle arpa ekleyerek çok güzel bir yemek yaptım. En içteki duvarımın içinde ateş yakmadığım için yemeği dışarıda pişirdim. Onlar için bir masa kurarak yemeği yeni çadıra götürdüm, ben de oturup yemeğimi onlarla beraber yedim; elimden geldiğince onla-

-354-


rı neşelendirip yüreklendirmeye çalıştım. Cuma hem babasıyla hem de İspanyol'la aramda tercümanlık yapıyordu; çünkü İspanyol da vahşilerin dilini oldukça iyi konuşuyordu.

Akşam yemeğimizi yedikten sonra Cuma'ya kanolardan birini almasını, gidip tüfeklerimizi ve diğer silahlarımızı getirmesini söyledim; zaman kazanmak için bunları savaş alanında bırakmıştık. Ertesi gün de ona gidip vahşilerin cesetlerini gömmesini söyledim; güneşin altında, açıkta kaldıkları için hemen kokacaklardı yoksa. Ayrıca barbarca ziyafetlerinin korkunç kalıntılarını da gömmesini söyledim; bu işi kendim yapmayı düşünemezdim bile; hatta o yana gidecek olursam, bunları görmeye bile dayanamazdım. Cuma bütün bu işleYi öyle eksiksiz yapmış, vahşilerin oraya geldiklerini gösteren bütün izleri o kadar güzel ortadan kaldırmıştı ki, oraya tekrar gittiğimde koruluğun o tarafa yönelen köşesi olmasaydı, neresi olduğunu bile anlayamayacaktım.

Sonra da iki yeni uyruğumla küçük bir sohbete başladım; ilk önce Cuma'ya, babasına, kanoyla kaçan vahşiler hakkında ne düşündüğünü; karşı koyamayacağımız kadar büyük bir güçle geri dönüp dönmeyeceklerini sordurdum. İlk görüşü kayıktaki vahşilerin bütün gece esen fırtınaya dayanamayacakları, kesinlikle boğulmuş olmaları gerektiği ya da güneye doğru, diğer kıyılara sürüklendikleri, boğulmasalar bile oralarda başka vahşiler tarafından öldürülüp yenmiş oldukları yönündeydi. Ama sağ salim karaya çıktılarsa,

-355-


ne yapacaklarını bilmediğini söyledi. Gerçi ona kalırsa, aniden saldırıya uğramış olmaktan, gürültüden ve ateşten öyle korkmuşlardı ki, yurttaşlarına, arkadaşlarının insan eliyle değil, yıldırımlar ve şimşekler tarafından öldürüldüğünü söyleyeceklerdi; kendilerine gözüken iki kişi, yani Cuma'yla beni eli silahlı insanlar değil de onları yok etmek için gökten inmiş iki ruh ya da cin sanacaklardı. Yaşlı adam bunu biliyordu, çünkü onların kendi dillerinde bağrışarak birbirlerine böyle şeyler söylediklerini duymuştu; bir adamın ateş püskürmesi, gök gibi gürlemesi, böyle elini bile kaldırmadan uzaktan adam öldürmesi onların akıllarının alacağı bir şey değildi. Bu yaşlı vahşi gerçekten de haklıydı; çünkü daha sonra başkalarından öğrendiğime göre vahşiler bir daha adaya gelmeye cesaret edememişlerdi. O dört adamın (anlaşılan denizden kurtulmayı başarmışlardı) anlattıklarından o kadar korkmuşlardı ki, bu perili adaya gelen herkesin tanrıların ateşiyle yok edileceğine inanmışlardı.

Ama ben bunları bilmediğim için uzun bir süre korku içinde yaşayıp hem kendimi hem de bütün ordumu daima savunmaya hazır bulundurdum; şimdi dört kişi olduğumuz için yüz kişi bile gelseler, açık arazide onlarla çarpışmayı göze alabilirdim.

Bununla birlikte, ortada hiç kano görün-meyince kısa bir süre içinde korkularım da geçmeye yüz tuttu ve karşıdaki karaya gitme konusundaki eski fikirlerimi tekrar göz önüne almaya başladım. Aynı şekilde Cu-

-356-


ma'nın babası da oraya gidersem yurttaşlarından çok iyi muamele göreceğime güvenebileceğimi söylüyordu.

Ama İspanyol'la ciddi bir konuşmadan sonra, orada kendi yurttaşlarıyla Portekizlilerden on altı kişi daha olduğunu, kazaya uğradıklarında o kıyılara sığınarak kurtulduklarını, vahşilerle barış içinde yaşadıklarını, ama yaşamlarını sürdürmek için gerekli şeylerin sıkıntısını çektiklerini öğrenince bu düşüncemi gerçekleştirmeyi biraz erteledim. Yolculuklarının bütün ayrıntılarını sordum; Rio de la Plata'dan Havana'ya giden bir İspanyol gemisindeymiş; orada çoğunlukla deri ve gümüşten oluşan yüklerini boşaltacak, Avrupa malı ne bulurlarsa alıp getirecekler-miş; gemilerinde, kazaca uğramış başka bir gemiden aldıkları beş Portekizli gemici de varmış. Kendi gemileri kazaya uğradığında gemicilerinden beşi boğulmuş, bu kaçanlar da sonsuz tehlikeler atlatarak neredeyse açlıktan ölmek üzereyken yamyamların yaşadığı kıyıya varmışlar; yamyamların her an kendilerini parçalayıp yemelerini bekliyorlarmış.

Yanlarında bazı silahlar varmış, ama ne barutlan ne de saçmalan kaldığı için bunlar hiçbir işe yaramıyormuş; sandala vuran su, çok küçük bir kısmı dışında bütün barutlan-nı kullanılmaz hale getirmiş. Ama geri kalan bu azıcık barutu da karaya ilk çıktıklannda kendilerine yiyecek bir şeyler bulmak için harcamışlar.

Orada başlarına neler geleceğini, kaçıp kurtulmak için planlar yapıp yapmadıklarını

-357-

I

sordum. Bunun üzerine uzun uzun konuştuklarını, ama gemileri, bir gemi yapacak araç gereçleri ya da gemiye koyacak erzakları olmadığı için bütün bu konuşmaların umutsuzluk ve gözyaşlarıyla son bulduğunu söyledi.



Kaçmak için getireceğim bir öneriyi arkadaşlarının nasıl karşılayacağını, hepsi burada olsa başanlıp başanlamayacağını sordum. Hayatımı ellerine teslim edersem hainlik edebileceklerinden, bana kötü davranabileceklerinden çok korktuğumu; çünkü iyilikbilirligin insanların doğasında bulunan bir erdem olmadığını, insanların davranışlarını, gördükleri bir iyiliğe karşı duyulan borçluluktan çok, gözettikleri çıkarların belirlediğini açık açık söyledim. Onların kurtuluşuna aracı olduktan sonra, beni İspanya'nın kolonilerinde kendilerine köle etmelerinin çok ağırıma gideceğini; oralara giden her İngiliz'in, hangi şartlar altında, hangi amaçla gelmiş olursa olsun, kesinlikle feda edileceğini; papazların acımasız ellerine düşüp de Engizisyon'a çıka-nlmaktansa vahşilere canlı canlı yem olmayı tercih edeceğimi söyledim. Beni böyle bir şey olmayacağına ikna ederler ve hepsi buraya gelirse, bunca adamla hepimizi alacak büyüklükte bir tekne yapabilir ve bununla güneye doğru, Brezilya'ya, kuzeydeki adalara ya da İspanyol sahillerine gidebilirdik. Ama silahlarımı ellerine vermeme karşılık beni zorla kendi insanları arasına sürüklerlerse ve yaptığım iyiliğe karşı kötü muamele görürsem, şimdikinden daha kötü bir duruma düşmüş olurdum.

-358-


Büyük bir içtenlik ve temiz duygularla cevap vererek durumlarının içler acısı olduğunu, bu durumdan bıkıp usandıklarını; arkadaşlarının, kurtulmalarına yardım edecek bir adama kötü davranmanın düşüncesinden bile nefret edeceklerini; eğer istersem, yaşlı adamla birlikte gidip onlarla konuşacağını, dönüp bana cevaplarını getireceğini; kaptanları ve komutanları olarak mutlaka benim buyruklarıma göre davranacaklarına dair onlardan söz alacağını; bana sadık kalacaklarına, benim de kabul edeceğim bir Hıristiyan ülkesine gideceklerine, benim isteyeceğim bir ülkeye ayak basana kadar emirlerime uyacaklarına dair bütün kutsal şeyler ve Kutsal Kitap üzerine yemin edeceklerini; bu konuda ellerinden alacağı bir sözleşmeyi bana getireceğini söyledi.

Yaşadığı sürece ben emir vermedikçe yanımdan bile ayrılmayacağına, arkadaşları sözlerini tutmayacak olursa, kanının son damlasına kadar benim yanımda savaşacağına dair ilk önce kendisinin yemin edeceğini söyledi.

Bana arkadaşlarının görgülü, dürüst insanlar olduklarını, şu anda akla hayale sığmaz büyük bir sıkıntı içinde bulunduklarını, ne silahlan, ne elbiseleri, ne de giyecekleri olduğundan hayatlarının vahşilerin merhametine ve takdirine kaldığını, kendi ülkelerine dönme umutlarının tamamen tükendiğini; onları kurtarmaya girişecek olursam, hayatları boyunca benim yanımdan aynlmayıp benim yanımda öleceklerine emin olduğunu söyledi.

-359-


Verdiği bu güvenceler üzerine başarabilirsem onları kurtarmaya, onlarla konuşmak üzere yaşlı vahşiyle İspanyol'u göndermeye karar verdim. Ama yola çıkmaları için gereken her şeyi hazırladığımızda İspanyol'un kendisi bir sakınca öne sürdü; bu bir taraftan çok tedbirli, diğer taraftan da samimi bir öneri olduğu için kabul etmekten başka çarem yoktu. Önerisi, arkadaşlarının kurtuluşunu hiç olmazsa altı ay ertelemekti. Durum şuydu:

Kendisi yaklaşık bir aydır bizimle kalıyordu; bu süre içinde Tann'nın yardımıyla karnımı nasıl doyurduğumu ona göstermiştim; elimde ne kadar arpa, ne kadar pirinç kaldığını biliyordu; gerçi bu bana yeter de artardı bile, ama şimdi dört kişi olan aileme yetecek gibi değildi, en azından çok tutumlu kullanılması gerekiyordu. Ama dediği gibi, hâlâ hayatta olan on dört arkadaşı da gelecek olursa, bu erzak hiç yetmeyecekti; ayrıca bir gemi yapar da Amerika'daki Hıristiyan kolonilerinden birine doğru yola çıkarsak, gemimize koyacak hiç erzağımız olmayacaktı. Bundan ötürü kendisi ile öbür iki adama, ayırabileceğim tohum oranında bir tarla açıp sürmeleri için izin vermemin yerinde bir şey olacağını söyledi; böylece yeni harmanı bekleyecek, arkadaşları geldiğinde yiyeceklerini hazırlamış olacaktık; çünkü yiyecek sıkıntısının arkadaşları arasında uzlaşmazlığa yol açabileceğini, bir sıkıntıdan başka bir sıkıntıya düştüklerini düşünerek kendilerini kurtulmuş saymayacaklarını düşünüyordu. "Biliyorsunuz," dedi. "İsrailo-

-360-

ğullan da Mısır'dan kurtulduklarına ilk başta sevinmişlerdi, ama çölün ortasında ekmeksiz* kalınca kendilerini kurtaran Tann'ya bile isyan edecek duruma gelmişlerdi."



Uyarısı öyle yerinde, verdiği öğüt de öyle güzeldi ki, yalnız gösterdiği bağlılıktan ötürü memnun olmakla kalmadım, önerisini de yerine getirmeye karar verdim. Böylece, yaptığımız tahta aletlerin elverdiği ölçüde dördümüz beraber toprağı kazmaya koyulduk; bir ay içinde -tam tohum atma zamanına rastlıyordu- yirmi iki kile arpa, on altı küp de pirinç ekebileceğimiz kadar bir toprak parçasını kazmış, temizleyip hazırlamıştık; zaten ayırabildiğimiz tohumun hepsi de bu kadardı; aslına bakılırsa hasat zamanı gelene kadar geçecek altı ay için kendimize yetecek kadar arpa bile bırakmamıştık; bu altı ayı ekeceğimiz tohumu ayırdığımız günden itibaren hesaplıyorum, çünkü bu bölgede tohumun toprakta altı ay kalması da şart olmayabilir.

Şimdi artık sayıca fazla olduğumuz için çok kalabalık gelmedikleri sürece vahşilerden korkmamıza gerek yoktu, dolayısıyla gerektiği zaman bütün adada rahatça dolaşabiliyorduk. Artık buradan kaçıp kurtulmak gibi bir düşüncemiz olduğu için, en azından ben bu kurtuluşun yolları üzerine düşünmekten kendimi alamıyordum. Bu amaçla işimize yarayacak birkaç ağaç belirledim, Cuma'yla babasına bunları kesmelerini söyledim ve İspanyol'a da bu konudaki düşüncelerimi açarak Cuma'yla babasına göz kulak olmasını, iş

¦ Hicret, 16dan alıntı.

-361-


konusunda onları yönlendirmesini tembihledim. Büyük bir ağacı yarıp kalasları nasıl elde ettiğimi onlara göstermek için ne emekler verdim; altmış santim genişliğinde, on metre uzunluğunda ve iki ilâ dört parmak kalınlığında bir düzine meşe kalası elde edene kadar bu şekilde çalışmalarını söyledim. Bu iş için ne olağanüstü çabalar sarf edildiğini herkes tahmin edebilir.

Aynı zamanda küçük keçi sürümü de elimden geldiğince büyütmeyi düşündüm; bu amaçla ormana sırayla, bir gün Cuma'yla İspanyol'u gönderiyor, bir gün de Cuma'yı alıp kendim gidiyordum. Bu şekilde sürüye katıp yetiştirmek üzere yirmiden fazla yavru keçi tuttuk; ne zaman bir anne keçi vursak, yavrularını alıp sürümüze katıyorduk. Ama her şeyden önemlisi, üzüm kurutma mevsimi gelmişti; güneşte kurutmak üzere o kadar çok üzüm astık ki, kuru üzümlerin işlendiği Ali-cant'ta olsaydık, yetmiş seksen fıçıyı doldurabilirdik. Ekmeğimizle birlikte bu kuru üzümler yiyeceğimizin önemli bir kısmını oluşturuyordu, ayrıca, çok besleyici bir yiyecek olduğu için iyi yaşamanın yolunun da bu üzümlerden geçtiğine sizi temin edebilirim.

Harman zamanı geldi ve iyi ürün aldık. Adada gördüğüm en bereketli hasat değildi, ama ihtiyacımızı karşılamaya yeterdi; çünkü ektiğimiz yirmi iki kile arpadan iki yüz yirmi kileden fazla arpa, aynı oranda da pirinç kaldırdık; on altı İspanyol'un hepsi benimle birlikte adada olsa bile, bu ürün bir dahaki hasat mevsimine kadar bize yeter; yolculuğa

-362-


çıkmaya hazır olsak, gemimizde bizi dünyanın herhangi bir yerine, örneğin Amerika kıyılarına kadar bol bol idare edecek kumanyamız olurdu.

Bu şekilde erzağımızı ambara kaldırıp güvence altına aldıktan sonra, arpa ve pirinçleri koyacağımız büyük hasır sepetler örme işine koyulduk; İspanyol bu işte çok ustaydı ve savunmamda bu hasırlardan faydalanmadığım için sık sık beni kınıyordu; ama ben buna gerek görmemiştim.

Artık beklediğim konukların hepsine yetecek yiyeceği hazırladığımdan İspanyol'a geride bıraktığı arkadaşlarıyla görüşmesi için karşıdaki karaya gitme izni verdim. Ona yazılı bir emir vererek bu adada karşılaşacakları, kurtarmak için onlari yanına çağırmak gibi bir iyilik yapan adama zarar vermeyeceklerine ve saldırmayacaklarına; böyle bir şeye kalkışacak herkese karşı onun yanında yer alıp onu savunacaklarına; nereye giderlerse gitsinler ona bağlı kalıp emirlerinden dışarı çıkmayacaklarına, kendisiyle bu yaşlı vahşi önünde yemin etmeyen kimseyi alıp getirme-meyeceklerine, bu konuda her birinin elinden, imzalı bir senet almalarına dair sıkı sıkıya tembihte bulundum. Ne kalemleri ne de mürekkepleri olmadığından bunu nasıl yapacakları gerçekten de hiç aklımıza gelmemişti.

Bu tembihlerle, İspanyol ile Cuma'nın babası yaşlı adam, vahşiler tarafından parçalanıp yenmek üzere tutsak olarak adaya getirildikleri kanolardan biriyle yola çıktılar.

İkisine de birer piyade tüfeği, sekiz sefer

-363-


ateş edebilecekleri kadar barut ve kurşun vererek bunları çok tutumlu kullanmalarını, acil bir durum olmadıkça harcamamalarını tembih ettim.

Yirmi yedi yıldan birkaç gün fazla bir süredir ilk kurtuluş denemem olduğu için bu iş beni çok sevindiriyordu. Kendilerine günlerce, öbür arkadaşlarına da sekiz gün yetecek kadar ekmek ve kuru üzüm verdim. Dönüşlerinde karaya çıkmadan önce onların geldiğini anlayabileyim diye belli bir işaret konusunda anlaştık, iyi yolculuklar diledim ve yola çıkıp uzaklaşmalarını izledim.

Hesaplanma göre ekim ayında, dolunay zamanında tatlı bir rüzgârla yola çıktılar; tam olarak hangi gün olduğuna gelince, bir kere şaşırdıktan sonra bir daha takvimimi doğru düzgün tutamamıştım. Yıllan bile doğru hesapladığımdan emin değildim, ama sonradan takvimimi incelediğimde yılların hesabını doğru tutmuş olduğum ortaya çıktı.

En az sekiz gündür onlan bekliyordum; tam o sırada çok garip, eşi benzeri görülmemiş, belki de tarih boyunca hiç rastlanmamış bir olay meydana geldi. Bir sabah evimde uyurken Cuma koşarak gelip beni uyandırdı, "Efendi, efendi, geldiler, geldiler!" diye bağın-yordu.

Yataktan fırladım, elbiselerimi üzerime geçirir geçirmez, tehlike falan düşünmeden dı-şan çıktım, o zamana kadar sık bir koruluk haline gelmiş olan ağaçlığımın içinden geçtim. Tehlike falan düşünmeden diyorum, çünkü silahlanmı almadan çıkmıştım ki, bu benim

-364-


âdetim değildi. Ama denize bakıp da kıyıya bir buçuk fersah mesafede kırlangıç kanatlı dedikleri yelkenli bir kayığın, oldukça güzel esen bir rüzgârla adaya doğru gelmekte olduğunu görünce şaşıp kaldım; aynca kayık karşıdaki kara parçasının bulunduğu taraftan değil de adanın en güney ucundan geliyordu. Bunun üzerine Cuma'yı içeri çağırarak saklanmasını, bunlann bizim beklediklerimiz olmadığını, dolayısıyla dost mu, düşman mı olduklarını bilemeyeceğimizi söyledim.

Sonra kim olduklarım anlamak için gidip dürbünümü aldım; bir şeyden endişelendiğim zamanlar, kimseye gözükmeden etrafı daha iyi incelemek için yaptığım gibi merdivenimi dışan çıkararak tepeye tırmandım.

Daha tepeye ayağımı basmadan, güneydoğu yönünde, benden iki buçuk fersah, karadan da en fazla bir buçuk fersah uzakta bir geminin demirlemiş olduğunu gördüm. Gözlemlerime göre, bunun bir İngiliz gemisi, kayığın da uzun bir İngiliz kayığı olduğu apaçık ortadaydı.


Yüklə 1,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin