Danıel Defoe Robınson Crusoe



Yüklə 1,09 Mb.
səhifə23/26
tarix26.08.2018
ölçüsü1,09 Mb.
#75006
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   26

Gelenler buna öyle şaşırmışlardı ki, sonradan anlattıklarına göre hep beraber gemiye dönmeye, bütün arkadaşlarının öldürüldüğünü, uzun kayığın da kırıldığını gemidekile-re haber vermeye karar vermişlerdi. Gerçekten de hemen sandallarını suya indirip içine doluştular.

Kaptan çok şaşırmıştı, hatta bunların gemiye dönüp kayıp arkadaşlarını aramaktan vazgeçerek yelken açıp yola çıkacaklarına ve bu durumda da kurtarmayı umut ettiğimiz gemiyi kaybedeceğine inandığı için kafası karmakarışık olmuştu; ama çok geçmeden başka bir şeyden korkmaya başladı.

-382-

Sandalla denize açılmalarının üzerinden çok geçmeden dönüp tekrar karaya doğru geldiklerini gördük. Anlaşılan, yolda düşünüp taşınmışlar; üç kişinin sandalda nöbetçi kalmasına, geri kalanların da karaya çıkıp arkadaşlarını aramasına karar vermişlerdi.



Bu bizi büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı; şimdi ne yapacağımızı şaşırmıştık; çünkü sandalın kaçmasına izin verirsek karaya çıkan yedi adamı yakalamak hiçbir işimize yaramayacaktı. Sandaldakilerin gemiye döneceğinden, gemide kalanların da demiri çekip yelken açacaklarından, böylece gemiyi ele geçirme umutlarımızın tükeneceğinden emindik. Bununla birlikte, bekleyip neler olacağını görmekten başka çıkar yolumuz yoktu. Yedi kişi karaya çıktı ve üç kişi de sandalla kıyıdan epeyce açılarak diğerlerini beklemek üzere demir attı; böylelikle sandaldakilere ulaşabilmek bizim için imkânsız hale gelmişti.

Karaya çıkanlar birbirlerinden uzaklaşmadan, altında evimin bulunduğu küçük tepenin zirvesine doğru yürüdüler; onları rahatça görebiliyorduk, ama onlar bizi görmüyordu. Bize daha da yaklaşsalar çok sevinecektik, çünkü onlara ateş edebilecektik; ama daha uzağa gitseler, yine sevinecektik, çünkü saklandığımız yerden çıkabilecektik.

Kuzeydoğuya, adanın daha alçak kesimlerine uzanan vadileri ve ormanları görebildikleri tepenin yamacına gelince bitkin düşene kadar bağırıp arkadaşlarına seslendiler. Sonra da anlaşılan, ne kıyıdan ne de birbirlerinden fazla uzaklaşmayı göze alamayarak ne

-383-


yapacaklarını düşünmek için bir ağacın altına oturdular. Ötekiler gibi bunlar da orada uyuyabileceklerini düşünselerdi, işimizi kolaylaştırmış olacaklardı. Ama karşılarında ne gibi bir tehlike olduğunu bilmeseler de uyumayı göze alamayacak kadar korkuyorlardı.

Onlann böyle oturup konuşmaları üzerine kaptan çok yerinde bir öneride bulundu. Arkadaşlarına seslerini duyurmak için tekrar bir yaylım ateşi açabileceklerini, tam tüfeklerinin boşaldığı anda karşılarına çıkarsak, mutlaka teslim olacaklarını ve hiç kan dökmeden hepsini ele geçireceğimizi söyledi. Bu öneri hoşuma gitti; ama tüfeklerini tekrar doldurmadan karşılarına çıkabilecek kadar yakınlarında bulunmamız gerekiyordu.

Ama böyle bir şey yapmadılar, uzun bir süre nasıl bir yol tutsak diye kararsızlık içinde öylece durduk. En sonunda ben, kanımca, gece çökene kadar yapılacak bir şey olmadığını söyledim; o zaman da sandala dönmezlerse, bunlarla kıyı arasına girmenin bir yolunu bulabilir ve bir hileye başvurarak sandal-dakilerin karaya çıkmasını sağlayabilirdik.

Uzun bir süre bekledik, ama adadan gidecekler diye ödümüz kopuyordu. Kendi aralarında uzun uzun konuştuktan sonra kalkıp denize doğru yürüdüklerini gördüğümüzde iyice huzursuz olduk. Anlaşılan, bu yerde başlarına gelebilecek tehlikelerden öyle korkuyorlardı ki, arkadaşlarını aramaktan vazgeçip gemiye dönmeye, sonra da planladıkla-ılculuğa devam etmeye karar vermişlerdi. nya doğru gittiklerini görür görmez ara-

-384-

maktan vazgeçtiklerini ve geri döndüklerini anladım, gerçekten de böyleydi. Bu düşüncemi kaptana söylediğimde korkudan az kalsın bayılacaktı; ama hemen onları geri getirmek için bir oyun düşündüm ve bu oyun biraz olsun, yapmak istediğim şeye yaradı.



Cuma ve ikinci kaptana batıdaki küçük koyun oraya, Cuma kurtulduğu zaman vahşilerin geldikleri yere gitmelerini ve aşağı yukarı yarım mil uzaktaki ufak tepeye varır varmaz da bütün güçleriyle bağırmalarım, gemiciler onları duyana kadar beklemelerini; kendilerine karşılık verdiklerini duyar duymaz tekrar bağırmalarını, onları mümkün olduğunca adanın içlerine, ağaçların arasına çekmek için de kendilerini göstermeden, her seslenişlerinde cevap'vererek içerilere doğru ilerlemelerini, sonra da söylediğim gibi tekrar yanıma dönmelerini söyledim.

Cuma'yla ikinci kaptan seslendiğinde tam sandala binmek üzereydiler. Adamlar hemen onlann sesini duyarak cevap verdiler ve kıyı boyunca batıya, sesin geldiği yöne koşmaya başladılar. Koya varınca, sular yüksek olduğu için karşıya geçemeyeceklerinden durdular ve tam da umduğum gibi onları alıp karşıya geçirmesi için sandalı çağırdılar.

Karşıya geçtiklerinde sandalın, koyun içlerine doğru ilerlediğini gördüm; orası da kara içinde bir liman olduğundan üç adamdan birini de yanlarına aldılar, sandalı kıyıdaki bodur bir ağaca bağlayarak içinde yalnızca iki kişi bıraktılar.

Benim istediğim de buydu; Cuma'yla ikin-

-385-

ci kaptanı kendi işlerini yapmaya bırakarak hemen ötekileri yanıma aldım. Sandaldakile-re gözükmeden koyu geçerek onlar daha ne olduğunu anlayamadan iki adamın karşısına dikildik; biri kıyıda uzanmış yatıyor, diğeri de sandalın içinde duruyordu. Kıyıdaki adam uykuyla uyanıklık arasında, ayağa kalkmak üzereydi. En önde yürüyen kaptan, üzerine atladığı gibi adamı yere devirdi ve sandalda-kine seslenerek ya teslim olmasını ya da kendini ölmüş bilmesini söyledi.



Karşısında beş kişi varken ve arkadaşı da yere serilmişken tek bir adamı teslim olmaya ikna etmek için fazla söze gerek yoktu; ayrıca bu adam anlaşılan gemideki isyana diğer arkadaşları kadar yürekten katılmayan üç adamdan biri olduğu için sadece teslim olmayı değil, sonradan büyük bir samimiyetle bize katılmayı da kolayca kabul etti.

Bu arada Cuma'yla ikinci kaptan ötekilerle ilgili işlerini öyle güzel başarmış, seslene seslene onları tepeden tepeye, korudan koruya öyle bir dolaştırmışlardı ki, adamlar hem yorgun düşmüş, hem de karanlık basmadan sandala dönemeyeceklerine emin oldukları için oldukları yerde kalakalmışlardı; aslına bakılırsa, yanımıza döndüklerinde Cuma'yla ikinci kaptan da iyice yorgun düşmüştü.

İşlerini bitireceğimizden emin olmak için şimdi karanlıkta onları gözetleyip saldırmak için uygun bir zaman kollamaktan başka yapacağımız bir şey yoktu.

Cuma yanıma geldikten sonra adamlar sandala dönene kadar birkaç saat geçti; gelir-

-386-

lerken öndekilerin arkada kalanlara seslenip çabuk olmalarını istediklerini, arkadakilerin de çok yorulduklarından, artık ayaklarının tutmadığından yalanıp daha hızlı gelemeyeceklerini söylediklerini duyuyorduk; bu bizim için iyi bir haberdi.



En sonunda sandalın yanına geldiler; ama sular çekilmiş olduğu için sandalın karaya oturduğunu, iki adamın da çekip gittiğini gördüklerinde düştükleri şaşkınlık anlatılabilecek gibi değildi. Ağlayıp sızlayarak birbirlerine seslenip perili bir adaya düştüklerini, burada yaşayan insanlar varsa öldürüleceklerini, yok eğer cinler ve ruhlar varsa kaçırılacaklarını, parçalanıp yutulacaklarını söylediklerini duyuyorduk.

Tekrar bağırmaya başladılar ve defalarca adlarıyla seslenerek sandalda bıraktıkları iki arkadaşlarını çağırdılar; ama cevap veren yoktu. Bir süre sonra, kalan azıcık ışıkta, bunların etrafta koşuşturup durduklarını, çaresizlik içinde kıvranarak ellerini ovuşturduklarını, ara sıra da dinlenmek için gidip sandalda oturduklarını; sonra yine kıyıya çıkıp etrafta dolaştıklarını, dönüp dolaşıp aynı şeyleri yaptıklarını görebiliyorduk.

Adamlarım karanlıkta aniden üstlerine atılmalarına izin vermem için can atıyordu; ama ben elimden geldiğince az adam öldürmek ve kurtulmalarını sağlamak için daha uygun bir zamanda saldırmak istiyordum. Özellikle onların da çok iyi silahlanmış olduğunu bildiğimden kendi adamlarımdan kimsenin vurulmasını istemiyordum. Birbirlerin-

-387-


den ayrılıp ayrılmayacaklarını görmek için beklemeye karar verdim; dolayısıyla onları menzilimize aldığımızdan emin olmak için pusumu daha yakına çektim, Cuma'yla kaptana, ateş etmeye başlamadan sürünerek onlara mümkün olduğu kadar yaklaşmalarını, aynca görünmemek için ellerinden geldiğince yere kapanarak sürünmelerini söyledim.

Onlar bu şekilde ilerlemeye başladıktan sonra çok geçmeden, isyanın elebaşısı olan ve şimdi de ötekilerden daha çok üzülüp daha çok umutsuzluğa kapılan lostromo, yanında iki kişiyle yürüyerek onlara doğru geldi. Bu baş haini ele geçirmeyi çok isteyen kaptan, adam daha yakına gelmeden saldırmamak için kendini zor tutuyordu; çünkü ilk önce onun sesi duyulmuştu; ama iyice yaklaştıklarında kaptanla Cuma ayağa fırladıkları gibi ateşe başladılar.

Lostromo hemen oracıkta öldü; göğsünden vurulan diğer adam onun yanına düştü, ama ancak bir iki saat sonra öldü; üçüncüsü ise kaçmıştı.

Silah sesi üzerine artık sekiz kişi olan bütün ordumla beraber ilerledim; ben başkomutan, Cuma korgeneral; kaptan ve iki adamı ile kendilerine güvenip silah verdiğimiz üç savaş esiri de askerlerimizdi.

Karanlıkta saldırdığımız için kaç kişi olduğumuzu görememişlerdi, sandalda kalan ve şimdi bize katılan adama onlara isimleriyle seslenmesini söyledim. Belki konuşarak anlaşabiliriz diye onları ateşkese ikna etmesini istiyordum. Tam da istediğimiz gibi oldu;

-388-


çünkü bu durumda seve seve teslim olacaklarını anlamak hiç zor değildi. Bu adam sesi çıktığı kadar onlardan birine bağırdı, Tom Smith! Tom Smith!" Tom Smith hemen cevap verdi, "Kimdir o? Robinson, sen misin?" Anlaşılan sesini tanımıştı. Diğeri cevap verdi, "Evet, evet; Tanrı aşkına, Tom Smith, hemen silahlarınızı bırakıp teslim olun, yoksa şimdi hepiniz öleceksiniz."

"Kime teslim olmamız gerekiyor? Neredeler?" dedi Smith. "Buradalar, kaptan elli kişiyle birlikte burada, iki saattir sizi takip ediyorlar, lostromo öldü. Will Fiye yaralı, ben de esir alındım; teslim olmazsanız, hepiniz öleceksiniz."

"Canımızı bağışlarlarsa, teslim oluruz," dedi Tom Smith. 'Teslim olacağınıza söz veriyorsanız, gidip bir sorayım," dedi Robinson. Böylece kaptana sordu, kaptan da kendisi seslendi, "Hey, Smith, sesimi tanırsın. Hemen silahlarınızı bırakıp teslim olursanız, Will Atkins dışında hepiniz ölümden kurtulacaksınız."

Bunun üzerine Will Atkins bağırdı: 'Tanrı aşkına, kaptan! Acı bana; ben ne yaptım? Ötekiler de en az benim kadar kötü." Oysa bu doğru değilmiş; çünkü anlaşılan, bu Will Atkins isyan başladığında kaptanı yakalayan kişiymiş; ellerini bağlayıp hakaretler yağdırarak ona çok kötü davranmış. Bununla birlikte kaptan ona akıllılık edip silahlarını bırakmasını ve valinin merhametine sığınmasını söyledi; bu da bendim, çünkü hepsi beni vali diye çağırıyordu.

-389-

Sözün kısası, hepsi silahlarını bıraktılar ve canlarının bağışlanması için yalvarmaya başladılar. Onlarla konuşan adamı, iki kişiyle beraber yanlarına yolladım; hepsini bağladılar ve sonra sözde elli kişilik, gerçekte ise o üç kişiyle beraber yalnızca sekiz kişi olan büyük ordum ilerleyerek onları yakaladı ve sandala el koydu; yalnız ne olur ne olmaz diye düşünüp ben yanıma bir kişi daha alarak onlara kendimi göstermedim.



Bundan sonraki işimiz sandalı tamir edip gemiyi ele geçirmek için bir yol düşünmekti. Kaptan şimdi onlarla konuşma fırsatı bulmuştu. Giriştikleri bu işin bir alçaklık olduğunu, kötülük dolu bu planlarını daha ileri götürürlerse sonunda sıkıntı ve acıdan başka bir şey bulamayacaklarını, belki de darağacında sallandınlacaklarını söyleyerek onları dostça azarladı.

Hepsi çok pişman görünüyordu, canlarının bağışlanması için çok yalvardılar. Bunun üzerine kaptan onları esir alanın kendisi değil, adanın komutanı olduğunu; onu ıssız, çorak bir adaya bıraktıklarını sandılarsa da Tann'nın yardımıyla bu adada hem insanların bulunduğunu hem de adanın İngiliz bir valisinin olduğunu söyledi; isterse, valinin hepsini burada asabileceğini; ama canlarını bağışladığından yasaların gerektirdiği şekilde cezalandırılmaları için hepsini İngiltere'ye göndereceğini zannettiğini; yalnız Atkins'in kendini ölüme hazırlasa iyi olacağını, çünkü valinin emriyle ertesi sabah asılacağını söyledi.

Bütün bunlar onun kendi uydurmasıydı,

-390-


ama istenen etkiyi sağladı. Atkins diz çökerek valinin canını bağışlaması için aracılık etsin diye kaptana yalvarmaya başladı; geri kalanlar da İngiltere'ye gönderilmemek için yalvan-yorlardı.

Bana öyle geliyordu ki, artık kurtulma zamanımız gelmişti; gemiyi ele geçirmek için bu adamları işbirliğine ikna etmek çok kolay olacaktı. Bu yüzden ne tür bir valileri olduğunu görmesinler diye karanlığa çekilerek kaptanı yanıma çağırdım. Uzaktayım sansınlar diye adamlardan birini, "Kaptan, komutan sizi çağırıyor," demekle görevlendirdim. Kaptan hemen cevap verdi, "Ekselanslarına söyleyin, hemen geliyorum." Bu onları iyice şaşırttı ve hepsi de komutanın elli adamıyla hemen orada olduğuna iyice inandılar.

Kaptan yanıma gelince ona gemiyi ele geçirme planımı anlattım; kaptanın da çok hoşuna gidince hemen ertesi sabah uygulamaya karar verdik. Ama bu işi daha ustaca halletmek ve başarılı olacağımızı garantilemek için kaptana tutsakları ayırmak zorunda olduğumuzu, gidip Atkins'le birlikte en azılılardan iki kişiyi daha seçerek bunları elleri ayaklan bağlı olarak ötekilerin durduğu mağaraya göndermesini söyledim. Bu iş Cuma ve kaptanla birlikte adaya çıkan iki adama verildi.

Onlan hapse götürür gibi mağaraya götürdüler. Gerçekten de orası, özellikle de onların durumundaki insanlar için iç karartıcı bir yerdi. Ötekilerin de yazlık köşküm dediğim ve daha önce bütün aynntılanyla anlattığım yere götürülmesini emrettim; çardak çit-

-391-

le çevrili, adamlar da bağlı olduğundan burası yeterince güvenli bir yerdi; ayrıca hayatta kalmalarının davranışlarına bağlı olduğunu da biliyorlardı.



Sabahleyin kaptanı çardaktaki bu adamların yanına gönderdim; onlarla konuşacak, gemiye çıkıp diğerlerine baskın yapmak konusunda onlara güvenip güvenemeyeceğimizi öğrenip bana haber getirecekti. Kaptan onlara kendisine yapılan kötülüğü, düştükleri durumu anlatmış; vali şimdilik canlarını bağışlamış olsa da İngiltere'ye gönderilirlerse, hepsinin mutlaka zincire vurulacağını, ama gemiyi geri almak gibi haklı bir girişimde bize katılacak olurlarsa, affedilmeleri için validen söz alacağını söylemiş.

Onların durumundaki insanların böyle bir teklifi kabul etmeye ne kadar hazır oluğunu herkes tahmin edebilir. Kaptanın önünde diz çöküp en büyük yeminlerle, kanlarının son damlasına kadar ona sadık kalacaklarına, hayatlarını ona adayacaklarına, dünyanın neresine giderse gitsin onun yanında olacaklarına; yaşadıkları sürece onu bir baba olarak kabul edeceklerine dair söz vermişler.

"Peki, öyleyse," demiş kaptan. "Gidip valiye bu dediklerinizi söylemem gerekiyor, bakalım buna razı olacak mı?" Böylece gelip bana içinde bulundukları ruh halini anlattı ve sadık kalacaklarına gerçekten inandığını söyledi.

Bununla birlikte işi sağlama almak için geri dönüp içlerinden beşini seçmesini ve onlara aslmda adama ihtiyacı olmadığını; ama bu beş kişiyi kendi yardımcıları olarak ayırdı-

-392-

ğını, valinin diğer iki kişiyle şatomda, daha doğrusu mağaramda esir tutulan üç kişiyi de yardımcı olarak seçilen bu beş kişinin sada-katına karşılık rehin bulundurduğunu; herhangi bir ihanette bulunacak olurlarsa, beş rehinenin kıyıda canlı canlı zincire vurulacağını belirtmesini söyledim.



Bu sözler çok sert görünmüş, valinin bu işi gerçekten çok ciddiye aldığına iyice ikna olmuşlardı. Bununla birlikte, önlerinde kabul etmekten başka bir seçenek kalmamıştı; dolayısıyla şimdi öbür beş kişiyi görevlerim yapmaya ikna etmek, kaptanın olduğu kadar rehinelerin de işiydi.

Şimdi, sefere çıkmak için elimizdeki güçler şöyleydi:

1. Kaptan, ikinci'kaptan ve yolcu.

2. Kaptandan karakterlerini öğrendiğim için özgür bırakarak silah verdiğim, ilk çeteden aldığımız iki esir.

3. Şu ana kadar bağlı olarak çardakta bulundurduğum ama kaptanın sözü üzerine salıverdiğim diğer iki kişi.

4. Son olarak serbest bırakılmış bu beş kişi; böylece, mağarada rehin olarak tuttuğumuz beş kişinin yanı sıra, toplam on iki kişi oluyorlardı.

Kaptana elindeki bu adamlarla gemiye gitmeye istekli olup olmadığını sordum; benimle Cuma'ya gelince, geride yedi adam kaldığı için onları ayrı ayrı tutmak, beslemek başlı başına bir iş olduğundan bizim gitmemizin uygun olduğunu sanmıyordum. Mağaradaki beş kişiye gelince, onları bağlı tutmaya karar

-393-


vermiştim; ama Cuma, gerekli yiyecekleri götürmek için günde iki kez yanlarına gidiyordu. Yiyecekleri belli bir mesafeye kadar esir aldığımız öbür iki adama taşıtıyordum, oradan sonra Cuma alıp götürüyordu.

Bu iki rehineye kendimi gösterdiğimde kaptan da yanımdaydı; onlara valinin beni kendilerine bakmakla görevlendirdiğini; benim emrim olmadan hiçbir yere ayrılmamalarının valinin emri olduğunu; buna uymazlarsa, şatoya götürülüp orada zincire vurulacaklarını söyledi. Böylece valinin ben olduğumu anlamalarını engellemiş; onların gözünde, sürekli validen, garnizondan, şatodan ve buna benzer şeylerden bahseden başka biri olmuştum.

Kaptanın önünde artık sandalın birindeki deliği kapatıp sandalları yolculuğa hazırlamaktan ve adamlarıyla yola çıkmaktan başka bir iş kalmamıştı. Yolcusunu sandallardan birinin kaptanı yaptı ve yanına dört adam daha verdi; kendisi de ikinci kaptan ve beş kişiyle beraber öbür sandala bindi; her şeyi çok güzel ayarlayıp gece yansı gemiye doğru yola çıktılar. Gemidekilere seslerini duyurabilecekleri bir yere gelir gelmez, Robinson kaptanın emriyle bağırarak adamlan ve sandalı getirdiklerini, ama onlan bulmalannın çok zaman aldığını ve buna benzer şeyler söylemiş; bu şekilde gemiye iyice yanaşana kadar onları lafa tutmuş. İlk olarak kaptan ve ikinci kaptan gemiye çıkarak tüfeklerinin dipçiğiyle ikinci miçoyla marangozu yere sermişler; adamlan da büyük bir bağlılıkla onlara yardım etmişler. Ana güverteyle kıç güvertelerin-

-394-


de bulunan diğer bütün adamlan da yakalamış, ambardakiler de dışan çıkamasın diye lombarlan sımsıkı kapamışlar. Öbür sandal-dakiler de ön zincirlerin oradan gemiye girerek başkasarasıyla mutfağa inen ambar ağzını ele geçirmiş, orada bulduklan üç adamı da esir almışlar.

Bu işler bitip bütün güverte güvenlik altına alındıktan sonra kaptan, ikinci kaptana, yanına üç adam alarak asilerin arasından seçilen yeni kaptanın yattığı kamaraya girmesini söylemiş. Oysa ki bu yeni kaptan önceden haberleri alarak yataktan kalkmış, yanında silahlı iki adam ve bir çocukla tetikte bekliyormuş. İkinci kaptan bir küsküyle kapıyı açtığında yeni kaptan ve adamlan gözlerini kırpmadan ateş açmışlar ve bir tüfek kurşunuyla ikinci kaptanı yaralamışlar; kolu kırılmış ve iki kişi daha yaralanmış, ama kimse ölmemiş.

İkinci kaptan bağırarak yardım istemiş ve yaralı olduğu halde kamaraya dalıp tüfeğiyle yeni kaptanı tam kafasından vurmuş; kurşun ağzından girip kulağından çıktığı için adam gıkını çıkaramadan oluvermiş; bunun üzerine diğerleri teslim olmuşlar ve gemi başka can kaybı olmadan bütünüyle ele geçirilmiş.

Bu şekilde gemi güvenlik altına alınır alınmaz kaptan yedi top atılmasını emretmiş; ba-şanlı olduğunu bildirmesi için bu işaret üzerine anlaşmıştık. Bunu duymanın beni çok sevindirdiğinden emin olabilirsiniz, çünkü sabahın ikisine kadar kıyıda oturup işaret beklemiştim.

Verilen işaretin beklediğim işaret olduğu-

-395-


nu anladıktan sonra yattım. Benim için çok yorucu bir gün olduğundan deliksiz uyumuşum, ama sonra birdenbire bir top sesiyle irkilerek uyandım, hemen yerimden fırladım ve birinin, "Vali, Vali," diye bana seslendiğini duydum, bunun kaptanın sesi olduğunu hemen anladım. Tepeye tırmanıp baktığımda onun orada durduğunu gördüm, gemiyi göstererek beni kucakladı. "Sevgili arkadaşım, kurtarıcım," dedi, "işte gemin, çünkü tamamıyla senindir artık, tıpkı bizim gibi, her şeyiyle birlikte." Gözlerimi gemiye çevirdim, kıyıdan bir kilometre uzakta duruyordu; çünkü gemiyi ele geçirir geçirmez, hava da güzel olduğundan demir almışlar, gemiyi küçük koyun ağzının hemen karşısına getirip demir atmışlardı; sular da yüksek olduğundan kaptan filikayı ilk başlarda sallarımı çıkardığım yere, yani neredeyse kapımın önüne getirmişti.

Bu manzara karşısında ilk başta az kalsın düşüp bayılacaktım; çünkü kurtuluşum gerçekten de gözle görülür bir şekilde ayağıma getirilmişti; her şey yolundaydı ve beni istediğim yere götürecek büyük bir gemi önümde hazır duruyordu. Bir süre için kaptana tek kelime edemedim; ama o beni kollarına alınca ben de ona sıkıca sarıldım, yoksa yere düşecektim.

Kaptan bu şaşkınlığımı gördü ve hemen cebinden bir şişe çıkararak benim için özel olarak getirmiş olduğu içkiden bir yudum verdi. İçkiden içtikten sonra yere oturdum; beni kendime getirmişti, ama onunla konuşabilene kadar yine de uzun bir süre geçti.

-396-


Bütün bu süre içinde zavallı adamcağız da benim kadar büyük bir heyecan içindeydi, ama benim gibi şaşkın değildi; sakinleşip kendime gelmem için bana binlerce güzel söz söyledi. Ama yüreğimde öyle büyük bir sevinç tufanı kopmuştu ki, tamamen altüst olmuştum. En sonunda bu sevinç, gözyaşlarına dönüştü ve biraz sonra da tekrar konuşmaya başladım.

Sıra bana gelmişti, beni kurtardığı için ona sarıldım, birlikte sevindik. Onu beni kurtarmak için cennetten gönderilmiş biri olarak gördüğümü, bütün bu olup bitenlerin sanki bir mucizeler zinciri olduğunu; böyle olayların evreni yöneten Tann'nın üzerimizdeki gizli elinin bir işareti olduğunu; sonsuz bir Güç'ün gözlerinin, dünyanin en ıssız köşelerini bile gördüğünü; istediği zaman sıkıntı çekenlere yardım gönderdiğini kanıtladığını söyledim.

Duyduğum şükranla ellerimi göğe kaldırmayı unutmadım; yalnız böyle ıssız bir yerde kalmış bir insanı mucizevi bir şekilde kurtarmakla kalmayan, aynı zamanda her kurtuluşun da kaynağı olan Tanrı'ya şükretmekten hangi yürek geri durabilirdi ki?

Biraz konuştuktan sonra kaptan, gemiyi çok uzun bir süredir ellerinde tutan alçakların yağmalayamadıklan şeylerden bana biraz yiyecek içecek getirdiğini söyledi. Sandala seslenerek adamlarına, vali için getirilen şeyleri kıyıya çıkarmalarını söyledi. Aslmda bunlar sanki beni yanlarında götürmeyecekler-miş, ben adada kalacakmışım da bensiz gide-ceklermiş gibi bir hediyeydi.

-397-

İlk önce bana çok güzel içkilerle dolu bir kasa getirdi; altı büyük şişe Maderia şarabı (şişelerin her biri iki litre alırdı), en iyisinden bir kilo tütün, gemideki sığır etlerinden on iki parça, altı parça domuz eti, bir çuval bezelye, elli kilo da peksimet.



Ayrıca bir sandık şeker, bir sandık un, bir çuval limon, iki şişe misket limonu suyu ve daha bir sürü başka şey de getirmişti; ama bunların bin katı daha çok işime yarayacak şey de şuydu ki, altı yepyeni gömlek, çok güzel altı boyun bağı, iki çift eldiven, bir çift ayakkabı, bir şapka, bir çift çorap ve kendisine ait çok az kullanılmış, kaliteli bir de takım elbise getirmiş, kısacası beni tepeden tırnağa giydirmişti.

Bunlar tahmin edileceği üzere, benim du-rumumdaki biri için çok nazik ve hoş hediyelerdi; ancak bu elbiseleri ilk giydiğimde duyduğum rahatsızlığı, tedirginliği ve huzursuzluğu dünyada daha önce hiçbir şeyden duymamıştım.

Bu tören sona erip bütün bu güzel şeyler küçük evime götürüldükten sonra elimizdeki esirleri ne yapacağımızı düşünmeye başladık. Çünkü bunları, özellikle de içlerinden ikisini yanımızda götürüp götürmeyeceğimize karar vermemiz gerekiyordu. Bu ikisinin son derece dikbaşlı, ıslah olmaz adamlar olduklarını biliyorduk; kaptan bunların ne yapsak yola getiremeyeceğimiz türden alçaklar olduğunu; onları götürsek bile varacağımız ilk İngiliz kolonisinde adaletin eline teslim edilmek üzere azılı katiller gibi zincirlere vurarak götürmek

-398-


zorunda olduğumuzu söyledi; kaptanın bu konuda çok endişeli olduğunu anladım.

Bunun üzerine, isterse, bahsettiği iki adamla konuşup onlan adada kalmak kendi dilekleriymiş gibi kandırabileceğimi söyledim. "Buna çok sevinirim," dedi, "bütün kalbimle."

"Peki," dedim, "onlan çağırtıp kendileriyle senin adına konuşacağım." Böylelikle Cu-ma'yla iki rehineye -arkadaşları verdikleri sözü tuttuklan için onlan serbest bırakmıştım-mağaraya gitmelerini ve orada bağlı beş adamı alarak çardağıma götürmelerini, ben gelene kadar yine bağlı olarak orada tutmalannı söyledim.


Yüklə 1,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin