Danıel Defoe _ Robınson Crusoe
DANIEL DEFOE
1660 yılında Londra'da doğdu. Flaman asıllı babası James Foe, varlıklı bir mum imalatçısıydı. 'Defoe' soyadının özgün aile adı olduğu sanılır. Babası Presbiteryen olduğu için Oxford ya da Cambridge kolejine gidemeyen Daniel Defoe, Newington Green'de Rev. Charles Morton'm yönettiği akademide öğrenim gördü.
Ailesi ve yakın çevresi ondan Presbiteryen rahibi olmasını beklerken, 1683'te tiqarete atıldı. Rahip olma fikrinden vazgeçmesine rağmen, Moll Flanders ve Robinson Crusoe romanlarında, seyahat tutkusunun yanı sıra Protestan değer yargıları da kendisini gösterdi. Avrupa'ya yaptığı seyahatlerin ardından Londra'ya döndüğünde bir tüccar olarak kendisine iyi bir yer edindi. 1684'te evlendiği Mary Tuffley, İngiltere Kilisesi'ne karşı olan varlıklı bir tüccarın kızıydı.
1685'te Kral II. James karşıtı bir ayaklanma başlatan Monmouth Dükü'nün taraftarları arasına katılan Defoe, ayaklanma bastırılınca İngiltere'den sürüldü ve üç yılını tekrar Avrupa'da, II. James karşıtı yazılar yazarak geçirdi. 1688'de II. James Fransa'ya kaçınca Oranj Prensi III. William'm ordusunu karşılamaya gitti. İşlerinin kötü gittiği bu dönemde kısmen de olsa para kazanmak için yazı yazmaya başladı ve saltanatı süresince William'i destekleyerek onun önde gelen yazarları arasında yer aldı.
-5-
1701'de, ırk ayrımının geçersizliğini savunduğu nükteli şiiri The True-Born Englishman (Safkan İngiliz) yayımlandı. Bu şiirin ardından çeşitli siyasi hiciv yazıları kaleme aldı. İngiltere'de hâkim olan Anglikan sınıfının kendilerine muhalefet edenlere yaptıkları eziyetleri alaylı bir dille anlatan The Shortest Way with the Dissenters (Ayrılıkçılarla Baş Etmenin En Kestirme Yolu; 1702), özellikle Anglikan-lar arasında çok satıldı. Ancak bu yazısında Angli-kanlarla alay ettiği gerekçesiyle 1703'te Newgate Hapishanesi'ne atıldı. Parlamento sözcüsü Robert Harley'nin aracılık etmesiyle hapisten çıkarılınca Harley ve başka siyasetçiler için çalışmaya, siyasi gazetecilik ve hiciv yazarlığı yapmaya başladı. Tüccar, şair, gazeteci ve mahkûm Daniel Defoe, gazeteciliği sırasında ajanlık da yaptı, yazılarında sık sık takma isimler kullandı.
Roman yazmaya altmışlı yaşlarında başlayan Defoe, ilk romanı Robinson Crusoe'yu (1719) yayımladığında orta sınıftan geniş bir okuyucu kitlesi topladı. 1722'de ikinci romanı olan Moll Flan-ders'ı yazdı. Moll Fîanders'ta Newgate Hapishane-si'ndeki kendi tecrübelerine ve mahkûmlarla yaptığı konuşmalara dayanan bölümler vardır. Eserlerinde günlük hayatı anlatması o dönem için yenilikçi bir hareket olmuş ve roman türünün gelişmesine katkıda bulunmuştur. Daniel Defoe, 24 Nisan 1731'de Londra'da ölmüştür.
Diğer eserleri arasında A Journal of the Plague Year (Veba Yılı Günlüğü; 1722), Coloneln Jack (Albay Jack; 1722), en son romanı Roxanna (1724), İngiltere'de hizmetkârlara nasıl davranıldığını incelediği The Great Law of Subordination Considered (1724), doğaüstü olaylarla ilgilendiği son yıllarında yazdığı The Political History of the Devil, As Well Ancient as Modern (Geçmişte ve Günümüzde Şeytanın Siyasal Tarihi; 1726) bulunmaktadır.
-6-
ÖNSÖZ
Klasik üç "ütopya" metnine (Thomas More, Ütopya; Bacon, Yeni Atlantis ve Tomasso Campa-nella, Güneş Ülkesi) yazdığımız önsözlerde Pla-ton'un, bugün bile hâlâ ciddiye alınıp aranan ada-ülkesi Atlantis'inden, hatta daha öncesinden başlayıp, "ada" nın ütopyalardaki rolüne değinmiştik. Bu önsözleri dikkatle değerlendirenler, ütopyalarda felsefe ile edebiyat arasındaki çizginin silinmeye başladığını fark etmekle kalmamış, bir yandan da ütopya ile "robinsonad" denen roman türü arasındaki akrabalığı görmüş olmalıdırlar.
"Robinsonad" başlığıyla tanımlanan roman türü, adını, Daniel Defoe'nun Robinson Crusoe (1719) romanından almakla birlikte, bu ad, geriye dönük uygulanarak, özellikle 16. yüzyılın ürünlerini de tanımın kapsamı içine alır. Issız bir adada insanlığın uygarlık ve kültüründen yalıtılmış tek başına bir hayat sürmesi motifi, Homeros'un Odysseia destanında ve Sophokles'in Phlikotet oyununda, Binbir-gece Masallarimn Denizci Sinbad'ın ilk deniz yolculuğunda ya da ortaçağdaki Kudrun destanında karşımıza çıkar. Ancak bir anlatının yapısını kurucu öğe olarak ilk kez büyük keşifler çağmda Mar-guetite de Navarre'nin Heptameroriunda (1558) Garcilaso de la Vega'nın Primera porte de los Com-mentarios reaies'inde (1609) ve özellikle de H. Ne-viU'ın The Isle of Pines (1669) romanında bu temayı buluruz. Almanca'da Grimmelshausen, Der abente-
-7-
uerliche Stmpilicissmus (1669) romanının son bölümünde de otuz yıl savaşlarının korkusundan bir adaya sığman birini anlatır. Issız bir adada yaşama teması Daniel Defoe ile birlikte nitelikçe yepyeni bir anlam kazanmakla kalmamış, "robinsonad," dünya edebiyatına da bir tür olarak yerleşmiştir.
"Robinsonad" anlatı, geniş anlamda, günümüze kadar uzanagelmiştir. Özellikle de bilimkurgu edebiyatını bir ayağıyla bu geleneğe bağlamak hiç de zor olmasa gerekir. Hem kendisinden önceki birikimlere hem de sonrakilere adını veren Defoe'nun romanının yazınsal kaynağını temsil etmeye aday metinlerin başında ada sürgünü, Juan Fernandez adasında 4 yıl tek başına yaşamış olan İskoç Kralı Selkrik'in öyküsü sayılmaktadır. 1712'de Selkrik'in başından geçenleri, onu bu ıssız adadan kurtaran Kaptan Woodes Rogers, A Cruising Voyage Round the World (Dünya Çevresinde Gemiyle Bir Yolculuk) kitabında anlatır. Selkrik, kaptan ile arasındaki bir anlaşmazlık sonucu o ıssız adaya bırakılmıştır. Önceleri yalnızlıktan çıldıracak gibi olan Selkrik, zamanla bu yabanıl hayata alışır, yaban keçilerini ev-cilleştirir, onların postundan kendine ceket yapar; onun uygarlıktan uzak bir dünyada tutunma mücadelesi ile Crusoe'nunki arasındaki benzerlik belirgin olsa da, Defoe'nun romanı, aşağıda açıklayacağımız gibi, tek bir esin kaynağına indirgenemeyecek kadar içerimleri geniş, çok düzlemli yorumlara elverişli bir metni temsil etmektedir.
Robinson Crusoe
Selkrik'in adadaki yaşantısının Crusoe'nunki
ile arasındaki benzerlik apaçık görülmekteyse de,
Daniel Defoe'nun, döneminde, anlaşılır nedenlerle
iyice yaygın, egzotik dünyaları anlatan gezi ve ma-
-8-
cera öykülerini, kahramanların başına gelenleri de, kendi kahramanının çevresinde ustalıkla birleştirdiği de bilinmektedir. Akşit Göktürk, Knox, Woodes ve Dampier'i işaret ediyor. (S. 74). Defoe'nun hem gezi edebiyatının hem de önceki ro-binsonadların etkisi altında kalmış olduğunu gösterecek ipuçları olsa da, onun romanını birinci öbektekilerden ayıran önemli bir özelliğe dikkati çekmemiz gerekmektedir. Gezi kitapları, büyük ölçüde gerçek olgulara dayanmaktaydı; araya kimi uydurma bölümler sıkışsa bile, bütünüyle daha çok anı-belgeye yakın, gerçekçi izlenimleri yansıtan metinlerdir bunlar; robinsonadlar ise, hayal gücüne çok fazla şey borçludurlar ve edebiyat tarihçileri Defoe'nun metnini bu ikinci geleneğin ucuna eklerler. Göktürk, metni pikaresk roman geleneği ile de karşılaştırıyor; İspanyolca picaro roman, alt tabakadan serüvenci bir kişinin bir toplumsal ortamdan bir başkasına savrulup duruşunu, bu arada başına gelen çeşitli olayları, gene kahramanın ağzından veren türdür. Pikaro, geleneksel yaşama tarzına tepki gösteren, ahlaki değerlere sırt çeviren biridir; toplumun sosyal katmanları arasına yollanmış bir sondaj aracı gibi bir şeydir o. Yerleşik, sınıfsal toplum yapısına alt katmanlardan gelen bir tepki olarak da okunabilecek pikaresk roman, 18. yüzyılın ortalarına doğru gerçekçi anlatımlar karşısında bir bakıma eleştirel ve eğlendirici işlevini yitirip gerilmeye yüz tutmuştur; Pikaro, başıboş sürüklenir, olaylar arasında, bugünün deyişiyle bir kamera gibi yol alır; onlardan etkilenmez; kişiliği ile olaylar arasında etkileşim aramak boşunadır, oysa Crusoe, doğal çevresinin ortasında, birey-çevre ilişkisinin etkileşim ağında, hem kendini hem de çevresini dönüştürür.
-9-
Yazar mı Düşünür mü?
Defoe, tanıtım yazısında da belirttiğimiz gibi James Foe adlı Flaman asıllı bir mum imalatçısının oğluydu. Başlangıçta papaz olması düşünülen Daniel, ticarette karar kıldı. Bu da onun yenilgi üzerine yenilgi, iflas üzerine iflas yaşamasına yol açacaktı. Kendi deyişiyle 13 kez zengin olup gene 13 kez yoksulluğa düşmüştü. Politikayla ilgilenip siyasal yergi broşürleri yayımlayan Defoe, 1701 yılında Avam Kamarasına yaptıkları bir uyarı üzerine tutuklanan 16 seçkin kişiye yapılan haksız muameleyi yeren Alayın Muhtırası'm kaleme alıp tutukluların bırakılmasını sağladı. Avam Kamarası o sırada Torey'lerin denetimindeydi. Bu siyasal olay To-rey'ler ile Defoe'nun arasmm bir daha düzelmemek üzere açılmasına yol açtı.
18. yüzyılın göbeğinde, İngiltere'de din ile siyaset iyice iç içe geçmişti. Muhalefetin üzerindeki baskının artması üzerine Daniel Defoe, Ayrılıkçılarla Başetmenin En Kestirme Yolu adlı ünlü yazıyı kaleme aldı. Broşür Katolik ritüellere bir saldırı olarak algılandı. Defoe, bugünün diliyle, "düşünce suçundan" tutuklandı. Hakkında "Aranıyor" ilanı çıkartılan Defoe'yu, bu ilandaki betimleme sayesinde gözümüzün önünde canlandırmamız daha da kolaylaşıyor: Orada bu isyancı yazarın portresi, orta boylu, esmer tenli, zayıf, peruklu, asıl saçları koyu kahve, sivri çeneli, gaga burunlu, ağız kenarında büyükçe bir beni olan, gri gözlü biri olarak çizilmiştir. Tutuklanıp hapse atılan Defoe, yukarıda da belirttiğimiz gibi Robert Harley adlı yetkilinin aracılığıyla salıverildi, ama buna karşılık yazar ve istihbarat ajanı olarak Harley için çalışmak zorunda kaldı. Defoe, istihbarat işinde biçilmiş kaftan misali, ülkeyi dolaşıp durdu; yergiler, övgüler yazdı; bu siyasi amaçlı -10-
gezilerinden derlediği gözlemleri 1724-26 yularında Boydan Boya Büyük Britanya Gezisi adlı 3 ciltlik eserinde bir araya getirdi.
Kraliçe Anne döneminde Review adlı sürekli yayın organını hemen hemen tek başına ayakta tuttu. Fiilen hükümetin sözcülüğünü yapan bu ılımlı yayın aracında Defoe, din, ticaret, ahlak konularını da dile getirdi. Bu dergi, sonraki deneme dergilerinin ve gazeteciliğin gelişmesinde önemli bir ilk adım sayılmaktadır. 1714'te, Robinson Crusoe'yu yazmadan 5 yıl önce, İngiltere'de I. George tahta çıkınca, Defoe'nun hizmet sunduğu ekip iktidardan düştü. Ama yeni yönetim de Defoe'yu istihbaratçı olarak görevlendirmekte bir sakınca görmedi. 1719'da Robinson Crusoe ile tıpkı daha önceki dergisi Review ile yaptığı gibi, bir bakıma bir ilke imza atarak, İngiliz romanının öncüsü oldu. Ancak Defoe'nun ülkenin siyasal çalkantılarının ve inanç tercihlerinin gerginlik alanlarında bizzat rol alması, onun bir politikacı, bir düşünür olma yanı ile yazarlık yanı arasındaki ilişkiyi birçok düzlemde belirlemiş olmalıdır.
Robinson Crusoe, yazarın öteki romanlarını (Mole Flanders, Roxanna) neredeyse unutturacak kadar öne çıkar. Ancak roman üzerindeki tartışmaların yazarının edebiyatçı kimliğini belirgin bir biçimde ikinci planda bırakması gibi bir durum, önümüzdeki metni verimli bir tartışma ve araştırma kaynağına çeviriyor; hakkında en çok yazı kaleme alınmış kitaplardan biridir Robinson Crusoe. Hocam Akşit Göktürk, merkezinde Defoe'nun romanının yer aldığı "Ada" adlı incelemesinde, bu çok yönlü ilgiyi yerli yerine oturtmaya çalışmış. Edebiyat tarihçilerinin ve eleştirmenlerin, "romanın doğru, nesnel bir araştırmasını yapacakları yerde, çoğunlukla kendi öznel görüşlerine ağırlık tanıdık'lannı -11-
hatırlatan bir alıntıya yer verirken (s. 77), romanın "ekonomik açıdan yapılan yorumlar"ında (s. 77) Defoe'nun yaratıcılığının, sanatçı kişiliğinin güme gittiğini söylüyor. (Örneğin Mina Urgan, bizdeki neredeyse en kapsamlı ve bir roman tadıyla okunabilen başvuru kaynaklarından biri olan 4 ciltlik İngiliz Edebiyatı Tarihînde Defoe'ya ayrıca yer ayırma-mışür!) Romanın Wordsworth Classics basımına yazdığı önsözde Doreen Roberts, 'Sadece başlıca Avrupa dillerine değil, İzlanda, Koptik, Maori, Malta dillerine, Arapça ve Türkçe, Persçe ve Bengalee dahil başka birçok dile de hangi kitap çevrilmiştir?' diye sorarak giriyor yazısına. Bu tespit ile Mina Ur-gan'ın programatik tercihi arasındaki terslik herhalde düşündürücü olmalı.
Her Dönemin Metni
Doğumu, Avrupa'da burjuva sınıfının kendi kimliğini arama ve kurma girişimi ile örtüşen roman türü, başlangıcını 'Yeni sınıfın" iç dünyasını en yakın çevresine açtığı, ruhunun, dünyanın çalkantılarını yorumladığı "mektup'lara borçludur. Bu mektuplar, "ben" merkezinde kurulu metinler olmaktan çıkıp zamanla kurmaca bir "o" çevresinde geliştikçe, roman da kendi kurucu olanaklarına doğru evrilmiştir. Robinson Crusoe'nun adasının kurmaca özelliğinin belirginliği, olayların bütün o gerçekçi ayrıntılara rağmen "Defoe'nun yapıtlarında okuru anlatıcının bilgisi konusunda kuşkuya düşürecek yöntemleri kasıtlı kullanması" metni modern romana doğru yaklaştıran etmenlerdendir. Göktürk, söz konusu incelemesinde, yazarın anlatımındaki yalınlığa, duygusallığa ödün vermeyişine, nesnel gözleme dayanan gerçekçi anlatımına dikkati çeker; önemsiz gibi görünen nesnel ayrıntıların ve--12-
rilişini, olayları (kahramanın gözünden) aktaran gözlemin hiçbir şeyi dışta bırakmayışını vb. öne çıkartır. Sonuçta karşımızda, gerçekçi bir anlatımın ilkelerini çok iyi işleten bir yazar bulunduğunu söyler bize. Ancak Göktürk'ün Crusoe incelemesine dikkatle baktığımızda, yazarın bir romancıdan çok bir düşünür kategorisine doğru kaymış olduğunu görürüz. Püritan bir dünya duygusunu, İngiliz ticaret burjuvazisinin yükseliş dönemi çelişkileriyle uyumlamaya çalışan, bu çabasını, az çok ütopik bir ada tasarımı içine yerleştiren bir düşünür kimliği vardır karşımızda. Ne var ki, yapısal, kurucu bir öğe olarak "ada"nın sadece romanda değil, bütün bir edebiyatta ve sanat türlerinde sayısız anlamın me-taforuna dönüşebilme kabiliyeti, bu kurmaca adayı, günümüze kadar "yaşatabilmiştir". Örneğin aydınlanmanın doğa düşkünü düşünürü Jean-Jacques Rousseau, yayımlanmasından sonraki 4 ay içinde 5 basımı yapılan, sadece Almanya'da 41 çeşit taklidi çıkan, hemen Fransızca'ya ve Flamanca'ya çevrilen romanın, özellikle Crusoe'nun adadaki yerli Cu-ma'yı bulmadan önceki dönemini ele alır ve onun sorun çözümündeki radikal tutumunu, çalışarak öğrenme becerisini över. Rousseau'ya göre, Robinson Crusoe, emek üzerinden duygu ve yeteneklerini geliştirirken temel bilimsel yasaları, doğanın zorunluluk yasalarını da öğrenmektedir. Bu çıkış, romanı bir anda aydınlanma düşüncesinin didaktik geleneğine bağlamaya yetecekti.
Romantik dönem, romanın "adada yalıtılmışlık, doğa ile baş başa kalma" tema'sını öne çıkartıp bireyin doğa karşısındaki mücadelesini ve doğa ile buluşmasını, sanayileşen dünya karşısında yitirilmekte olana yönelişi önemsedi.
Victorian çağ ise, dönemin özelliklerine bağlı olarak romana farklı bir yönden yaklaştı. Victorian -13-
çağ ya da "İngiliz yüzyılı" diye bilinen bu dönem, İngiltere'nin ekonomik ve siyasal yönden dünyanın en güçlü ve dengeli ülkesi haline geldiği dönemdi. Robinson Crusoe'daki kendine güven, başının çaresine bakma, doğaya direnme, stoacı bir sebatkârlık ve azim, kahramanın kendini yeniden yaratması temaları, bu dönemin ruhuna iyice denk düşüyordu.
Ellili yıllara gelirken Avrupa ve dünya iki büyük savaştan çıkmış, teknoloji yapıcı olduğu kadar yıkıcı olduğunu göstermiş, refahın ve uygarlığın getirdikleri ile götürdükleri "masaya yatırılmaya" başlanmıştı. Emperyalizmin, modern teknolojinin, sanayinin ve askeri diktaların insanlığın önünü tıkayıp durduğu bu dönemde, Robinson Crusoe adası, sığınmanın ve bozulanı sil baştan kurmanın ortamı olarak anlaşılacaktı.
Jean Giraudoux'un Pasifikte Suzan (1921) metninde Robinson, dişi kahraman olarak çıkar karşımıza. Cennetimsi bir ortamı, "dişi bir uysallıkla" benimseyip korur Suzan. Tournier'in Friday'inde (Cuma ya da Pasiflğin Kucağında) Robinson'un yerli arkadaşı Cuma merkeze kayıp, tematik ve insancıl merkezi oluştururken Robinson marjinalleşir. Yavan, insana verecek bir şeyi kalmamış bir uygarlığın asalağıdır beyaz kahramanımız; yaşadığı ada ile iyice özdeşleşen Robinson yabanıllaşır, sonuçta uygarlığa sırt çevirip bir ağaca tünerken, Cuma uygarlığa koşar. Bilimkurgu en başta teknolojinin birbirine zıt iki karakterinin yansıdığı edebiyat alanı olarak, bir kez daha "adaya" farklı anlamlar verdi. Ada, nükleer tehlikelerde sığınılacak bir yer olduğu kadar, büyük felaketlerin, salgınların ardından kaçılan yalıtılmış bölgelerdir de. Suyla çevrili olsun olmasın, bir ada dünyası çıkartılıp durur karşımıza. Bilimkurguda, başka gezegenler de, ga--14-
laksilerdeki adacıklar olarak anlaşılabilirler. Gol-ding'in Sineklerin Tanrısı da, Conrad'ın "karanlığın yüreğini" beyaz uygarlığının ayrılmaz parçası olarak yorumlayıp "adayı", beyaz insanın içindeki otorite arzularını, vahşeti, mistisizmi doğuran katali-zatör olarak kullanıp karamsar bir robinsonad örneği sunmakla kalmaz, siyah - beyaz insan kutbunu da tersine çevirir. James Joyce, Robinson'u "acınacak bir kültür kahramanı" olarak tanımlarken ünlü yönetmen L. Bunuel, Robinson Crusoe'yu popüler bir sinema düzleminde yorumlamıştır.
Orta Sınıfın Püritan Hayat Duygusu
Robinson Crusoe romanına yazılmış sayısız açıklama ve araştırma metinlerinin çok farklı düzlemlerini burada vermek imkânsız. Örneğin Doreen Roberts'in, romanın yukarıda değindiğirniz Wordsworth Classics baskısına yazdığı önsöz, romanı tarihsel çerçevesine olduğu kadar, edebiyat türü içindeki yerine oturtma çabalarının da örneğini sunuyor. Daniel Defoe, yükselmekte olan (ticari) burjuva sınıfının, (orta sınıfın ya da biraz altlarının) üyesi. Dönem İngiltere'de Katolik krallar ile Protestan kralların birbirinin yerini aldıkları bir dönem. 16. yüzyılın hemen başında Kalvinciük etkili olmuş, püritan dünya görüşünün, din ve ahlak anlayışının temellerini atmış. Aslında kavga (Roma) Katolik Ki-lisesi'nin hâkimiyetine karşı. Cizvitler, Kalvinistler, Deistler hep geleneksel kurumlaşmış Kilise'ye karşı, doğal Kilise diyebileceğimiz, aracı kurumlaşmayı kabul etmeyen, Hıristiyanlığın ilk, ilkesel köklerini öne çıkarmaya çalışan bir eğilimi temsil ediyorlar; ama aynı zamanda Kalvincilikte olduğu gibi, burjuvazinin tarih sahnesindeki yükselişine inanç sistemini de uyumlama kaygısı var. Örneğin püri--15-
tan anlayış, Kalvinciliğin etkisiyle, yeryüzündeki başarının (ticari çabaların) sonuçlarından bireyin sorumlu olmayacağını, son sözü Tann'nın söylediğini hatırlatıyor. Bireye kalan, bağışlanmak, başarmak için olanca gücüyle gayret etmektir. Öte yandan Hıristiyanlığın, herkesi "ilk günahın" temsilcisi gören anlayışına, bu içinden zor çıkılır ikileme getirdiği çözüm de ilginç. Gene bu dünyada yapıp ettiklerimiz bağışlanmaya yetmiyor. Tanrı ile (araya klasik Kiliseyi de sokmadan) çok derin gönül bağlan kurmak gerek. Püritanlığın bir de güncel hayata yansıyan yanları var. Kutsal Kitap'ın olay ve kişilerini, yaşanan olay ve kişiler ile ilintiliyorlar. Oradaki olayları, kendi hayatlarının bir ilk canlandırılması gibi görüyorlar. Allegori, parodi, mizah edebiyatta belirleyici bir yer tutuyor.
Doreen Roberts, dönemin öteki iki yazarı Richardson ve Fielding'in, 18. yüzyıl ortasındaki romanın "enlem ve boylam" sınırlarını çizerken, De-foe ile Swift'in, yüzyılın başlarında, doğal bir antitez oluşturduklarını ve dönemin kültürel kutuplarını belirlediklerini söylüyor. Swift [Guliver'in Seyahatleri) din adamıdır; yergicidir; dinsel, toplumsal kaygılan ağır basar. Defoe'nun ve Richardson'ın ortak yanlanndan biri her ikisinin de babalannm tüccar olmasıdır. Söylemiştik, Defoe İngilizce'de îo-ıver-middle-class, (alt orta sınıf) diye tanımlayabileceğimiz sosyal katmanın ticaret ve meslek geleneklerine bağlıdır. Geleneksel üniversite eğitimi görmemiştir; "klasiklere" uzaktır, önemli esin kaynağı /ncifdir; Swift, Fielding ve Lawrence Stern gibi yazarlar, ticaret burjuvazisi sınıfı karşısında muhafazakâr bir konumu temsil ederken, gene Roberts'e göre, Defoe bu sınıfın değer ve dünya görüşünü sorgulayan bir tutum içindedir. Akşit Göktürk, de-ğinegeldiğimiz "Ada" çalışmasında, Robinson Cnı--16-
soe'yu, "başanlı burjuvanın, maddiyata düşkün püritan işadamının ülkülerim dile getiren bir mitos" olarak yorumlamanın, metnin anlamını daraltacağını hatırlatıyor. Kahramanı, yazann gerçek hayatındaki deneyimlerle yorumlamaya kalkıp onu "bir tüccar kişiliğin çevresine sıkıştırmanın" da yerinde olmayacağı görüşlerine yer veren Göktürk, Robinson'un yaratıcı kişiliğini, adaya uyum sağla-yışını, gerekmedikçe şiddete başvurmayışını, malla mülkle yetinmeyişini, mutluluğu çılgınca çalışmakta buluşunu, var gücüyle paraya yönelmiş, sanayileşmenin sürecinde yaratıcı emeğin değerini unutmaya yüz tutmuş bir topluma tepki olarak okumaya çalışıyor. Bu yorumda, Robinson'un ada hayatı, günün dünyasının muhafazakâr bir yansısından, bir metafordan çok, iyi kötü bir itirazın, bir arayışın ortamına dönüşüyor. Bu da bizi bir kez daha "ütopya" kavrayışına götürüyor.
Yitirilenin Ütopyası
Daniel Defoe, romanına bir karşı toplum tasarımı görevi yüklemese de, sanayileşmeye yönelmiş, ama ticaret üzerinden sermaye birikim süreçlerini henüz hızlandırmış İngiltere'de (ve Avrupa'da), yitip gitmekte olana yönelik bir arayışın sesini duyurur bize. İlginçtir Defoe'dan yaklaşık bir yüzyıl sonra sermaye birikim süreçlerinin en insafsız ve tahrip edici adımlarını attığı Fransa'da Balzac, tıpkı bir yüz yıl önceki Defoe gibi, iflastan iflasa sürüklenip burjuva kapitalist düzenin bütün insandışılığını haber veren bir gerçekçiliğin öncüsü olmuştur. Balzac, burjuva kapitalizminin yıkımlan karşısında, muhafazakâr bir çizgiye savrulur. Bunu Goriot Baba'ya yazdığımız önsözde belirttik. Defoe da, hızlanan işbölümünün ve kolektif üretimin, tek insa--17-
nın işgücünü değersizleştirişini, yaratıcılığını kö-reltişini, buluş gücünü, hayallerini ortadan kaldırışını sezmiş gibidir. Çiftçilik, marangozluk, fırıncılık, çömlekçilik, sepet örücülüğü vb. işler ve bunların bir kurucu faaliyet olarak ev sahipliğini yapan ada, sadece bir ütopyanın değil, insan dönüşümünün de sahnesi olup çıkar.
Defoe'nun kahramanı, döneminin refah tutkusuna kapılmış zengin orta tabakasının (burjuva sınıfının) insanı gibi, zaman zaman sahip olma duygusunun rüzgârlarına kapılıp, 'bu ada benim,' der; ama işte o ada, ancak onun emeğiyle bir anlam ve varoluş kazanmıştır; bir değere bürünmüştür; sahip olunacak değil, yaratıldıkça işlevselleşecek bir yerdir orası. Ama ada, belki de, çok modern bir okumanın da zeminini oluşturarak ütopyalaşır. Günümüz toplumunda büyük kent cangıUanndaki "yalnızlıkların" çukurundan bakıldığında, Defoe bize, kapitalizmin henüz emekleme aşamasında, kalabalıklar içinde olmanın yalnızlığı aşmış olma, mutluluk duyma anlamına gelmeyeceğini de söyler gibidir. "Artık üzüntülerim de, sevinçlerim de değişti," der. Bütün duygulan değişip yenilenmiştir adada. Ve o ilk yalnızlık duygulannın yoğunluğu içinde, öteki insanın ortaya çıkışı da elbette bambaşka bir anlama bürünür. Geleneksel aynmlann öte yana koyduğu kişi, Cuma, günümüz modern dünyasında kurmak şöyle dursun, gittikçe derin uçurumlar açarak imkânsızlaştırdığımız birlikteliklere önemli bir cevap olsa gerekir.
Galaksinin ücra bir köşesindeki dokuz ya da on gezegenli bir sistemin oluşturduğu kümenin üçüncü adacığı üzerinde, halklar, ırklar, etniler arasındaki derin aynhk çizgilerini kalınlaştınp duruyoruz. Son hazırladığımız sinema kitabında [Postmodern Kurtarıcılar, Donkişot Yayınlan, 2004 Hazi--18-
i
ran) "neoliberal çölden" söz edip durduk. Emeğin değeri her geçen gün biraz daha yok ediliyor. Kolektif üretim bireysel emeği antikalaştirdi çoktan. Ütopyasız, yanna inanmayan bir dünya gençliğine bizim ülkemizin gençleri de katıldı katılacak.
Belki de bu nedenle olacak, günümüz bilimkurgularında "ada" artık güneş sistemi dışındaki bir gezegende tasarlanıp duruyor. Ama ütopyalanmızı yitirdiğimiz için de, Defoe'nun kahramanından farklı olarak, oralarda da sadece düşmanlık görüyor, yıkım tasarlıyoruz.
Bütün bunlar Robinson Cnısoe'yu yeniden yeniden güncelleştiriyor sanınm.
Veysel Atayman Mayıs 2004, İstanbul
Kaynakça: Ada, Akşit Göktürk, Adam Yayıncılık 2. basım, 1982.
Doreen Robert, University of kent at Canterbury, "Giriş" 1995, Wordsworth Classics, Robinson Crusoe.
-19-
ROBINSON CRUSOE
ÖNSÖZ
Dünya üzerinde serüvenleri halka duyurulmaya değecek, yayınlandığında kabul görecek tek bir adam varsa, yayımcıya göre şu an elinizde o adamın öyküsünü tutmaktasınız.
Bu adamın yaşadığı olağanüstü şeyleri (yayımcıya göre) şu anda rastlayabileceğiniz hiçbir öyküde bulamazsınız; bu hayat çok nadir rastlanabilecek bir çeşitlilik göstermektedir.
Dostları ilə paylaş: |