Dedesinin adının Mustafa olduğu belir­tildiğinden, kaynaklarda Abdülbâki Arif b. Mehmed b. Mustafa seklinde anıl­maktadır. Şiirlerinde Arif mahlasını kul­landığından Arif Abdülbâki olarak da tanınmıştır



Yüklə 1,08 Mb.
səhifə20/25
tarix12.01.2019
ölçüsü1,08 Mb.
#94858
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   25

Iftl H. Ahmet Sezikü F ABDÜLMUTTAÜB b. GÂÜB ^

(1794-1886) . Mekke emîri. .

Zevi Zeyd kabilesine mensuptur. Mek­ke'de doğdu. Babası Mekke Emîri Şerif Gâlib'dir. 1813'te azledilen babası ile birlikte Selânik'e gitti. Daha sonra Mek­ke'ye dönerek 1827'de Yahya b. Sürür" -un yerine vekâleten emîr oldu. Ancak Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa'nın muha­lefeti sebebiyle emirliğe Şerif Muham­med b. Avn'in getirilmesi üzerine, kar­deşleriyle birlikte yeni emîre karşı mü­cadeleye giriştiyse de mağlûp oldu ve Asîr'e kaçtı. Fakat Mehmed Ali Paşa'nın kendisine suikast yapmasından çekin­diği için İstanbul'a gitti. Osmanlı hükü­meti tarafından Bursa'da mecburi ika­mete tâbi tutuldu. İsyan eden Mısır Va­lisi Mehmed Ali Paşa'nın himaye ettiği Mekke Emîri Şerif Muhammed'in azle­dilmesi üzerine, 1832 Haziranında Mek­ke emirliğine getirildi (BA, Cevdet-Dâhi-liyye, nr 7943). Fakat Mehmed Ali Pa­şa'nın isyanı dolayısıyla görevine gide­medi ve İstanbul'a dönmek zorunda kal­dı. Ancak 1851'de, Mehmed Ali Paşa'­nın ölümünden sonra Mekke'ye gidip görevine başladı ve üç yıl emirlik ma­kamında kaldı.

Emirliği sırasında Arap kabilelerinden askerî kuvvet temin etmesi, köle tica­reti yasağına karşı çıkması, kendi başı­na hareket etmesi gibi bazı sebeplerle 1855 Ağustosunda görevinden alındı ve yerine rakibi Şerif Muhammed getirildi. Fakat kendisine ulaşan azil emrini ka­bul etmeyerek taraftarlarıyla birlikte yeni emîre karşı ayaklandı ise de yaka­lanıp İstanbul'a gönderildi ve Selanik'te oturmaya mecbur edildi. Selanik'te iken Sadrazam Mustafa Reşid Paşa'ya gön­derdiği bir mektup üzerine İstanbul'a gelmesine izin verildi; bundan sonra yaklaşık yirmi beş yıl İstanbul'da otur­du. 188O'de Şerif Hüseyin Paşa'nın Cid­de'de öldürülmesi, II. Abdülhamid'in onu tekrar Mekke emirliğine tayin etmesine yol açtı. 1882 Ağustosuna kadar iki yıl Mekke emirliği yaptı ve bu sırada nü­fuzunu yaymaya çalıştı. Bu yolda girişti­ği faaliyetler üzerine 2 Eylül 1882de Hicaz Valisi Osman Nuri Paşa'nın dü­zenlediği âni bir gece baskını sonucu görevden alınarak önce Taife, sonra da Mekke'ye getirildi ve buradaki konağın­da gözaltına alindi; ölümüne kadar da burada kaldı. Oğullarından Hâşim, Ali Câbir ve Füheyd paşalar beylerbeyi rüt­besine kadar yükseldiler. Osmanlı ida­resindeki son Mekke emîri olan torunu Şerif Ali Haydar. Ali Câbir Paşa'nın oğ­ludur.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, Cevdet-Dâhiliyye, nr. 6947, 7176, 7943, 8827; BA, HH, nr. 27446-27461; Seyyid Ah-med b. Zeynî, Hulâşatü't-kelâm fî beyânı ilme-râ'n-beledil-Harâm, Kahire 1305, s. 318, 320; Cevdet Paşa. TezSkir (nşr. M Cavid Bay-sun), Ankara 1953, I, 101-150; İbrahim Rifat Paşa. Mir'âtü'I-Haremeyn, Kahire 1344/1925, I, 366; Ziriklî, eİ-A'lâm, Kahire 1373-78/1954-59, IV, 298; Uzunçarşılı, Mekke-i Mükerreme Emirleri, Ankara 1984. s. 128-137; Snouck Hurgronje. "Abdülmuttalib", İA, I, 100.

(DİA)

ABDÜLMUTTAIİB b. REBtA



fl \c )

Abdülmuttalib b. Rebîa

b. el-Hâris el-Hâşimî

(ö. 61/680-81)

Hz. Peygamber'in amcası Hâris'in , torunu, sahâbf.

Bazı kaynaklarda adı Mutta lib olarak geçiyorsa da tabakat ve hadis kitapla­rının çoğunda Abdülmuttalib diye kay­dedilmekte ve Peygamber'in onun adını değiştirmediği anlaşılmaktadır. Annesi, Hz. Peygamber'in amcası Zübeyr'in kı­zı Ümmülhakem'dir. Kendisinin Sahîh-i

273

ABDÜLMUTTALİB b. REBÎA



Müslim'de ("Zekât", 167) yer alan riva­yetine göre, babalarının teşviki üzerine FazI b. Abbas ile birlikte Peygamber'e giderek evlenecek çağa geldiklerini ve zekât memurluğundan kazanacakları parayla evlenmek istediklerini söyledi­ler. Bunun üzerine Resûl-İ Ekrem. Pey­gamber ailesine mensup kimselerin bu yolla para kazanmalarının doğru olma­dığını hatırlattı ve kendi amcasının oğlu Nevfel b. Haris ile Mahmiye b. Cez'i çağırttı. Bunlardan Nevfel'e, kızını yeğe­ni Abdülmuttalib'e. Mahmiye'ye de kızı­nı Fazl'a vermesini tavsiye etti. Gençler bu suretle evlendiler. Abdülmuttalib'e kızını verenin, Nevfel'in kendisi değil kardeşi Ebû Süfyân olduğu da rivayet edilmektedir.

Abdülmuttalib Hz. Ömer'in hilâfetine kadar Medine'de kaldı. Sonra Dımaşk'a yerleşti ve orada vefat etti. Vefat tarihi için hicrî 62 (681-82) yılı da gösteril­mektedir.

Abdülmuttalib Hz. Peygamber"den ve Ali'den hadis rivayet etmiş, kendisinden de oğlu Abdullah, Abdullah b. Haris b. Nevfel ve onun oğlu Muhammed riva­yette bulunmuşlardır.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Sa'd. et-Tahakâtul-kübrâ (nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1388/1968, IV, 57-59; İbnü'l-Esîr. Üsdü'l-ğâbe{r\şr. Muhammed İbrahim el-Bennâ v.dğr.). Kahire 1390-93/1970-73, III. 508-509; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', III, 112-113; İbn Hacer. el-İşâbe, Kahire 1328, II. 430-431; a.mlf, Tehzlbü't-TehOb,W\, 383-384.

Raşit Küçük

ABDÜLMÜ'MİN ed-DİMYATÎ

(bk. DİMYATI, Abdülmü'min b. Halef).

ABDÜLMÜ'MİN el-HÛYÎ

XII. yüzyıl sonlarıyla XIII. yüzyılın

ilk yarısında yaşadığı kabul edilen

Anadolu Selçuklu nakkaşı.

Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'n-de (Hazine, nr. 841] korunan Ayyûkî'ye ait Varka vü Gülşâh adlı Farsça mes­nevinin minyatürlerini yapan sanatkâr­dır. Eserdeki yetmiş bir minyatürden bir tanesine (vr. 58b) yazdığı "amel-i Ab­dülmü'min b. Muhammed en-Nakkâş el-Huveyyt" ibaresinden. XI. yüzyıl or­talarında Türkler'in eline geçen ve bu asırlarda Huvey şeklinde telaffuz edi-

len (bk. Özergin, s. 226] Azerbaycan'daki Hoy şehrinden olduğu anlaşılmaktadır. Hakkında pek çok araştırma ve ince­leme yayımlanmış olan bu yazmanın müstensihi ve istinsah tarihi bilinme­mektedir. Kitabın Osmanlı öncesine ait cildinden ve tipik Anadolu Selçuklu ne-sihi hattından, bir Anadolu Selçuklu eseri olduğu anlaşılmaktadır. Uygur üs-lübundaki minyatürlerinin tam benzer­lerine de yine Selçuklu yazmaları ile se­ramiklerinde rastlanmaktadır. Nakkaş Abdülmü'min el-Hüyfnin, Konya Kara-tay Medresesi'nin 651 (1253) yılında tanzim edilen vakfıyesindeki elli şahit arasında, ismi başlarda yer alan ve ta­şıdığı "eş-şeyh" unvanından o tarihte yaşlı olduğu anlaşılan Şeyh Abdülmü'­min b. Muhammed el-Hûyî ile aynı şa­hıs olabileceği ileri sürülmektedir (bk. Özergin, 227 vd.).

BİBLİYOGRAFYA:

Filiz Çağman-Zeren Tanındı, Topkapı Sara­yı Müzesi İslâm Minyatürleri, İstanbul 1979, s. 11, nr. 6; Ahmed Ateş, "Un Vieux Poeme Ro-manescnıe Persan: Recit de W arkan et Gul-shâh", Ars Orientaiis, IV, Washington 1961, s. 143-152; A. S. Melikian-Chirvani. "La Roman de Varcjue et Golshah", Arts Asiatiques, nu-mero special, Paris 1970, s. 1-262; M. Kemal Özergin. "Selçuklu Sanatçısı Nakkaş Abdül­mü'min el-Hoyî Hakkında", TTK Belleten, XXXIV/134 (19701, s. 219-229.

İMİ Filiz Çağman P ABDÜLMÜ'MİN el-KÛMÎ '

Ebû Muhammed Abdülmü'min b.

Alî b. Mahlûf el-KÛmî

(ö. 558/1163)

Muvahhidler Devleti'nin kurucusu ! (1130-1163).

487 yılı sonlarında (Ocak 1095) Tlem-sen'e bağlı Tâcert (Tâcere, Acar) köyün­de doğdu. Berberi Zenâte kabilesinin Kûmye koluna mensuptur. Babası geçi­mini çanak çömlek yaparak sağlayan fakir bir insandı. Doğduğu köyde başla-

dığı tahsilini hocası Muhammed b. Tû-mert el-Mehdrnin yanında tamamladı. Bu sırada parlak zekâsıyla kendini gös­terdi ve Muvahhidler hareketinin lideri olan hocasının güvenini kazanıp ordu kumandanlığına tayin edildi. Muham­med b. Tûmert. Buhayre yakınlarında Murâbıtlar'a mağlûp olduktan birkaç ay sonra 14 Ramazan 524 (21 Ağustos 1130) tarihinde ölünce kendisine biat eden ilk on kişi, yaptıkları bir toplantı­dan sonra Abdülmü'min'i halife olarak kabul ettiler ve Abdülmü'min Masmûde kabileleri üzerinde tam bir otorite sağ-layıncaya kadar İbn Tümert'in ölümü­nü gizli tutmayı kararlaştırdılar. Abdül­mü'min. Masmûde kabilesine mensup olmadığı halde İbn Tümert'in sağlamış olduğu kuvvetli dinî dayanışma ve takip ettiği politika sayesinde Muvahhidler'in tartışılmaz lideri olduktan sonra. Mu­hammed b. Tûmert el-Mehdî'nin ölümü resmen açıklandı ve Tinmellel Camii'n-de biat merasimi icra edilerek kendi­sine "emîrü'l-rnü'rninîn" unvanı verildi (1133], Başka bir rivayete göre bu un­van 1123 yılında bizzat Mehdî tarafın­dan verilmiştir.

Halife olduktan sonra Mağrib'deki kabileleri itaat altına almak ve Murâ-bıtlar Devleti'ne son vermek üzere bü­yük çapta askerî harekâta girişen Ab­dülmü'min önce Atlas sıradağlarında hâkimiyet kurdu, daha sonra hâkimiye­tini Kuzey Fas'taki Rif bölgesine kadar genişletti (1139). Bu tarihten sonra Mu-râbıt ordularıyla karşılaşmaya başla­dı ve 1143'te tahta geçen Murâbıt Hü­kümdarı Tâşfîn b. Ali ve onun hıristi-yan birlikleri kumandanı Catalan Rever-ter'i Tlemsen yakınlarında mağlûp et­ti (1144). Bu yenilgi üzerine çok sayı­da kabile Muvahhidler'in safına katıldı. Tâşfîn b. Ali, Vahran'da (Oran) sığındı­ğı kaleden kaçmak isterken öldürüldü (Mart 1145). Murâbıtlar Devleti'ne son vermek gayesiyle Vahran'dan Fas'a ha­reket eden Abdülmü'min şehri dokuz ay kuşattıktan sonra zaptetti (28 Nisan

274

ABDÜLMÜ'MİN el-KÛMÎ



1146]. On bir ay süren bir muhasara so­nunda Merakeş'i de teslim aldı (23 Mart 1147) ve hükümdar İshak b. Ali'yi öldü­rerek Murâbıtlar Devleti'ne son verdi.

Merakeş'in zaptından sonra Endü­lüs'teki bazı müslüman emîrler Abdül-mü'min'e haber göndererek Endülüs'ü ele geçirmesi için teşvik ettiler. Tâşffn b. Ali'nin ölümüyle Endülüs parçalan­mış ve âdeta ikinci mülûkü't-tavâif dev­ri başlamıştı. Müslüman emîrler arasın­daki mücadeleye Kastilya Kralı VII. Al-fonso da katılmıştı. Abdülmü'min, Kas­tilya ordularının Kurtuba'yı işgalinden hemen sonra kumandanlarından Ber-râz b. Muhammed el-MassûfTyi Endü­lüs'e şevketti, ardından da Mûsâ b. Sa-îd ve Ömer b. Salih es-Sanhâcfyi ona yardıma gönderdi. Muvahhid orduları­nın İşbîliye ve Malaka'yı zaptettikleri sı­rada, Kurtuba Kalesi Endülüs'teki Mu-râbıt kuvvetleri kumandanı Yahya b. Gâniye'nin elindeydi. Kral Alfonso haraç vermesi şartıyla Yahya'yı orada bırak­mıştı. Endülüs'teki bu gelişmeler üzeri­ne Abdülmü'min, Yûsuf b. Süleyman'ı da Endülüs'e göndererek birkaç şehri daha ele geçirdi. Öte yandan Alfonso. haracı artırması veya şehri terketmesi için Yahya b. Gâniye'ye baskı yapınca o da Kurtuba ve Karmüne'yi (Carmona) Abdülmü'min'in kumandanı Berrâz b. Muhammed el-MassüfTye teslim etti (1148); böylece Endülüs'ün güneybatısı Muvahhidler'in eline geçti. Endülüs'ün doğusu ise kuzeydeki hıristiyan devlet­lerle iyi ilişkiler içinde olan ve İbn Mer-deniş adıyla tanınan Muhammed b. Sa'd adlı bir mühtedinin idaresindeydi. İbn Merdeniş hıristiyan lan n yardımları sayesinde 1172'de ölümüne kadar Mu-vahhidler'e boyun eğmedi.

Müslümanlar arasındaki anlaşmazlık­lar ve Normanlar'ın Mağrib'in doğusu­nu hâkimiyetleri altına almaları, Abdül­mü'min'in dikkatini bu bölgeye çevir­mesine sebep oldu. Abdülmü'min, Zîrî-ler'in başşehri Mehdiyye'nin, ayrıca Ha­bis ve Sfaks'ın 1148 yılında Norman­lar'ın eline geçmesi üzerine sefere çıktı ve 1151de Cezayir'i zaptettikten son­ra Hammâdîler'in başşehri Bicâye'ye yürüdü. Muvahhid ordusu 1152 yılın­da şehre girince son Hammâdî Hüküm­darı Yahya b. Abdülazîz deniz yoluyla kaçtı. Muvahhidler daha sonra Kal'atül-hammâd'ı da zaptederek Hammâdîler'-in hükümranlığına son verdiler.

Merkezî Mağrib'deki Arap kabilele­ri, giderek hâkimiyet sahalarını geniş­letmekte olan Muvahhidler tarafından

tehdit edilince. Tunus ve Trablus'taki akrabalarından yardım isteyerek onlar­la savaşa girdiler. Abdülmü'min bu ka­bileleri 1153 Nisanında mağlûp etti ve oğlunu veliaht tayin etmesine karşı çık­malarından endişe ettiği Masmûdî ka­bilelerine karşı kullanmak maksadıyla, bugünkü Rabat ile Kazablanka arasın­daki sahaya yerleştirdi. Hayatının son yıllarında bir yandan seferlere devam ederken bir yandan da devletin iç işleri­ni düzenlemekle uğraştı. Devlet yöneti­mine ailesinin hâkim olmasını ve hü­kümdarlığın veraset yoluyla oğullarına geçmesini istiyordu. Arap kabile reis­lerinin ricasıyla oğlu Muhammed'i ve­liaht diğer oğullarını da belli başlı şe­hirlere vali tayin etti. Oğulları da dahil olmak üzere vilâyetlere tayin edilecek valileri Özel bir eğitimden geçiriyordu. Bunlar İbn Tûmert'in doktrinini iyice öğrendikleri gibi binicilik, atıcılık, yüz­me ve diğer spor dallarında da yetiştiri­liyorlardı. Oğlu Muhammed'i veliaht ilân etmesi üzerine İbn Tûmert'in iki karde­şi Abdülazîz ile îsâ, Fas'ta isyan ederek Merakeş'e yürüdüler ve valiyi öldürdü­ler. Abdülmü'min onlardan intikam al­makta gecikmedi ve bir müddet sonra her ikisini de Öldürttü.

Abdülmü'min 4 Kasım 1158'de Tu­nus'u zaptetti. Kuzeydoğu Cezayir'de kazandığı başarılardan sonra oğlu Ab­dullah'ı Doğu Mağrib'deki Muvahhid or­duları kumandanlığına getirdi. Trablus-garp ve Mehdiyye'yi de hâkimiyeti altı­na aldıktan (Ocak İl60) sonra Mera­keş'e döndü. Böylece Trablusgarptan Sûs'a kadar uzanan bölge, İslâm tari­hinde ilk defa tek kişinin siyasî otorite­si altına girmiş oluyordu. 1160-1161 yıllarını Merakeş'te geçiren Abdülmü'­min bu sırada İbn Hemşük (İbrahim b. Muhammed). İbn Merdeniş (Muhammed b. Sa'd) ve Mudâr el-Akra'ın (Alvar Rod-riguez) İşbîliye üzerine yürüdüklerini ve oğlu Ebû Ya'küb'u mağlûp ederek Mu­vahhidler'in önde gelen simalarından Muhammed b. Ömer es-Sanhâcî, Yahya b. Ebü Bekir ve Ömer b. Meymûn'u Öldürdüklerini, diğer oğlu Ebû Saîd Os­man'ın da Gırnata'da bozguna uğradı­ğını duyunca büyük bir sefer hazırlığına başladı. Muvahhid kuvvetleri Gırnata'ya yürüyünce İbn Hemşük ve İbn Merdeniş kaçtılar. Gerekli hazırlıklarını tamamla­dıktan sonra 21 Şubat 1163 tarihinde Merakeş'ten hareket eden Abdülmü'­min Ribâtülfeth'e varınca orada istişârî mahiyette bir toplantı yaptı. Bu sırada hastalandı. Oğlu Ebû Abdullah Muham­med'i veliahtlıktan azledip yerine Ebû

Ya'kub Yûsuf u tayin etti. 10 Cemâziye-lâhir 558 (16 Mayıs 1163) tarihinde Se-lâ'da vefat etti.

Abdülmü'min, güzel sanatlara ve şii­re yakın ilgi duyardı. Kendisinin de gü­zel şiirleri vardır. Aynı zamanda çok ze­ki ve fasih konuşan bir hatipti.

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü'i-Esîr, el-Kâmil (nşr. C. |. Tornberg), Leiden 1851-76 — Beyrut 1399/1979, bk. İn­deks; İbn Hallikân, Vefeyât (nşr. ihsan Abbas), Beyrut 1968-72, 111, 234-241; İbn Haldun, el-Iber, Bulak 1284 — Beyrut 1399/1979, VI, 319; İbn İzârî. el-BeySnü'l-muğrib (nşr. Mu­hammed İbrahim el-Kettânî v.dğr }, Beyrut 1406/1985, s. 15-82, ayrıca bk. İndeks; el-Huleİü'l-meuşiyye fi zikri'l-ahbâri'i-Merrâkü-şiyye (nşr. Süheyl Zekkâr—Abdülkâdir Zi-mâme), Rabat 1399/1979, s. 142-157, ayrıca bk. İndeks; İbnü'l-Kâdî. Cezuetü'!-iktibas, Ra­bat 1973-74, |[. 446-447; Muhammed b. Mu­hammed el-Endelüsî. e!-Huleiü's-sündüsiyye fi'l-ahbâri't-Tûnisiyye (nşr. Muhammed el-Ha-bîb el-Heyle), Beyrut 1985, I, 287, 318, 341, 342, 458-459, 460-462; E. de Zambaur, Manu-el de GĞne'alogie et de Chronologie Pour l'His-toire de l'Islam, Hannover 1927, s. 73; Ambro-sio Huici Miranda. Historia politica del impe-rio almohade (Instuto General Franco de Es-tudios e Investigaciön Hispano Arabe), İspan­ya 1956; Ebû Bekr b. Ali es-Sanhâcî. Ahb&rü'i-Mehdî b. Tümart ue bidayeti! deuleti'l-Mu-uahhidîn, Rabat 1971, s. 76-82, ayrıca bk. İn­deks; Ali b. Ebû Zer' el-Fâsî, ez-Zahîretü's-seniy-ye fî târîhi'ddeuleti'l-Mertniyye, Rabat 1972, s. 21-22; Anvvar G. Chejne. Müslim Spain Its Histoıy and Culture, Minnesota 1974, s. 79-84; Abbas b. İbrahim, el-İ'lâm bi-men halle Merrâküş ue Ağmât mine'i-a'ISm (nşr Abdülvehhâb b. Mansûr), Rabat 3 974-83, VIII, 514-519; Philip K. Hitti, Siyâsî ue Kültürel İslâm Tarihi (trc. Salih Tuğ), İstanbul 1980, III, 864, 867; Jamil M. Abu'n-Nasr. A History of the Maghrib, Cambridge 1980, s, 105-110; a.mlf., A History of the Maghrib in the isiamic Period, London 1987, s. 90-95; H. İbrahim Ha­san. Târîhu'd-deületi'l-Fâtımiyye, Kahire 1981, s. 257, 526; a.mlf, Tmhu'l-İslâm, Kahire 1982, IV, 219-222, 229-23o", 232, 233. 239, 300, 316, 370, 375, 376, 511, 599, 621, 623, 628, 642; Seyyid Abdülazîz Salim. Târîhu'i-Mağrib fi'i-caşri'l-lslâmî, İskenderiye 1982, s. 683-710; Abbas el-Cerrârî, el-Emîrü'ş-şâeir Ebü'r-Rebf Süleyman el-Muua.hh.idi Rabat 1404/1984, s. 15, 16, 22, 36, 40, 41, 49, 55, 56, 87, 88, 89. 90, 95, 106, 111, 135, 136. 152, 178, 202; Abdülmecîd en-Neccâr, ei-Meh-dîb. Tûmart, |Beyrut] 1403/1983, bk. indeks; İbrahim Harekât, el-Mağrib 'abre't-târîh, Ra­bat 1405/1985, I, 260-268; J. Spencer frimin-gham. A History of islam in WestA[rica, Oxford 1985, s. 25; Kenneth J. Perkins, Tunisia, Cross-roads of the islamic and European Worlds, Colorado 1986, s. 44, 46; A. Bel. "Abdülmü-min", İA, I, 98-100; Rene" Basset, gİbn Tûmert", İA, V/2, s. 831-833; Şİnâsî Altundağ. "Muvah­hidler", İA, VN1, 765-773; E. Le"vi-Provençal, "'Abd al-Mu'min", E!2 (İng.). ], 78-80; J. F. P. Hopkins. "İbn Tûmart", E/2(İng.), [|], 958-960.

\m Abdülkerim Özaydın

275


ABDÜLMÜNİM el-ÂMİLÎ

ABDÜLMÜNİM el-AMİLÎ

L.

XVI. yüzyılda İran'da yaşayan bir astronomi bilgini.



Doğum ve ölüm tarihleri bilinmemek­tedir. Hakkındaki bilgilerin tamamı, bu­güne intikal eden tek kitabından elde edilmiştir. Bu kitap, 970'te (1562-63) Farsça olarak kaleme aldığı, bugün yal­nız bir yazma nüshası bulunan (British Museum P., Add. 7702), fakat ilk sayfası kaybolduğu için adı bilinmeyen bir eser­dir ve ilim âleminde Kitâb-ı Ta'lîm-i Âlât-ı Zîc olarak tanınmaktadır. Amilî bu eserde, Safevî Hükümdarı Şah Tah-masb'ın (1524-1576) İsfahan'da sarayı­nın bir salonunda kurdurmak istediği rasathane için hazırladığı planlar ve bu rasathanede kullanılacak âletler hak­kında ayrıntılı bilgiler vermiştir. Kitapta bundan başka İskenderiye. Merâga ve Semerkant rasathaneleriyle buralarda kullanılan âletler hakkında da bilgiler bulunmaktadır. Bugün. Âmilfnin hazır­ladığı planların mükemmel olduğu gö­rülmekte, ancak bu rasathane projesi­nin gerçekleştirilmediği de bilinmekte­dir. O, eserinde ayrıca elde mevcut zîc* cetvellerinin, otuz yıl süreceğini hesap­ladığı gözlemlerden sonra yeniden dü­zenlenmeleri gerektiği görüşünü de ile­ri sürmüştür.

BİBLİYOGRAFYA:

H. Suter, Matematiker, Leipzig 1900, s. 192; Aydın Sayılı, The Obseroatory in İslam, Ankara 1960. s. 288-289; Storey. Persian Literatüre, London 1972, II/l, s. 85; D. Pingree. "eAbd» al-Mon 'em 'Âmeli", Elr., ], 130.

İmi Sadettin Okten

ABDÜLUZZA (Benî Abdüluzzâ)

Kureyş kabilesinin bir kolu.

L _J

Adını Hz. Peygamber'in atalarından Kusay b. Kitâb'ın dört oğlundan biri olan Abdüluzzâ'dan alan kabile, onun Esed adlı oğlunun soyundan teşekkül etmiştir. Bu kabileye mensup bazı şa­hıslar gerek Câhiliye döneminin, gerek­se İslâmî devrin önemli simaları arasın­da yer almışlardır. Bunlardan bazıları­nın adları şöyledir: Huveylid b. Esed, Varaka b. Nevfel, Hz. Hatice, Zübeyr b. Avvâm, Abdullah b. Zübeyr, Osman b. Huveyris, Hakîm b. Hizam. Abdüluzzâ



kabilesi mensupları IV. (XI.) yüzyıla ka­dar Hicaz yöresinde varlıklarını sürdür­müşlerdir.

BİBLİYOGRAFYA:

Zübeyrî, Nesebü Kureyş (nşr. E. Levi — Pro-vençal), Kahire 1982, s. 205-250; Jbn Kuteybe. ei-Macârif (nşr. Muhammed İsmail es-Sâvî), Beyrut 1390/1970, s. 32-33; İbn Hazm. Cem-here (nşr. Abdüsselâm M. Hârün), Kahire 1982, s. 117-125; İbn Haldun, et-lber, Bulak 1284 — Beyrut 1391/1971, II, 327-328; Kalkaşendî. Nihâyetü'l-ereb, Beyrut 1405/1984, s. 306-307; Kehhâle. Mu'cemü kabâ'iii'i'Arab, Bey­rut 1982, II, 725; Ziriklî. el-A'lâm (nşr. Züheyr Fethullah), Beyrut 1984, N, 11-12.

Ahmet Onkal

abdülvAdiler

Mağrib'de hüküm süren

bir Berber! hanedanı

(1235-1550).

J

Kurucusu Yağmurasan'ın babası Zey-yân'a nisbetle bu hanedana Benî Zey-yân veya Zeyyânîler de denilmektedir. Abdülvâdîler, Zenâte Berberî kabilesine mensup olup komşu ve akrabaları Benî Merîn ve Benî Tûcîn gibi göçebe olarak yaşamışlar ve Avrâs civarına kadar ula­şarak bir süre çok geniş bir bölgeyi iş­gal etmişlerdi. Ancak Hilâlî Araplan'nın istilâsı ile (XI. yüzyıl) göçebe Zenâteliler doğuya doğru sürülerek kendi yerlerini göçebe Araplar'a bırakmaya ve Ceza­yir'in Vahran (Oran) bölgesindeki yük­sek yaylaya göç etmeye zorlandılar. Bu ülkenin XII. yüzyıl başlarında Muvahhid-ler tarafından istilâ edilmesi Abdülvâ-dîler'in İşine yaradı ve özellikle Murâ-bıtlar'dan Benî Ganiye ile yapılan savaş­larda Muvahhidler'in sadık bir mütte­fiki olduklarını gösterdiler. Fakat da­ha sonra Muvahhidler'in zayıflamasıyla mahallî reisler bu devlete itaat etmek­ten vazgeçmeye başladılar. Nitekim Be­nî Abdülvâd aşiretinin reisi olan Yağ-murasan (Yağamrasan) b. Zeyyân. 1235 tarihinde Abdülvâdîler Devleti'nİ kurdu ve hükümdarlığı. Muvahhidler'den Ab-dülvâhid er-Reşîd tarafından verilen bir beratla tasdik edildi.



Kısa zamanda başarılı bir idareci ol­duğunu gösteren Yağmurasan, kendi kabile gruplarını çölden Vahran eyaleti­nin ovalarına toplayarak kuvvetli bir devletin hükümdarı oldu. Muvahhid­ler'den Ebû Hasan Ali es-Saîd, ataları­nın devletini yeniden canlandırmak ga­yesiyle güçlü bir ordunun başında hare-

kete geçtiyse de Tlemsen'i kuşatmak üzere iken Yağmurasan ile yaptığı bir çarpışmada öldürüldü (1248). Olayların bu şekilde gelişmesine rağmen Yağmu­rasan, Muvahhidler'in vassali (tâbi) ola­rak kaldı. Son Muvahhid hükümdarları­nı, Fas'ı hâkimiyetleri altına almış olan Merînîler'e karşı destekledi, ancak Mu­vahhidler'in yıkılmasından sonra Merî-nîler ile karşı karşıya geldi. Abdülvâdîler ile Mermiler arasında tarihi eskiye giden bir çekişme vardı ve bu çekişme her iki kabilenin de hanedan kurması üzerine daha da arttı. Bu sebeple Yağmurasan, Kuzey Afrika'da ve İspanya yarımada­sında Merînî harekâtına karşı Gırnata Sultanı Muhammed el-Gâlib ve hıristi-yan Kastilya Kralı X. Alfonso ile üçlü bir anlaşma imzaladı. İleri görüşlü bir dev­let adamı olan Yağmurasan. kurucusu olduğu devletin siyaseti ile ilgili fikirle­rini oğlu Ebû Saîd Osman'a, Merînîler'e karşı yalnız savunma ve uygun durum­larda Hafsîler aleyhine genişleme şek­linde vasiyet etti. Yağmurasan. kırk se­kiz yıl süren hükümdarlığından sonra 1283 yılında öldü.

Yağmurasan'ın ölümünden sonra ye­rine oğlu I. Osman geçti (1283-1304). Bu dönemde meydana gelen önemli olay­lardan biri, Tlemsen'in Merînî Sultanı Ebû Ya'kûb el-Mansûr tarafından kuşa-tılmasıdır. Mermiler sekiz yıl üç ay sü­ren bu muhasaradan hiçbir netice el­de edemediler. Abdülvâdîler. I. Mûsâ zamanında (1308-1318) doğuya doğru genişleme fırsatı buldular. Onun halefi I. Abdurrahman devrinde (1318-1337), Merînîler'den Ebü'l-Hasan tekrar Tlem-sen'e hücum ederek iki yıllık bir kuşat­madan sonra 133Tde şehri ele geçirdi. Bu olay Abdülvâdîler Devletinde yakla­şık on yıllık bir kesintiye sebep oldu. Ab-düivâdîler II. Osman (1348-1352) ve kar­deşi Ebü Sabit vasıtasıyla Merînîler'in hâkimiyetinden kurtuldular (1348); an­cak bu bağımsızlık çok kısa sürdü. Me­rînîler'den Ebü İnan tarafından 1352'-de Tlemsen'in tekrar zaptedilmesi ile Abdülvâdîler Devleti'nde ikinci bir fetret devri başladı. 1359'da yeniden bağım­sızlıklarını kazanan Abdülvâdîler. II. Mû­sâ zamanında (1359-1389) nisbî bir ha­reket serbestliği kazandılar ve Hafsî-ler'in hakimiyetindeki topraklara doğ­ru genişlemeye çalıştılar. Fakat 1366'-da Bİcâye'ye (Bougie) düzenlenen bir sefer bozgun ile neticelendi. Öte yan­dan Merînîler'in istilâ tehditleri de sü-

276


ABDÜLVÂHİD e!-CÛZCÂNÎ

rüyordu ve gayeleri Tlemsen'i ilhak et­mek, sonra da saltanat iddiacılarına yar­dım ederek Abdülvâdîier'i bağımlı duru­ma getirmekti.

Abdülvâdîler. XV. yüzyılın başlarından itibaren varlıklarını sürdürmekle bera­ber bundan sonra iktidara hâkim ola­madılar. Hafsîler'den Ebû Fâris (1394-14341 ve Osman (1435-1488), hanedanla­rının geleneksel siyasetini takip ederek Tlemsen'e karşı başanlı seferler tertip ettiler ve Abdülvâdîler hanedanının ba­şına kendi seçtikleri hükümdarları ge­tirdiler. Abdülvâdîler'in İktidara sahip olamamaları, iç mücadeleler ve- yaban­cıların bu devlet üzerindeki bitmeyen istekleri hanedanı çökertti ve son Ab-dülvâdî emirleri Vahran'daki İspanyol-lar'a tâbi olmak zorunda kaldılar. Öte yandan Oruç Reis ile kardeşi Hızır Reis 1516'da Cezayir'i ele geçirdiler. Bir sü­re sonra hükümdarlığını ilân eden Oruç Reis, hâkimiyeti altındaki toprakları ge­nişletmeye başlayarak 1517'de Tlem­sen'i zaptetti. Bu durum karşısında İs-panyollar'a sığınan Abdülvâdî Emfri III. Mûsâ (1517-1527), onlardan sağladığı kuvvetlerle Tlemsen'i geri almak üzere hücuma geçti. Oruç Reis şehri yedi ay müdafaa ettiyse de Cezayir'e gitmek için yaptığı çıkış harekâtı sırasında şe-hid düşünce (1518), Tlemsen Türkler'in elinden çıktı.

İspanyollar1 in Türkler'i Cezayir top­raklarından çıkarmak için denizden yap­tıkları harekât Hızır Reis (Barbaros Hay-reddin) karşısında başarılı olamadı. Bu sırada İspanyollar'ın müttefiki fil. Mûsâ karadan Cezayir'e yürüdü; ancak o da mağlûp oldu ve kaçmak zorunda kaldı. Hızır Reis, Avrupalı ve yerli düşmanları­na karşı dayanacak gücü olmadığından Osmanlılar'ın vesayeti altına girdi. Hızır Reis'in bu hareketinden rahatsız olan Abdülvâdf ve Hafsî hükümdarları Ceza­yir halkını isyana teşvik ettiler. Fakat Hızır Reis, Abdülvâdîler'in saltanat çe­kişmelerinden faydalanarak II. Abdul­lah'ı (1527-1540) hükümdar yaptı ve böy­lece Tlemsen'i nüfuzu altına aldı. Ancak II. Abdullah'ın her yıl vermeyi taahhüt ettiği vergiyi ödemekten vazgeçip adına hutbe okutması üzerine, Hızır Reis onu tekrar itaat altına almak ve tam vas-sal hale getirmek zorunda kaldı. Niha­yet Türkler, 1550 yılında Tlemsen'i ele geçirerek Abdülvâdî hanedanına son verdiler.


Yüklə 1,08 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin