Devrinin şuarâ tezkirelerinde Türkçe ve Arapça nazım ve nesirdeki kabiliyetinden bahsedilmekte ve şiirlerinden bazı örnekler verilmektedir. Şiirlerinde Kâdirî mahlasını kullanmıştır.
BİBLİYOGRAFYA:
Sehî. Tezkire (nşr. Mehrned Şükrü), istanbul 1325, s. 30; Celâlzâde. Tabakâtü'l-memâlik (nşr. P. Kappert), Wiesbaden 1981, vr. 173°, 201"; Âşık Çelebi. Meşâirü'ş-şuara" (nşr G. M. Meredith Owens), London 1971, vr. 222b-223- Latifi, Tezkire, s. 272-273; Mecdi, Şa-kaik Tercümesi, İstanbul 1269, s. 441-443; Atâî, Zeyl-i Şakâik, İstanbul 1268, s. 186; Dev-hatü'l-meş&yih maa zeyl, s. 21-22; İlmiyye Salnamesi, s. 364-367; Sicilli Osmânî, ili, 345; Câhid Baltacı, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976, s. 265-266; R. C. Repp. The Mufti of İstanbul, Oxford 1986, s. 256-263. m
lifti Mkhmet İpşirli
' ABDÜLKÂDİR el-KEVKEBANt ^
es-Seyyid Abdülkâdir b. Ahmed
b. Abdilkâdir b. Nasır
el-Hasenî el-Kevkebânî
(ö. 1207/1792)
Yemenli Zeydî âlimi. ,
Soyu Hz. Hasan'a ulaşan Yemen Zeydî imamlarından Mehdî-Lidînillâh Ahmed b. Yahya'nın (ö. 850/1446) neslinden gelen Abdülkâdir, Zilkade 1135'-te (Ağustos 1723) Yemen'in Kevkebân şehrinde doğdu. İlk tahsilini burada yaptıktan sonra San'a'ya gitti. Orada Muhammed b. İsmail el-Emîr es-San'â-nî, Hâşim b. Yahya gibi âlimlerin derslerine devam etti. Ayrıca Yemen'in hemen hemen bütün şehirlerini dolaşarak buralarda görüştüğü âlimlerin ders ve sohbetlerinde bulundu. Daha sonra Mekke'ye ve Medine'ye gitti. İki yıl kaldığı Haremeyn'de çok sayıda âlimle tanışarak onlardan faydalandı. Bir müddet sonra Kevkebân'a dönerek kendisini öğretim faaliyetlerine verdi. Birçok talebe yetiştiren Kevkebânî, hocası Emîr es-San'ânfnin vefatından sonra Yemen bölgesinde onun yerini dolduran en büyük âlim olarak meşhur oldu.
Kevkebânî, Kevkebân emîri ile arasının açılması üzerine San'a'ya taşındı. Orada Kasım b. Yahya el-Havlânî, Ali b. Abdullah el-Celâl, hocası Emîr es-San'ânrnin oğlu Abdullah ve daha birçokları kendisinden ilim tahsil ettiler. Ayrıca seçkin talebelerinden biri olan Muhammed b. Ali eş-Şevkânî de hadis, fıkıh, kelâm ve lügat ilimlerinin temel eserlerini ondan okudu. Hatta Kevkebânî, ona bütün rivayetlerini nakletmek üzere umumi icazet vermiş ve onu Ney-}ü'l-evtâr'\ yazmaya teşvik etmiştir. Kendisine ilk formaları gösterince ayrıntılara fazla yer vermemesini tavsiye
240
ABDÜLKÂDİR el-MACRİBÎ
etmiş, o da eserini hocasının bu tavsiyesi doğrultusunda kaleme almıştır.
Rebîülevvel 1207'de (Ekim 1792) San'-a'da vefat eden Kevkebânî, İslâmî ilimler alanında büyük bir otorite olduğu kadar, edebiyat ve tıp alanında da geniş bilgiye sahipti. Son derece zeki ve tartışmalarında diyalektiği çok iyi kullanan bir kimse idi. Muhtelif dallarda birçok âlim kendisinden faydalanmış, daha çok öğretimle meşgul olduğu için fazla eser verememiştir. Kaynaklarda adlan geçen başlıca eserleri şunlardır: Şerhu Nüzheti't-tarf fi'I-cârri vel-mec-rÛTÎ ve'z-zarf; Felekü'I-Kâmûs; Haşiye calö Dav'i'n-nehâr; Risale fî baczi7-'akakm't-tıbbiyye-, Hâşiyetü'I-Kastaî-lânî; Hâşiyetü'l-Mutavvel.
BİBLİYOGRAFYA:
Şevkânî. ei-Bedrü'Hâli\ Kahire 1348 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rife), 1, 360-368; Sıddık Hasan Han. Ebcedü'l-'uiûm, Beyrut, ts. [Dâ-rül-Kütübi'l-iimiyye), III, 183; Hediyyetü't-'arifin, i, 599; Ziriklî, e!/!âm, Kahire 1373-78/ 1954-59, IV, 162; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'el-lifîn, Dımaşk 1376-80/1957-61 — Beyrut, ts. (Dâru İhyâi't-türâsi'l-Arabî), V, 282; Hayreddin Karaman. İslâm Hukuk Tarihi, istanbul 1975, s. 179. ı-ı
İmi Vecdi Akyüz
ABDÜLKÂDİR el-KUREŞİ
( _1 Jul plSUt )
(bk. KUREŞİ). ABDÜLKÂDİR el-MAĞRİBİ
L
Abdülkâdir b. Mustafâ el-Ma§ribî (1867-1956)
Tanınmış Suriyeli yazar, dil ve din bilgini.
J
Babasının kadılık yaptığı Suriye'nin Lazkiye kasabasında (veya Trablusşam'-da) doğdu. Dargavslar diye tanınan Türk asıllı ataları, XI. yüzyılın sonlarında Tunus'tan Trablus'a göç etmişlerdi. Mağribî, babası ve Risâle-i Hamîdiyye müellifi Şamlı âlim Hüseyin el-Cisr başta olmak üzere Trablus, Şam. İstanbul ve Beyrut'ta devrin ileri gelen hocalarından ders aldı. 1892 yılında tahsil için gittiği İstanbul'da, eserlerini okuyup hayran kaldığı Cemâleddîn-i Efgânî ile tanıştı ve daha sonraları onunla mektuplaşmak suretiyle münasebetini devam ettirdi. Çağdaşı Muhammed Ab-duh'un daveti üzerine 1905 yılında Mısır'a gitti. Kendilerinden çok faydalan-
dığı Efganî ve Abduh'un dinî, sosyal ve siyasî sahalardaki görüşlerini benimsedi. Mısır'da bulunduğu süre içinde sırasıyla ez-Zâhir ve ei-Mü5 eyyed gazetelerinde yazılar yazdı. II. Meşrutiyetin ilânından sonra Trablus'a döndü; burada da yazı hayatını sürdürdü ve I. Dünya Sa-vaşı'na kadar devam edecek olan el-Burhârı gazetesini çıkarmaya başladı (1911). Emîr Şekib Arslan ve Abdülaziz Çâvîş ile birlikte Medine'de Külliyyetü dâri'l-fünün'u kurdu. Daha sonra Osmanlı Evkaf İdaresi tarafından İslâm davetçileri yetiştirmek üzere Kudüs'te açılan Salâhiyye Medresesi'nin kuruluşuna yardım etti ve bu medresede belagat dersleri verdi. Osmanlı hükümetinin 1916'da çıkardığı eş-Şark gazetesini yönetti ve burada çeşitli yazılar yazdı.
1919'da Şam'a yerleşen Mağribî. Şam'daki Arap Dil Akademisi'nin (el-Mecmau'l-ilmiyyü'l-Arabî) kurucu üyesi oldu. Daha sonra bu kurumun başkan yardımcılığını ve 1934-37 yılları arasında da başkanlığını yaptı. Ayrıca Kahire ve Bağdat'taki dil akademilerinin üyeliklerinde bulundu. Suriye Edebiyat Fakültesi'nde metin şerhi dersleri verdi (1923). Dil Akademisi'nin hedefine ulaşması için büyük çabalar sarfetti. Arapça'nın gelişmesi, çağa ayak uydurabilmesi, yabancı dillerden gelen yeni kelime ve deyimlerin Arapçalaştırması, sözlüklerin çağdaşlaştırılması ve yazma eserlerin tenkitli neşri yoluyla Arap edebiyatının tanıtılması alanlarında çalışmalar yaptı. 1956'da Şam'da öldü.
Eserleri. 1. el-İştikak ve't-taerib (Kahire 1908. 1947). 2. et-Tesâmühu'd-dînî (Beyrut 19101. 3. el-Beyyinât fi'd-dîn ve'1-ictimâ''. Dinî ve İçtimaî makalelerini topladığı iki ciltlik bir eserdir (Kahire 19251. 4. el'Ahlûk ve'1-vâcibât (Kahire 19261. 5. Tâ 'iyyetü 'Âmir el-Başri. Hicrî VİN. asır mutasavvıflarından Âmir b. Âmir el-Basrfnin "Tâiyye" kasidesini mutasavvıf Ömer b. Fâriz'in aynı adlı kasidesiyle karşılaştırarak metnini şerh ve tahkik etmiş, eser L. Massignon'un mukaddimesiyle birlikte Beyrut'ta basılmıştır (19481. 6. Çemölüddîn eî-Efğâ-nî (Kahire 19481. 7. Tefsîru cüz'i Tebâ-reke. Hocası Abduh'un "Amme Tefsi-rfndeki metoduyla yazdığı bu eser Ka-hire'de basılmıştır (19491. 8. 'Aşerâtü'l-lisân (Dil Akademisi yayını. Şam 19491. 9. Ğadetül-Kamilya. Alexandre Du-mas'nın La Dame aux Cameiias adlı romanının tercümesi olan eser 1908'de sahneye konulmuş. 1948de de Şam'da basılmıştır. Mağribî ayrıca Kemalpaşa-zâde'nin et-Tenbîh ca7d ğalaü'l-cöhil ve'n-nebîh adlı risalesini tahkik etmiş, buna Osmanlı Devleti'nde Arap dili öğretimine dair yazdığı risalesini de ilâve ederek Mecelletü'l-mecma ei7- cil-mfde (VI, 1 vd.) neşretmiştir. Bunların yanı sıra henüz yayımlanmamış, din ve dil konuları başta olmak üzere çeşitli konularda verdiği konferansları ve yazdığı makaleleri vardır. Ayrıca on iki yazma eseri de tenkitli neşre hazırlamıştır. Es'ad Talaş, eş-Şeyh Abdülkâdir el-Mağribi adlı eserinde (Kahire 19581 onun hayatını ve ilmî çalışmalarını tanıtmıştır.
BİBLİYOGRAFYA:
Enver el-Cündî. et-Aciâmü'l-eif, Kahire 1957, II, 125; a.mlf., TerAcimü'i-aciâmi'l-mu'âştrîn fil-'âlemri-İstâmî, Kahire 1970, s. 263-274; Kehhâle. Mu'cemü't-mü'eUifîn, Dımaşk 1376-80/1957-61 — Beyrut, ts. (Dâru İhyâı't-turâsi'l-Arabî), V, 306; a.mlf.. el-Müstedrek, Beyrut 1406/1985, s. 400-401; Sâmî el-Kiyâlî. ei-Edebü't-'Arabn-mu'âsır fî Sûriyâ, Kahire 1959, s. 137; Yûsuf Esad Dağır. MeşSdirü'ü-dİ-râsâti'l-edebiyye, Beyrut 1972, II, 1264-1269; Ziriklî, ei-A'lâm (nşr. Züheyr Fethullahl, Beyrut 1984, IV, 47; Abdülkâdir Ayyaş. Mu'cemü't-mü'elliftn es-Sûriyyîn fi'i-karni'l-'işrtn, Dımaşk 1405/1985, s. 490-491; Muhammed Receb el-Beyyûmî, en-Nehdatü'l-lstâmiuye fî siyeri a '/â-mihe'l-mu'aşırın, Kahire 1405/1984, IV, s. 24-41; Muhammed MehdîAllâm. ei-Mecma'ıyyûn fî hamsîne câm, Kahire 1406/1986. s. 175-17?"; Adnan el-Hatîb, "eş-Seyh 'Abdülkâdir el-Mağribî", Mecelletü'i-Edîb, sy. 20, Dımaşk 1951, s. 5; a.mlf.. "eş-Şeyh 'Abdülkâdir el-Mağribî fî hayâtih ve te câlîmih", Mecelle-tü'l-Hikme, sy. 6, Beyrut 1957, s. 22.
rrı
İmi Azmi Yüksel
241
ABDULKADIR-İ MERACI
ABDÜLKÂDİR-i MERÂGİ
Hâce Kemâleddîn Abdülkâdir
b. Gaybî el-Merâgi
(ö. 838/1435)
Ünlü Türk mûsiki nazariyatçısı, bestekâr ve icracı.
J
Bugün İran sınırları içinde bulunan Güney Azerbaycan'ın Merâga şehrinde doğdu. Doğum tarihi belli değildir. Araştırıcılar değişik değerlendirmeler yaparak 1350-1360 yıllan arasında çeşitli tarihler verirlerse de henüz bunların hiçbiri itimada değer görünmemektedir. Ancak M. Ati Terbiyet'in kaynak göstermeden verdiği 20 Zilkade 754 (17 Aralık 1353) tarihi başka araştırıcılar tarafından da aynen tekrar edilmektedir (bk. Dânişmendân-t Azerbaycan, s. 258). Doğduğu şehre nisbetle Merâgl adıyla tanındı. Kendi ifadesine göre babası, birçok ilimde söz sahibi ve zamanın değerli bir musikişinası olan Gıyâ-seddin (Cemâleddin) Gaybî'dir. Hândmîr, ondan yanlış olarak Safiyyüddin diye bahseder. Diğer ilimlerle birlikte mûsikiyi de bizzat babasından öğrendikten sonra, genç yaşta Merâga'dan ayrılarak Tebriz'e gitti. Burada mûsiki bilgisi ve kabiliyeti ile kısa sürede kendini tanıttı ve Celâyir Hükümdarı Sultan Şeyh Üveys'in (1356-1374) sarayına alındı. Şeyh Üveys'in ölümünden sonra tahta geçen oğlu Sultan Celâleddin Hüseyin (1374-1382) zamanında da sarayda bulundu ve hükümdardan yakın ilgi gördü. Ab-dülkâdir'le ilgili bütün kaynaklarda söz konusu edilen ve kendisinin de anlattığı "nevbet-i müretteb'in bestelenmesi ha-
disesi bu hükümdar zamanında olmuştur. 29 Şaban 778'de (11 Ocak 1377) bizzat hükümdarın da bulunduğu, devrin tanınmış âlim, musikişinas, saz ve söz icracılarının katıldığı mûsiki toplantılarının birinde, beste türlerinin en zoru kabul edilen nevbet-i mürettebin bir tanesinin bir ayda bile zor bestelene-bileceğinin ileri sürülmesi üzerine, Abdülkâdir günde bir adet nevbet-i mü-retteb besteleyebileceğin! iddia ederek bunda ısrar etti. Bu iddiasını, aynı yılın ramazan ayında her gün birer adet olmak üzere otuz eser besteleyip arefe günü de bunların hepsini birden icra etmekle ispatladı. Bu başarı onun şöhretini arttırmakla kalmamış, kendisine mûsikide günümüze kadar devam eden sarsılmaz bir yer temin etmekte de önemli rol oynamıştır (geniş bilgi için bk. Makaşıdü'l-elhân, Nuruosmaniye Ktp., nr. 3656. vr 86d-87;ı). 1380-1381'de Sultan Hüseyin'in arzusu üzerine yirmi dört zamanlı "darb-ı rebî'" usulünü tertip etti. Sultan Hüseyin'in vefatından sonra, onun Bağdat'ta bulunan kardeşi Şehzade Şeyh Ali'ye intisap etti. 1382 yılında Şeyh Ali'nin, kardeşi Ahmed Bahâdır ile yaptığı savaşı kazandığı gün onun isteği ile kırk dokuz zamanlı bir usul meydana getirerek zaferin hâtırası olmak üzere buna "darb-ı fetih" adını verdi. Aynı yıl Şeyh Ali'nin saltanat mücadelesinde yenilmesinden sonra Celâyir hükümdarı olan Sultan Ahmed Bahâ dır'ın (1382-14101 himayesine girdi. Kendi ifadesine göre, meclis ve sohbetlerinde bulunduğu yirmi yıl süresince bu hükümdardan çok büyük yakınlık gördü ve yanında parlak bir mûsiki hayatı geçirdi. Bağdat'ta geçen bu günlerde otuz
zamanlı "devr-i şâhî" adlı usulü vücuda getirdi. Bazı eserlerde, Hâce Abdülkâ-dir'in o yıllarda Osmanlı Hükümdarı Sultan Bayezid Han'ı Bursa'da ziyaret ettiği kaydediliyorsa da sözü edilen kişinin Osmanlı hükümdarı değil. Sultan Şeyh Üveys'in oğullarından Şehzade Sultan Bayezid olduğu artık bilinmektedir (bk. Şerh-i Kitâbü'l-Eduâr, Topkapı Sarayı Müzesi Ktp., III. Ahmed, nr. 3470, vr. 40b-4lb).
1386'da Timur'un Azerbaycan'ı zaptetmesi üzerine Ahmed Bahâdır İle beraber Bağdat'a gitti. Bölgedeki siyasî mücadeleler sebebiyle giderek ağırlaşan hayat şartları ve hâmisi Ahmed Ba-hâdır'ın Mısır'a gitmek zorunda kalması. Merâgî'yi Mâverâünnehir'e geçmek mecburiyetinde bıraktı. 1398'de Timur tarafından verilen bir nişan ile Semer-kanfa gönderildi. Timur'un veliahtı Gı-yâseddin Muhammed Mirza'nın nedimi oldu. Onun arzusu üzerine 200 zamanlı "devr-i mieteyn" usulünü tertip etti. Bu devrede şehzadelerin saraylarında hürmet gördü ve şehrin ileri gelen kişileri arasında yer aidi; Câmi'u'I-elhâriı da burada yazdı (1405). Timur'un ölümünden sonra tahta geçen torunu Sultan Halîl'in (1405-1409) himayesine girdi. "Devr-i kumriyye" adlı sekiz zamanlı usulü bu hükümdarın İsteği üzerine yaptı.
Sultan Halil'in iktidar mücadelesinde kardeşi Şâhruh'a yenilmesinden sonra, zamanın ilim ve sanat merkezi haline gelmiş olan başşehir Herat'a geçti. Ma-köşıdü'I-elhân'ı 1418de burada yazdı. Sultan Şâhruh (1405-1447) ve oğlu Baysungur Mirza'ya Câmi'u'î-elhân ve Makaşıdü'l-elhân'dan ithaflı nüshalar takdim etti. Herat'ta özellikle Baysungur Mirza'dan yakın ilgi gördü. Fakat onun genç yaşta ölümü (20 Aralık I433) ile bir müddet hamisiz kaldı. Daha sonra Şâhruh'a intisap ederek sarayındaki meclislere katıldı. Herat Sarayı'nda geçirdiği günlerde sultanın adaletinin bir ifadesi olarak "devr-i adi" adını verdiği yirmi sekiz zamanlı yeni bir usul tertip etti.
Makaşıdü'l-elhân 'in bir kısım nüshalarının Osmanlı Hükümdarı Sultan II. Murad Han'a (1421-145I) ithaf edilmiş olması, öteden beri bazı araştırmacılarda Abdülkadir'in Osmanlı ülkesine gittiği kanaatini uyandırmışsa da eserlerinde bu konuya hiç yer verilmemiştir. Ayrıca zamanın gelişen siyasî olayları, iki bölge arasında böyle bir ziyaretin
242
ABDULKADIR-İ MERACI
mümkün olamayacağını gösterdiğinden, başka deliller bulununcaya kadar onun Anadolu'ya geldiğini kabul etmek zordur. Ömrünün son yıllarında, iç ayaklanmalar sebebiyle Şâhruh'un devamlı sefere çıkmasından dolayı beklediği ilgiyi göremedi. İlerlemiş yaşından doğan hassasiyetin de tesiriyle, hükümdara hitaben bir "arzıhal" hazırladı. Ancak bunu sunamadan. Herat'ta çıkan bir veba salgınında, yaklaşık seksen iki yaşında vefat etti ve orada defnedildi.
Merâgi, zamanının bütün makamlarına vukufu, birkaç yeni usul tertip edecek ve bütün formlarda olağan üstü besteler yapabilecek derecede kabiliyeti, pek çok mûsiki âleti, özellikle ud çalmaktaki mahareti ile dikkati çekmiş ender sanatkârlardan biri olduğu için nazariyeci. besteci ve icracı olarak haklı bir şöhret kazanmıştır. Bu bakımdan Türk mûsiki tarihinin önde gelen birkaç simasından biridir. Ressam, aklâm-i sitte'de hattat aynı zamanda Arapça, Farsça, Türkçe şiirleri olan bir şairdir. Türkçe şiirlerinden on kadarı günümüze intikal etmiştir. Ayrıca kıraat İlminde söz sahibi bir hafız ve Abdül-kâdir-i Güyende diye tanınmış güzel sesli bir hanende idi. Sâz-ı kâsât-ı çî-nî. sâz-ı elvâh. sâz-ı murassa'-ı gâyibî (kânûn-ı mezkûr-ı gâyibî) adlı çalgıları icat etmesi, eski birkaç sazı geliştirerek yeniden mûsiki âlemine kazandırması. şöhretini arttıran diğer özellikleri arasında yer almaktadır.
Merâgi'nin pek çok eser bestelediği ve kendinden sonra gelen bestekârlara ışık tuttuğu muhakkaktır. Nitekim yazma güfte mecmualarında, bestesinin Hâce Abdülkâdir'e ait olduğu belirtilen birçok güfteye rastlanmaktadır. Bu bestelerden sadece otuz kadarının notası günümüze ulaşabilmiştir. Ancak, aradan geçen yüzyıllar İçinde ağızdan ağıza nakil sırasındaki muhtemel değişmelerden dolayı bu eserlerin bütünüyle ona aidiyeti kesinlik kazanmamıştır. Bestelerinin notalarını ihtiva ettiğini bildirdiği Kenzü'l-elhân adlı eseri yakın zamana kadar bulunamamıştı. Ancak Murat Bardakçı, son araştırmasında Tahran'da (Melik Ktp., nr. 6317/2) aynı isimde bir eserle karşılaştığını, fakat yeterince tetkik imkânı verilmediği için muhtevası hakkında fikir sahibi olamadığını ve eserin gerçekten Kenzü'l-elhân olup olmadığı konusunda kanaat edinemediğini bildirmektedir
(bk. Maragalı Abdülkadir, s. 148-149).
Abdülkadir-i Merâgi'nin eserlerinde bulunan mahdut bilgiler, çağın kaynaklarında görülen müphem ifadeler, Şe-râfeddin Ali Yezdî, Devletşâh-ı Semer-kandî, Muînüddin Muhammed İsfizârî. Gıyâseddin Muhammed Hândmîr gibi sonraki müelliflere ait eserlerde rastlanan yetersiz bilgiler, hakkında incelemeler yapmış olan M. Ali Terbiyet, R. Yekta, H. G. Farmer gibi bazı araştırıcıları birtakım tutarsız yakıştırmalar ve yersiz yorumlara sevketmiştir. Bu yanlışlıkların düzeltilmesiyle onun hayatı ve sanatı hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak, yeni kaynakların bulunması ile mümkün olacaktır.
Eserleri. Hepsi mûsiki ile ilgili olan eserleri şu şekilde sıralanabilir: ı. Cami-cu'l-elhân*. Mûsiki nazariyatı ile ilgili olarak bir mukaddime, on iki bab ve bir hatimeden meydana gelen eser 1405'te kaleme alınmıştır. Müellif nüshalarından biri Nuruosmaniye Kütüphanesi'n-dedir (nr. 3644). Eser. Taki Bîniş tarafından neşredilmiştir (Tahran 1366 hş./ I987). 2. Makâşidü'l-elhân*. 1418'de Herat'ta yazılmış olan bu eser de bir mukaddime, on iki bab ve bir hatimeden meydana gelmiş bir nazariyat kitabıdır. Çeşitli nüshaları vardır.1434'te istinsah edilen bir nüshası, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde (Revan, nr. 1726) bulunmaktadır. Bu eser de Takı Bîniş tarafından yayımlanmıştır (Tahran 1344 hş./l966). 3. Kenzü'l-elhân. Ebced notası ile yazılmış, kendi bestelerini de ihtiva eden bir eserdir. Ancak bugüne kadar hiç bir nüshası elde edilememiştir. 4. Risâle-i Fevâ *id-i ^Aşere. Her biri ikişer fasıllık "fâide" adını verdiği on
kısımdan müteşekkil bir nazariyat kitabı olup müellif nüshası Nuruosmaniye Kü-tüphanesi'ndedir (nr. 3651. N). 5. Şerh-i Kitâbü'l-Edvâr. Safiyyüddin Abdülmü'-min el-UrmevI'nin Kitâbü'l-Edvâr" adlı mûsiki nazariyatı ile ilgili kitabına yazdığı şerhtir. Müellif nüshası Nuruosmaniye Kütüphanesi'ndedir (nr. 365I İl 6. Zübtedü'l-edvör. İlk defa Rauf Yekta Bey'in bir makalesinde (bk. "Eski Türk Mûsikîsine Dair Tarihî Tetebbûlar I: Kökler", MTM, ı/ 3. s. 460} adından bahsettiği bu eserin, Fethullah-ı Şirvânfnin müellif hattından 6 Şevval 845 tarihinde kopya ettiği nüshaya dayalı kıymetli bir yazması, Tahran'da Sipehsâlâr Kütüphanesi'ndedir inr.565). Ayrıca, Tah-ran'daki Melik Kütüphanesi ve Milli Kü-tüphane'de birer nüshası mevcuttur.
Bu eserlerden ilk ikisi Batı Türkistan'da, diğerleri Azerbaycan'da Celâyirli ülkesinde iken Farsça kaleme alınmıştır. Eserlerin, muhteva bakımından gittikçe olgunlaşmak üzere, birbirinin aynı olduğu söylenebilir. Nitekim CdmiVi-elhân ve Makâşıdü'l-elhâri\n muhtevaları mukayese edildiğinde bu husus açıkça ortaya çıkmaktadır. Abdülkâdir-i Merâgfnin Kitâbü'l-Edvâr adlı Türkçe bir eserinden de (Leiden University Li-brary. Or. M75) bahsedilmektedir (bk. İA. I, 84).
Merâgi'nin Abdütkâdirzâde diye tanınan, üç oğlundan en küçüğü olan Ab-dülaziz, yazdığı Nekâvetü'l-edvâr* adlı mûsiki eserini Fâtih Sultan Mehmed'e ithaf etmiş ve İstanbul'a gelerek saraya alınmıştır. Abdülaziz'in Abdülkâdirzâde Derviş Odî lakabıyla tanınan oğlu Mah-mud da Sultan II. Bayezid zamanında
Abdulkadir-ı
Merâgj'nın
Makâsıdü 'l-elhân
adlı eserinin
ilk ıkı
sayfası
(NurııosmaniyeKtp.
—-j Jf j)= M V
243
ABDÜLKÂDİR-İ MERÂCİ
Osmanlı ülkesinde yaşamış ve mûsikiye dair Makâşıdü'l-edvâr adlı bir eser yazmıştır.
BİBLİYOGRAFYA:
Abdülkâdir-i Merâgl, Cami'u'l-elhân, Nuru-osmaniye Ktp., nr. 3544, vr. 48b-50a, 54b-55a, 118"; a.mlf., Makâşıdü'l-elhân, Nuruosmaniye Ktp., nr. 3656, vr. lb-2a, 3a, 86a-87", 102"-103a; a.mlf.. Risâle-i Feuâ* id-i cAşere, Nuruosmaniye Ktp., 3651/11, vr. 91a-92B, 96b-98c, 105", 107b-108a; a.mlf., Şerh-i Kitâbul-Edvâr, Topkapı Sarayı Müzesi Ktp., ili, Ahmed, nr. 3470, vr. 40b-41tp; Devletşah. Tezkiretü'ş-şuarâ Itrc Necati Lugal), Ankara 1963, 1, 348; 1967, II, 12, 94; Zebîhullâh-ı Safa. Târîh-i Edebiyyât der hân, Tahran 1346 hş., N, 108-109; Hândmîr. Habîbü'ssiyer, Tahran 1362 hş., 111, 578, 582; IV, 13-14; Müneccimbaşı. Sahâifü'l-ahbâr, İstanbul 1285, III, 57; Rauf Yekta. Esâttz-i Elhân: II, Hâce Abdülkadir Merâgl İstanbu! 1318; Hammer (Ata Bey). 111, s. 27; M. Ali Terbiyet, Dânişmendân-t Azerbaycan, Tahran 1314 hş., s. 258-264; Muhammed Takı Dâ-nişpejûh. Fihrist-i Mîkröftlmhâ-yı Kitâbhâne-i Merkezî oe Merkez-i Esnâd-ı DSnlşgâh-ı Tahran, Tahran 1363 hş., s. 166; TakI BMş, Cd-mi'u'l-elhân, Tahran 1366 hş.; G. Sarton. In-troduction, New York 1975, 111/2, s. 1570-1571; Murat Bardakçı, Maragah Abdülkadir, İstanbul 1986; Rauf Yekta Bey, "Eski Türk Mûsikîsine Dair Tarihi Tetebbûlar I; Kökler", MTM, 1/3, s. 457-463; H. G. Farmer. "Abdalqâdir Ibn Gaibi on Instruments of Music", Oriens, XV, Leiden 1962, s. 242-248; a.mlf., "Abdülkâdir", İA, I, 83-85; a.mlf., M'Abd al-Kâdir b. Ghaybî", El2 [İng.l, I, 66-67; M. Kemal Özergin. "Hâce Abdülkâdir Marâgî'nin Manzum bir Arzıhâ-li", Kemal Çığ'a Armağan, İstanbul 1984, s. 131-156; Ehad Arpad. "Abdülkadir Merâ-gî", Küçük Türk-İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1974,1,25-26. r—i
İM Nuri Özcan
ABDÜLKADİR b. MUHYİDDİN
(bk. ABDÜLKÂDİR el-CEZAİRt).
ABDÜLKADİR ŞEYHİ EFENDİ
(Ö. 1002/1594) Osmanlı şeyhülislâmı.
J
920'de (1514) İstanbul'da doğdu. Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi'nin kardeşi olan Şeyh Hacı Efendi'nin oğludur. Bundan dolayı Şeyhî lakabı ile tanınmıştır. İlk tahsilinden sonra Ebüssu-ûd Efendi'ye intisap etti ve ondan ders alarak mülâzım oldu. Öğretim hayatına Gelibolu'daki Sanca Paşa ve Bursa'daki Yıldırım medreselerinde başladı. Daha sonra 1551-1562 yılları arasında sırasıyla Çorlu'da Ahmed Paşa. İstanbul'da
Haseki, Sahn-ı Seman, Ayasoîya ve Sü-leymaniye medreselerinde müderrislik, ardından Şam, Mısır, Bursa ve İstanbul'da kadılık yaptı. 157O'te Anadolu, 1571 "de de Rumeli kazaskerliğine getirildi. 1573'te bu görevinden ayrıldı. 1583'te kendisine Süleymaniye Dâ-rülhadisi müderrisliği verildi. 8 Mayıs 1587'de Çivizâde Mehmed Efendi'nin ölümü ile boşalan şeyhülislâmlığa getirildi. Şeyhülislâmlığı döneminde, çekilen malî sıkıntı yüzünden akçenin değerinin düşürülmesi ve bu değeri düşük akçenin askere ulufe olarak verilmek istenmesi üzerine çıkan olaylar sırasında, bir grup sipahi Abdülkadir Efendi'ye, verilen bu "mağşuş akçe" ile esnaftan zorla alınan eşya ve yiyeceğin helâl olup olmadığını sormuştu. Abdülkadir Efendi'nin "haramdır" şeklindeki fetvası üzerine gelişen ve tarihe Beylerbeyi Vak'ası adıyla geçen kanlı olaylar sonunda Rumeli Beylerbeyi Mehmed Paşa ve Baş-defterdar Mahmud Efendi idam edilirken, Vezîriâzam Sİyavuş Paşa, bazı vezirler ve devlet erkânı ile birlikte 2 Haziran 1589'da 250 akçe maaş ile o da azledildi. 27 Receb 1002'de (18 Nisan 1594) vefat etti; cenazesi Eyüp'te kendi yaptırdığı mescidin hazîresine defnedildi.
Abdülkadir Şeyhî Efendi'nin bir fetvası
[limiyye Salnamesi, s. 409)
Se^^^^^r-
BİBLİYOGRAFYA:
Selânikî. Târih, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2259, vr. 104&, 119M20", 202a-203a; Atâl, Zeyi-i Şakaik, İstanbul 1268, s. 327; Ay-vansarâyî. HadTkatü't-ceuâmi', I, 269; Deu-hatü't-meşâyih maa zeyl, s. 32-33; Sicilli Os-mânî, 111, 345; itmiyye Salnamesi, s. 404-409 (6 fetva örneği); Tahsin Öz. İstanbul Camileri, Ankara 1962, 1, 17; Ne2ihi Aykut, Hasan Beyzade Tarihi (doktora tezi, 1980), İÜ Ed. Fak., Tarih Seminer Kitaplığı, nr. 3277, II, 128-135, 155. m
İmi Mehmet İpşirli
F ABDÜLKÂDİR ÛDEH ^
(1907-1954)
Mısırlı hukukçu,
Müslüman Kardeşler teşkilâtının
önde gelen liderlerinden.
1930'da Kahire Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra savcılık ve hâkimlik yaptı. Daha kuruluş yıllarından itibaren Müslüman Kardeşler (el-İhvâ-nü'l-müslimîn) teşkilâtında yer aldı. Kral Faruk tahttan indirildikten sonra yeni Mısır anayasasını hazırlamak üzere kurulan komisyonda üyelik yaptı. Komisyon çalışmaları sırasında hürriyetleri savunan ve anayasanın İslâmî esaslara dayandırılmasını isteyen tavırlarıyla dikkati çekti.
General Necib'in hürriyetçi subaylar (ed-dubbâtü'l-ahrâr) tarafından iş başından uzaklaştırılmasına tepki olarak başlayan halk gösterilerinde faal rol oynadı. Müslüman Kardeşler teşkilâtı ile Cemal Abdünnâsır ve taraftarları arasında bir yakınlaşma sağlamaya çalışan Odeh bu gayesini gerçekleştiremedi ve hükümet teşkilâtı kapatma kararı aldı. Abdünnâsır'ı kararından döndürmek için yaptığı bir görüşmede kullandığı sert üslûp ve General Necib'in göreve iadesi için yapılan gösterilerdeki rolü sebebiyle Abdünnâsır'la arası açıldı. Ab-dünnâsır'ın İngiltere ile imzaladığı antlaşmayı Müslüman Kardeşler adına inceleme görevinin Abdülkâdir Ûdeh'e verilmesi üzerine hazırladığı raporda, İngiliz menfaatlerini koruduğu ve İngiliz işgaline zemin hazırladığı gerekçesiyle antlaşmaya karşı çıktı; antlaşmanın Amerikan ve İngiliz menfaatlerini koruma uğruna bölgeyi harp ve sıkıntıların içine çekeceğini söyledi. Bu rapor da Abdünnâsır ile Müslüman Kardeşler ve Abdülkâdir Ûdeh arasındaki uçurumun büyümesinde etkili olmuştur.
Dostları ilə paylaş: |