Değerli Etem Aydın ve ben


GENÇLİĞİN BİR BAŞKA TARİFİ: ETHEM AYDIN ÖĞRETMEN



Yüklə 493,01 Kb.
səhifə4/7
tarix21.11.2017
ölçüsü493,01 Kb.
#32438
1   2   3   4   5   6   7

GENÇLİĞİN BİR BAŞKA TARİFİ:

ETHEM AYDIN ÖĞRETMEN


Onuncu Yıl Marşı’nı her dinlediğimde ağlarım.”

Mektuplarından birinde böyle yazıyordu Ethem Aydın Hocamız. Çok derin bir anlam gizliydi bu cümlede; bizim kuşağın bile belki tam olarak duyumsayamayacağı bir anlam. Gazi Eğitim Enstitüsü’nden sınıf arkadaşı ve Mersin Lisesi’ndeki öğretmenlik yıllarından meslekdaşı Hüseyin Sevim Hocamızın anısına çıkarttığımız kitaptaki yazısı ki aynı yazı onun için çıkartılan kitapta da yer aldı bu cümlenin dayandığı gerçeğin bir örnek ile anlatımıydı sanki. Ne yazık ki, bizim yakından ya da eserlerinden tanıdığımız, özel bir dönemin bu değerli insanları yavaş yavaş terk ediyorlar dünyamızı.

Ethem Aydın Hocamızı kendi çağdaşlarının birçoğundan ayıran bir özelliği vardı; genç kalışı. Yaşamının her evresinde bu özelliğini gözlemek mümkün. Öylesine gençti ki, ölümüne bile bir anlamda bu özelliği neden oldu, diyebiliriz.

Günümüzde, daha orta yaşlarda olan birçok kişinin uzak durduğu bilgisayarı yetmişli yaşlarında kullanmaya başlayan, sürekli okuyan, sürekli düşünen ve düşündüklerini de Türkçe’nin en yeni biçimiyle yazıya döken, genç kalmış bir beyindi Ethem Aydın Hoca.

Her Mersine gidişimizde birkaç kez karşılaşırdık. Ta Adana’dan kalkıp gelirdi; bir de bakardık ki, sessiz sedasız gidivermiş. Sevmezdi konuşmayı. Yazdıklarında da dile getirirdi bunu. Çok iyi anlardım, Hocanın yazmayı konuşmaya yeğleyen bu özelliğini. “Verba volent, scripta manent (Sözler uçar, yazılar kalır)”!

Çok yazardı. Hem de öyle güzel yazardı ki... Mektubun tadını unutmamış az sayıdaki kişilerden biriydi.

Ethem Aydın Hocayı tanımayan bir kişi, buraya kadar okuduklarından onun bir felsefe ya da edebiyat öğretmeni olduğu çıkarımını yapabilir. Ethem Aydın Hoca, kendi deyimiyle iş bilgisi yazıresim öğretmeniydi ve bu tanımın ressamlık tanımının önünde yer almasını yeğlerdi.

Ortaokul yıllarımda ben de öğrencisi olmuştum. Ölümünden hemen önce eline geçen mektup Derneğimizin, Öğretmenler Günü nedeniyle gönderdiği ileti olsa gerek. Yani, bir öğretmene yazılan ve öğrencilerinin şükranlarını dile getiren satırlar.

Oysa, bir ressamdı da. Gittiği her yerde elindeki bloknota eskizler yapan ve sonra onları özgün biçemiyle tuvale yansıtan, son güne kadar da üreten bir ressam...

Ekim 2000 de Derneğimizin Mersin’de düzenlediği Ethem Aydın Sergisi kapsamında Doğan Akça dostun büyük emeğiyle hazırlanan kitapta, onu en iyi biçimde kendi dilinden anlatmanın mümkün olacağını düşünmüş ve mektuplarından alıntılarla bezemiştim yazımı..

Hem eskizlerini hem de tuval üzerine yaptığı çalışmaları son olarak bu sergide zengin bir biçimde izleme fırsatı bulmuştuk. Serginin ardından İçel Sanat Kulübü Lokali’nde düzenlenen yemekli toplantıda ise yaşadığı günün heyecanı ile uzunca süre keyifle oturmuştu.

Gazanfer Uğural anısına hazırlamak istediğimiz kitap ile ilgili olarak yazdığım bir mektuba verdiği yanıtta “Bilgisayarım, Gazanfer’e yazdığım övgü mektuplarıyla doludur, sağlığında kendisine ulaşan. İnsanlar ölümlüdür. Siz de ben de bir gün öleceğiz. Bunu yas günlerine dönüştürmek yerine şenliklere dönüştürmeyi düşünmek, evrensele saygıdır.” diyor ve anmanın çeşitli biçimlerinden örnekler veriyordu.



Daha önceki bir mektubunda da şöyle yazmıştı: “Yine eğer, size yazdığım gibi, yaşanmışları anılara dönüştürmeye, bir de mektuplarımı yayımlamaya kalkarsam, sekreter şart olacak.”

Sanki, yazdıklarının yayımlanmasını ister gibi görünüyor bu cümlesinde. Mektup da olsa, muhakkak ki deneme tadında mektuplardır hepsi.

Yine yazdıklarından, bilgisayarında çok değerli bir mektup arşivi bulunduğu anlaşılıyor. Bu arşivin ve diğer eserlerinin değerlendirilmesinin onun istediği türde anma biçimlerinden biri, kendi sözcükleriyle ‘evrensele saygı’, olacağını göz önünde bulundurmak gerek. (Eserleri arasında bir de TEMA Vakfı aracılığı ile Mut’ta oluşturduğu bini aşkın ağaçtan oluşan orman var.)

“Hocam, son aylarda mektubunuz gelmez oldu” diye yazmaya niyetlenmişken, Ethem Aydın Hocanın okuyamıyacağı bir son mektup oldu bu.

Onun, “Sevgi, yağmurunuz olsun!” sözleri ile anısına saygılar.

Meriç Alkan



Meriç Alkan yazıyor:

ETHEM AYDIN ÖĞRETMENİN MEKTUPLARI

(Editörün Notu: İçel Sanat Klübü dergisinden kısaltılarak alınmıştır)

Mektup almak ne güzeldir, yazmak da. Günümüzün iletişim teknolojisi bu güzellikten uzaklaştırıyor insanları. Oysa mektup, emek isteyen bir eserdir, yalnızca bir iletişim aracı değil. Bunu duyumsamak gerek mektup yazmak için.

Ethem Aydın hocamız da zaman zaman, o gencecik Türkçe’si ile çalışmalarımız hakkında yüreklendirici satırlar içeren mektuplar yazar bize. O mektuplarda, yıllar öncesinden bugüne olgular, olaylar, duygular, olmayıp ta olması gerekenler, toplumsal eleştiriler vardır. Atatürk döneminde özenle yetiştirilen eğitimci kuşağın sorumluluk bilincini duyumsarsınız okuduğunuzda. 'Çevre' derken içiniz sızladığını duyumsuyorsunuz Hoca'nın:

“Dünyamız bir tane, şimdilik gidecek başka bir yerimiz yok. Çağlar boyu, yetişmiş insan onu kemirdi, kemiriyor. Kendi kendimi sorguluyorum: caba önce yedeği olmayan evimizi mi kurtaralım, yoksa çoğuldaki insanı mı???”

"..... Vitaminler, hormonlar benim naturama ters etki yapar. Bundan neden, övgülerle sövgüleri ince eler sık dokurum. Sövgüleri özümseyip, bünyeden dışarı atmak kolay oluyor. Ucuz mal olduğundan! Övgüler ise nitelikseldir, kristalizedir. Kimyasalpsikolojik imbiklerden geçebildikten sonra artık mücevher olmuştur. Koruması yüksek çaba ister. Pandorama güvenemiyorum."

Böylece insanın insanda büyüdüğünü edimlerinizden esinlenerek geç de olsa algıladım. “

"..... Sizlere övünüyorum. İnsana doğru yeke kırmış gidiyorsunuz, pupa yelkenbuğra sefer.!"

15 Ağustos 2000: "Öğretmenler mum alevi gibidirler. İçten yanarlar, mavi eflatun arası, lahuti bir ışık verirler. Isıtırlar. Dahası ısıtırlar ve sönerler.....”

“Öğretmen öğrencisiyle köprü yapar. Beraberce üzerinden geçtikten sonra yıkar. Öğrencisinin köprü yapımını bekler, yardım eder. Bizleri mutlu eden, sizlerin kendi köprülerini kurmuş olmalarıdır."

Öğretmenler isimsiz yaşarlar. Anonim olabilmek bir mertebedir. Sizlerin gönlünde yer etmekten büyük ne vardır.”

Bana gelince: Gücümü bileyerek, kendi gerçeğimi, özgürlüğümü tuvale aktarmaya çalışıyorum. Mesleğe atıldığımdan bu yana kağıt kalem hep elimdedir. Otobüste, trende, kahvede, lokantada, yurt gezilerinde, sabah yürüyüşlerinde taslaklar yaparım."

Hocanın dediğinin doğruluğunu duyumsuyor insan bu satırları okuduğunda. Övgüleri taşımak gerçekten zor. Ama öte yandan da övgüler bir sonrası için yüreklendiriyor insanı. Eskiler 'Marifet iltifata tabidir' sözleriyle bunu demek istemiş olmasınlar?...

Bu yılki Mersin haftamızı 'Öğretmene Sevgi Haftası' diye adlandırmak istedik.

"Ethem AydınÖncül, Güncel, Ardıl Resim Sergisi" de bu bağlamda algılanmalı. Çünkü, o önce ÖĞRETMEN.

Bu yazıyı hazırlamaya başladığım günlerde, bir tatil beldesinde dört genç öğretmenle tanıştım. Pırıl pırıl dört genç bayan öğretmen... Orta Anadolu'da bir küçük ilçede muhtelif derslerin öğretmenleri. İçlerinden biri de Resim – İş bilgisi öğretmeni imiş. Resim dersinin yanı sıra işbilgisine verdiği önemi anlattı heyecanla. Kızerkek ayırmadan veriyormuş dersi, benim ortaokuldayken düşlediğim gibi. Arkadaşları, açtığı öğrenci sergisinden söz ettiler övgüyle.

Bende bu genç öğretmenlere kendi genç öğretmenlerimi anlattım, yıllar sonra onları da şükranla anacak öğrenciler yetiştireceklerine olan inancımla. Onları tanımak beni umutlandırdı, kendi adıma ve elleri öpülesi öğretmenlerim adına. Ve geleceğimiz adına da umutlandırdı.

Kendi öğretmenlerimin gözlerindeki ışık vardı gözlerinde; okulları, öğrencileri vardı sözlerinde. Değerli İngilizce öğretmenim Ahmet Özen'in yıllar sonra yazdığı şu dizelerdeki gibi;

Bir öbek oluşturduk, hepimiz genç, hepimiz zinde....

Tasamız sevincimiz: Okulumuz, Öğrencilerimizdi hepimizin de.

Ethem Aydın öğretmene ve geçmişten geleceğe, böyle düşünen tüm öğretmenlere saygıyla...

Meriç Alkan

Leyla Balköse yazıyor:

ETHEM AYDIN’I ANLATMAK

Sevgili Ethem Aydın’ı trafik kazasında kaybettiğimden beri Adana’ya hiç gidemedim. Gidersem büyü bozulacak gibi geliyor, gitmezsem sanat evi aynı şekilde duruyor ve Ethem Aydın orada ya bir tablo üzerinde çalışıyor, ya arkadaşlarıyla tavla oynuyor, ya da şezlongda oturmuş çok sevdiği gazetesi Cumhuriyet’i okuyormuş gibi geliyor. Ethem öğretmenim, senin yaptığın kahveleri, çayları, sohbetlerimizi, bir dostunu bir arkadaşını bir saatcik görmek için kilometrelerce yol kateden özverili insanı çok özlüyorum.

Yazmam için beni sürekli yüreklendirirdin. “Mektup yaz, günce yaz” derdin. Bak işte sevgili oğlun Murat Aydın’ın hazırlayacağı kitap için yazıyorum. İki aydan beri yazıp yazmama konusunda karar veremedim. Hâlâ kendime güvenim yok. Böyle zamanlarda ben Adana’ya Ethem Aydın’ı ziyarete gider, kendine güvenen bir insan olarak sanat evinden ayrılırdım. Peki şimdi ben ne yapacağım, kimden o güzel sözleri duyup yoluma devam edeceğim? Onaltı yıl önce bana “Sen hem anne, hem baba olamazsın. Çünkü sen sadece annesin, baba olmak için çabalama” demiştin. Bu sözünü hiç unutmadım ve yaşadığım sürece de unutmayacağım. Hastayı, hastalığı hiç sevmezdin. Yalnızca bu yönden teselli buluyorum ama ne acelen vardı uçar gibi gittin? Dostların sensiz ne yapacaklar, hiç düşündün mü?

Ethem Aydın’ı yanılmıyorsam 1985 yılında tanımıştım. O yıl Adana’da Kurtuluş Mahallesinde İş Bankası Lojmanında oturuyordum. Oğlum her çocuk gibi, evdeki bazı kağıtlara bir şeyler çiziyor, daha doğrusu karalıyordu. Ben de her anne gibi çocuğumun yetenekli olabileceğini düşünüp, aynı sokakta bulunan Aydın Sanat Evi’ne gitmeye karar verdim. Aslında sanat evini daha önceden görmüş, hafta sonları önünden geçerken içeride resim yapan gençleri ve ak saçlı, gözlüklü, ciddi ama aynı zamanda insana sempatik gelen öğretmenlerini uzaktan tanımıştım. Belki de yakından tanımak istiyordum. Çocuğumun yaptığı resimleri alarak (bahane ederek de olabilir) ve de cesaretimi toplayarak bir hafta sonu kapıdan içeriye girdim. Sanat evi boştu, Ethem Aydın kitap okuyordu. Beni görünce hafifce gülümsedi, cesaretim kırılmak üzereydi. Niçin geldiğimi aceleyle anlattım, resimleri gösterdim. Onun ne dediğini tam olarak hatırlamıyorum ama ders aldırmak istediğimi ve aylık ders ücretinin ne kadar olduğunu sordum. Yirmibeş bin lira deyince bu beni aşar düşüncesiyle oradan ayrıldım. Birkaç gün sonra işyerimden beni arayarak ders konusunu tekrar görüşebileceğini söyledi. Ama ben bu şartlarda ders aldırmamın mümkün olamayacağını söyleyerek, görüşmeye gitmedim. Yaklaşık bir buçuk yıl sonra (toplu sözleşme yapılmış, maaşım biraz yükselmiş) Aydın Sanat Evine yeniden gittim. Kapıdan aylık ders ücretinin ne kadar olduğunu sordum. O, çocuk gibi bir gülümseyişle beni içeri davet etti, kahve pişirdi ve yirmi beş bin lira dedi. Ücretin artmadığına çok sevinmiştim, hem kızıma, hem oğluma ders aldırabilirdim artık. Sanırım O bilge insan, beni anımsamıştı ve dostluğumuzun temellerini o gün atmıştı. Ethem Aydın’ı tanıyanlar, ders ücretinin bir buçuk yıl sonra bile neden aynı olduğunu gayet iyi bilirler sanırım.

1989 yılında, servis şefi olduğum İş Bankasında yükselmek için ikinci müdürlük sınavına girmem gerekiyordu. Ama ben sınava girmeye, daha doğrusu kolay yol olan yerleşik düzenimi bozmaya cesaret edemiyordum. Sınav tarihi yaklaştığı günlerde yine Aydın Sanat Evinde bunları konuşuyorduk. Çocuklarımı, evimi bırakıp gitmek istemiyordum, kararlıydım (gitmek zorunluydu, çünkü Adana’da kadro yoktu). Sevgili Ethem öğretmen kahvemizi pişirdi, her zaman olduğu gibi masanın üzerindeki boş bardaklara cezveden ahenkli bir şekilde doldurdu, kendisi vazgeçemediği Samsun sigarasını yakmadan önce, hanım arkadaşlarına ikram edilmek üzere masanın çekmecesinde duran özel sigaradan ikram etti. Sınava girmem gerektiğini ama bunun nedenini kendisinin söylemeyeceğine, buna benim karar vermemim doğru olacağını söyledi. Sanat evinden ayrılırken de okumam için bir kitap verdi. Kitabın adı “MARTI” idi. O kıvrak zekasıyla olayı çözmüştü. Martı’dan çok etkilenmiştim, sınava girdim, iyi bir derece ile kazanıp Ekim ayında kendimi İstanbul’da seminerde, Kasımda da Bandırma’da görevimin başında buldum (o zamandan beri beni birileri ile tanıştırırken, İş Bankası Müdürü diye tanıştırırdı ve çok gurur duyardı, bunu hissederdim). Ben de Martı Jonathan gibi kanatlanmış, çocuklarımı, evimi, çok önem verdiğim düzenimi bozarak yaklaşık onbir ay sürecek bir serüvene atılmıştım. Yaşamımın hemen hemen en güzel onbir ayını geçirdim Bandırma’da, Ethem Aydın’ın olaya bilgece yaklaşımı sayesinde. Bu kesinlikle benim başarım değildi, sıska, korkak bir kadını düştüğü çıkmazdan kurtarmayı bilen Ethem Aydın’ın başarısıydı.

Sanırım 1990 yılının Temmuzuydu. Bandırma ’da bankada yoğun bir iş gününde, başımı kaldırınca Ethem Aydın’la gözgöze geldik. Çok şaşırmış, heyecanlanmıştım, Ethem Aydın Bandırma ’daydı. Sessizce gelmişti, “Mesai saati ben seni oyalamayayım, çıkışta falanca yerde buluşalım” deyip geldiği gibi sessizce aniden geldiği gibi gitti. Hiç unutmuyorum, akşam yemeğinde İnegöl köfte yedik, sohbet ettik. Yolculuğunun nedeni, eline hiç beklemediği bir paranın geçmesiymiş. O da bunu değerlendirip gemiyle Karadeniz seyahatine çıkmış ve dönüşte Bandırma’ya Balköse’yi görmeye gelmiş. Yemek sonrası daha ben “nerede kalıyorsunuz, yarın görüşür müyüz” diyemeden, o yola koyulmuştu bile.

1990 yılında Eylül ayında Mersin şubesine atanmış, Adana’dan Mersin’e taşınmıştım. Ethem Aydın, Mersin’e beni ziyarete geldiğinde elinde küçük bir armağan vardı. Bana Bandırma’yı getirmişti bir suluboya tablosunda... Kısa süre yaşamış da olsam, çok sevdiğim bir yeri ölümsüzleştirmişti.

Ethem Aydın’a...: Emekli olduktan sonra bana aldığın mavi, şirin daktilo ile yazıyorum bunları. Seni kaybetmeden önce mektup yazsaydım, belki şimdi suçluluk duymuyor olacaktım. Suçluluk duyuyorum, çünkü senin bana gösterdiğin ilginin, sevginin yüzde birini bile ben sana gösteremedim. Bu kadar zor muydu senin deyişinle “BİR ALO” demek? Hep ben bir dosta ihtiyaç duyduğumda sana geldim, bir gün bile bir dosta ihtiyacın var mı diye sormadım. Bencil olduğumu anlamam için illa ki seni kaybetmem mi gerekiyordu? Yine da bana hoşgörülü yaklaşacağını biliyorum. Seni çok seviyorum.

Belki bir gün, bir yerde...

Leyla Balköse

Aslı Bahçecioğlu yazıyor:

Böylesine bir metin o kadar zorki.....

Adım Aslı Bahçecioğlu. 199596 senesinde Adana ’ya Çukurova Üniversitesi Resim bölümünü kazanmamla gelmiş oldum. Bir dostu anlatmak, her şeyi anlatmak, ama anlatamamak gibi. Ethem Aydın’la Burhan Kılıç sayesinde tanıştım. Ev arkadaşım Hatice’yle bir akşam sürpriz yapan Burhan, bu dostluğun kurucusu olmuştu. Gerçektende sürprizdi. Karşılıklı iletişimin, sevginin, saygının, en güzel örneğiydi Ethem Aydın...

Tanıma evresi çekingen ama sıcaktı. Duvarda resimler, kitaplık, boyaları, masasının üzerinde üst üste duran kitaplar. Bir dünyaydı burası Adana’dan ayrı.

Dudağından düşmeyen Samsun sigarası, yılların birikimi kolleksiyonu.. Ethem Aydın....

Bu tanışmadan sonrası, Burhan olmadan büyük bir heyecanla devam etti. Her zaman farklı konular bulunurdu soframızda. Bilgece esprileri renk katardı. Masasında yemek, kahve sohbetleri eşsizdi. adı damağımda hala... Meyvanın, yemişlerin en lezzetlisi o atölyede, o dünyada bulunurdu.

Öğretmen olduğu ilk yılları, öğrencileri çok şey sığdırmış bir çınardı. Meraklı gözler kulaklar Ethem Aydın’ı dinlerdi. Müdürü olduğu sorunlu bir okul olduğunu anlatmıştı Ethem Hoca, beni etkileyen bir yaşamdan kesitti. Öğrenciler okula sürekli zarar verip duruyordu dedi Ethem hoca. Her yer çöp içinde, tuvaletler kirli. Zorla güzellik olmaz ya, kaba kuvvetle bu halledilmeyecek demiş Ethem hoca. Bu öğrencilere görev vermenin iyi olacağını, çözüm olacağı fikrini eyleme geçirmiş. Gerçekten de bu sorunlu öğrenciler birer, müdür, hizmetli olarak okulun her türlü problemiyle bizzat ilgilenmişler. Okul temizlenmiş. Düşünce yerinde hedeflere varmış.

Fikirleri gerçekten açık ve akılcı, bir öğretmen, her şeyden önce çevresine ışık tutan bir insan Ethem Aydın.

Hakkını asla ödeyemem.

Hep benimle olacak Ethem Aydın. İnançları... düşünceleri..

Büyük kaybımızı paylaşıyorum.

Aslı Bahçecioğlu



Dr. Yusuf Erkişi yazıyor:

BİR İNSAN BİR DÜNYA (Ethem Aydın için)

Galerisinde

Dünya yeniden kurulur

Işıklardan ve renklerden

Ruhlar yol bulur

Sonsuzluğu arayan aydınlık yaşamı

Değildir orada evren bir anlık

Yaşam bir gizem

Zaman billurlaşır, durulur

Dr. Yusuf Erkişi

Dr. Yusuf Erkişi yazıyor:

ÖĞRETMENİM ETHEM AYDIN


Osmaniye ortaokulunda

1960'lı yılların tatlı sesi

Sıcak gülümsemesi

Sevgili öğretmenim

Ethem Aydın

Çiçeklenirdi yüreğinde

İnsan sevgisi doğa ezgisi

O zaman ağaçlar büyürdü.

Yürürdü dallara sular

Yapraklar yeşerirdi

Güverirdi Osmaniye

Taş olmaktan çıkardı okul

Sınıflar renkli dünya

Ufuklar alabildiğine geniş


Karaçay ile Çona deresi coşardı

Dile gelirdi çınarlar

Titrerdi uzun kavaklar

Topraklar rengini alır

Yeşiller bin bir tona döner

Ağarırdı yaşam

Her şeyin bir rengi vardı

Herkesin bir anlamı

Gönül gözüyle bakardı

Renkler artar kokardı

Gül ile nergis ile

Gönülden gönüle duygular

Su olur akardı
Kırlara çıkardık

Umutlara koşardık

O'nun gözü ile çoğalır

O'nun eli ile artardık

Şimdi gönlümde renkleri

İnce ince sevgi çiçekleri

Yıllar sonra Adana'da

Aydın Sanatevinde buldum onu

Bu kez Toros’lardı konu

Yaylalardı

Göçerlerdi

Görkemli Adana'yı

Gizemli Seyhan'ı

Onun gözüyle bir başka gördüm

Renklerin büyüsünden

Demetler ördüm

Döktüm resim kağıtlarına

Duygularımı renklerle


Bir kere duyumsadım

Dönüşü yoktu o yolculuğun

İnatla ve sabırla

Ulaştım güzelliklere


Öper gibi saygı ile elini

Şimdi bende kalan

Resimlerini öpüyorum

Dr.Yusuf Erkişi



Dr. Yusuf Erkişi yazıyor:

ETHEM AYDIN HOCAM'IN ANISINA...

Gün olur cihanı zaman değer

Sen zamanı resimledin

Bizler de seni gönlümüze

Ethem Aydın Hocam..

Unutulmaz rengisin yaşamın

Kolay değil anlatmak seni

Dağ çiçeği duruşunla

Bir turna kanadında çoğalttın özlemini


Yıllar önceydi çocuktum

Küçük şirin Osamaniye'mizde

Sınıfta ilkin sıcak bir ses duydum

Sendin gelen


Tualinde renklerin bin çeşit tonu

Torosları betimleyen ressam

Yakanda çiçek

Üstünde yayla yeşili gömlek


Kalem derdin kale

Sözcüklerse emin

Bizleri yanında görünce

Yoktu senin gibisi sevinci gözlerinin


Yüzünün bir yeri yağmur

Bir yeri güneş

Etrafında öğrencilerin

Ve birden kamaşan sevinci gözlerinin


Bilmiyor durdurak

Yüreğimin trenleri

Bırakıp gidenleri

Ölüm yakın ölüm uzak


Dr.Yusuf Erkişi

Murat Aydın yazıyor:

Ethem Aydın’ın vefatının arkasından:

Ben ve dostları Ethem Aydın’ın öldüğüne inanmıyor, sindiremiyoruz. Ölümü O’na yakıştıramıyoruz. Yokluğuna alışamadık.

O, çoğumuzdan gençti ve birçoğumuzdan daha fazla yaşam doluydu. Bakın vefatından bir günce günlüğüne ne yazmış:



Tırrrr,tır,ça,ça çaa.

Saat beş.

Sağlık yürüyüşü zamanıdır.

Al horozumun anılarda kalmış; (üürüüüüüüiiig), eşek anırmaları inek öküz böğürmeleri, koyun kuzu melemeleri, minareden (namaz uykudan hayırlıdır duyurusu), yerini,sinir bozucu olsa bile; metalik araçlara bıraktı. Çalar saatlara (günaydın). Aslında,sabahın doğal ve kademeli, tüm canlılarla paylaşılan sesler, buyurgan olmayan hayvan sesleri, iyi bir ana gibi, bizleri, okşaya okşaya uyandırır. Güne daha bir güçle kavuşmamızı sağlardı. Ziller hep zaten buyurgandır. İnsan buyrulmağı pek sevmiyor.Minarelerde türkçe ezan yaşama ruhsal bir güç katıyor.

Yolcu yolunda, emekçi işinde gerek!...

Sağlıklı yaşam koşusu veya yürüyüşü başlıyor.

Hava serince, sıkı giyinmek gerek. Bisiklet benim bastonum, iyi anlaşıyoruz. Yollar bana uzun, ona kısa geliyor. Zaman zaman kol kola, çamlar altında yürür temiz sabah havasını duyumsarız.

Trafik yok denecek kadar az, başlangıçta yadırganan loşluk, değinlik yavaş yavaş, ara sokaklardan çıkan guruplarla görsel bir cıvıltıya dönüşüyor. Rengarenk, çöpçüler, çöp toplayanlar, ev köpekleri, sokak köpekleri.

Yollar, ağaçlar, gölgeler, gölgelerin belleklerde oluşturduğu, imgeler simgeler gizemine günaydın...

Uzaklardan, geceler günler boyu hoplaya zıplaya gelen Seyhan nehri homurtulu akıyor. Yosun kokusuna, balıklara günaydın.

Sularda yıkanan, kavaklara, yeni güne günaydın.

Eski baraj yolunda; Adanalım gibi oylumlu, ağır başlı süzgün bakışlı, gövdesi ebru nakışlı, elleri kınalı, gölgesi büyük okalüptüs ağaçlarına (günaydın).

Umara, geceden olta atmış, balıkçıya (rasgele) günaydın

Yeni baraj çavlağına, sisler içinde henüz uyuyan Adana 'ya bulutlara günaydın, eski baraj, yeni baraj, ormanlığa günaydın.

Gidilen yollardan geri dönülür. Aydın sanat evine, günaydın .

Kitaplıkta yer bulamamış sözlükler, tekrar yazılması gerekli mektuplar. Son gittikleri yerlerde yeni iticileri bekleyenlere günaydın.

Şövalyeler, dik çalımlı, binicisini bekleyen hırçın atlar gibi aleste, duvarlara dayalı poşetler üzerinde bilmem hangi şahaserin (Ethem aydın 26Kasım2002)

Murat Aydın (oğlu)

Yeni Adana Gazetesi, 17.Aralık.2002, Sa:6

Murat Aydın yazıyor:

SİVRİSİNEKLER’e açık mektup:

Bir düşünce ve sanat ustası ola Ethem Aydın’ı Adana belediyesinin ölüm tuzaklarından birisinde kaybetmemizin 3.üncü ayı doldu.

Yaşam sevinci ile doluydu.. dopdoluydu... başkalarına da aşılardı. Sabah sporundan dönerken yanlış dizayn edilmiş bir tretuvar geçidinde elim bir trafik kazası sonucu vefat etti.

Kazayı yapan sürücüyü, olay yerine belki daha erken gelebilecek ambülansı, belki daha erken müdahale edebilecek doktoru affedebiliyorum.

Ama ölüm tuzağı halinde dizayn edilmiş tretuvar geçidinin mimarı olan Adana Belediyesini affetmiyorum.

Bütün çığlıklara kulağını inat ve ısrarla tıkayan yetkilileri Ethem Aydın’ın vefatından sorumlu tutuyorum.

Sanki her şeyi önceden biliyormuşcasına Ethem Aydın’ın Hayattayken yazdığı bir tespiti okusun yetkililer:



SİVRİSİNEK VE YAZARLAR, ÇİZERLER.

Akşamdan sabaha, gazeteler ülke çaplı ve dünya genelinde haberlerle dolar taşar. Eğrisi, doğrusu, taraflısı, tarafsızı. Göz nuru alın teri. Görünüşte kurulu düzen, hep duyarsız, bildiğini okumaya devam eder. Acaba bu kadar emekle, incelemelerle, yazmanın anlamı ne ola.!

Yetke sahipleri acaba uyanırlar, yanlıştan dönerler mi?

Sivri sinek kan emer, bazı kalın, bazı ince kemanıyla, bütün gece kulağımda öter durur.

Kan emecekse, uyuyanın kulağında bütün gece ötmesi neye?

Sivri sinek, kandaki besine ancak uyanıkken ulaşabilir. (Ethem Aydın)

Kendisini rahmetle anıyorum.

Murat Aydın

Yeni Adana gazetesi, 27.03.2003



Murat Aydın yazıyor:

Ethem Aydın’ın vefatının düşündürdükleri1:

Ethem Aydın ilerlemiş yaşı sebebiyle değil, düzensiz yapılaşan (daha doğrusu bir türlü yapılaşamayan) bozuk belediye hizmetleri sebebiyle vefat etti. Ben böyle inanıyorum. Adana’daki kötü tasarlanmış tretuvar geçitleri başka canlar almasın diye bu yazımı kamuoyuna sunuyorum.

Biliyorum.... bu yazdıklarımı hiç kimse değerlendirmeyecek... hiçbir yetkili makamındaki örümcek ağlarını bozmayacak, belki hiç kimse okumayacak bile... Olsun... ben yazacağım:

Köşe başları, kavşaklar trafiğin yoğunlaştığı kaza ihtimalinin arttığı noktalardır. Zaten bu sebeple trafik kanununun bilmem kaçıncı maddesi “kavşağa 10 metre kalageçe karşıdan karşıya geçilmez!” emreder. Yani yaya geçitleri kavşaklardan 10 metre önce ve sonra olmalıdır.

Adana'daki tretuvarların üzerinde yayaların karşıdan karşıya geçmeleri için Belediye tarafından hazırlanmış geçitler vardır. Bu geçitler yayaları tam o noktadan karşıdan karşıya geçmeye zorlar.

Hiç dikkat ettiniz mi bu geçitlerden geçerseniz doğrudan doğruya araç karmaşasının en yoğun olduğu cadde sokak başlarına kavşaklara varırsınız. Yani Belediye öyle bir tretuvar geçidi hazırlamışki yaya yürüyen insanı alıyor ve doğruca kavşaklardaki yoğun trafik karmaşasının ortasına bırakıyor.

Adana’nın büyük caddelerinde, tretuvar boydan boya demir parmaklıklar ile örülüdür. Karşıdan karşıya geçmek isteyen insanlar, tretuvar üzerinde belirli aralıklar ile bırakılmış boşluklardan istifade ederek karşıdan karşıya geçerler. Yolda yürürken karşıya geçmek isteyen yayalar caddenin ortasına vardıktan sonra bu noktanın aslında trafik açısından sakıncalı olduğunu fark ederler. Ama geriye dönmek bir başka risk olduğu için karşıdan karşıya geçmeye devam ederler. Caddenin ikinci yarısında, bu tretuvar geçitlerinin kendisini canlı bir trafik karmaşasının bulunduğu köşe başı veya kavşağa sürüklediğini fark eder ama iş işten geçmiştir. Yapabildiği kadar kıvrak hareketlerle veya şöforlerin toleransı ile sağsalim karşı kaldırıma varır. İşte bu andan sonra nasıl bir tehlike atlattığını unutur... gider...

Ethem Aydın böyle bir tretuvar geçidinde vefat etti. Belediyemizin yetkili organlarına sitem ile duyururum.

Murat Aydın (oğlu)

Yeni Adana Gazetesi, 18.Aralık.2002, Sa:2

Murat Aydın yazıyor:

Ethem Aydın’ın vefatının düşündürdükleri2:

Adana Belediyesi Azrailin sponsorluğunu yapıyor.!

Bir sanat ve düşünce ustasını, Adana’nın kusurlu tretuvar geçidine kaybettik. Çünkü Adana ’daki neredeyse bütün tretuvar geçitler Trafik kanunlarına – yasalarına aykırıdır. Kavşaklardaki ada ve tretuvardaki geçitlerini kullanabilmek için bir yıl hazırlık okumak gerekir. Kavşaklardaki ada’lar caddelerin eninden geniştir, araçlar birbirine sürtünmeden zorlukla geçerler. Tretuvar geçitleri karşıdan karşıya geçen yayayı trafik açısından çok tehlikeli bir noktaya geçirir.

İtiraf ediyorum: Tretuvar geçitlerinde babamı kaybetmeden önce bu yazımı okuyan sizler kadar konuya ilgisizdim. Banane diyordum. Birisinin talimat vermesini bekliyor bu kusurlu belediye hizmetine kayıtsız kalıyordum.

Belediye yetkilisine açık sorumdur: Şehirimizdeki tretuvar geçidi ve kavşak adalarının azrailin pusuya yattığı yerler olduğunu farketmeniz için bir baba mı kaybetmeniz gerekiyor?

Halbuki sayenizde kaybettiğimiz babam sizin için günlüğüne 8Aralık2001 tarihinde şunları yazmıştı:


Yüklə 493,01 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin