Değerli Etem Aydın ve ben


Süheyla Tümöz yazıyor: VUSLAT



Yüklə 493,01 Kb.
səhifə3/7
tarix21.11.2017
ölçüsü493,01 Kb.
#32438
1   2   3   4   5   6   7

Süheyla Tümöz yazıyor:

VUSLAT


Bir gün pembe çiçekler koymuştun önüme,

Çizeyim diye. Hayran kaldım güzelliklerine.

O güzelliği yansıtamam endişesine kapıldım bir an.

Sorgulayan gözlerle baktın yan yan.

Gülerek, sağ elini sol omuzuma koydun.

Sanki ruhumdan geçenleri biliyordun.

Dedin ki;

Bak evladım, bu dünya bir imtihan, her şey bir oyun, bir rüya, ve her şey yalan. Çocukken koşuşturdum bilmeden oraya buraya, gençken kendimi dünyayı fethedecek bir kral sandım. Bazan hüsrana uğradım, düştüm çamurlara, bazan derin dine imana sarıldım. Beyhude yerlere kürek çektim boşa oyalandım. Her iki yanımı sarmış gizli tehlikelerle dolu sarp yalçın dağlar. Ama ortalarında kimselerin bilmediği gizli bir geçit var. İşte ben o geçitteki sırra giden gizli yolu buldum

Elimdeki söz iksirini ışık yapıp ilerliyorum

Bu öyle bir sır ki, kimse bilemez

Layık olamayanlar ise bu sırra eremez

Her çiçek yaprak çizişimde yüce Allah'ın büyüklüğünü kavrıyorum

Allah'ın ilmi yanında acizliğimi anlıyorum

Bir gün sende çok güzel resimler çizeceksin

Geçitten geçipte çizdiklerini gördüğümü hissedeceksin

Çevreni bırak, nefsinle savaş!..

İstenirsen bu sırra sende ereceksin

Herşey beyhude, herşey boş

Gerçek özgürlüğe kavuşmak istiyorsan bu geçide koş

Aradan uzun sanılan, rüya gibi kısa yıllar geçti

Arıyorum o yolu Hocam

Kimbilir kader belki beni de seçti

Süheyla Tümöz, Adana, 09Mayıs2003

Editörün Notu: Süheyla hanımın anlattıkları fevkalade düşündürücüdür. Ethem Aydın’ın yukarda bahsedilen mistik hüviyeti hakkında herhangi başka bir yazılı belgeye rastlayamadım veya farkına varamadım)



Ülkü Tümöz yazıyor:

Merhum Ethem Hocamla tanışmam çok küçük yaşlarıma rastlar. O nedenle çok fazla şeyleri anımsamıyorum. Anımsadıklarım ise; sınavla beni kabul etmesi ve ilk dersinde, küçük renkli boyalarla, bir küçük resim defteri armağan etmesiydi. Ayrıca ben ona hep Ethem dede der, sonra utanır dilimi ısırırdım. Bu belki de lüle lüle, kar yağmış saçlarından ve de bir dede şevkati ile davranmış olmasından olabilir.

Merhum Ethem Hocamla, çeşitli konularda resim çalışmalarımız oldu. Ben hep bahar resmi yapmak isterdim. Çünkü baharı çok seviyordum. Bunda belki tek çocuk oluşum, baharda annemle parka daha çok gidişimin rol oynaması etkili olmuştur. Merhum Ethem Hocam ise, bana sonbahar ve kış resimleri yaptırmak isterdi. Sonbaharı biraz becerirdim de, kış yapamazdım. Çünkü ılıman iklimli bir bölgede yaşıyorduk, ve karın yağışını görmemiştim. Sonunda karı ve tipileri kendi tamamlamış ve bunları sergime koyacağım diye almıştı.

Merhum Ethem Hocamın öğrettiklerini resim olarak pek devam ettiremedim. Ortaokul ve lise yıllarımda faydasını çok gördüm bu bilgilerin. Zira yaptığım resimlerim, sergi sonu hocalarım tarafından evlerinde asmak nedeni ile hep alınırdı. Liseden sonra ithalatihracat okudum. Şimdi ise İktisat iki talebesiyim. Ayrıca, bu arada babamın işine yardıma gidiyorum. Resimle pek ilgim olmuyor. Ama yine de boyalarla iç içeyim. Hobi olarak, ahşap boyaması yapıyorum. İnşallah bir gün vakit yaratarak ve de cesaret bularak tablo yapımına yönelirim.

Annem insanlara, insanlığa, hatırlara çok değer verir. Bu nedenle ilk dişim, ilk saçım, ilk resmim gibi; ilk Ethem dedemle çalışmalarımı da saklamış. Onlardan birini size armağan etmek bana gurur verir. İyi ressamlar, nasılki yaptıkları resimleri en iyi nakşettiklerini düşünerek, iyi bir ressamdan nakşetme sanatını öğrenmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Mekanı nur olsun.

Ülkü Tümöz, Mayıs2003



Necmettin Onel yazıyor:

HOCA MI ARKADAŞ MI

O’nu ilk gördüğümde başka bir sınıfın öğretmeniydi. Öğrencileri, tenefüslerde yanından hiç ayrılmazlar, konuşurlar, kahkaha atarlardı. O gün, içimde bir gıpta uyanmıştı. Neden, adını sonradan öğrendiğim Ethem Aydın benim hocam değildi.?

Gel zaman git zaman Ethem hoca bizim sınıfa da gelmeye başlamıştı. Artık O’nun öğrencisi olmuştum. Hayat felsefesinin ve öğrenciye yaklaşımının diğer hocalardan farklı olduğunu ilk derste yaptığı konuşmadan anlamıştım.

Ethem hoca, resim yapılmaz duyulur; resim anlaşılmaz, hissedilir derdi. Karşınızdaki şekli, modeli gördüğünüz gibi değil, içinizde hissettiğiniz, düşüncenizde canlandırdığınız gibi resmedin derdi. O, resim ufkumuzla beraber her yönden bizi eğitmiş, geniş bir görüş sahibi olmamızı sağlamıştı. Hocamız, hem bir eğitimci hem de çok başarılı bir öğreticiydi. Eğitim ve öğretimden içinize sine sine, geniş bir perspektif içinde yararlanabilmek için Ethem hocanın öğrencisi olmak gerektiğini hala düşünüyorum.

Öğrencileri ile bir arkadaş gibi ilgilenir, onların dertlerini dinler, çözüm arar, yetişmeleri için elinden geleni yapardı rahmetli hocam. Lise öğrenimimin bir döneminde resim ve müzik dersleri seçimlik ders olarak okutulmaya başlanmış ve öğrencilerin , bu derslerden birini tercih etmeleri için dilekçe vermeleri gerekli görülmüştü. Ben kendimi pek resim yapacak yetenekte, resme yatkın bir kişi olarak görmediğim için, müzik dersini seçmeye karar vermiştim. Ancak tercih dilekçemi daha yazmadığım bir sırada, arkadaşlardan biri Ethem hocanın beni çağırdığını söyledi. Teneffüste yanına gittim.

Beni istemişsiniz hocam dedim.

Gel bakalım Necmettin dedi.

Buyur hocam dedim.

Sen müzik dersini seçecekmişsin? diye sordu.

Evet hocam diye cevap verdim.

Neden? dedi.

Ben iyi, güzel resim yapamıyorum diye cevap verince, “olur mu?” dedikten sonra elini kürsünün altına uzattı. Üç adet karakalem portre çıkarttı. Çok önceleri ödev olarak bir insanın üç duruşta portresini karakalem olarak yaptırmıştı. Çıkarttığı portreler benim yaptıklarımdı. Konuşmayı sürdürdü:

Arkadaş, bunları yapan, müziği seçemez. O resim dersini seçer, dedi. Ses tonu emreder gibi, biraz da kızgın çıkıyordu. Ben ancak, peki hocam diyebilmiştim. Yine elini kürsünün altına uzattı, bana düz bir beyaz kağıt çıkarttı. Önüme uzattı. Ben resim dersini tercih ettiğimi belirten dilekçemi yazdım. Ethem hoca, kendi elleriyle idareye teslim etti ve bütün lise öğrenim süremde benim resim hocam olmuştu.

Hocamla resim üzerine ara sıra konuşmalar yapıyor, O’nun tavsiye ettiği hala kütüphanemde sakladığım meşhur ressamların kitaplarını alıyordum. Günler geçtikçe Ethem hoca ile aramızdaki yakınlığın hocaöğrenci ilişkisinin ötesinde olduğunu farketmeye başlamıştım. Teneffüslerde bazen yanıma geliyor, koluma giriyor, okul bahçesinin ortasında tur atıyorduk. Çok mutlu oluyordum. Sonra zil çalar bu mutluluk sona ererdi. Bu turlamalarda, O’na sevgilimden bahseder, üvey anne elinde büyüdüğüm için, bazen meydana çıkan evdeki sorunlarımı anlatıp, bir hoca veya arkadaş olarak veyahut bir büyük olarak fikrini sorardım. Her zaman yol gösterir beni rahatlatırdı.

Ethem hocanın fizik yapısını anlatmak istemiyorum. Ancak benim için özellik taşıyan kır saçları ve güleç bir yüzü vardı. Hiçbir zaman sert olmamıştır. Öğrenciyi teşvik eder, sıfır rakamını sadece (10) numara verirken kullanırdı.

Hocamın Rafet Van’ın çok iyi bildiği ve benim de benimsediğim vasıflarından biri de zamanının başkaları tarafından ipotek altına alınmasından hoşlanmamasıydı.

Günlerden bir gün, O’nu düşünceli gördüm ve sordum. Hocam neyiniz var? Anlatmaya başladı: “Fransızca’mı ilerletmek için Fransa’da oturan biriyle mektuplaşıyorum. Gönderdiğim mektuba gelen cevapta ilk defa –şeri (okunduğu gibi) kelimesi kullanılmış. Eşim görünce biraz serzenişte bulundu. Ona canım sıkıldı dedi ve sustu. Ben dilimin döndüğü kadar O’nu teselliye çalışmıştım. Hocam eşiniz size değer verdiği belkide kıskandığı için böyle davrandığını düşünürseniz bu serzenişe sevinebilirsinzi de dedim ve ekledim diğer taraftan üzüntünüzde haklısınız. Ortada lisanınızı ilerletmekten başka bir gayesi olmayan ve samimi bir üslupla yazılmış bu cevabın yanlış anlaşılarak, sizin karekterinize uymayan bir yorum yapılmış şimdi, iki görüşü de terazinin birer kefesine koyunuz birinci görüşün daha ağır basacağını göreceksiniz. Bu cevabım üzerine bir kahkaha attı ve Önel sen yok musun sen dedi ve ekledi: “şimdi bir sigara ver bakalım”. Sigarayı etrafa çaktırmadan verdim. Ethem hoca, yoklamalarda cebimizde yakalanan sigara paketlerini alan ve sizi disipline veren hocalardan değildi. Öğrenciye arkadaşca yaklaşır ve onların dertlerini dinler, yol gösterirdi. Hocamın benden sigara istemesi bütün öğrenim süresi boyunca üçbeş adedi geçmemiştir.

Hocamın ikazına uyarak resim dersini seçtikten sonra kendime göre bir tarz tutturmuştum. Bu tarz resimlerim hocam tarafından da beğeniliyordu. Bu çalışmalarım nedeniyle bana çılgın derdi. Bir 10 Kasım günü Mersin’de Sanat sokağında dört arkadaş, hocamın onuruna karma resim sergisi açmıştık. Hocam bizden bahsederken “ bir çılgın, üç kabiliyet” diye söz etmişti.

Ethem hocayla arkadaşlığımız okul süresince ve okuldan sonraki yaşamımda da devam etti. Ben Ankara’da , O Adana’da yaşıyor olmasına rağmen, Ankara’ya geldikçe, ben Mersin’e gittikçe görüşüyorduk.

Mersin’de bulunduğum bir gün Rafet Van ile Adana’ya hocamı ziyarete gitmiştik. O’nu mütevazi galerisinde bulduk. Bir ara lavaboya gitmek ihtiyacı duydum. Hocam arka tarafta dedi ve ekledi, sürprize şaşma!. Lavaboya geçtim. Klozetin kapağını kaldırdığımda kapağın altında şişirilmiş kocaman bir mavi balon duruyordu. Önce gözlerime inanamadım, sonra manzaraya alıştım. Hatta hoşuma da gitti. Renk uyumu güzeldi, hiç de sakil durmuyordu. Balonu kaldırıp ihtiyacımı giderdim. Hocamın yanına döndüğümde hocam mavi balon neyin nesi?. Gülerek espri ile “fareler mavi renkten hoşlanmıyor” diye cevap verdi. Resimdeki renk ahengini ve espriyi burada da yakalamıştı hocam.

Hayatta yenilmez bir arma gibiydi. Hiçbir gün mücadele gücünü yitirmemişti. Ama son raunt.... Anlatılması güç.... Faullü bir yumruk O’nu nakavat etmişti. O an hakem ona kadar saymayı unutmuştu.

Allah rahmet eylesin

Necmettin Onel

Ankara, Aralık,2002

Ahmet Küstü yazıyor:

Kadim dostum Ethem Aydın,

Sevgili kardeşim, öğretmen okulu sınıflarında sana dans ve figürlerini öğreteceğim diye ne zahmetler çektiğimi hatırlar mısın? Meğer ben o zaman boşuna meşkler çekmişim. Çünkü sen hayatın bütün dans ve figürlerini en ince noktalarına kadar hatmedip karşıma çok usta bir sanatkar, bir bilgin, bir feylesof ve candan bir dost olarak çıktın. Hele çok başarılı bir resim öğretmeni olduğun zamanlarda okul bahçesinde gece aydınlatılan öğrencilerde yaşattığın tabloların güzellikleri hala unutulmamıştır. O zamanlardan kalan minnet duygularım halen canlıdır.

Aziz dostum çok şükür ahirette artı hanemize yazılacak bıraktığımız eserlere, yaptığımız hizmetlere şükürler olsun.

Sevgili Ethem Aydın, sakın ahiretteki eksi hanemizi hiç düşünme ve karıştırma. Nasıl olsa tanıdık bir af furyası ile o da silinecektir.

Ahmet Küstü

Adana Koleji Kurucusu

Ahmet Duman yazıyor:

Sn Duman Ethem Aydın’ın ardından yazdığı yazıyı yayından geri çekmiştir.


M.Demirel Babacanoğlu yazıyor:

RESSAM ETHEM AYDIN'I ANARKEN

Ankara'dayım; bir dost telefon etti. Ethem Aydın göçmüş bu dünyadan, şaştım, düşündüm, bir şerit gibi aktı onunla olan günlerim. Görür gibi oldum atelyesinde onu, çalışıyordu. Nazikçe karşıladı beni... Uyandım, O yoktu. 27Kasım2002 günü Fuzuli Caddesi'nden bisikleti elinde geçerken Reşat Bey tarafına Skoda marka bir otomobil gelip çarpmış ona. Elin kırılsın Skoda, bir ressamı çok gördün bize! Rahat uyu ressamım. Seninle Ocak 1985'te ilk söyleşimi gerçekleştirmiştim; 7Ocak1985 tarihli

Yeni Adana sayısında yayınlanmıştı. Senin güzel anına bu söyleşiyi yeniden yayınlıyorum. Aydınlığın yansıyacak buraya.

RESSAM ETHEM AYDIN'LA KONUŞMA

"Ethem Aydın, 1920 yılında Mut'ta doğdu. A.G.E.E. Yüksek okulunu bitirdi. Öğretmen okulları ve liselerde Resim Öğretmenliği yaptı. 1977'de emekli oldu. Çeşitli dış ülkeler ve yurtiçi özel kolleksiyonlarda yapıtları bulunmaktadır. Rengin güçlü bir verim kaynağı olduğuna inanır. Resimlerinde bunu kanıtlamaya çalışır. Onbeşinci kişisel sergisini Aydın Sanatevinde açmıştır."

Ressam Ethem Aydın'ın resim sergisindeyiz. Kalabalık bir topluluk var içerde. Sergiyi geziyorlar, ellerinde kokteyl (cintonik) içiyorlar. Sergilenmiş resimleri inceliyorlar. Aklaşmış saçlarıyla dinç görünüşlü, bir delikanlı gibi giyinmiş; konuklara "hoş geldin" diyen biri hemen göze çarpıyordu. Ressam Ethem Aydın bu olmalıydı. Sevecen, tatlı bir gülümsemeyle kendini tanıttı. Resimlere bakıyoruz, Ressamın yirmiyedi tablosu asılı duvarda. Sıcak renklerin egemen olduğu görüntü (manzara) resimleri empresyonizmin birer simgesiydiler. O nedenle, Sanatçıyla konuşmak istedim. İstediğimi kendisine söylediğimde, mutlu olacağını belirterek, kabul etti.

Belirlediğimiz bir günde gittim. Konuşmaya başladık.

Resim çizmek, yapmak yüce bir olaydır. Bu olayın içinde ve ayrımında olduğunuz zamanı anlatır mısınız?

Çocukluk yaşamım MutErmenek arasında geçti. O yıllarda gidiş gelişlerim geceye düştüğü için, geceyi daha iyi tanıma olanağı buldum. Gecenin doğurganlığı, hayal kurma, gerçekler kafamda yuğruldu. Şekilleri ışığın yardımı olmadan görmeyi öğrendim. Işık, şekillerin görünüş biçimini değiştirir. Şekilleri karanlıkta görmek ve yorumlamak benim için daha kolay oldu. Bu olay, resmi meslek olarak seçmemde etken olmuştur.

Resmi çizmenizi hızlandıran etkenler neler olmuştur?

1938'de Ortaokulu bitirdim, öğretmen okuluna yazıldım. Bir resim öğretmenimiz vardı. Tahtaya çizdiği resimlerin aynısını çizmemizi isterdi. Bu durum bana ters gelirdi, derslerden kaçardım. Kaçma davranışlarımla ilgili soruşturma açıldı. Durumu Okul Müdür'üne anlattım. Öğretmenimiz yöntemini değiştirdi. Artık doğaya çıkarak resimler çizmeye başladık. Doğada, doğa görüntülerini çalışmak, resim yapma isteklerimi hızlandırdı.

Ya resim öğretmeni olmak isteyişiniz?

Resim çalışmalarında epey bir başarı sağlamış olacağım ki, iş dersleri öğretmenimiz, Gazi Eğitim Enstitüsüne baş vurmamı önerdi. O'nun önerisiyle, Gazi Eğitim'in resim bölümüne başvurdum. Başvurum kabul edildi. Buradan, resim öğretmeni olarak mezun oldum.

İzlediğiniz sanat akımı...

Empresyonizm (izlenimcilik) akımını izliyorum. Kurallarına saygılıyım. Doğanın içerisinde yapılan resim çalışmaları bu akımın öz kurallarıdır. Manet, Monet, Cenaze (...) bu akımın öncüleridir.

Mona Lisa üstüne söyleyecekleriniz?

Leonardo da Vinci'ye resmi yapılmak üzere bir kadın getirilir. Bu kadın zengin bir tüccarın karısıdır. Üzerinde bir dizi takılar ve süsler vardır. Bunlar görüntüyü engelliyordu. da Vinci, görüntüye engel olan şeyleri çıkarttırdı. Resmi yaptı. Kadının kocası resmi beğenmedi. Resim dört yılda yapılmıştır. Anne olan kadınla, sevgili olan kadının iç görünümünün dışa vurumu, sentezi, Mona Lisa'yı ortaya çıkarmıştır. Bu resim Rönesans resminin en ünlülerindendir.

Türk resim sanatında ününü yükseltmiş ressamlardan bazılarına söylemek, anlatmak mümkün mü?

Aslında, Türk resim sanatı yenilerde başlamış değildir. Biz onu yeniymiş gibi gösteriyoruz. Resim örgüsüne, bizim katkılarımız sayılamayacak kadar çoktur. Bedri Rahmi Eyupoğlu "Resim yapmak istiyorsan, Bursa'nın araba boyacılarının yanına git, renkleri gör..." der. Halılar, kilimler, süslemelerde kullanılan renkler, işleyişler resim sanatının kaynaklarıdır.

Cumhuriyet döneminde, Avrupa sanatıyla bağlantı kurmak için, Fransa'ya öğrenciler gönderilirdi. Gidenler Andrelotte atölyesinde çalıştılar. Akademik bilgiler öğrendiler. Türkiye'ye geldiklerinde, bu bilgilerle resim yaptılar. Bunların, öncü olmaları, Türk resim sanatını etkiledi. Bunlardan Türk resim sanatına çok yarar sağlayan olarak; Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Avni Lipigi, Haşmet Akal, Hasan Kavruk... söylenebilir.

Resimaşkmodel ilişkisi nelerdir?

Rönesans’tan beri en büyük öğretmen doğanın kendisidir. Yaratılışta bir takım ideal çizgiler özde vardır. Sanatçı bu ideal çizgileri araştırırken, çiçekler, yapraklar, dallar arası bağıntılar, canlıların anatomik yapıları, dişilerin incelikli, pürüzsüz, çağırtılı bakışı, sanata konu olmuştur. O sebeple Rönesans öncesi, kadın ve erkek modeller bol bol kullanılmıştır.

Tarihin derinliklerinde bir Venüs 20.yy. idealizmine bile örnek olabilmiştir. Leonardo da Vinci "Bilgi sevginin kızıdır. Ne kadar çok seversek o kadar çok biliriz." demiştir. Sanatçı doğayı yorumlarken, onu iç görüntüleriyle algılar. Çünkü, burada aşk vardır. Sevgi ve duygu unsurudur. Sanatkarsa aşırı duyarlılığı olduğu oranda başarılıdır. Sanatın öz yapı ürünlerinden birisi de budur. O halde sanatçı seveğendir.

Sanatevi açmak nerden usunuza geldi?

Önce ticaret yapmak amacıyla burayı almıştım. O sırada, Çocukları okutmak için İstanbul'a gittik. Ticaret yapma isteğimiz bu nedenle olmadı. Dönüşte, sanat ürünlerimi sergileyeceğim bir yer olarak düşündüm. Düşüncem olgunlaştı, Aydın Sanat evini açtım.

Serginiz beğenimizin sınırlarını aşmaktadır. Bunu içimden gelerek söylüyorum. Ancak bu konuda sizin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?

Kanımca geleceğin resmine soyuttur, (abustra) ne kübist, ne de herhangi bir hisle oluşan bir resim olmayacaktır. Ancak akılcı, duygusal anlatımlı, ince ve doğayı derinden kavrayan imajlar topluluğuyla oluşacaktır. Empresyonizm bunun genel bir deyimi olmaktadır. Ben de bu yolda çalışan bir sanatçıyım. Her zaman çok iyi sonuçlara vardığımı söyleyemem. Bazen benim ve çevremin eksiksiz beğenilerine ulaşmış resimlerim vardır.

Resim sanatının eğitimdeki yerini belirtir misiniz?

Resim dersi, doğru görmeyi, aslına uygun çizmeyi, görülenle tutulan arasındaki ayrımı öğretir. Resim dersi, bütün derslerin yardımına koşan bir bilim dalıdır. Etkisi büyüktür. Bu derste çizgi üstünlüğüne sahip olanlar, sanat için yürüyecekleridir.

Resim bir yetenek işi değil midir?

Resim bir yetenek işi değildir. Resim bilimsel olarak öğrenilen bir sanat dalıdır. Gördüğünü almak, algılamak, bunları anlakta saklamak, kağıda çizgiyle, fırçayla geçirmek, resim yapma olayıdır. Resim şekil, güzellik bilgisidir. Öğrenmekle kazanılır. Bunlardan doğacak kompozisyonlar kişinin melekeleriyle ilgilidir. Renk ve şekil kuramları vardır. Her sanatçı bunları kendine uygun olarak kullanır. Buradan anlatış biçemi (uslüp) doğar.

Peki konuya nasıl yaklaşırsınız?

Ben konuya yaklaşırken,sınıfıma girer gibi, yakamı ilikler, resime öyle başlarım. Konunun erişilmezliği benim ciddiyetimle karşılaşır. Ortaya bir eser çıkar. Yapıtın değerlendirilmesi seyircisine aittir.

Başka bir diyeceğiniz...

Teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.

M.DEMİREL BABACANOĞLU

(07022003 Toros gazetesi, sa: 2)

M.Demirel Babacanoğlu yazıyor:

ETHEM AYDIN’IN DÜNYASI

Ankara’dan geldiğim günün ertesinde Adana Çimento Sanayi Sanat Galerisi’ne uğradım. Galerinin duvarlarında Çukurova’nın ünlü ressamlarından Ethem Aydın’ın resim sergisi vardı. Hemen izlemeye başladım imrenerek.

O’nu 1985’ten beri tanıyorum. O yılın ocak ayının yedisinde O’nunla bir söyleşi yapmıştım. Kendi anlatımına göre 1920’de Mut’ta doğmuş, ortaokulu Silifke’de, öğretmen okulunu Adana’da okumuş. Gazi Eğitim Enstitüsü’nün resim bölümünü bitirmiş. Kars Lisesi, Düziçi köy enstitüsü, İvriz köy enstitüsü, Mersin Tevfik Sırrı Gür Lisesi, Adana Erkek Lisesi’nde öğretmenlik yapmış. 1980’de emekli olmuş. Aydın Sanat evini açmış. Birçok ödül, plaket almış, Altınkoza’ca yılın sanatçısı seçilmiş.

Atatürk caddesinden Pandora sokağa dönerseniz, sağa ilk sokaktan sapınız, hemen Aydın Sanat evini görürsünüz. Sizi güleç yüzlü, sevgi dolu, takvim yaşı 80, gönül yaşı 18 olan Ethem Aydın karşılar. O’nu orada resim yaparken, masada kitap okurken, biriyle tavla oynarken, yahut birileriyle söyleşirken görürsünüz. Kolayca görüşür, tanışırsınız ama, O kolayca kendini ele vermez. O’nu tanıdım demek için yıllarınızı harcamak zorundasınız!

O bir sözcükten, bir tümceden, bir gelenekten yola çıkarak akademik konular yaratır, yaşam felsefeleri sunar size.

Siz O’nun öğrencisi olmuşsunuzdur, ayrımında olmadan.’ Sanki bir Eflatun’la karşı karşıyasınız. Kendi anlatmaz, anlattırır çoğu şeyi size. İşte bu sırada öğretmenlik etkinliği girer araya. Öğretirken öğrenmek. Öğretmenliğin özü bu. O hep öğretmen olarak algılamıştır kendini. O’nun için ressamlık ikinci sırada gelir.

37 tablo var AÇS duvarlarında. Her birisi birbirinden güzel, birbirini tamamlayan. İçiçe geçmiş dünyalar... O’nun resimleri yaşadığı gezip gördüğü yerlerin bir parçası, bir ayrıntısıdır. Ya bir gelenekten yola çıkarak (evet, halıkilim renklerinden, çizgilerinden, atasözleri deyimlerinden..) ya bir düşünceden devinerek oluşturur resimlerini. Bir tablo üzerinde yıllarca çalışabilir. Hemen oldu, al demez. Bir güzelin, mendile oya işlediği gibi işler resimlerini. İnce ince çizgiler, nokta nokta lekeler kullanarak tasarısını gerçekleştirir. O’na göre resimde izlenimcidir. Doğrudur,görsel olarak öyledir. Ya anlam olarak? işte bu noktada durmak düşünmek gerek. İlkin natüralist diyebiliriz! Ya sonra? Gerçek üstücülük... belkide Ethem Aydın’ın dünyasını oluşturan bu.

O’nun resimlerinde geçmiş, gün, gelecek vardır. Umutla umutsuzluk çarpışır, yeniden umuda döner. Renkleriyle sıcak, doğasıyla insandır O. Mut’tur, Karacaoğlan’dır, Çukurovadır, Toroslardır, denizdir, ırmaktır.. ve yaşar gider dünyası O’nun...

M. Demirel Babacanoğlu

Ekspres gazetesi 04.01.2001

Rafet Van yazıyor:

BİR ÖĞRETMEN ARAYIŞLARI TÜKENMEYEN

RESSAM GEÇİNİLMESİ ZOR BİR DOST,

ETHEM AYDIN.

(Editörün Notu: Bu yazı, bir kitapçıktan kısaltılarak alınmıştır:)

Ortaokul sıralarında öğretmenimdi. Kendisinden önceki öğretmenin bütün olumsuz etki ve baskılarını çocuk beynimizden kısa zamanda silip atmıştı. Resimelişi derslerini bize kısa zamanda sevdirmişti. İlk kez model uçak yapmasını, mask çıkartıp kalıp almasını, cilt yapmasını O öğretmişti. Bütün bunlar korkutucu, ürkütücü, bunaltıcı olmaktan çıkmış, sevimli şeyler olmuştu.

Lisede şanslı mıydık yoksa şanssız mıydık, bunu çok sorguladım. Resim yapamadığım ve daha rahat ve kolayıma geldiği için ben de birçok arkadaşım gibi koşa koşa müzik dersine gitmiştim. Rahmetli Hikmet hocam onlarca çocuğun içinden sesimi keşfederek ”çık dışarı öküz” betimlemesiyle beni dersinden kovmuştu. Kös kös yukarı kattaki resim odasına gitmiştim. Kapıdan içeri, ezikliğimi bastırma isteği biraz da küstahca “Hikmet hoca kovdu , mecburen beni kabul edeceksiniz” diyerek girdim. Ethem hocanın yüzünü geniş bir tebessüm kapladı. Alaycı, aşağılayıcı olmayan bir gülüştü bu. “Geç, Van, otur” dedi. Resim maceram o gün başladı.

Aramızda çok güzel resim yapan arkadaşlar vardı. Beni onlardan hiç ayırmadı. Yaptığım her şeyde bir güzellik bir orjinallik buldu. Verdiği ödevleri genellikle yapmazdım. Mazeret olarakda “yaptım, beğenmedim yırttım” derdim. Gine böyle bir davranışım karşısında “Resim yırtılmaz atılmaz. Altlarına tarih at sakla. Bana getirmesen de olur” dedi. Bir gün resim kağıtlarının kenarına su yapın dedi. İnat olsun diye deve figürleri yaptım. Oysa ben ne deveyi tanırdım ne de figür çizebilirdim. Geldi.. resmi eline aldı... uzun uzun inceledi... “Van, seni tanımasam yörük çocuğusun diyeceğim. Bu ne güzel kıvrımlar ne güzel bir format” dedi. Hem şaşırmış hem utanmıştım.

O yıllarda böyle renkli dergiler, resim kitapları, takvimler yoktu. Çok az sayıda çıkartılan banka takvimlerinin de renkleri birbirine karışırdı. Hocam nerden bulur, buluşturur kaliteli basılmış, dünyaca ünlü reprodüksiyonları bizlere getirirdi. Dürbüne benzer bir aletle sanat eserlerinin fotoğraflarını gösterirdi. Çevremize bakmayı, tanımayı, değerlendirmeyi öğretiyordu. Kısa geziler yaptırıyor, gördüğümüz eski kalıntıları ve bunların değerlerini anlatarak arkeolojiyle bizleri tanıştırıyordu. Sonra herbirimize bir sanatçının hayatını ve eserlerini tez haline getirme ödevini verdi. Bu çalışmalar kağıt üzerinde kalmadı. Derslerde anlatıldı, eserler üzerine konuşuldu. Resimlerin nasıl yorumlanacağını, resme nasıl bakılacağını öğretti. Daha önemlisi bize güzel sanatları sevmeyi öğretti. Mersin Lisesi’ne öyle güçlü, Atatürkçü,aydın düşünceli,öğrencilerine birşey öğretmek için didinen öğretmenler göndermişlerdiki, onlar bizim hayatımızın mimarları olmuşlardı.

Birgün Ethem hoca’nın sergi açtığını duydum. İlk fırsatta gittim. Duygulu bir karşılaşmaydı. Sergi süresince bir arada olmaya özen gösterdik. Hayatımda bir ilke daha imza atıyordu hocam: sergisinden iki tablo almıştım. Hem de taksitle. Evdeki reprodüksiyon resimlerin böylece sonu gelmişti. Bu yol bana güzel resimlere sahip olma olanağı sağlayacak, maddi sıkıntıya düştüğüm bir anımda maddi kaynak olacaktı.

Hocam Adana’ya dönmüştü. Ful apartmanının altında küçük bir atölyesi vardı. Ortadan ikiye ayrılmış bu mekanın arka tarafı yaşam yeriydi ve yasak bölgeydi. Kapıdan içeri girince ortalık yerde uzunca bir sehpanın üzeri daima karışık ve dolu olurdu. Yanında bir şövalye, küçük bir iki tabure, duvarda son yaptığı bir tablo. Vitrinin doğrusu camın önünde eski tozlu raflar üzerinde birkaç heykel. Duvara sırtını vermiş kütüphanede ise gerçekten birbirinden değerli kitaplar. Arka kısma geçişin yanındaki dar duvar üzerine yapıştırılmış küçücük ayna parçaları. Kapının diğer yanında küçük bir masa. Ne zaman bu kadar çok sigara içtiğini anlayamadım gitti. Tabla, daima tepeleme izmarit dolu olur. İçinde genellikle solmuş kurumuş çiçeklerin bulunduğu vazo gizemli bir mesaj verir. Duvara dayalı kalemlik ise makaslar, cetveller, kalemlerle doludur. Masanın üstünde daima üç beş kitap bulunur. Aralarında, küçük notlar alınmış kağıt parçaları.

Her kesimden dostları vardır. Sandelye sayısı kısıtlıdır. Fazla misafir olursa “ulan erkekseniz tek tek gelin” diyerek espri yapar. Hocamla güncel politikayı konuşamaz, dedikodu yapamazsınız. Şayet konu, bu mecraya akmaya başlamışsa, ünlü tavlası ortaya çıkar. Böylece seviyesiz ve anlamsız konuşmalara nokta konur.

Çok güzel sulu ve yağlı boya resim yapar. Tereddütsüz söyleyebilirim istese bir günde onbeş suluboya, peyzaj veya natürmort çıkarabilir. Bunlar emsalleriyle kıyaslanamaz. Ancak O dur durak bilmeden yenilikler peşindedir. Resim O’nun için bitmeyen bir macera gönül yarasıdır.

O’nun en büyük zevklerinden biri de bisikletiyle her sabah yaptığı baraj turlarıdır. Partneri bayanla baraj gölünün kenarında oturmak, simitle çay içmek, uzun soluklu sohbetler yapmak. Zaten hocamın ziyaretçilerinin yoğunluğunu genç bayanlar oluşturur.

İşim gereği hocama sık sık uğrar olmuştum. Kırlardan topladığım çiçekleri O’na getirirdim. Bazıları çok tatlı tablolara dönüşmüştü. Sohbetlerimiz keyif vericiydi. Sonra emekli oldum. Adana’da bir işte çalışırken görüşmelerimiz sıklaştı. Önce arkadaşı sonra bana göre, yakın dostlarından biri olmuştum. Mersin’e dönüşümde hiç bilmediğim bir konuda bir işyeri açmış, ve tam körfez savaşına denk gelmişti. Boş otururken bulduğum bir meşe odununu oymaya çalışıyordum. Hocam bir elinde beyaz kasketi, diğerinde küçük çantası geliverdi. Oturduk hoşbeşten sonra elimdeki uğraştığım şeye baktı. Çiziktirdiğim bazı resimleri gördü. “Daha yumuşak şeylerle çalış” dedi. Ancak gelişleri sıklaştı. Heykel yapma tutkusunu öylesine körüklüyorduki, küçük köz kocaman bir ateş olmuştu. O sıralarda müşterek dostumuz Dr. Sakınç da resim yapıyordu. İlişkilerimiz artmıştı. Ortak paydada buluşmuş, hoca ise ölçülü eleştirileriyle bizleri yüreklendiriyordu. Nisan 1992 de Akkahve’de Mersin Liseliler Derneği’nin sanat etkinlikleri kapsamında hayatımızda ilk resim heykel sergisini açtık Türkyılmaz’la. Karşı salonda ise bizim gibi bir eski öğrenci Doğan Akça’nın resimleri sergileniyordu. Açılıştan sonra Akkahve’de gazete kağıtlarının üzerine kurduğumuz çilingir sofrasında saatlerce konuşmuştuk. Ellibeş yaşından sonra ressam ve heykelci olmuştuk. Ve hocam bizlerin önüne öyle ufuklar açıyorduki sanki akademiyi yeni bitiren gencecik sanatçılardık.

Serginin kapanışından bir kaç gün sonra telefonda: “Mut’a gidiyorum sana da bilet aldım. Mersin’den otobüse binebilir misin” dedi. Yolda cebinden ufacık bir fotoğraf çıkardı. “Bu duvara birşeyler yapabilir misin?” dedi. Mut rölyefi böylece start aldı. O çalışmam sırasında Ethem hocamı daha yakından tanıdım. Bir mektubunda yazdığı gibi “geçimsiz, uyumsuz kavgacı bir insanım Daima güncelimdir. Savaşı bırakmam”. Gerçekten çok zor bir insan. Doğruları, kendince kabul edilmiş çizgileri, insanlara yanaşımı var. Ben de O’ndan farklı değilim. Çok büyük çatışmalarımız oldu. (Editörün Notu: Burada bahsedilen çatışmalar Mut’ta Ethem Aydın tarafından başlatılan rölyef konusunda sözel muhalefet olabilir). Üçbuçuk ay süren bu çalışmalarım sırasında zaman zaman ortadan kayboldu. Küstü gitti. Ağır konuştu. Sonunda büyük beğeni kazanan rölyef ortaya çıktı. O rölyeften bana kalan hocamla domates, salatalık, biber ve peynirden oluşan rakı soframızda kavak ağaçlarının altında yaptığımız uzun soluklu sohbetlerdi.

Nazım şiirlerinde “çağımı yaşadığım için mutluyum” der. Her biri kendi dalında güçlü, Atatürkçü, ödün vermeyen, öğrencilerini para makinası olarak görmeyen, özveriyi yaratılışlarının doğal bir sonucu olarak kabul eden Ethem Aydın gibi o lisedeki öğretmenlerimin öğrencisi olmaktan onur duyuyorum. Onların öğretmenlikleri sırasında okuduğum için de mutluyum.

Sayın hocam hayallerimi zaman zaman süsleyen bir fantzaim vardı. Concord uçağı kullanmak. Bunu düşleyebilmiştim. Ancak birgün Ankara’da heykel sergisi açacağımı asla. Şimdi heykellerim resimlerimle sanatın alt basamaklarında bile olsa yaşıyorum. Bunlar hep seninle oldu.

Rafet Van

Rafet Van yazıyor:

Buz Üstüne Yazılar ARDINDAN

'Karın, izleri kapatmasında da bir keramet vardır

E. Aydın'

Kasım'ın yirmisekizi, Pırıl pırıl bir güneş ortalığı ısıtıyor. Mersin tren garının kapısında birkaç dost. Güne hiç yakışmayan bir hüzün var yüzlerinde. Tarsus'a kadar trenle gideceğiz, oradan öteye minibüsle devam edeceğiz diyor arkadaşlar. Mezarlık çok uzaktaymış. Sen katılmazdın biliyorum, vefasızlık, vurdumduymazlık, egoistlikten değil. Senin tarzın değildi. Sen bambaşka bir ilişki kurardın, duygularını kendine özel paylaşırdın geçip gidenle. Onun içinde kimseleri ölümle, ölenle ilgili konuşturmazdın.

Mut'tan dönüyorduk otobüsle. Bir kitapla ilgili olarak ölümü anlatıyordun. 'Ölüm diye bir şey yok bir mekan, ortam değişikliğinden başka bir şey değil olan.' Gerçek bir spirtüalisttin. Konuşmanda bilinçli bir inanç gizliydi. Sanki bir tablonun önündeydik ve sen her zaman ki şiirsel renksel bir coşkuyla anlatıyordun o buz gibi soğuk olayı. Bir kitabın satır aralarından gizli iletiyi veriyor yine araştırmalara yöneltiyordun.

Tiren rayların üzerinde tıkırdıyarak, durup kalkarak ilerliyor. Karşımda Cemal Hoca var. Anlatacak anılar bulmaya zorluyoruz kendimizi. Ölümünde bile bir gariplik var. Ne üzüntü veriyorsun ne de ayrılık duygusu. Hani Mersin'den uzak oralarda bir yerlerdeydin ya onun gibi bir his içimde. Minübüste en geride oturuyorum.Yaklaştıkça bir sessizlik kaplıyor her bir yeri. Kabasakal mezarlığı AdanaKaraisalı yolunun kenarında. Sarımsı boz renkli tepelerin yamaçlarında kurulmuş. Bizden önce gelen dostların bekleşiyorlar. İçimden kimseyle konuşmak gelmiyor. Nasıl olduğunu da sormuyorum kimseye. Okaliptüs ağacının altındaki beton sıraya oturuyorum. Anlamsız, manasız binlerce değişik şey geçiyor kafamdan. Boş gözlerle ilerdeki gönderilmiş çelenklere bakıyorum. Kasım'ın sonunda Mut'a gidecek, EğitimSen. lokalinin bahçesinde kavakların altında bir sini içinde, domates, peynir, salatalıktan oluşan mezeyle rakı içip röliyefin onuncu yılını kutlayacaktık.

Uzaktan bir siren sesi duyuluyor. Bahçedekilerde bir kıpırdaşma başlıyor. Mezarlığın kapısından yeşil renkli cenaze aracı giriyor. Şoför rutin hareketlerle aracı gasilhanenin önüne yanaştırıyor. Birileri koşturuyor. Yerimden kıpırdamadan seni izliyorum. Ne kadar zaman geçiyor bilmiyorum. 'Helallik dilemek, vedalaşmak isteyen başka kimse var mı?' diyor bir ses. Salacağın üzerinde beyazlar içindesin. Elin dışarda duruyor. Buz gibi. Dışarı çıkıyorum. Tabutun üzerinde yeşil renkli Arapça yazılı bir örtü var. Neden yeşil örtü?. Oysa sen gerçek bir Atatürk öğretmeni, binlerce öğrenci yetiştirmiş bir sanat adamıydın.

Ağrıyan ayağımla tabutun biraz arkasından yürüyorum. Kafamın içi bir tuhaf. Sanki boşluktayım. Şimdilerde her şeyi düşünüyorlar önceden. Bir çok çukur açmışlar. Sıra sıra. Yerini beğeniyorum. Bütün Çukurova ayağının altında. Oğlunla mezarcı aşağıya iniyorlar. Seni aşağı verirken baş ucundan tutuyorum. İçimden yüzünü okşamak geliyor. Bir takım kişiler şöyle çevirin böyle yerleştirin diye komutlar verirken ben yan taraftaki açık çukurun toprak tümseğinde oturuyorum. Üzerine yeni kesilmiş mis gibi kokan çam tahtaları diziyorlar. Mersin'deki gibi soğuk beton parçalar değil. Önce bir yarış başlıyor toprak atmak için. Sonra sadece görevliler toprağı kürekleyip bir tepecik oluşturmaya başlıyorlar. Sarı ağır killi bir toprak. Ne güzel heykel yapılır bu topraktan derdin görseydin toprağını. Çelenklerden murt dallarını çıkarıp üzerine dikmeye çalışıyorum bilinçsizce. Başucuna bir tahta diktiler. Artık son numaran yazılı orada.

Yüreğim ağrıyor. Çocukluğumun resim öğretmeni, sonraları arkadaşım, yoldan dönüşlerimde elimdeki kır çiçekleriyle uğrayıp işliğinde saatlerce sohbet ettiğim bir dost. Resim, heykel dünyasının sonsuzluğuyla beni buluşturan sanat dünyamın renk ve ışığı öğretmenim.

Güneş pırıl pırıl gökyüzünde. Sonbahara inat Çukurova yemyeşil. Üstündeki boz topraklar ilk yağmurlardan sonra yemyeşil bir tepeciğe dönüşecek. Gözlerimde senden gizlediğim yaşlar var öğretmenim.

Rafet VAN

Ertan Aykın yazıyor:

NASIL RESSAM OLDUM


Düziçi Köy Enstitüsü 1.sınıfta iken resim dersine gelen bir bayan öğretmenin, her ders eline bir sürahi ile gelir, masanın üzerine koyar ve kurşun kalemle çizmemizi ister, ders sonuna kadar yerinden kımıldamadan roman okurdu. Daha sonra resimleri toplar gider, ertesi ders resimlerimiz nbot verilmiş olarak bize dağıtılırdı. Artık ezbere bile çizmeye başladığımız sürahi resimleri 10, bazen 3 veya 2 almış olarak dönerdi. Bir gün 10 alan resimle 3 alan resimle aynı olduğunu görerek öğretmene gidip, "Bu iki resim aynı ama birisi 3 almış, sebebini öğrenebilir miyim" dedim. Elindeki çanta kafama indi ve "Sen bana hesap soramazsın dedi." O gün resimle ilgim kesildi. Ders benim için kabus olmaya başladı. Ertesi gün genç, bıyıklı, saçları özenle taranmış, çok şık giyinmiş bir öğretmen geldi. Önce hepimizi ayağa kaldırdı. "Günaydın arkadaşlar" dedi. Hazırol vaziyetine geçip bizi selamladı. Yerimize oturduk. Resim çalıştık. Ders bitiminde yine aynı seramoni yapıldı.

Derslerin devam ettiği günler içinde bir gün bize sinirlenmişti. Sebebini hatırlayamıyorum ama "Kim bana bir uçak resmi çizer" dedi. Ben kalkıp tahtaya bir uçak çizmiştim. Ertesi ders Türkiye'de henüz basılmayan kuşe kağıda renkli basılmış Türkçe’si "çırak uçman" olan İngilizce çizgi roman getirip bana verdi. İlk sayfasında "ilerde ressam olacağına inandığım öğrencim Ertan Aykın'a başarılar dilerim, Ethem Aydın" yazılmıştı.

O gün ressam oldum.

Seni minnetle, şükranla anıyorum.

Ertan AYKIN

Ömer Anamur yazıyor:

ETHEM AYDIN'IN PORTRESİ


Sekiz on sene önceydi. Bir gün kulüp lokalinin bahçesinde Celal Soycan'la birlikteydik; içeri, beyaz saçları ve kendisine çok yakışan filozof edasıyla Ressam Ethem Aydın girdi. İlerdeki bir masaya tek başına oturdu. Bir şeyler okumaya başladı. Önümde hazır kalem kağıt vardı, desen olarak portresini çizdim. Celal çok beğendi, kaptı hocanın yanına gitti. Maksadı, iznini alıp deseni kulüp dergisinde yayımlamaktı. Biraz sonra masaya döndü, yüzü bir tuhaftı

"Ne oldu?" Dedim.

"Beni azarladı." dedi. "Portrem yapılacaksa onu ben yaparım." demiş. Sevgili aksi ihtiyar.

Ömer ANAMUR



Nizamettin Dönmez yazıyor:

Yaklaşık 15 yıldır tanıdığım Ethem Hocamızın hiç umulmadık bir zamanda aramızdan ayrılması beni çok üzmüştü. Tanımaya başladığım ilk günlerde onu çok beğendiğimi söyleyemem. Bir bakkal olarak O'na ne kadar çok yaklaşmak istediysem, pek başarılı olamadım. Fakat günler geçtikçe O'na yaklaşmayı başardım. O'da benim bu ilgime karşılık vermeye başlamıştı. Hatta kendi işimle ilgili nasihatlar vermeye bile başlamıştı. Bu da beni çok sevindirmişti. Sporu çok sevmesi, sabahları erken kalkıp bisikletiyle spor yapması, sokak sakinlerinin bile hoşuna gidiyordu.

Ama şimdi keşke o bisiklete binip spor yapmasaydı da aramızdan ayrılmasaydı diyorum.

Nizamettin Dönmez

(Market sahibi)

Türkyılmaz Sakınç yazıyor:

SENDEN ÖĞRENDİM


Onaltı yaşlarımda seyahat etmeyi, yeni bir yer görmeyi ve hepsinden öte göklerde uçarak planör uçuş brövesi almayı hayal bile edemezdim.

Pille çalışan motorlar yapmak, evdeki bütün kitapları ciltlemek, yaptığımız çeşit çeşit model uçaklarla yarışmak, o gün için büyük bir hazdı. Bu gün hatırlamaksa daha büyük bir haz.

Her zaman resimle uğraşmak, onunla birlikte yaşamak istediğimde eminim o yıllarda alınan kültürün büyük payı var.

Gerçekten bir değer olan Ethem hoca için daha çok şeyler söyleyebilirim.

Bugün O’na teşekkür ediyor, ödün vermeyen kişiliğine saygı duyuyor, “kumar eğrim” yok benim tavlada, hadi gel bir el atalım diyorum

Türkyılmaz Sakınç



Türkyılmaz Sakınç yazıyor:

ETHEM AYDIN'IN ANISINA

Öğretmendi, ressamdı, güzel bir arkadaş, bulunmaz bir insandı benim için. Saat tamirinden bile anlardı. Hatta iyi bir tamirci olduğunu da söylerdi. "Birazcık Fransızca’mla lisan derslerine bile girdim." derdi.

Hastalığı sevmez, hastalardan hoşlanmazdı. "Bırak Allah aşkına şu doktorluğu" deyip çıkışırdı zaman zaman sohbetlerimizde sağlık üzerine laf ettiysem eğer. Öyle ki, bir ara Balcalı Hastanesi'nde hasta olarak yattığımda ziyaretime geldi. Tamamı tamamına iki dakika kalıp "çabuk iyileş ve çık buradan" deyip hemen gitmişti. Bilge bir tavla (hapis) oyuncusuydu. "Satranç gibi oynayın şu tavlayı. Önemli olan yenmek değil, güzel ve doğru oynamaktır" diye öğütlerdi. Eğer bugün, iyi bir hapis oyuncusu olduğum söyleniyorsa!.. Bu onun öğretileri sonucu olmuştur. Bunu özellikle söylememden çok hoşlanırdı.

İtalya'ya bilhassa Floransa'ya gitmek istiyordu. İtalya'ya yaptığım gezi anılarımı anlattıkça heyecanlanıyor, sorular sorup oradaki arkadaşından; bir süre önce yurt dışındaki bir etkinlikte uzun bir zaman beraber olduğu, halen mektuplaştığı ve şu sıralar Floransa'daki bir müzede görev yapan İtalyan asıllı bir kişi haber beklediğini söylüyordu. Haber gelir gelmez gidecek, uzun bir süre onunla birlikte kalacaktı. Arkadaşı da Fransızca bildiği için anlaşmamız kolay olacak diyordu.

Dört dörtlük bir Atatürkçü idi. En son telefon konuşmamız Mersin'deki Atatürkçü Düşünce Derneği üzerine olmuştu. Mektup yazmayı çok severdi. Eleştirel, ama sonuçta kişiye bir şeyler veren mektuplardı bunlar.

Lise yıllarında bizleri İnönü'deki planör uçuş kampına göndermişti. İyi de etmişti. Konu açıldığında o boncuk gözleri parlar, anlattığımız bütün olayları büyük bir hazla dinler, gururlandığını hissederdik. Velhasıl hiç kolay değil Ethem öğretmeni anlatmak, ölümüne inanıp anısı önünde saygıyla eğilerek uğurlamak.

Onun söylemiyle "uğurlar ola Selami".

Türkyılmaz Sakınç

Hüseyin Gezer yazıyor:

Bugün 2002 yılı, aralık ayının 15’i, pazar günü.

Öğle yemeğinden sonra her günkü gibi ağzımı yıkadıktan sonra, şezlonguma uzanmış uyumak üzereydim. Telefon çaldı, kalktım, ahizeyi alıp kulağıma tuttum. Muhatabım adam söyledi: “Murat Aydın” ve titreyen bir sesle “Ethem Aydın’ın oğlu olduğunu” söyledi, güçlükle ilave etti: “babamı kaybettik..! sizin, O’nun yakın arkadaşı olduğunuzu biliyorum, defterinden sizin telefon numaranızı buldum” dedi. ve ben gerisini dinleyemeyecek derecede sarsıldım...!

Ethem ile ilkokuldan arkadaştık, çağdaştık, ortaokula geçişte Silifke ortaokulunda üç ay kadar zaman zaman görüşebildik. 3 ay sonra ben zatürreden yatağa düştüm. Ve Mut’a aileme haber verildi. Ağabeyim at ile geldi. beni alıp götürdü. Ayağa ancak 2 ay sonra kalkabildim. O yıl Silifke’ye okula dönemedim. Ertesi yıl okula devama başladım. Ayrı sınıflarda olduğumuz için kısa sürelerde görüşebiliyorduk. Önemli hatıra kalan bir tek olay yaşadık, o da maalesef üzücü nitelikte bir olaydı:

Bir gün bir arkadaşımızın evinde toplanmıştık. Gene hemşehrilerimizden bir başka sınıfta olan bugün adını anımsayamadığım yetim, yoksul ve bohem yaşayan bir hemşehrimiz de vardı aramızda. O’nunla Ethem güreşe tutuştular. Biz seyrediyorduk. Bir anda, o “cofili” adını taktıkları çocuk Ethem ’e çelme taktı ve savurdu. O anda Ethem’in havada uçan bacağı küüüt diye kırıldı. Tabii hepimiz ayağa fırladık! Nasıl götürdüğümüzü hatırlamıyorum. Ama hastahaneye götürdük.

Bu olay ve yaşanan sahne hiç gözlerimin önünden silinmez. Çok üzülmüştük. Gereken tedavi sağlanmıştı ama Ethem o tarihten sonra aksayarak yürüyebiliyordu. Son gördüğümde (geçen yıl) daha iyi durumdaydı, ama tamamen geçmiş değildi arıza.

Ethem ortaokuldan itibaren resime temayül etmişti. Geçen yıl gördüğüm çalışmalarında daha da ilerleme görmüş ve kendisine “sen artık bir üstadsın” demiş yanaklarından öpmüştüm.

Ethem hoş sohbetliğiyle olgun kişiliğiyle, çevresinin ilgi ve sevgi ve saygısını kazanmış bir arkadaşımdı.

Oğlunun haberi, tüm değerli nitelikleriyle dolu kalbimi derinden yaraladı.

Kendisine tanrıdan rahmet, geride bıraktığı aile fertlerine ve dostlarına başsağlığı diliyorum.

Hüseyin Gezer

Ahmet Yahşi yazıyor:

ETHEM AYDIN’SIZ YENİ BİR YIL

Sabah gazeteye geldim. Telefon çaldı. Avukat Cemil Denli. Sesini aldım ama O telaşla kendisini tanıtıp: “Bir dostumuzu kaybettik ayrıntılar için geri döneceğim” dedi. Kimdir, nasıl, ne zaman dememe fırsat vermeden: “çok değerli dostum, eğitimci Ethem Aydın” dedi. “Olur” diyebilmişim. Ayrıntıları derleyip toparlamaya çalıştım. Ama inanmak istemiyordum. Denli’nin bir yanlışlık olduğu haberini vereceğini umarak sessizliğe büründüm.

İki gün önce yanına uğramış, bir elmayı paylaşmış, bir bardak ıhlamurunu içmiştim. Her zaman olduğu gibi “geç kalıyorsun. Gazete nasıl gidiyor, Çetin bey nasıl” diye bilinen sorularını sıralamıştı. Yine beklerim sözleri arasında veda ederken Ethem Aydın’ı son görüşüm olduğunu nereden kestirebilirdim. Kapısı aydınlığa açık Aydın Sanat evinde sonuncu ziyaretimi gerçekleştirmiştim.

Okur, okutmayı severdi. Boşa zaman geçirmeyi sevmeyen Ethem Aydın kurduğu sanat evinde genç, ergin, yüzlerce insana emek verdi, yol yöntem öğretti. Okunmasını uygun bulduğu kitabı çeker, yerine küçük bir not bırakarak “al bunu oku getir canım başkaları da okusun” derdi.

Uzun süre suluboya ile Adana’nın görüntülerini tuvaline işledi. Bunlardan kanal 1.inci durak, eski baraj, bakmakla usanmadığım çalışmalarıydı. Bir defasında kendisine sormuştum: “çalışmalarından beğendiğin, ayrıcalığı olanlar var mı?” demiştim. Küçük boyutta yağlıboya bir evin içini işleyen tabloyu gösterip “işte bu çalışmama değer veririm” diye yorumlamıştı. Resimde, ocağa başını yaslayan kız ağlıyordu.

Öğretmenler gününde, bayramlarda, yılbaşlarında, aramayı, aranmayı seven Ethem Aydın, gerçek bir aydındı. Arada sırada kısa özlü yazılarını hazırlayıp gazetemizde görüşünü açıklardı. Sohbetlerinde yine bir şeyler vermeye özen gösterirdi.

Bir ara Adana sanat çevresinde gelişen sıkıntıyı açmıştım. Adana’da her ressamın ayrı bir çizgisi, şairlerin, öykücülerin neyi paylaşamadığı sorusuna özetle “Benim resimlerimi gördüğün yerde tanıyorsun. Dulda, Akata öyle değil mi? Çizgilerimiz ayrı. Seçimi sanatseverler yapsın, biz birlikte yolumuza gidelim canım. Öykücülerimiz kaç tane bir Turan Altuntaş, şairleri yine şiirlerinden tanıyorum. O halde neyi paylaşamıyoruz. Anlamakta zorlanıyorum” demişti. Bu görüşü bize aktaran Ethem Aydın oldu. Dinlediklerimize kendi görüşümüz gibi aktardık.

Yeni bir yıla Ethem Aydın’sız gireceğiz, kaybından üzüntülüyüz. Hele trafik canavarına yenik düşmesi acıyı artırdı.

Aydın Sanatevi açık tutulacak:

Ethem Aydın’ı kaybetmenin acısını bağrına gömen dostları yanında oğlu dişhekimi Murat Aydın’dan bir telefon aldım. “Babamın anısını yaşatmak istiyoruz, Aydın Sanat evini becerisi olan bir gönüllüye teslimden yanayız” demişti. Sevenlerine bunu duyurmayı bir görev bildim.

Nur içinde yatsın. Sanat evinin kapısının aydınlığa açık kalacağını sevenleri duysun.

Ahmet Yahşi

Yeni Adana Gazetesi, 31.12.2002, Sa:6



İsimsiz yazıyor:

Benim dünyamdı. Ben kendimi şanslı sayıyorum, payıma düşen tüm bu acı ve mutluluklardan kendimce yazılı çizgili ürünler çıkartabildiğim için..

Hocamla yaşadığım anı anıdan da öte, ömür boyu yaşayacak. Sabahları birlikte bisikletimizle eski barajın içinde gezintimizde yaprakların rengini, doğanın sesini, kuşların sesini, güneşin doğuşunu O’nunla birlikte izlemek... O benim hocamdı, arkadaşım, en değerli dostum.. ve O’nu yüreğimde her zaman yaşıyor olarak hissediyorum. Birgün eski barajda sabahın O’nunla birlikte, bütün güzelliklerle doğduğu bir gün, “gizemli koru” adını koyduğumuz bir yol... orayı isimlendirmesi..., buraya bir isim koyalım demesi ve orayı isimlendirmesi, oraya bir tabela üzerinde gizemli koru yazması ... ve orayı o güzel yolu isimlendirmesi.. resimde yaşatması... Bu anımı hiç unutamam artık. Orası O’nun sayesinde gizemli koru adı altında hekes tarafından bilinmesi..... O’nu çok seviyorum.

Geceleri pencereden seni seyrederken

Dolunaydım... eline aldığın kalem....

Günlerin kabarıp taşan ruhu....

Belkide ben, sen olmak, hücrelerinde

Dolup taşmak isteyen biriydim.....

Ben bir imkansızlık ağıdıdım...

Ben aşk...

Kardelen Çiçeği


Meriç Alkan yazıyor:


Yüklə 493,01 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin