TÜRKİYEMİZDE BİSİKLET YOLLARI
Bisiklet şehir içi ulaşımda büyük bir gereksinimdir.
Petrol kullanmaz, doğayı kirletmez, sağlık için ideal bir spordur. Kazası yok gibidir.
Gün geçtikçe şehiriçi yollar sırat köprüsü gibitrafik canavarlarının insafına terk edilmiş. Sade vatandaşlar, çocuklar, sakatlar, yaşlılar, bu curcunada telaşla koşuşturmada, ara sokaklar iki taraflı araçlarla tutulmuş. Sokaklarımız apartumanların çöplüğü. Yaşadığımız ülkenin insanları sanki dışlamış gibi sokağa çıkmaktan bezmiş. Yetke sahiplerinden umar bekliyor.!
Geçenlerde Adana’da sayın valimizin katkılarıyla Dr. Yusuf Erkişi’nin göz nuru ve emeğiyle kuşe kağıda basılmış, büyükçe bir kitap gördüm. Gurur duydum. Sevinç gözyaşları döktüm.
Bu yapıtın fotoğraflarını sabah yürüyüşlerinde, bisikletle ulaşabildiğim kadarını gördüm. Keşke Aytaç Durağın başlattığı bu yollar tamam olsa da bütün Adanalılar gelip görseler. İsimsiz kahramanlarımıza eleştiriler yanında övgülerini de sunabilseler. !
Dr. Yusuf Ekişi’nin yapıtının adını en koyuyorum: “Aytaç Durağın yarattığı Adana” Ethem Aydın, 8Aralık2001.
Murat Aydın (oğlu)
Yeni Adana Gazetesi, 19.Aralık.2002, Sa:2
Murat Aydın yazıyor:
Babam,
Biliyorum geri dönmeyeceksin.... bilirim, inat ettinmi bir daha çıktığın yoldan dönmezsin. Ama olsun... ben yine de terliklerini yatağının altına koydum. Söz veriyorum bir daha terliklerini ıslatmayacağım.
Odanda, tavandaki, her yaktığında pırpır eden kekeme floresan var ya ? işte onu değiştirdim. Okumak için duvara yasladığın yastık duruyor. Başucundaki lambanın ampulu de artık tutukluk yapmayacak, konuştum kendisiyle. Ama şimdilik sivrisinekler tatilde diye cibinliğini kaldırdım.
Aydın sanat evi hala sen kokuyorsun. Orayı dağıtmadım. Gücüm yettiğince kanatlarımın altında tutacağım. Suavi bey isminde bir resim öğretmeni vardı ya... hatırladın mı? Hani sen öğretmenler gününde kendisine bir hediye almış, güzel ve yakışıklı bir ambalaj yaptırmıştın ve paketin üzerine kendi el yazınla şöyle yazmıştın: “Duyarlı öğretmen Suavi Numanoğlu’na, öğretmenler günü armağanı, çam sakızı, çoban armağanı” . Hah.. Aydın Sanat evini işte o Suavi beyin ellerine teslim ettim. Senin deyiminle tam bir gönül adamı. Sen kime gönül adamı dediysen mutlaka erdem sahibi insanlar oluyor. Nasıl oluyorda böyle güzel insanları uzaktan tek bakışta anlayabiliyorsun hala çözebilmiş değilim. Senden öğreneceğim ne çok şey varmış meğer..
Aydın Sanat evine uğruyorum aradabir. Ama içeri giremiyorum baba.
Aylar geçti ama hala içeri girerken kapıyı fazla açtığımda sanki kapının kanadı, kapının arkasındaki bisikletinin arka tekerine çarpacak gibi geliyor.. Bu sebeple kapının kanadını her zamanki gibi az açıyorum...
Seni göremiyorum, ama sanki arka tarafta sakal tıraşı oluyormuşsun da birazdan çıkacakmışsın gibi hissediyorum... sanki her zamanki gibi oradan bana “hello” diye seslenecekmişsin gibi oluyorum.
Her fırsatta masandaki çiçekleri tazeliyorum. Her zaman buna fırsatım olamayabiliyor, ama bunu bazen dostlarımız yapıyor. Baba, bir şey fark ettim: o çiçekler sen varken daha uzun süre dayanıyorlardı sanki? Onlara sevgi gösterdiğini biliyordum ama senin sevginin bir çiçeğin ömrünü uzatabildiğini henüz tespit ettim. Bu aralar yasemin bulamıyorum, adını bilmediğim şu mavimsi çiçekler senin babacığım.
Masandaki radyonun pili bitmişti. Yahu o kadar söyledim, artık şu doldurulup defalarca kullanılan kalem pillerden kullan dedim.. bak yine kullanılıp atılan pillerden takmıştın radyona. Neyse ben değiştirdim. Kullanmadığın için artık pilleri bitmiyor. Ama olsun... ben yine arada sırada kontrol edip biterse değiştiriyorum. Sen merak etme.
Hani şövalyende duran tablo vardı ya? Hani ben sormuştum bu nedir demiştim, sen bana neye benziyor demiştin. Sonra denizaltı olduğunu öğrendiğim tablo vardı ya? İşte o tablonu evimin duvarına astım baba. Gerçi sana sormadım ama eminim izin verirdin?
Çöp toplayan yoksul çocuklardan aldığın müzikli bir kutu vardı. Didem o kutuyu tamir etti. Artık kapağını açınca bir müzik sesi duyuluyor. Narin bir tınısı varmış.
Ha bu arada unutmadan söyliyim.. Hani o senin tablo haline getirip yaptığın yapboz var ya? İşte o oyuncağın iki parçasını kaybettim. Biliyorum hoşuna gitmedi ama inanki arıyorumarıyorum nereye düşürdüğümü bulamıyorum. Bulurum merak etme. Benim gibi dikkat fukarasına emanet etmeyecektin.... Hatırlar mısın elektrik sobanın vidalarını da el çabukluğuyla kaybetmiştim de sen bana boş ver zaten fabrikası fazla vida koyuyor diyerek beni teselli etmeye çalışmıştın. O soba hala iş yapıyor. Arada bir bozulduğu oldu ama icabına baktım. Ne de olsa senin oğlunum.
Masadaki saatin durmuştu. İkide bir durur ya hani. İşte yine yaptı yapacağını. Kurmadım. Yeniden çalışacak biliyorum.
Bu aralar bir sorunum var...
Dostlar seni soruyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Aylar geçti ama aramızdan ayrıldığını hala içime sindiremedim. Babam benimle birlikte diyorum. Zaten senin hemen yanında kendime bir yer aldım. Sen şimdi eminim oralara bizlerin şimdilik fark edemediği bir güzellik götürmüş olmalısın... hep yaparsın bunu zaten. Gittiğin yerde mutlaka uzun veya kısa vadeli bir güzellik yeşerir. Yanına geleceğim baba. Sana söz veriyorum.
Seni seviyorum, seninle onur duyuyorum, oğlun olmaktan gurur duyuyorum. Hep derdin ya: sen benim devamımsın diye, Allah’ın izniyle hiçbir başlattığını yarım koymayacağım. Huzur içinde uyu babam.
Murat Aydın, 27Mayıs2003
Haluk Kaya yazıyor:
Rahmetli Ethem Aydın benim müdür muavinim ve resim öğretmenimdi.
Osmaniye Merkez Ortaokulunun 966 yılının en sayılan hocasıydı. O zaman, aynı zamanda bizler ailece dosttuk.
Bir gün, rahmetli Ethem Aydın, oğlum zayıf olan derslerini ve hocalarının isimlerini yaz getirde, şu okuldan seni mezun edelim dedi. Bende karşımdakini bir müdür muavini, bir öğretmen olarak değilde, bir amca, bir baba olarak gördüğüm için, gayet laubali davranıp, yazdığım listeyi vermek üzere müdür muavini odasına girdim. Orda hemen hemen tüm idareciler vardı, veya çok kalabalıktı.
Ceketimin cebine elimi sokup, liste sandığım kağıdı rahmetliye uzattım. Şöyle önce bir kağıda, sonra bana baktı ve oğlum ben senden öğretmenlerinin adlarını, zayıf derslerini belirten listeyi istedim, dedi. Bende tamam işte, liste bu dedim, karşılıklı ısrar neticesi, kapatın lan kapıyı dedi ve kapıyı kapattılar.
Liste diye verdiğim, ama kız arkadaşıma yazdığım mektubu sonuna kadar okudu ve şimdi gidebilirsin, dedi....
Haluk Kaya, 08Temmuz2003
Kudret Sönmez yazıyor:
SENİ HER ZAMAN SEVECEĞİM, HOCAM
Her sabah erkenden spor niteliğinde bisiklet gezileri yapardı, rahmetli Ethem Hoca... Bu O'nun uzun yıllar aramızda kalmasını sağladı; hem de aramızdan aldı.
O'nunla dostluğumuz geç başladı, yoğun oldu, erken bitti: Bizlere manevi anlamda verebileceği daha çok şeyi vardı.
Güzel insandı, ressamdı, hocaydı... Bir sıfatı daha hak etmişti: FİLOZOFDU.
Kazadan bir gün önce görüşmüştük onunla son kez. "Her sabah bisikletle gezerim" demişti... "Önce bir kaşık bal alır, sonra yola çıkarım. Balın bir parçası çeneme damlamış, haberim yok. Bindim bisikletime gidiyorum. Bir de baktım bir gurup arı peşime takılmış. Zor kurtuldum. Arılar koku alır, bunu unutma!"
Ve son sözü "Seni Seviyorum, Kudret!" oldu.
Bu sözü çok kolay söylerdi, Hocam. Biz söyleyemedik, yeterince...
SENİ HER ZAMAN SEVECEĞİM, HOCAM.
NUR İÇİNDE YAT!
Kudret Sönmez
KanalA televizyonu, 24Eylül2003
HAKKINDA ÖNCEDEN YAZILMIŞ YAZILAR
Mekin Nadirler yazdı:
Çukurova’lı sanatçılar.
Ressam Ethem Aydın “Halkımız sanata ve güzele karşı ilgisiz değildir” der.
Çukurova’nın yetiştirdiği bir çok sanatçı var. Sinema sanatçısı, heykeltıraş, fotoğraf sanatçısı, ressam. Bunlardan bir tanesi de uzun yıllar Adana’da resim öğretmenliği yapmış olan ressam Ethem Aydın.
Kendisini sanata adamış olan Aydın, uzun yıllar öğrenci yetiştirmiştir, daha sonra da bir resim galerisi açmış. Bugüne kadar bir tanesi İtalya’nın Gomo kentinde olmak üzere Türkiye’nin değişik yerlerinde 12 kişisel resim sergisi açan ressam Aydın’ın sanat anlayışı daha ziyade doğayı deforme etmeden özden uzaklaşmadan, doğadan yansıyan binlerce ışıltıdan esinlenerek impresyonist bir anlayışla resim yapmasıdır.
Kendisine resimlerinizi nasıl yapıyorsunuz diye sorduğumuzda Aydın bize şu cevabı verdi: “Ben bir sanatçı olarak tabiatı görüp direkt olarak tuvale aktarmam. Tabiatta gördüklerime duygu ve düşüncelerimi de katarak çalışırım. Bu nedenle ortaya koyduğum eserler daha özlü olmaktadır. Sanatçı, gördüklerini, düşünceleri ile karşılaştırdığında ortaya çıkan eser tam anlamıyla özü taşımaktadır.”
Renkleri bir savaş elemanı değilde huzur, sükun ve mutluluk adına harekete geçiren sanatçının bölgedeki sanat faaliyetleri ile ilgili düşünceleri de şöyle: “Halkımız sanata ve güzele karşı ilgisiz değildir. Eğer biz sanatçı olarak ortaya özgün bir şey koyarsak, bu eser muhakkak değerlenir. Son yıllarda bölgemizde açılan sergileri izleyenler çoğunlukta. Eskiden bu böyle değildi. Zamanla halkımız sanatın ne olduğunu anlıyor. Resim sanatı taktim olayıdır. Resim değerlendirme olayını meydana getirmek gereklidir. Bölgemizde sanatsal faaliyetlerin toparlanması gerekmektedir. Bir dernek, bir kuruluş ve buna benzer kurumlar tarafından bu görev üstlenmelidir. Şimdilik bölgemizde ekolize edilmiş bir düzen yoktur. Bölgemiz sanatının gelişmesi için bu düzeni en kısa zamanda ortaya koymak gerekir.”
Mekin Nadirler
Güney Haber, 29Nisan1984
Ahmet Yahşi yazdı:
YAŞAM BOYU ÖĞRETMENLİK
Yılların eğitimcisi ressam Ethem Aydın’a gelen mektup 45 yıl öncesinin anılarını yaşattı.
Yılların eğitimcisi emekli öğretmen ressam Ethem Aydın’a öğretmenler gününde 45 yıl öncesi anılarını üzerinde taşıyan bir mektup gelir. Tüm öğrencileri ve öğretmenleri kapsayan geniş kavramlı bu mektup Aydın’a öğrencisi Galip Oğuz’dan gelir. Oğuz’un mektubunu birlikte okuyalım:
“Erdem anlayışının seçkin temsilcisine saygılarımla.. Değerli öğretmenim, bana, mektubunuz aracılığı ile dostluğu, insan ustası olmanın incelik ve güzelliğini yaşatıp yeniden bir daha öğrettiniz. Dünden bugüne zamanın acımasız ve silici kasırgasına rağmen kırkbeş yıllık süreyi bir perspektif içinde, eğitimci kişiliğinizin özgün örneklerini; bir bir gördüm, eh biraz da duygulandım. Duygulandım ama, yaşam boyu öğretmenlik kavramına da ulaştım. Sevgi dolu uyarılarınıza teşekkür ederim. Beni önemli bir sorumlulukla karşı karşıya getirdiniz. Fırsat bulursam bir görev bilinci anlayışıyla hareket edeceğim. Yüceliklerle dolu, iyi insaniyi vatandaş simgesini, kişiliğinin vazgeçilmez ölçüsü haline getiren öğretmenimin Öğretmenler gününü en iyi dileklerimle kutlarım.”
Kırkbeş yıl ötesinden gelen duyguların birikimini aktaran Galip Oğuz, Yaşam Boyu Öğretmenlik bilincini emekli öğretmen Ethem Aydın’dan aldığını açık yüreklilikle kağıda döküyor.
Bir öğretmenler gününü geride bıraktık. Her öğretmen üzerinde değişik duyguların harekete geçmesine neden oldu. Toplumu meydana getiren bireylerin de öğretmenler gününde duygulandığını görürüz. Bunlar duygularını değişik hareketlerle dışa vururlar. Hepimizin öğretmeni olması, bir öğretmenimizin üzerinde bıraktığı olumlu izler, harekete geçmemize yeter. Öğretmenler günü bu genişleyen çember içinde kutlanır.
Ahmet Yahşi
Yeni Adana Gazetesi, 29Kasım –19??
Fikri Sağlar yazdı:
SAYIN ETHEM AYDIN
Fotoğraflarını görme şansına ulaştığım değerli eserlerinizden dolayı sizi ve emeği geçen arkadaşları kutlamak isterim. Bu eser sanatçımızın üzerinde yaşadığı kültürü ve ondan aldığı birikimi, bir sanat eseri olarak halkına yansıtmasının ifadesidir. Sanatçımızın, Anadolu’da oluşan yüzyılların kültür ve sanat birikiminden aldığı esinle çağdaş mekanlar yaratma duyarlılığını yansıtıyor.
Sayın Aydın çalışmanızı çok beğendiğimi ifade etmek istiyorum.Bu anıt rölyefde Anadolu’nun, motif zenginliğini, sembol ve figürlerle oluşturduğu sanat dilini görüyorum. Eser, izleyicisine hem klasik uygarlıkların, hem ÖnAsya uygarlıklarının , hem de Türkİslam uygarlıklarının tanıdıkbildik sanat yapılarını çağrıştırıyor.
Anadolu’da yaşayan çevresini izleyen her insanın kolayca algılayabileceği, ona hiç yabancı olmayan bir bireşimi sunuyor. Bunu halk açısından, sanatın halk yaşamına girmesine bir katkı olarak , sanatçı açısından ise, yaşadığı mekanları, özgün kültür senteziyle güzelleştirme duyarlılığı olarak değerlendiriyorum. Sanatsal kültürün halk kitlelerince benimsenmesi, giderek toplumun ifadesinde, tanımında belirleyici olmasında en önemli yol şüphesiz siz sanatçılarındır. Bizler de sanatçıya destek konusunda üzerimize düşen sorumluluğun bilincindeyiz.
Ülkemizi, dünya uygarlıkları arasında kültürüyle ve sanatıyla tanınan bir ülke haline getirmek istiyoruz. Bunu, sanatçı ve politikacılarımızın çabalarıyla, tüm halkımızın desteğini kazanarak yapmak zorundayız. Bu ülkede sanatsal kültürün yerleşmesi için özgür, yaratıcı kuşaklar yetişmelidir. Bunun önünü açmak için siz sanatçılarımıza desteği ve teşviki sürdüreceğiz. Çalışmalarınızda başarılar dileğiyle teşekkürlerimi sunuyorum.
Fikri Sağlar
Kültür bakanı
Mehmet Yılmaz yazdı:
Bir ressamı, tuvali önünde çalışırken ilk kez Mut’da görmüştüm. Bir yaz günü, Hüseyin Gezer’in Karacaoğlan heykelinin ilk mekanı olan o ulu çınarların serin ve koruyucu gölgesinde, sehpasının başında, yönü Mağaras dağı’na dönmüş resim yapıyordu.Bir yandan, ressamın boyasını tuvale nasıl koyduğuna bakıyor, diğer yandan da önümdeki turistin ayakkabısını boyuyordum. İkimiz de boyacıydık(!); ama ben O’nun gibi olmayı geçirmiştim içimden. Yıllar sonra, 1970 lerin sonuna doğru, bir ressamın resimlerimi gördüğünü ve benimle tanışmak istediğini söyledi, birileri. Adana’dan Mut’a geldiği günlerin birinde tanıştık. Yıllar önce gördüğüm o ressamın ta kendisiydi karşımdaki: Adı, Ethem Aydın’mış. Hem işlik hem galeri olarak kullandığı bir mekanı (özel tapınağı!) varmış Adana’da. Dört saat yolculuktan sonra soluğu orada aldık. Sanki eskiden beri tanışıyor gibiydik. Toprak çeker derler ya, sanırım hem buydu kaynaşmamızın nedeni hem de oratk ilgi alanımız.
Ethem Aydın, Adana Öğretmen Okulu’ndan sonra ailesinden habersiz Gazi Eğitim Enstitüsü Resimİş bölümü sınavlarına başvurmuş (1941). Hiç unutamadığı o ilginç sınavdan söz ederken sanki yeniden yaşıyordu o anı:
“Sınava geç kalmıştım. Ben geldiğimde herkes çoktan bir şeyler yapmaya başlamıştı bile. Oturacak bir sandelye falan bulamadığım için yere bağdaş kurdum ve istenen şeyi yapmaya başladım. Suluboya ile renklendirmemiz isteniyordu. Özene bezene yapıyordumki, tam o sıra, aksi gibi, hafiften bir yağmur çiselemeye başladı. Bu yağmur yağacak başka zaman bulamadı mı? Yağmur damlalarının etkisiyle boyalar çözülüp birbirine karışıyordu. (Demek sınav açık havada yapılıyormuş) Resim berbat (!?) olduğu için, yeni birine başlayıp başlamama konusunda sınav sınav sorumlusundan fikir almak istediğimde, tamam, o resim bitmiş artık güzel dedi. Aradan zaman geçince anladımki, sınavı kazanmama doğa bir güzel yardım etmişti bana. O gün bu gündür hep dostum oldu doğa. Öğretmenlerimin yanısıra, ondan çok şeyler öğrendim. Ha unutmadan, sınav sorumlusu Refik Ekipman’dan başkası değilmiş. Onun yanı sıra, Malik Aksel ve Şinasi Barutçu da öğretmenim oldular. Çok değerli insanlardı hepsi.”
Ethem Aydın Gazi Eğitimi bitirdikten sonra Kars Lisesi’nde ilk görevini yaptı (1944), daha sonra İzmir Bornova ‘da askerlik görevini yaptı. Bu sırada ağır bir sarılık geçirdi. Askerliği sırasında yabancı bir kordiplomat gemisinde Fransızca tercümanlık yaptı. Düziçi köy Entitüsü’ne tayin edildi, İvriz Köy Enstitüsü’ne tayinini istedi. Yine kendi tayin isteği ile Mersin Tevfik Sırrı Gür Lisesi ‘ne gelmiş. Burada, resim (yanı sıra, bazen de Fransızca) öğretmenliği yapmış; çok sayıda gence sanat sevgisi aşılamış. Bu sırada bir dersane ve saatçı dükkanı açma denemeleri yapmış ama tatminkar netice elde edememiş. 1960 ihtilali döneminde öğretmenliğe dönüş yapmış, önce Osmaniye sonra Adana Erkek Lisesi’ne tayin edilmiş.
Memurluktan emekli olmuş ama sanattan asla. En son mekan tuttuğu Adana başta olmak üzere Güney yörelerinde bu aşkı halen sürdürüyor. Oralarda bir sanat ortamının yaratılmasındaki önemli katkıları asla yadsınamaz. Gerek Çukurova, gerekse Mersin üniversiteleri bünyesinde kurulan sanat bölümleri kadrolarının çevre halkıyla bütünleşmesindeki yardımlarından, bir sohbet esnasında, saygıyla bahsetmişti Handan Tunç.
Ethem hoca bir Cumhuriyet çocuğu. O ilk heyecanı iliklerinde hissedenlerden biri. Oldukça mütevazi, ama bana sorarsanız abartıyor. Böyle bir yazıya niyetlendiğimde, vazgeçirmek için o kadar çok uğraştıki.! Yok efendim ne gerek varmış, O binlerce resim öğretmeninden biriymiş, kendi halinde bir ressammış, vs.. vs.. Oysa kazın ayağı öyle değil. Koşulların getirip götürdüklerini tartışmak ayrı (ve ciddi) bir konu ama şu bir gerçekki, orta dereceli okulların resim öğretmenlerinin çoğu, özellikle son yıllarda, işin sadece memurluğunu yapmaktalar. Sadece onlar mı?.. üniversitelerdeki bazı hocaları da bir yoklayın isterseniz. Türkiye koşullarında memurluk (hadi buna akademisyenlik diyelim de rahatlayalım!) belki bir zorunluluk. Ama kapağı bir kere attıktan sonra çarkın dişlilerinden biri olup sanatı bir kenara atmak elbette gerekmiyor. Önemli olan içimizdeki sanat ateşinin hep taze tutulması. Bu ateş, bireyin içinde kendiliğinden başka sanatçılar öğretmenler tarafından da bilinçli olarak yakılabilir. Kendinizle başbaşa kaldığınızda, bu ateş içinizde yanmaya devam ediyor mu, dahası bu ateşi başkalarına da bulaştırabiliyor musunuz, işin can alıcı noktası budur işte. Bu can alıcı noktayı yakalayanlardan biri Ethem hoca.
Haberli habersiz en zaman ziyaret etseniz, ya okurken ya da bir resimle cebelleşirken görebilirsiniz O’nu. (her sabah erkenden çıktığı bir saatlik bisiklet turunu unutmamak gerek). Aradabir, o çok sevdiği güney sahil ve dağlarına yolculuk yapar. Enerji mi harcar, enerji mi toplar, baktığınız açıya bağlı. Yaşlı/genç, gelip gideni hiç eksik olmaz. Konuşması oldukça rahatlatıcı ve bilgecedir. Bu rahatlığı karşısındakine de hemen o an kendiliğinden geçiverir. Ne varki, resim yaparken o olgun insan gider, yerine gelgitleri olan kıpır kıpır biri gelir: çocuk/yaşlı, cahil/bilgili, doyumkar/doyumsuz, saf/hin... Bütün bunları sezgilerime dayanarak söylüyorum. Yoksa kolay kolay kimseyi yaklaştırmaz çalışırken. Aslında bunu her sanatçı çok iyi anlar. Çalışmak sevişmek gibidir. Yalnız burada muhatabınız resimdir. Her resmin başlangıcı bir çeşit gerdektir. Müdahale etmek için karşınıza koyduğunuz, henüz el deymemiş o bakir yüzey ne tahrik edici ve korkutucudur! Ethem hoca’ya göre “resim pahalı ve kıskançtır, ikinci bir sevgiliye tahammülü yoktur”. Ethem Aydın ile resim arasındaki ilişkide kanımca doyumsuzluk büyük bir rol oynamakta. Öyle olmasaydı aynı tuval üzerinde tekrar tekrar (bazen yıllarca) çalışmazdı herhalde. İmzaladığı bir resmi sonradan tanınmaz hale getirdiği çok olmuştur. “Oysa onu öylece bırakıp, bir benzerini daha yapsam ve istediğim değişiklikleri yenisi üzerinde sürdürsem fena olmazdı. Böylece hem ilk kompozisyonu kurtarmış hem de yeni bir resim yapmış olurdum” demişti bir ziyaretimde.
Kendi kuşağının birçok sanatçısında olduğu gibi, Ethem Aydın’ın ilk resimleri genel olarak izlenimci bir kareteri yansıtır. Ekipmanın inşacı tavrından ziyade, Aksel’in izlenimci Anadolu temaları çekmiş olmalı ressamı. Ne varki, geçmişten günümüze, bütün yaptıkları yan yana konduğunda, kesinlikle hepsinde, kendine özgü bir renk dünyası ev ayrıntı düşünü bir fırçaya sahip olduğu hemen fark edilebilir. Ayrıntıdan kasıt, nesnelerin doğalcı görünüşüne şaşmaz bir bağlılık değil, tuval üzerinde yeniden yarattığı dünyanın her bir köşesine alabildiğince zengin bir biçim ve renk armonisi geliştirme gayretidir. Hani derler ya, ressam neye bakarsa baksın, neyin resmini yaparsa yapsın, gerçekte, resmettiği kendisidir. Başka bir açıdan şu da doğru: bakıp anlattığı şey ressamın kendi içine zaten sinmiştir. En haşmetli ve karmaşık konulardan tutun, yanıbaşındaki sıradan nesnelerden –aslında daha çok bunlardan resim çıkarabilir ressam. Sadece ressamlarda değil, şair romancı ve diğer sanatçılarda da böyledir. Bu bağlamda, Ethem hoca’nın resimlerine bakarken, Yaşar Kemal’in düş ve gerçeği bir güzel yoğurarak anlattığı Çukurova –kekik nane kokan dağları, ovaları, top top bulutları, söylenceler diyarı gelir aklıma. Zengin betimlemeler O’nda vardır.
Son zamanlarda teknikte fazla bir değişikliğe gitmemiş ama kendi biçim dünyasını bir hayli değiştirmiş durumda Ethem hoca. Düşsel ve anlatımcı bir dünyayı harmanlıyor şu sıralar. Aslında, son yaptıklarından geriye doğru şöyle bir yolculuğa çıkarsak, içtenm içe kaynayan bu dünyanın daha ilk resimlerinde çoktan yuvalanmış olduğunu fark ederiz. Zamanla bu çekirdek gitgide büyümüş, kabuğunu çatlatmış ve kompozisyonun tamamını ele geçirmiştir. Anlayacağınız söz diliyle konuşurken karşısındakini rahatlatan, sakin görünüşlü o Ethem Aydın gitmiş, heyecanlı ve doyumsuz Ethem Aydın çıkmıştır artık meydana. Doyumsuzluk bir yandan mutsuzluğa açık bir davet, bir yandan da birçok sanatçının hastalığıdır. Kurtulursa, devinimsiz kalır –ölür sanatçı. Bereket versin, çekiyor olsa bile çoğu sanatçı bilmez bu hastalığını, bilenler de çoktan alışmıştır ona. Böyle bir hastalığa hiç yakalanmamış veya belli bir noktadan sonra paçayı kurtarmış olanlar kimbilir ne kadar huzurludurlar? Ethem bey böyle bir huzuru ister miydi acaba? Şöyle demişti:
“Evet, arada sırada tasasız bir baş istediğim olmuştur. Ama tasasız sanatçı olur mu hiç? Sıkıntınız yoksa neyi dışa vuracaksınız, neyi doğuracaksınız? Doğurmakla rahatlayamazsınız, daha birini çıkarmaktayken bir başkasına, hatta başkalarına hamile kalırsınız (böyle hamilelik dostlar başına!) Ben bunu yaşıyorum.”
Son görüşmemizde yeni resimlerini göstermişti. Handan hanımla ortaklaşa çıktıkları ve henüz bitmemiş bir tuval hariç, diğerleri küçük boyutluydu. Çoğu düşsel doğa soyutlamalarıydı. Oldum olası, O’nun resimlerinin ilk anda çarpan cinsten olmadığını bildiğimden bir izleyici olarak keşfe çıktım. Kendini ilk anda ele vermeyen dolambaçlı sarmal biçimlerden oluşturulmuş ayrıntılı ve zengin bir dünyaydı her biri. Bazı sanatçılar ayrıntıları atma eğilimindedir, “az, çoktu” onlara göre, hak vermemek de elde değil. Ne varki Ethem Aydın şeytanı arayan cinsten biri. En son dikkatimi çeken bir resmi vardıki şaşırdım kaldım. Resmin tamamı üzerinde gezintiye çıktığımda, sağ üst bölgede oval bir biçim içinde gizli ikinci bir resim daha keşfettim. Yıllar önce ayakkabı boyacılığı yaparken yapılışına kısa bir süre tanık olduğum kompozisyonun (sıkıştırılarak küçültülmüş de olsa) ta kendisiydi gördüğüm. Demek, o manzarayı Ethem hoca dünyasından hiç çıkarmamış ve tekrar resmetmişti. Kimbilir kaçıncı kez... Ellerine.. yüreğine sağlık...
Mehmet Yılmaz
M. Demirel Babacanoğlu.yazdı:
İZLEDİKLERİM:
Ressam Ethem Aydın, Şöyle diyor:
“Matematik, felsefe ve tarihle ilgisi olmayanlar resim yapamazlar. Tıp fakülteleri sanatçı çıkaramadığı zaman doktor çıkarır. Bir doktor bir şekli tanımak mecburiyetindedir. Biz çizgi bilgisi veriyoruz, mühendis şekil bilgisi olmadan mühendis olamaz. Bir insan hangi işe yatkın olursa olsun resme karşı ilgisi olacaktır. Sanatsal sergilere gitmesi için önce ona ilgi duyması gereklidir. Onun ilgisi başka yöneyse sanat içerikli sergilere gelmez. Sanatçı illede bu gereksinimi duyurma zorunda değildir. O kendi alanı içerisinde çalışır. Tavuğu yumurta yapmaktan alıkoyamazsınız. Bu tavuğun yapısından ileri gelir. Sanatçılar da böyledir. Yapıtları ortaya koyarken, dışardakiler ne diyecek diye düşünmezler. Kalemi alıyor..... Deniz altında 20bin fersah diye yazıyor... aradan yüzyıllar geçiyor... ortaya Notülüs çıkıyor, denizin keşfini yapıyor. Tablolar da keşfedilecek bir olaydır. Ressam kendi iç dünyasını keşfedecek onu diğer insanlara aktaracaktır. Bu düşünceleri değiştirebilir.“
“Resim yaptığımın farkına, öğretmenliğe girdiğim zaman vardım. Çok üzüldüm. –Ey Allahım bana niçin matematik, tarih, coğrafya yetisi vermedin dedim. Bu duygu 1960 yılına değin sürdü. Ama şimdi içinde bulunduğum konumun üstünde bir konum düşünemiyorum. O zamanlar resme değer veren bir nakış yoktu. Matematik birinci sırada yer alırken resim dersleri fasarya sayılıyordu.. Kurumsal bir akım izlemiyorum. Empresyonizm çizgisinde çağdaşım”
Ressam Ethem Aydın, Mersin Güzel sanatlar Galerisi’nde 42 tablosunu 21Mart1990 başlangıç olmak üzere sergiledi ve 3Nisan’da sona erdi. Sanatçının tablolarına genel olarak bakıldığında, izlenimci, dışavurumcu, gerçeküstücülük birleşimlerini görebilirsiniz. Renkler, çizgi uyum içerisindedir, estetiği yansıtır size. Yeryüzünde kaç türlü renk varsa kullanılmış, tablolar bir bütünlük içindedir.
“Çarpık güzellikler” isimli tabloda renge ağırlık verilmiş, sanki o çaylar deniz içinde gelişiyor. Toprak, su, deniz, gök birleşivermişler. Anadolu motifleri yer alıyor. Bu tablo diğer 42 tablonun özeti gibi.
“Ayak izleri” isimli tablo çölde değilde yeşilde bir iz. Bu izde tıoplanmış bütün dünya. Bütün insanların izi bir dünyadır herhalde. İze yine de arabi bir biçim verilmeye çalışılmış.
“İstanbul” isimli tablo bir düzlem üzerinde resmedilmiş. Fırça darbeleriyle tuşlanmış, çizgilenmiş, biçim verilmiş. İstanbul’u tanıyanlar bu tablodan İstanbul kurabilirler kafalarında. Kırmızı yeşil mavi renkler kullanılmış. Figürler kan tablosu gibi. Arap harflerine biçimler verilerek Osmanlı İstanbul’u anımsatılmaktadır. Karşımızda dünden bu güne İstanbul duruyor. Bu İstanbul’da Bizanslılar, minyatürcüler, hattatlar, tulumbacılar, halifeler,... hepsini kavrayabilirsiniz.
Ressamı kutlarım.
Hürsöz Gazetesi, 18Nisan1990
ATOvizyon dergisi yazdı:
Kurtuluş mahallesinin temiz, sessiz sokaklarından birinde bir sanat yuvası vardır. Aydın Sanat evi. Gerçekten aydınlığın evi. Küçük ama dolu bir yer. Sanatın kültürün yürek seslerini duyabileceğiniz bir yuva. Emekli eğitimci ve ressam Ethem Aydın’ın eliyle güzelleşiyor bu sanat evi.
Camı tıkırdayıp içeriye adım attığınızda güler yüzü, tatlı sesi ile Ethem bey karşılar sizi. Hal hatır sorduktan sonra bir söyleşiye dalabilirsiniz. Bu söyleşi, resimden edebiyata, estetikten felsefeye değin uzayıp gidebilir. Saatin tiktaklarını bile fark edemezsiniz bir süre sonra.
Ethem bey, Türkiye’nin birçok il ve ilçesinde resim öğretmenliği, okul yöneticiliği yapmış, sayısız öğrenci yetiştirmiştir. Öğretmenliğini Aydın Sanat evinde sürdürüyor. Yardım isteyenleri geri çevirmiyor. O’na ak saçlı öğretmenler de gelir, oyun oynamak isteyen çocuklar da. Ethem bey, tümü ile aynı dili konuşur.
Ethem bey emekli olduktan sonra bu küçük odayı sanat evi yaparak dersler veriyor, sergiler açılmasını sağlıyor. Eşdost konu komşusunun uğrak yeri oluyor. Sanat evi aynı zamanda O’nun yaşam biçimini de gösteriyor. Duvarlarda resimler, masada çiçekler, meyveler, onur ödülleri, belgeleri, bilgisayarda bir yazı,alçak masada yarım bir resim.
O’na göre “sanata, yetenek, gözlem ve deneyim ile varılabilir”. Ethem beyin resim anlayışı şöyle oluşuyor:
“Çocukluk yaşamım MutErmenek arasında geçti. O yıllarda gidişgelişlerim geceye düştüğü için geceyi daha iyi tanıma olanağı buldum. Gecenin doğurgnlığı, hayal kurma ve gerçekler kafamda yoğuruldu. Şekilleri ışığın yardımı olmadan görmeyi öğrendim. Işık şekillerin görünüşünü değiştirir. Şekilleri karanlıkta görmek ve yorumlamak benim için daha verimli oldu. Bu olay resim sanatını meslek olarak seçmem etken olmuştur”.
Adana’da atölye ve galerilerin artmasını olumlu bulduğunu belirten Ethem Aydın, niteliğin de geliştirilmesi gerektiğini vurguluyor. Mersin’de Ticaret ve Sanayi Odası’nın sanat atölyesi ve galerisi kurarak yeni yeteneklerin ortaya çıkmasını sağladığını anımsatarak “Orada gençler resim dersleri alıyor, resim sergileri açıyor. Galeri vazgeçilmez bir yer oldu. Resimler de satılıyor. Adana Ticaret Odası ile Sanayi Odası bu tür bir etkinliği gerçekleştiremez mi?” diye bir yön gösteriyor.
ATOvizyon dergisi, Aralık 1999, Sa:32
Abdulkadir Kaçar yazdı:
AYDIN HOCA ETHEM AYDIN
Filozof; felsefe ile uğraşan felsefenin gelişmesine katkıda bulunan kişi. Felsefe yapmaya meraklı kimse... Felsefe; varlığın ve bilginin bilimsel olarak araştırılması... Bir bilimin ya da bilgi alanının temelini oluşturan ilkeler bütünü.
Adana’mızın filozofu var mı? Hayır yok demeyin. Biz yanıt verelim: Evet evet var.Adana’mızın çok güzel bir filozofu var. Bu, sayın Ethem Aydın ’dır. Ethem Aydın kimdir diyenlerin yanısıra “Oooo.. benim hocam” veya “benim Erkek Lisesi öğretmenim”, ya da “Adana’da binlerce öğrencisi bulunan Ethem Aydın’dan söz ediyorsunuz” diyenleriniz olacaktır.
Evet sevgili okurlarımız, 8.inci Altın Koza Film ve Kültür Festivali nedeniyle çok değerli Ethem Aydın hoca ya Adana ve ülke kültürüne yaptıkları katkılar nedeniyle Anakent Belediye başkanı Sayın Aytaç Durak tarafından “yılın Sanatçısı” onur plaketi verilmiştir. Kutluyoruz.
Sayın Ethem Aydın hoca, zaman zaman sohbet imkanı bulduğumuz, sohbetine ihtiyaç ve açlık duyduğumuz bir kişidir. O, yaşını göz önüne almayan ruhunu sürekli canlı tutan, sürekli okuyan, sürekli öğrenen, yeniliklere alabildiğine açık bir kişidir.
Önceki günkü tören sırasında Sayın Hocam Ethem Aydın 150 bin tane öğrenci yetiştirmiş, onlara resim dersi vermiştir tümcesi kullanıldı. Doğrudur. Ve sevgili okurlarımız, koskoca bir ömür ve ortaya çıkan gerçekler. 150 bin öğrenci. Bu gerçekten yüce bir değer.
Ethem hocam insan sevgisiyle bezeli, insana hayran, onun yüceliği ve büyüklüğünü keşfeden, yarattığı düşünce dünyasıyla da çevresindeki ve sohbetlerindeki insanları aydınlatan gerçekten aydın birisidir. Adana’mızın filozofu demekten büyük mutluluk ve onur duyuyorum.
Abdulkadir Kaçar, (Kaçar’ın not defteri)
Abdulkadir Kaçar yazdı:
ÖĞRETMENLER GÜNÜ ve BİR MEKTUP
Öğretmenler günü sürüyor. O sevgili varlıklarımız için yazıldı, çizildi, konuşuldu ama anlatılamadı. Öğretmenler bizim gerçekten baş tacımızdır. En büyük edebiyatçılar biraraya gelse o yüze varlıkları anlatmakta güçlük çekerler.
Ama öyle olaylar vardırki, o filozofların bile anlatmakta güçlük çektiği konuları hemencecik birkaç satırda anlatıverir. Tıpkı Sn Galip Oğuz’un 45 yıllık öğretmenini anlattığı gibi:
(Editörün Notu: Sn Galip Oğuz’un mektubunun orjinali yukarda verilmiştir)
Bu sözlerin üstüne söz söylenebilir mi? 150 binden fazla öğrenci yetiştiren filozof Ethem Aydın’a ve O’nun 45 yıl önceki öğrencisi Sn Galip Oğuz’a teşekkürler.. sevgiler... saygılar..
Abdulkadir Kaçar, (Kaçar’ın not defteri)
Mustafa Emre yazdı:
AYDINLIĞIN BAHÇEVANI Sayın Ethem Aydın’a
Erkenden güne çıkan
Tan aydınlığına karışan
Hem bahçeydi hem de bahçevan
Erdemlerin değerlerin harmanında
menekşe çınar okaliptüs olan
Aşkların sevgilerin ustası
Yenileyen her sözü her rengi
Durmadan işleyen bir ağaç bir bulut
Ilık bir güney yeliydi
Neşeyle eşit, hüzüne yaşıt
Mustafa Emre, Ekim1997
Muzaffer Kılıç yazdı:
AYDIN SANATEVİ
Kurtuluşta basit apartman yapılı
Duvarlarında ince emekler asılı
Buram buram Anadolu kokulu
Emek üreten Aydın Sanat evi
Diplomasına yaşına bakmadan
Kitap defter kaygısı duymadan
Alın teri emeklere kıymadan
Ana kucağı Aydın Sanat evi
Çağdaş düşünceyle usta dizinde
Sevgi yansıtmak sihirli bezinde
Emektar Ethem Aydın’ın izinde
Erdem yaşatır Aydın Sanat evi
Kılıç’ım nerden nereye vardın
Bilinen gerçeği bir defa saydın
Sanatçı yanında çırak olaydın
Gönlümde özlem Aydın Sanat evi.
Muzaffer Kılıç, 5Aralık1985, Mut
Muzaffer Kılıç yazdı:
Beğeni övgü yaranma beklemeden
Uyakmış, redifmiş, heceymiş, diklemeden
Renklere duygu veren eller teklemeden
Öylesine yakın öylesine içten oluyorsunki...
Kalepınar’ından su içer misali.
Sevgi dostluk erdemli yaşam
Senin kaleminden daha içten
Tiril tiril burcu burcu gönülden
Evelemeden gevelemeden öylesine oturtuyorsunki
Tahtaya mıh çakar misali.
Böylesine rahat, gönülden yazmanın
Zamanla yarışır gibi çizmenin
Kemiren benlik duygusunu ezmenin
Öylesine gizemli kaynağını buluyorsunki...
Koruktan helva yapar misali.
Muzaffer Kılıç, 23Mart1987
Abdulkadir Kaçar yazdı:
Öğretmenler günü ve bir mektup:
Öğretmenler günü sürüyor. O sevgili varlıklarımız için yazıldı, çizildi, konuşuldu, ama anlatılamadı. Öğretmenler bizim gerçekten baş tacımızdır. En büyük edebiyatçılar bir araya gelse o yüce varlıkları anlatmakta güçlük çekerler. Ama öyle olaylar vardırki, filozofların bile anlatmakta güçlük çektiği konuları hemencik birkaç satırda anlatıverir. Tıpkı 45 yıllık öğretmen Ethem Aydın’ın öğrencisi öğretmen Sn. Galip Oğuz’un anlattığı gibi. Derin anlamlı, felsefe, yaşımın gerçek kıpırtılarını içeren mektuplarda olduğu gibi.
İşte bu güzel mektubu siz sevgili okurlarla paylaşmanın büyük mutluluğunu yaşıyoruz. Yalın, ödünsüz, gerçek ve su katılmamış duyguların ifadesi olan mektup.
Erdem anlayışının en seçkin temsilcisine saygılarımla...
Değerli öğretmenim, bana mektubunuz aracılığıyla dostluğu, insan ustası olmanın incelik ve güzelliğini yaşatıp yeniden bir daha bir daha öğrettiniz.
Dünden bu güne zamanın acımasız, silici kasırgasına rağmen 45 yıllık bir süreyi bir perspektif içerisinde eğitimci kişiliğiniz, özgün örneklerini bir bir gördüm, eh biraz da duygulandım. Duygulandım ama yaşam boyu öğretmenlik kavramına ulaştım.
Yüceliklerle dolu, iyi insan, iyi vatandaş simgesini kişiliğinin vazgeçilmezi haline getiren öğretmenimin öğretmenler gününü en iyi dileklerimle kutlarım – Galip Oğuz. (20111994)
Bu sözlerin üzerine söz söylenebilir mi? 150 binden fazla öğrenci yetiştiren filozof Ethem Aydın ’dan ve O’nun 45 yıl önceki öğrencisi Sn. Galip Oğuz’a halk adına teşekkürler, sevgiler, saygılar.
Abdulkadir Kaçar, Güney Haber, 1121994
Dostları ilə paylaş: |