Âdem ile havva'nin vücudumuzdaki yeri Âdem ile havva'nin yaradilişI Âdem ilk insan ve ilk peygamberdiR


MUSA (A.S.) KAVMİNİ SAMİRİ’NİN SAPTIRMASI



Yüklə 2,44 Mb.
səhifə32/40
tarix30.05.2018
ölçüsü2,44 Mb.
#52080
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   40

MUSA (A.S.) KAVMİNİ SAMİRİ’NİN SAPTIRMASI

 

Musa (A.S.) Rabbinden Tevrat levhalarını almak için kavminden yetmiş kişi seçerek Tûr-i Sînâ’ya gitti. Yerine de kardeşi Harun(A.S.)’u vekil bıraktı. Dönüşünde kavminin Samiri tarafından aldatıldığını görünce kardeşi Harun’un yakasından tutarak “Ey anamın oğlu! Bunlara neden sahip olmadın.”dedi.Bu sırada elindeki Tevrat levhaları yere düştü.Tûr-i Sînâ’da kavminin önünden acele ederek gittiğinde, Cenâb-ı Allah ona “Ya Musa! Seni acele ettiren sebep nedir?”dedi.Musa(A.S.)“Ya Rabbi sana bir an evvel kavuşmaktır.” buyurdu.Cenâb-ı Allah da “Ben senin kavmine fitne verdim” dedi. İşte bu söz aklına geldiğinde fitneliğin de Cenâb-ı Hakk’tan olduğunu düşünerek kardeşi Harun’un yakasını bıraktı.  Tevrat levhalarını da yerden toplayarak Samiri’nin yanına gitti. “Ey Samiri senin yaptığın bu iş nedir?” diye sordu. O da, “Ben İsrailoğullarının görmedikleri Cebrail’in atının ayak izinden bir avuç toprak alarak altından yaptığım buzağının üzerine serptim ve böğürttüm. Bunu bana nefsim hoş gösterdi.” dedi. Musa (A.S.) altından yapılmış böğüren buzağıyı ezdi ve tozunu da denize savurdu. Samiri’ye de “Haydi defol git. Hayatın boyunca benimle temasın olmasın” diyerek huzurdan kovdu.



Kur’ân-ı Kerîm’in Tâhâ Sûresi 83.âyetten 98.âyete  kadar anlatılan bu olay bizlere birçok ibretler vermektedir. Bu âyetleri zâhir ve bâtın olarak zevk etmek mümkündür. İsrailoğulları maddiyata düşkün, altın ve para için hemen dönüş yapıveren  bir topluluktu.Günümüzde de taklîdi bir îmân ile inanmış kişilere, altın ve para gibi dünya ile ilgili nefsin isteklerini teklif ettiğimizde herkes sıraya girmez mi? Musa (A.S.) henüz Tûr-i Sînâ’dan Tevrat levhalarını kavmine getirip tebliğ etmediği için, kavmi, Musa’nın Rabbini zanda, hayâlde görünmeyen bir Rab olarak kabul etmişti. Samiri'nin altın ve mücevherleri eriterek altından bir buzağı yapması  ve Cebrail'in atının ayak izlerinin tozundan bir miktar alıp yaptığı bu buzağının üzerine serpmesi buzağıyı böğürtmüştür. Elbette o kavim de gördüklerine inanmaları nedeniyle Samiri'ye hemen inanmışlardır.

Günümüzde de çok güzel konuşan bazı kişiler, toplumun cehâletinden istifade ederek,onların üstünde bir  ilimle onları kandırmıyorlar mı?Konuşurken öyle ateşli, öyle inandırıcı akıl buzağısını böğürtüyorlar ki, şühûd sahibi olmayanların çoğu bunlara kanıyor. Bâtında da,Musa’nın kavmi, ibâdetle amellerini yapan, fakat yaptığı ibâdetlerin tahkikî irfâniyetine sahip olmayan  bir topluluktu. İbâdetlerini taklîd yapıyorlardı. Samiri’nin onların ziynet ve altınlarını eriterek buzağı yapması ise nefislerinin süflî tabiat isteklerine tâbi olması ve altın gibi dünya muhabbetinin ağır basmasından ileri gelmiştir.

Musa (A.S.) nübüvvet sahibi olduğu için toplumun seviyesine inerek onları irşâd ve ikna etmesi mümkündür. Kardeşi Harun(A.S.)ise velâyet sahibi olduğu için onda Vahdâniyyet zevki galipti. Sözlerindeki şeriat eksikliğinden dolayı kavmi ona tâbi olmadı. Musa (A.S.)’nın Harun’u yakasından tutarak, ‘Ey anam oğlu!” diye sallaması, rûha yakın olan Vahdâniyyet zevkine sahip olan Harun’u, nefis olan kesret tarafına yani, Musa’nın nübüvvet yönü Hakk tarafına çekmesidir. Bütün fiillerin fâilinin Allah olduğunu idrâk ettiğinde, bu da Hakk’ın bir tecellîsidir diyerek, “Fitne de Allah’tandır” dedi. Musa (A.S.) Samiri'ye, “Haydi defol git” dedi. Bu kelâm Musa’nın gazâbından sâdır olmuştur. Çünkü enbiya ve evliya Hakk’ın kemâl sıfat mazharlarıdır. Bunlar her kime gazâb ederse o kimse Hakk’ın kahrından dünya ve âhirette şaki ve ebedi azâbla cezalanır. Benden uzaklaş diye kovulsa da,bâtıl davete icabet edenlerin, Hakk ve hakîkatten uzak kalmalarından ibarettir. İşte vücûd ülkemizde de emmâre nefis komutanının bir çok dalavere ile süflîyyât istek ve arzularını,güzel göstererek, kendi inanç doğrultusunda,bu  vücûdumuzun kavimleri olan sıfatlarımızı Hakk ve hakîkat yolundan ayırmak istemektedir. Rûh da Rabbinden aldığı emirler doğrultusunda bütün sıfatların gayriyeti değil,ayniyeti. Huzursuzluğu değil, refah ve mutluluğu istemektedir .Bizlere, Cenâb-ı Allah,  Samiri gibi aldatıcı ve süflî isteklerden kurtulup, Musa ve Harun gibi Hakk ve hakîkat yolunda tahkike ermemizi istiyor.İlm-el yakîn olan ibâdetlerimizi,ayne’l ve Hakk-al yakîn olarak yapmamızı öneriyor. Her düzgün konuşan kişilerin,her konuşmasını  Kur’ân terazisiyle ile tartmamızı istiyor.Cebrail gibi, Mürşîd-i Kâmillerin sözlerinden bir miktar alıp,kendi malı gibi satanlara kanmamamızı istiyor. Cenâb-ı Hakk bütün kardeşlerimizi böyle Samirilerden muhâfaza etsin. Âmin.

 

MUSA (A.S.)’NIN ŞUAYB (A.S.)’DAN TAHSİLİ

 

Musa (A.S.) bir gün evinden çıktığında, Firavunun adamlarından iki kişinin birbirleriyle kavga ettiğini gördü. Birisi düşmanına karşı Musa’dan yardım istedi. Musa da, karşıdaki kişiye bir yumruk vurunca onu öldürdü. Musa bu olaya üzüldü ve Rabbine yalvararak, hata yaptığını, affetmesini istedi. Allah da onu bağışladı.



Şehrin öteki başından gelen bir kişi, Musa’ya, Kasas Sûresi 20.âyette belirtildiği gibi “Ey Musa, şehrin ileri gelenleri seni öldürmek için hakkında müzakere yapıyorlar. Buradan çık git” dedi.

İşte bizim gibi Musalar,nefs-i emmâre Firavununun vehim ile akıl adamlarını kavga ederken buldu. Hakk ve hakîkata gönül veren Musalar,bunlardan birisi olan‘ vehim’i vurunca öldürdü. Bu Musa’nın düşmanlarından idi.Kişilerin ikisi de nefs-i emmârenin kuvveleri  olduğu için korktu. Şehrin öteki başından gelen rûhun Akılı onu ikaz ederek oradan kaçmasını söyledi. Musa da Medyen’e doğru yol aldı. Medyen, kendi varlığından geçerek, Hakk’ın varlığı ile var olan kurtulmuşların diyarıdır. Medyen suyuna varınca hayvanlarını sulayan bir kısım insanları buldu. Suyun başında, herkes sıraya girmiş, fakat iki kız da davarlarını sulamak için, en sonda sıra bekliyordu. Kızlara Musa yaklaşarak, onların durumunu sorarak, başka suyun olmadığını öğrendi. Kızlar işaret ederek, karşıdaki büyük bir taşın altında, bir suyun olduğunu, fakat babaları ihtiyar olduğu için davar sulamaya gelmediğini, kendilerinin de buna güçlerinin yetmediğini söylediler. Onun için herkes suladıktan sonra, sıra bize geldiğinde sulayabileceklerini söylediler. Musa güçlü kuvvetli olduğu için o büyük taşı kaldırarak kızların davarlarını suladı. Kızlar da, erkenden babalarının yanına döndüler.

Babaları Şuayb (A.S.) kızlara “Bu gün erken geldiniz” dedi. Kızlar da, Musa isminde bir çobanın kendilerine yardım ettiğini, onun güçlü kuvvetli ve çok temiz olduğunu babalarına söylediler. Ücretli olarak onu çoban tutması için babalarına ricada bulundular. Şuayb (A.S.) kızların tekliflerini kabul ederek,Musa'yı çağırmalarını söyledi. Musa geldiğinde pazarlık başladı.Bu durum Kasas Sûresi 27.âyette şu şekilde anlatılmıştır: “Bana sekiz yıl ücretle çalışırsan, bu kızlarımdan birini sana nikâh yaparım. Eğer on seneyi tamamlarsan, bu beni daha memnun eder”

İşte bir sâlik de, Mürşîd-i Kâmile gider,onun tahsilinde sekiz sene çalışır, yani sekiz sıfat-ı subûtiyesinin terbiye tahsilini görürse, rûhun, rûh sıfatlarından tecellî eden ameli olan kızına sahip olur. Bu, kişinin kendine nisbet ettiği sıfatları fâni etmekle,Hakk’ın sıfatlarının kendi mazharından tecellî zevkine sahip olur demektir. Musa, sekiz sene sonunda Şuayb (A.S.)’dan kızını alarak ayrılırken, Şuayb (A.S.) Musa’ya “Bir sene daha kalırsan,davarların kuzularını da sana hediye ederim.Sermayeniz olur.” dedi.Musa bir sene daha Şuayb (A.S.)’ın yanında kaldı. O sene kuzuların hepsi erkek doğdu. Şuayb (A.S.) “Musa! Bir sene daha kalırsan, inşâallah Rabbim kuzuları dişi verir. Böylece çoğaltırsınız” dedi. Musa bir sene daha kaldı.Bu sefer kuzuların hepsi dişi doğdu. Musa eşi ile birlikte, erkek ve dişi kuzuları da alarak yola çıktı. İşte bir kişi de Fenâfillâh olup,sekiz sıfatının, Hakk’ın tecellîsi  olduğunun zevkine erince,o kişi Rûhullah olur.Vahdâniyyet zevki, onun bütün erkek kuzu olan Vahdet tecellîlerine mazhar olur.Bir sene daha kalarak, dişi kuzuların doğması da rûh mertebesinden kesret âlemine sıfatlardaki tecellîsi ile nevâfil olarak yaklaşımıdır. Şu halde,bizim gibi Musalar, Firavun olan nefs-i emmâre ülkesinden, Şuayb (A.S.)’ın bulunduğu, Mürşîd-i Kâmilin ülkesi Medyen’e gitti. Mürşîd-i Kâmilde sekiz sıfatından tecellî eden,her tecellînin kendisinin olmadığını,bunların Hakk’ın olduğunu tahsil etmekle, amellerindeki şirk halindeki bekâ tecellîleriyle müşerref olarak, Rabbinin tecellîleri ve ameli olan kızını da almış oldu. “İki sene daha kalırsan memnun olurum” sözü ise birinci senede kuzuların erkek doğması, Vahdâniyyet zevki ile kişinin zevklenmesi ve Hakk’tan başka hiçbir şeyi görmemesi demektir. İkinci senede  kuzuların dişi doğması, kişinin bütün sıfatlarından Hakk’ı zuhûr etme zevkine sahip olmasıdır. Kul olma zevki, kişinin Muhammed olma zevkine sahip olmasıdır.Kasas Sûresi 19 ilâ 29.âyetleri arasında anlatılan bu kıssa,ulûlazîm peygamber olan Musa (A.S.)’nın hikayesi olarak bizlere anlatılmışsa da,ibret olarak bizim gibi Musaların, bir Mürşîd-i Kâmil olan Şuayb (A.S.)’a sığınmamız gerektiğini anlatıyor. Sekiz sene hizmet ederek tahsil etmemizin gerektiğini bildiriyor. Bu tahsili yapmayanların helâk olacağını anlatıyor. Cenâb-ı Allah, bütün kardeşlerimi nefsin tahakkümünden kurtarsın. Vuslatında kolaylıklar ihsân etsin. Âmin.

 

                    MÜ’MİN KİMDİR



Mü’min Allah ve Resulüne inanan Kur’ân-ı Kerîm’de emredilen emir ve yasakları uygulayarak emniyete kavuşan kimsedir. Enfal Sûresi 2.âyetGerçek mü'minler ancak o mü'minlerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; karşılarında ayetleri okunduğu zaman, îmânlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler” Enfal Sûresi 3.âyetO kimseler ki, namazı dürüst kılarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden başkalarına dağıtırlar” ve  Enfal Sûresi  4.ayetlerde “İşte gerçek mü'minler onlardır! Onlara Rablerinin katında dereceler vardır, mağfiret ve güzel rızık vardır!”  buyrulmuştur.

Bu âyet-i kerîmelerde geçen bu ifadeleri açmak gerekirse; dâimî zikirle Allah’ı her nefeste zikreden sâlikin korkarak kalbi ürperir, titrer. Zira kendinin güç ve kuvvetinin olmadığını, güç ve kuvvet sahibinin Allah olduğunun bilincindedir. Allah’ı Allah’la zikrettiği tâlimatını göz önünde bulundurarak kendisine şah damarlarından daha yakın olan Rabbinin, kendi kalb davuluna tokmağını vurduğunu, bu nedenle kalbinin dâima titrediğini hissedecektir. Bu tokmağın vuruş sedâsı vücûd ülkesindeki bütün sıfat ve a’zalarımızın dikkatini oraya toplayacaktır. Ayrıca, Tevhîd tokmağını vurdukça, gözlerinden yaş akması, tüylerinin diken diken olması,kalbinin hop hop hoplaması onun kalbinin titremesinin ispatıdır.Kendini yakın takibe alan kişi gafletten kurtulduğunda bu tokmağın vuruş sedâlarındaki nurların kalbi zamanla ihâta ettiğini görecektir. Artık “Zikirle kalbler mutmain olur” âyeti tecellî ettiği için, nefse mahsus olan zikir kapısı kapanmış, kalbe mahsus olan sıfat zikriyle mutmainlik tecellî etmiş olacaktır.

İşte bu demden sonra o kimseye sırasıyla ef’âl âyetleri, sıfat âyetleri ve Zât âyetleri, zâhir ve bâtında okunduğunda îmânları artacaktır. Zira sâlik daha evvel bu âyetlerden yani Allah’ın delillerinden habersizdi. Okuyup, tecellîsini şühûd ettiğinde elbette ilm-el yakînlikten ayne’l ve Hakka'l yakınlığa vâkıf olunca îmânı artmış olacaktır. Dolayısıyla da taklîdi bir îmândan tahkikî îmâna geçtiklerinden, nefislerini bilmeleriyle Rablerini de bilmiş olacakları için onlar Rablerine tevekkül ederler. Çünkü her an ayrı bir şe’nde tecellîsini gösteren Allah, fiillerin fenâsı,sıfatların fenâsı, vücûdun fenâsından terakkî ederek fiilerin fâilini,sıfatların mevsûfunu,vücûdun mevcûdunu şühûd ederek her işini Allah’a bırakarak onun her tecellîsine rıza gösterir. Ayrıca onlar kendi varlıklarından geçip Necm Sûresi 8.ve 9.âyetlerde sözü edilen Allah’la konuşmayı gerçekleştirmiş olurlar ve bu zevkle namazlarını gereği üzere kılarlar. Her an ayrı ayrı tecellîleriyle beraber olarak Hakk’la konuşmuş olurlar. Zira Allah’ın bu Âdem ve âlemde altı pencereden ayrı ayrı tecellîlerinin irfâniyetine sahip oldukları için hepsini bir terazi ile tartarak değil,her penceredeki Hakk’ın terazisi olan fark kantarı ile tartarak huzur-u kalble namazlarını dâimî salât olarak kılarlar.Bu manevî zenginliklerini de kendilerine ve isteyenlere Hakk yolunda harcarlar. İşte bunlar gerçek mü’minler olup Rableri katından onlara dâima ilhamlar zuhûr edip  saadet içinde amel edip Cennet’teki tükenmez nimetlerden istifade etmektedirler. Bunların bir adı da melamîdir. Çünkü onların özü Kur’ân,sözü Furkan, yüzü vech-i Rahmândır. Cenâb-ı Allah, fâil-i mutlak resminde bu kişilerden tecellî etmektedir.Fakat bunu görmek her insana nasîb olmadığı için bilmeyenler onun yalnız resmini görür. Allah’ın en güzel esmâlarından biri de El-Mü’min'dir. Emîn edicidir.Zâhirde halk içinde herkes gibi yaşamlarını sürdürürler.Fakat bâtında Hakk iledirler. Allah cümlemize bu hasletleri nasîb etsin. Âmin.

             MÜRŞİD-İ KÂMİL KİMDİR

Mürşid-i Kâmil, irşâd eden,doğru yolu gösteren, terbiye eden, insanları gafletten kurtaran, peygamber vârisi olan, “El ulemayı veresetül enbiya”(H.Ş.) gereğince “Elif, Lâm, Mim” sırlarını kendinde toplayan canlı bir kitaptır. Allahü  Teâla ilmi ezeliyette onları seçmiştir.

Onlar her insan gibi devrin yarısını bu âleme gelinceye kadar tamamlamış, cemâdât, nebâtât, hayvânât ve insana kadar gelerek baba sulbü, anne sulbü ve tabiat âlemlerini takip ederek Tin Sûresi 5.âyetinde tarif edilen “Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına kaktık” aşağıların en aşağısına, insan-ı asliyesini bulmak isteyenler için gönderilmiştir. 

Tin Sûresi 6.âyetteAncak îmân edip yararlı işler yapan kimseler başka; onlar için kesilmez bir mükâfat vardır” buyrulmaktadır. Bu insanlar nefs âleminden yolculuğa çıkarak bir Mürşid-i Kâmilin eteğini tutup, nefs-i emmârelerinin tahakkümü olan  nisbîyet ve şirklerinden kurtularak insan-ı asliyesini öğrenip Rûhullah olacaklardır. Kendi varlıklarını Hakk’ın varlığında ihtiyarî olarak yok edip, Cenâb-ı  Hakk’ın  kemâlâtıyla tecellîlerini kendi varlıklarında zuhûra getirirler.

İlm-i ezeliyette kendisine Mevlâ tarafından lütfedilen irşâd göreviyle, toplumun içine inerek, onları nefs âleminden rûh âlemine veya kesâfet âleminden letâfet âlemine vuslat için irşâd ve çeşitli terbiye metodlarıyla, kendisi daha evvel İnsan-ı  Kâmilinden nasıl irşâd olduysa aynen öyle irşâd edecektir. Çünkü Nahl Sûresi 78. âyetindeAllah, sizi  annelerinizin karınlarından hiçbir şey bilmediğiniz bir halde çıkardı.Öyle iken size, işitme, gözler ve kalpler verdi ki, şükredesiniz” buyrulmuştur. İşte bizler daha evvel hiçbir şey bilmezken, manevî anamız olan Mürşid-i Kâmilimiz butûnundan bizleri irfâniyet ve kemâlâtıyla çıkarıp kulaklarımızla Hakk ve hakîkati duyan, gözlerimizle Hakk ve hakîkati gören, kalblerimizle de cehâlet zincirlerini kırarak tefekkür eden bir hale dönüştürdü. Bizlerin isti’dâdlarında bu kemâlât olmamış olsaydı,  bizler ne Mürşid-i Kâmil mazharından bu Tevhîd yoluna çağırılır ne de nefs âleminden rûh âlemine vuslat bulabilirdik.Buna ne kadar şükretsek azdır.



Mürşid-i Kâmilin üç belirtisi vardır:

1-Onun yüzüne baktığınız zaman onlar Allah’ı hatırlatıcıdır.

2-Sohbette iken ve hâllerinde mıknatıs gibi kişileri çekicilikleri vardır.

3-Sohbet ettiklerinde, dinleyenler sohbetinden hoşlanırlar, “anlatsa da biraz daha dinlesek” derler. Onların yanında her türlü üzüntü ve sıkıntımızın yok olduğunu görürüz. Soru sorulduğunda tatmin edici cevaplar alınır. Alçak gönüllüdürler. Sâliklere, Cebrail’in Meryem validemize Hz.Îsâ (A.S.)’yı müjdelemeye geldiği gibi yaklaşmayı düstur edinmişlerdir.Kur’ân-ı Kerîm ahkâmı ve sünnet-i seniyyeden kat’iyen ayrılmazlar. Ellerini, dillerini, evlerini, gönüllerini, imkânları nisbetinde açan zâhir ve bâtın cömert kişilerdir.

Onlar sâlikleri kendilerine bağlamazlar, râbıta yaptırmazlar. Hakk’a bağlar,Allah’a râbıta yaptırırlar. Kendilerindeki Rabbü’l-Âlemîn’in zikrini, fikrini, müşâhede ve yaşamını öğretirler. Böylece dünyada Âhiretin mutluluğunu ve Cennet’ini yaşarlar. “İnsan benim sırrım, Ben de onun sırrıyım” Hadis-i Kudsîsi onları tarif eder.Cenâb-ı Allah Mürşid-i Kâmil resminde tecellî etmektedir. Herkese bunların sîretini görmek nasîb olmadığı için, bazıları onun resmini görür, maalesef sîretini göremez. Mürşid-i Kâmil resminden Hakk’ı ancak Allah’ın nasîb ettikleri görebilir.

 

MÜRŞİD-İ KÂMİLLERİN SÂLİKLERİNDEN İSTEDİKLERİ

 

Tasavvufta, vuslat nefsten rûhadır.Nefs terbiyesi için, kişinin kendi insan-ı asliyesini öğrenmesi şarttır. Bunun için de  Mürşid-i Kâmili olan Rabbine,sevgi, teslimiyet ve sadakatle sarılması lâzımdır.



Sevgi, sıradan bir sevgi, teslimiyet sıradan bir teslimiyet olursa, onun vuslatı mümkün değildir. Kişiler belki sohbetlerde çok ilim de elde edebilir. Fakat nefsin elinden kurtularak rûh vâdisine intikâl edemez.

Bir kişi, ister kabir ziyâretine gitsin,ister bir velinin türbe ziyâretine gitsin, onun diri değil de ölü olduğu idrâkiyle ziyâret ettiği müddetçe ondan hiçbir fayda sağlayamadığı gibi, onunla irtibat da kuramaz.Bizler de aynen bunun gibi, Kâmillerin  Hakk’ın varlığı ile diri olduğunu, Mürşîd mazharından bizzât  Cenâb-ı Hakk’ın terbiye ve irşâd ettiğini, herhangi bir kişinin huzurunda veya sohbetinde değil, bizzât Hakk’ın huzur ve sohbetinde olduğumuzu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Mürşid-i Kâmillere sâliklerin sevgi ve teslimiyetleri tam olmazsa onların da vuslatı olmaz. Çünkü sâliklerin sevgi ve teslimiyeti nisbetinde Cenâb-ı Hakk onlarda algılama ve kabulleniş zuhûr ettirmektedir. Dolayısıyla da, kendi gönüllerinde,yalnız ilm-el değil, Hakka’l-yakîn olarak zevk idrâki tecellî edecektir. 

Ma’lûmunuz sevgi, tilkinin tavuğu sevmesi gibi tek taraflı olursa, bu, arzu edilen  sevgi değildir.

Rûhun sevgisi olan, kulun Hakk’ı sevmesi ve Hakk’ın da kulunu sevmesi olan çift taraflı sevgi veya ilâhi sevgi olan, kişinin bütün mevcûdiyetiyle Rabbine dönme hali olursa, işte o zaman seviyorum diyebiliriz.

Sevginin kişilerde geliştirilebilmesi için, Peygamberimiz “selamlaşınız, selamlaşma sevgi bağlarını pekleştirir.” buyurmuşlardır. Onun için, selamlaşmalar ve imkânlarımız nisbetinde sık sık ziyâretler yapmalıyız. Ziyâret imkânımız olmasa bile,telefonla hal hatır sormalı, gelen gidenlerle selam göndererek sevgi bağlarını kuvvetlendirmeliyiz. Ancak sadece telefon etmek yeterli olmamaktadır. Çünkü, kişilerin sevgisinin belirtisi kendisindeki, hâl ve tutumundan görülmektedir. Bir Fransız yazar "Söz Söylemek ve İnsanlar Üzerinde Tesir Yapmak"adlı  kitabında, "karşınızdaki kişilerin hoşlanacağı bir şekilde karşınızdakine hitap ediniz"demektedir. Güzel sözün etkisini eşlerimiz üzerinde müşahede etmişizdir. Eşlerimize “Hayatım, gülüm, canımın içi..” gibi sözler kullandığımızda onların bizim hakkımızdaki olumsuz fikirleri hemen değişir ve sevgi bağlarının kuvvetlendiği görülebilir. “Tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkarır” denmiştir. Büyüklerimiz “Sevdiğin nisbette sevilirsin” buyurmuşlardır. “Yemen’dedir yanımdadır, yanımdadır Yemen’dedir” buyrulmuştur. Bazı kişileri gönülden sevgileri nedeniyle,Yemen kadar uzakta olsalar bile onları yanımızdaymış gibi hissederiz. Bazen de bedenen yanımızda olsalar bile,sevgilerinin yetersizliğinden Yemen kadar uzakta olduklarını düşünürüz.

Mürşîd-i Kâmiller sâliklerinden teslimiyet isterler. Teslimiyet ‘İslâm’ kelimesinden gelir. Toplumda birçok kişi İslâm olduklarını söyleyip dilleriyle“Lâ ilâhe illallah, Muhammederresûlullah” dedikleri halde, İslâmın emir ve yasaklarını  uygulamazlar.Bunlar kelimenin Cennet’ine elbette gireceklerdir. Başka da herhangi bir îmân ve amel olmadığı için, bunların Cennetlerinden de mahrumdurlar. Bu teslimiyet Allah’ın indinde yeterli midir? Sizler bunun cevabını veriniz.

Bazıları da,kelime-i şehâdet getirirler, beş vakit namazlarını da boynumuzun borcudur diye taklîdi olarak, mânâsını bilmeden,nefislerini tatmin ederek kılarlar. Bunlar da elbette amel Cennet’ine gireceklerdir. Fakat irfâniyet Cennetlerinden mahrumdurlar. Bir de bütün bunları yapıp,bu yaptığı ibâdetlerin irfâniyetine sahip olup, hem amel Cennetlerinde, hem de irfâniyet Cennetlerinde, Cenâb-ı Hakk’ın sevgili kulu olarak bulunmaları ve yaşam müddetince huzur, refah ve saadet içerisinde bir yaşam sürmeleri daha iyi değil midir? Aynen onun gibi teslimiyetinde de, Ebubekir(R.A.)Efendimiz gibi, bir sıddıkiyet içersinde Rabbimize teslim olup, dâima kendimizde Rabbimizi müşâhede etmemiz, Cennet’imizde onunla beraber olmamızı sağlayacaktır.

Cenâb-ı Allah insanı merkez üssü olarak seçmiştir. Bütün bu âlemdeki varlıkların özü, insan olan Âdem’in merkez üssünden, frekans, şua, cereyan ve dalgalar gibi kesafet yönü ile göremediğimiz bir çok etkilenme nurunu, ilâhi bir emirle Âdem’in merkez üssünden kendilerine aktarılmaktadır. Elbette, Rabbü’l-Âlemîn mazharları olan Mürşid-i Kâmillerden de onlara sevgi ve teslimiyet içinde bulunan sâliklere, sevgi ve teslimiyetleri nisbetinde bu nurun, yüksek bir cereyan halinde intikâl etmesi görülecektir. Şu halde,bizi bizimle yönlendiren ve sevk eden, zâhir olarak göremediğimiz, fakat fiillerin tecellîsini gördüğümüzde anlayabildiğimiz güçlerin olduğu açıktır. Onun için bizler sevgi ve teslimiyetimizi tam olarak gösterirsek menzile ulaşmamız mümkün olacaktır. Soğuk bir demir bile,ateşte kızardıktan sonra,ustanın elinde istediği şekli alabiliyor. Yoksa soğuk olarak şekillenmesi mümkün olmuyor.

Kardeşlerimin, sevgi ve teslimiyet içinde vuslat bulmalarını Cenâb-ı Hakk’tan niyaz ederim. Kendilerine sorsunlar. Mürşîdlerini üzerlerindeki elbise gibi mi zevketmektedirler, yoksa tam bir sıdkıyet ile kendi rûhlarının efendilerinin olduğunu, onunla sevk ve idare edildiklerini mi  zevk etmektedirler? Üzerlerindeki elbise gibi zevkediyorlarsa bu elbisenin banyoda veya eskidiğinde çıkarılması ve değiştirilmesi mümkün olduğu için vuslat bulamaz. Kendi rûhunun efendisi olarak, dâima onunla beraber olduğunu, kendisinden sevk ve idare edenin Rabbi olduğunu idrâki ederek yaşama geçerse işte o zaman vuslat bulabilir. Tam bir sadakatle teslim olamıyorlarsa o yerde durmamalarını, her kime tam olarak teslim olabiliyorlarsa, manevî tahsillerini orada tamamlamalarını öneririm. Allah bütün kardeşlerimin yardımcısı olsun. Âmin.

 

NAMAZ  RİSÂLESİ VAKİT NAMAZLARININ SIRLARI

İlk defa sabah namazını Âdem (A.S.) kılmıştır. Âdem (A.S.) Cennet-i Âlâda Havva validemiz ile yaşarlarken ,Cenab-ı Hakk onlara “Yiyiniz içiniz, fakat şu yasak meyveye yaklaşmayınız!”emrini vermiştir. Âdem ile Havva uzun yıllar Cennet’te beraber  yaşadılar. Daha evvel Cenab-ı Hakk “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Melekler de “Biz size lâyıkıyle ibâdet yapıyoruz, yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek bir kimse mi yaratacaksın? dediler. Cenab-ı Hakk da Âdem’e‘allemel esmâ’yı tâlim ederek,bütün meleklere “allemel esmâyı okuyunuz”dedi. Melekler okuyamadıkları için bu emri yerine getiremediler. Âdem’e “Sen oku” deyince o bir çırpıda okudu. Buna binâen“ Âdem sizin ulunuzdur. O’na secde ediniz.” denildi. Âdem’e bütün melekler secde ettikleri halde Şeytan Âdem’e secde etmedi. “Ben ateşten yaratıldım. Âdem ise balçıktan yaratıldı” diyerek huzurdan kovulanlardan oldu. İblis günlerce Cennet’e girip Âdem ve  Havva’yı kandırmak için Cennet’in kapısında bekledi. Yılanı görünce ona “Sen Cennet’e girip çıkıyorsun,ben Cennet’i çok görmek istiyorum. Ne olur beni de Cennet’e beraberinde götür.” dedi. Yılan “Seni herkes tanıyor. Ben seni içeriye sokamam.” dedi. Şeytan “Ben senin ağzının içine küçülerek girerim, beni kimse görmez. Senden ben konuşurum, seni konuşuyor zannederler.” dedi. Yılan bunu kabul etti ve Şeytan yılanın ağzına küçülerek girdi.Böylece mel’ûn Şeytan cennete  girmiş oldu. İşte günümüzde de,nefs-i emmâre olan nefs şeytanının dünya olan yılanın ağzına girerek,diğer bir tâbirle, dünyadaki Cenab-ı Hakk’ın bütün nimetlerini Hakk ve hakîkat yolunda kullanması gerekli iken nefsinin istek ve arzusu doğrultusunda kullanması o kişinin Tevhid Cennetinden sürülmesine vesile olmaktadır.

Şeytan Havva validemizin yanına giderek “Şu ağaçtan meyve yemeniz neden size yasak edildi biliyor musunuz? Eğer siz o yasak meyveden yerseniz ebedî olarak Cennet’te kalacaksınız. Yemezseniz öleceksiniz de ondan size yasak edildi.” dedi. Bu sözlere kanan Havva validemiz giderek o ağaçtan yedi. Bir şey olmadığını görünce, Âdem’e gelerek “Ya Âdem benim karşıma bir kişi çıktı. Bana ‘Bu ağaçtan yerseniz Cennet’te ebedî kalırsınız, eğer yemezseniz ölürsünüz’ dedi. Ben de yedim bir şey olmadım, sen de ye!”diyerek Âdem’in de o yasak meyveden yemesine vesîle oldu. Âdem, o yasak meyveden yiyince, üzerindeki elbiseler alınıverdi.Havva validemizle birlikte Âdem (A.S.) de böylece Cennet’ten çıkarılmış oldu.

Âdem (A.S.) Cennet’ten dünyaya çıkarılınca dünyayı karanlık buldu.Sabah olup ortalık aydınlığa kavuşunca şükrânî olarak iki rek’at namaz kıldı. Bu kıldığı namazın bir rek’atı karanlıktan kurtulduğu içindi. Bir rek’atı da aydınlığa kavuştuğu içindi. İşte bu gün bizler de, nefsimizin dünya isteklerinden ve cehâlet karanlığından kurtulduğumuz için bir rek’at, fiillerin fâilinin Allah olduğunu idrâk ettiğimizde de, gönlümüzdeki fiiller aydınlığına kavuştuğumuz için de bir rek’at olmak üzere toplam iki rek’at namaz kılarız.    

İnsanlar nefsin tahakkümünde dünyada yaşarlarken, gece karanlığı gibi cehâlet içindedirler. Çünkü daha evvel ‘Dünyaya ne için geldi, neye geldi,nereye gidecek? gibi soruların cevabını bilmiyordu. Dünyaya yemek, içmek, nefsâni istekleri için geldiğini zannedip ne kendisinden ne de Rabbinden haberi yoktu. Hakk Mürşîdine tâbi olunca, onun hidâyetiyle kendisine nisbet ettiği fiil karanlığından kurtulmuş  oldu. Fiil şirkinden kurtulduğu için bir rek’at, fiil aydınlığı olan fiillerin fâilinin  Allah olduğunun idrâkına varınca da ikinci rek’atı kılmış oldu. Burada bir kişinin  aydınlığa çıkması fiil şirkinden kurtulması demektir. Hasan Fehmi Hazretleri şöyle buyuruyor:



Sabah namazına hâzır olanlar

Onlardır ef’âli Hakk’a verenler

Fâil Hakk’tır diye huzûr ederler

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahâr vaktinde

Bir insan sabah namazını kılabilmesi için nasıl hazırlık yapmalıdır? Evvelâ uykudan uyanmalıdır. Zira uyuyan kişinin uykuda iken yaptığı ibâdet geçerli değildir. Bu uyanma yalnız vücudun uyanması değildir. Aynı zamanda gönlünün de gaflet uykusundan uyanması lazımdır. Çünkü bir kişi daha evvel cehâlet devri geçirmekte idi. Bu cehâlet ona göre gece karanlığı gibidir.Cenâb-ı Allah, “Ben kulumun sûret ve ameline bakmam, kalp ve niyetine bakarım.” buyuruyor. Peki bir kişinin kalbi nasıl uyanır? İşte bizlere de evvelâ Mürşîdimiz tarafından her nefes  daimî zikir telkin edildi. Sâlik, Mürşid-i Kâmilden aldığı daimi zikirle her nefes  Hakk’la berâber olma idrâkına sâhib olduğunda gaflet uykusundan uyanmış olacaktır.Fiillerin fâilliğini de Allah’a nisbet ederek,ef’al-i İlahiye aydınlığına  sahip olarak sabah namazını huzur ile kılmış olur. Çünkü Saffat Sûresi 96.âyette “Sizi halk eden Allah olduğu halde fiillerinizi de halk eden Allah’tır.” buyrulmaktadır. İşte bizler de Âdem (A.S.) gibi bu gün cehâlet ve şirk karanlığından kurtulduğumuz için bir rek’at,ef’al-i İlâhiye aydınlığına çıktığımız için ikinci rek’atı kılarak sabah namazımızı kılmış oluruz.Sabah namazının evvelinde iki rek’at sünnet kılarız. Bu, Peygamber Efendimizin bizlere sabah namazını sohbetleriyle açıklamasından ibârettir. Dikkat edilirse ister sabah namazının sünneti olsun isterse sabah namazının farzı olsun niyet farkından başka hiçbir değişikliği yoktur. İster sünnette olsun isterse farzda olsun Fâtihâ ve Zamm-ı Sûreler aynıdır. Yalnız niyette sünnete sünnet, farza da farz diye niyet edilir. Onun için sabah namazının ilk iki  rekâtı sünnet olmuş oluyor. Sabah namazının sünneti olan bu sohbetlerle sabah namazının farzının idrâki olmadan farz kılınmamalıdır denilmiştir. Zira bir kişi Hakk Mürşîdinden bu ilmi tahsil etmeden nasıl aydınlığa çıkmış olabilir? Günümüzde de Hakk Mürşîdlerinin sabah namazının iki rekât oluşunu, tâdil-i erkâniyle içindeki bütün farz, vâcib ve sünnetlerin nasıl yapılacağını bizlere  öğretmektedir. Namazdaki kıyâmda, rükû’da ve secdedeki farz oluşunun mânâlarını  ve sabah namazının bütün namazlara şahîd olmasının hikmetlerini anlatmaktadırlar.

Öğle namazını ilk defa İbrahim (A.S.) kılmıştır. O’nun dört türlü belâsı mevcûddu. Bunlardan kurtulunca şükrânî olarak dört rek’at öğle namazı kıldı. Bu belâlar ne idi? Bir insanın yedi subut sıfatı vardır. Bunların üçü bâtın, dördü zâhirdir. Zâhir olanlar duymak, görmek, konuşmak ve kuvvetimizdir. Bizler bu güne kadar hep kendimizin duyduğunu, gördüğünü, konuştuğunu ve kuvvet sâhibinin kendimizin olduğunu zannederdik. Meğer bizden duyan,gören,konuşan ve kuvvet sahibi olan Hakk imiş. “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” demekle bunların bizim değil Hakk’ın olduğunu anlamış olduk. Bunları kendimize nisbet ettiğimizde bunlar bizim için belâ olmuştu. Çünkü bütün günâhları bunlarla işleriz. İşte bunlardan kurtulduğumuzda dört rekât öğle namazı kılmayı hakketmiş oluruz. İbrahim (A.S.) de dört rekât öğle namazını bu belâlardan öğle vaktinde kurtulduğu için şükrânî olarak kılmıştır. Bizler de bu gün bu dört belâdan kurtulduğumuz vakit öğle  namazını kılmaya hak kazanmış oluruz. Hasan Fehmi Hazretleri öğle namazı için bakın ne diyor:

Öğle namazını kılan mü’minler

Her sıfatı Hakk’a nisbet ederler

Her nazarm  evsufu şuhûd ederler

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahar vaktinde

Demek ki öğle namazını kılabilmek için mü’min olmak gereklidir.Mü’min kimdir? Mümin Allah’ın zikriyle meşgul olup fiil ve sıfatların Hakk’a ait olduğuna inanan kişilerdir. Bunlar her sıfatın mevsûfunun yâni bu sıfatları sıfatlananın Cenâb-ı Hakk olduğunu idrâk ederek öğle namazını edâ etmiş olurlar. Yoksa böyle bir  bilgiye sahip olmadan uzun yıllar‘kıldım’zannıyla  öğle namazını kılsalar yine de kılmış olamazlar.Öğle namazından önce dört rek’at sünnet,farzdan sonra da iki rek’at sünnet  kılmaktayız.Bunların mânâsı nedir? Sabah namazının sünnetinin izâhında belirttiğim gibi öğle namazı hangi idrâkle, nasıl ve kaç rekât kılınmalıdır? İbrahim (A.S.) bu belâlardan nasıl kurtuldu? İşte bizlerin de bu belâlardan kurtulmamızı,sohbet ve telkînleriyle Mürşîdimizin izâhları sünnet olmaktadır. Allah’ın tecellîleri farz, Peygamber Efendimizin târif ve icraatına sünnet  demekteyiz. İşte öğle namazından evvel dört rek’at sünnetin kılınmasının, gerekli  olan farzın Resûlullah Efendimiz tarafından izâhı olduğu anlaşılmaktadır. Bütün  namazların aslı iki rek’attır. Bir rek’atı kulun Hakk’a vuslatı, ikinci rek’at da Hakk’ın kulundan tecellî etmesinin idrâki ve seyrinden ibârettir. Dikkat edilirse sünnetlerin dört rek’atında Zamm-ı Sûreler okunmakta, farzların iki rek’atında okunup ikisinde Zamm-ı Sûreler okunmamaktadır. Çünkü okunan Zamm-ı Sûreler,fiillerin  tecellîsini remzetmektedir. Sünnette yalnız kulluk idrâk ve zevki olduğu için okunmakta, farzda ise yarısı kulun idrâk ve zevki yarısı da Hakk’ın kulundaki tecellî idrâk ve zevkinden ibarettir. Öğle namazının sonundaki iki rek’at sünnet de Cenâb-ı Hakk’ın zâhir ve bâtındaki tecellîlerinin şuhûd ve zevkine erdiğimiz için Rabbimize teşekkürdür.

İkindi namazını ise ilk defa Yunus(A.S.)kılmıştır. Yunus (A.S.) balığın karnında kırk gün kaldı.Bir ikindi vakti idi. Yunus (A.S.) günâhlarını idrâk ederek “Beni zâlimlerden eyleme.” diye dua etti. İşte bir kişinin, yunus balığı olan  Mürşîd-i Kâmil tahsilinde kendi varlığının olmadığını anlayıp varlık sahibinin Hakk olduğunu anladığı zaman tövbe ederek ‘Beni bundan sonra zâlimlerden eyleme’diye dua etmesidir.Cenâb-ı Hakk da onun günahlarını affederek balık onu sâhile çıkardı.İşte Yunus (A.S.) kendi diye bildiği vücûd varlığının kendisinin olmadığını, bu varlığın Cenâb-ı Hakk’a âit olduğunu anlayınca şükrânî olarak dört rek’at ikindinamazını kıldı.Yâni Yunus (A.S.) “Bu vücûd varlığımı bu güne kadar kendime nisbet ederek Senin varlığının yanında ben de varlık sâhibiyim diyerek şirk işliyordum. Şimdi anladım ki varlık benim değil Seninmiş.Beni bu idrâka vâkıf kılarak vücûd şirkinden kurtardın. Sana ne kadar teşekkür etsem azdır.” diyerek şükrânî olarak ikindi namazını kılmıştır. Hasan Fehmi Hazretleri bakın ikindi namazı için ne  buyuruyor:

İkindi namazını cemaatle kıl

Vücud Vücûdullah gayrî yoktur bil

Cümle âlem fâni Hakk bâkîdir bil

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahar vaktinde

Bir kişinin bütün namazlarını cemaatle câmîlere giderek kılması mümkün değildir. İnsan cem-ül esmâdır. Âlem-i kübrâdır. Âlemde ne varsa Âdem’de  o mevcûddur. Onun için câmîyi kendimizde bulursak her zaman cemaatle namaz kılmış oluruz. Cenâb-ı Hakk’ın vücûdu nedir? Bizim diye bildiğimiz Allah’ın ef’âli,sıfat ve bunları toplayan vücûda diyoruz. İşte bütün âlemde görünen ve görünmeyen zâhir ve bâtın bu âleme Vahdet-i Vücûd diyoruz. Peki bizim vücut ülkemizde câmî nerededir?İşte gönlümüzü câmî, rûhumuzu imam, a’za ve sıfatlarımızı da cemaat yapar, kıblemizi de Allah’ın yüzü yapabilirsek, ikindi namazını cemaatle kılmış oluruz.

Bakara Sûresi 115.âyeti“Doğu,batı Allah’ındır. Yüzünüzü ne tarafa çevirirseniz Allah’ın yüzü oradadır.” tecellî etmiş olur. Bugün bizler de ef’âlimizin, sıfatımızın ve vücûdumuzun olmadığını, bunların hepsinin Cenâb-ı Hakk’ın olduğunu idrâk ve zevk ettiğimizde ikindi namazını edâ etmiş oluruz.İkindi namazının farzından evvel dört rek’at gayri müekkede olarak kılınan sünnet de güneş doğarken evvelâ tan yerinde bir kızarıklık olur ondan sonra güneş doğar aynen onun gibidir.Kişinin varlığının olmadığını idrâk etmesi müekkede sünnet değil gayri müekkede sünnet hâlidir.Resulullah Efendimiz de bu sünneti çok zaman yapmamış zaman zaman yapmıştır.Ayrıca öğle namazının müekkede sünnetinde Kâmilimizin bizlere dört rekât farzın nasıl her yönüyle kılınacağını izâh etmesi, ayrıca ikindi namazının dört rekâtlık farzının kılınması izâhı olan sünnetine de gayri müekkede sünnet diyoruz.

Dikkat edilirse öğle ve ikindi namazlarının farzları cemaatle kılındığında sessiz olarak ifâ edilmekte,diğer vakit namazları ise sesli kılınmaktadır. Çünkü bir kişi kendine nisbet ettiği ef’âlini,sıfatını ve vücûdunu  Hakk’a verdiğinde onun sesi çıkmaz.Onun için bu iki vakit namaz sessiz kılınır. Akşam, yatsı ve sabah namazları sesli kılınır.Sabah namazında sıfat olan kelâm ve kudret olan sıfatlar henüz kişinin  kendisine nisbet etmesi nedeniyle sesli olur. Merâtîb-i İlâhiyeyi bitirenler çok iyi bilirler  ki  Cenâb-ı  Hakk’ın fiilleriyle açığa çıkmasının idrâkinin bütün namazlara ahîd olduğunu zevk ederler.

Akşam namazını ilk defa Îsâ(A.S.)kılmıştır.Yahudiler, Allah,Meryem ve Îsâ olmak üzere üçlü bir varlık isnâd ediyorlardı.Bu da şirk olduğu için, Îsâ (A.S.)’ı Cenâb-ı Allah semaya ref’ etti. İşte Îsâ (A.S.) bunlardan Akşam vaktinde kurtulduğu için üç rek’at şükrânî olarak akşam namazını kıldı. Akşam namazını kılabilmemiz için rûhumuzu imam, a’za ve sıfatlarımızı cemaat yaparak gönül mescidinde Cenâb-ı Hakk’ın Ulûhiyyet tecellîsine dönerek kılmamız lâzımdır.Peki ruhumuzu nasıl imam yaparız? Vücûd ülkesinde rûhumuz bütün sıfat ve a’zalarımızdan kendisini şerh etmektedir. Duymamız, görmemiz,konuşmamız hep rûhun kalp komutanına verdiği emirle hareket etmektedir. Hakk’ı duymak, Hakk’ı görmek, Hakk’ı konuşmak için bu sıfat ve a’zalarımız yaratılmıştır.Bir kişi Hakk’ı duymuyor, Hakk’ı görmüyor ve Hakk’ı konuşmuyorsa “Ey insan! Sana Ben duymak,görmek ve konuşmak için a’zalar verdim. Neden bunları yerinde kullanmadın?” diye Cenâb-ı Hakk soracaktır. Bir kişi Hakk’ı duymuyorsa gıybet dinlemekten, gözü Hakk’ı görmüyorsa harama bakmaktan,dili Hakk’ı konuşmuyorsa yalan söylemekten kurtulamaz. O kişi bu sıfat ve a’zalarını yerinde kullandıysa Hakk’ı duyan, Hakk’ı gören ve Hakk’ın konuştuğunu zevk eden kişide zulmet perdeleri açıldığı için her nereye bakarsa baksın vech-i Rahmân’ı,her neyi duyarsa duysun Hakk’ın sesini duyacağı için bu sıfatlarımız görevlerini yapmalarından akşam namazını kılmış olacaktır.

Bizler de Cenâb-ı Hakk’ın ef’âlinin,sıfatının ve Zâtının Hakk’ın  Vahdâniyyet   tecellîsinin tekliğinde üç rek’at akşam namazı kılarız. Akşam namazında Hakk zâhir olduğu için,duyan da, gören de, söyleyen de,işleyen de, konuşan da hep Hakk olur. Dolayısıyle insan burada yalan söylemekten, gıybet dinlemekten, harama bakmaktan vb. kurtulmuş olur.unları bilmek,görmek  demektir.



Akşam namazını imamla kılan

Onlardır Allah’ı hem zâhir gören

Hakk söyler ene-l Hakk kulun dilinden

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahar vaktinde

Akşam namazını imamla kılabilmemiz için gönül mescîdinde rûhumuzu imam,sıfat ve a’zalarımızı cemaat, kıblemizi ‘semme Vechullah’ yapabilirsek, Hakk zâhir olduğu için Allah’ı da bu kişiler apaçık zâhir olarak görürler. Kulun kendi  varlığı olmadığı için varlık sâhibi Cenâb-ı Hakk olduğundan kulundan duyan, gören, konuşan hep Hakk’tır. Bizler de bu zevkle akşam namazını üç rek’at olarak kılarız.  Farzdan sonra iki rek’at sünnet de yine Cenâb-ı Hakk’ın zâhir ve bâtın, Vahdet ve  kesret  tecellîlerine beni vâkıf kıldığın için teşekkür ederim demektir.

Yatsı namazını da ilk defa Musa( A.S.) kılmıştır. Musa  (A.S.) Firavunun  tehlikesinden kurtulması için “Ya Musa! Elindeki asâyı Nil nehrine vur. Sana oniki yol açılacaktır.” dediğinde asâyı Nil’e vurunca oniki yol açıldı. Firavunun tehlikesinden kurtulduğu için dört rekât yatsı namazını şükrânî olarak kıldı. İşte  bizler de bu gün Musa (A.S.) gibi nefs firavunundan kurtulup mutmain nefs haline kavuştuğumuz için dört rekât yatsı namazını kılarız. Bir insan yatsı namazını kılabiliyorsa huzurlu olur. Zira Hadîs-i Kudsîde “Kulum bana nevâfillerle yaklaştığı  zaman Ben o kulumu severim. Sevdiğim kulumun duymasına kulak, görmesine göz, konuşmasına dil, tutmasına el, yürümesine ayak hatta tüm a’za ve cevâhiri Ben olurum” buyrulmuştur. Bir kişi böyle idrâk ve zevke erdiğinde huzur bulur. Bizlerin  de nefs firavunundan kurtularak Nil nehri olan ilim ve irfâniyetle mutmain olmuş nefs tarafına geçip nefs firavunundan kurtulmamız bizlerin de huzur bulmamız ve  yatsı namazını kılmamız olacaktır.Bizlerdeki bütün icraat Hakk’ın olursa,O’nun tecellîlerini seyretmek elbette kişiye huzur ve mutluluk verir. İşte yatsı namazının hakîkati budur. “Bizler bu kadar yatsı namazını kılıyoruz ama neden huzur bulamıyoruz ?  derseniz “Bu idrâklara sâhib olmadığınız için sûret namazı kılıyorsunuz da ondandır.” derim. Sûret namazında insan huzur bulamaz.Hasan Fehmi Hazretleri  yatsı namazı için bakın ne diyor:

Yatsı namazında eyle sen huzûr

Muhammed yüzünden Hakk zâhir olur

Hakk bâtın ile halk zâhir olur

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahar vaktinde

Şu halde namazlarımızda ve yaşantımızda huzur bulmak istiyorsak Muhammed olan mutmain kemâlât sıfatlarımızdan Hakk’ı seyretmemiz gerekiyor. Sîret olan Cenâb-ı Hakk’ın sûret olan bu kemâlât sıfatlarından her an tecellîlerini seyretmek, O’nunla berâber olmak namazın hakîkati değil midir? Yatsı namazının evvelinde dört, farzdan sonra da iki rek’at sünnet kılmaktayız. İlk dört rek’at sünnet  yine ikindi namazının ilk sünneti gibi gayri müekkede sünnettir. Güneş batarken nasıl evvelâ bir kızarıklık görünüp sonra da kızarıklığın kaybolup gece olan Cenâb-ı  Hakk’ın Vahdet tecellîsinin zuhûruna kavuştuğumuz gibi ilk dört rek’at sünnet gayri müekkede sünnetlerdendir. Çok zaman kılınmayan, zaman zaman da kılınması gerekli sünnet demektir. Son iki rek’at sünnet de akşam namazının sünneti gibi müekkede sünnetten olup Cenâb-ı Hakk’ın Vahdet ve kesret tecellîlerinin zevkinin kişiye ihsân edilmesinin teşekküründen   ibârettir. Zaten farzlardan sonra kılınan sünnetler, bu lütûflara nâil olduğumuz için hamd etmek, teşekkür etmek içindir.

Vitr namazını ilk defa Peygamber Efendimiz kılmıştır. Peygamberimiz Mi’raca çıkacağı zaman Ebubekir’e “Rabbim beni Mi’raca dâvet ediyor. Rabbimle konuşacağım.” dediğinde Ebubekir “Ya Resulullah! Rabbinin huzurunda benim için de bir rek’at namaz kılar mısın?” dedi. Peygamber Efendimiz de Rabbinin huzurunda bir rek’at Allah için farz, bir rek’at kendisi için sünnet,bir rek’at da Ebubekir için olmak üzere üç rek’at namaz kıldı. Buna vitr namazı dendi.Bu namazda vâcib oldu. İşte bizler de bir rek’atı Allah’ın emri olduğu için farz, bir rek’atı Peygamber Efendimizin sünneti olduğu için sünnet, bir rek’atı da kulluğumuzun idrâki olarak üç rek’at vitr namazını kılarız. Vitr üçün tekliği demektir.Tecellî eden Hakk, tecellî Hakk, tecellî olunan Hakk olunca ihlâs olunmuş olur.İhlâs demek katkısız, saf, temiz, O’ndan başkası yok demektir. Artık burada hafî şirk de kalkmıştır. Aslında namazın özü de budur.

Teheccüd namazı farz değil sana

Yetim malıdır yakar baştan başa

Teberrüken kılar Fehmi yok hâşâ

Yalvar kul Allah’a seher vaktinde

Yalvar kul Allah’a bahar vaktinde

 

Fehmi Hazretleri bu namaz yalnız Peygamber Efendimize âit bir ibâdettir.Bu namazı ben dahi kılamam. Çünkü İsrâ Sûresi 79.âyette “Sen gecenin bir hıfsında kalk,sana mahsus olarak Rabbine teheccüd namazı kıl. Umulur ki Rabbin seni Makâm-ı Mahmûd’a ulaştırır.” buyrulmaktadır. Görüldüğü gibi bu emir yalnız Peygamber Efendimizedir. Makâm-ı Mahmûd yalnız Peygamber Efendimizin olduğunu bütün enbiyâ evliyâlar bildiği için oraya tebrik için girerler buyuruyor.  Makâm-ı Mahmûd’a her bir enbiyâ ve evliyâ teheccüd namazını kılmak isterse kendi esmâsını dışarıda bırakarak Muhammed esmâsı ile o Makâma girer ve tebrik  ederek tekrar dışarıya çıkınca kendi esmâsını giyer. Hiçbir peygamber ve evliyâ kendi esmâsı ile oraya giremez. Onun için bütün peygamberler bile âhîr zaman  nebîsi Hazreti Muhammed’e “Bizleri de ümmet eyle”diye duâ etmişlerdir. Makâm-ı Mahmûd’un şefaati yalnız Hazreti Muhammed’e âittir. İnsanların bu namazı kılmaları bu Makâmı istemeleri demektir. Bir Âyet-i Kerîmede “Siz yetim malına  yaklaşmayınız.” buyrulmaktadır. Peygamberimiz mânen yetim olduğundan dolayı Yalnız sana mahsûs olmak üzere“teheccüd namazı kıl.” buyrulmuştur. Yetim kime denilmektedir? Babasız, anasız kalmış kişiye denilmektedir. Peygamber Efendimizin rûhânîyeti anne ve babadan gelmedi. O’nun rûhânîyeti “Ol” emri ile oldu. Günümüzde taklîdî olarak mânâsını bilmeden teheccüd namazı kılanlar sevap için teheccüd namazı kılıyorlar. Teheccüd namazı idrâki olmadan sevap için gecenin bir saatinde nâfile olarak kılınan bu teheccüd adı altında şeriat-ı evvel mertebesinde elbette çok faydalar sağlamaktadır. Hakîkat seviyesindeki bu ifâdelerimiz bu yerleri idrâk etmeyenler tarafından kerih görülmesin. Her ibâdet yerinde ve mertebesinde doğrudur.İsrâ Sûresi 78.âyet “Güneşin zevâlinden gece karanlığına kadar gereği üzere namaz kıl. Bir de sabah namazı kıl.Çünkü sabah namazında gece ve gündüz melekleri hazır bulunur.” buyrulmuştur. İşte bu namazların idrâkinden  sonra teheccüd namazı yalnız Resûlullah Efendimize emredilmiştir. Tevhîdde aslında beş kısım halinde namaz kılınır:



Yüklə 2,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin