CENAZENİN YIKANMASI, KEFENLENMESİ, NAMAZININ KILINMASI VE GÖMÜLMESİ NEDİR
Ölüm iki türlüdür: 1 - Izdırari ölüm. 2 - İhtiyarî ölüm.
Izdırari ölüm:
Bedenimizin bir gün dünyadaki görevini tamamladıktan sonra şeriat hükümleri dahilinde, kitaplarda yazıldığı gibi ölü bedenin yıkanması, kefenlenmesi ve toprağa gömülmesinden ibarettir. Çünkü bu beden ömrü müddetince, rûhumuza hamallık yaptığı için ona da zâhiren saygı ve ihtimam göstermemiz gereklidir.
İhtiyari ölüm :
Kendi istek ve arzularıyla ölmeden evvel ihtiyârî bir ölümle ölenler ise, varlık şirkinden kurtulmuş kimselerdir. Resûlullah efendimiz, Ebubekir Hazretlerinde bu hâli gördüğü için “Yiyen, içen, gezen ölü görmek isteyeniniz Ebubekir'e baksın”diye sahabeye söylemiştir. İşte Mürşîd-i Kâmile gelen bir sâlik de, kendine nisbet ettiği ef'alini, sıfatını ve vücûdunun olmadığını idrâk etmesi, cenaze olan varlığının yıkanmasıdır. Çünkü bütün nisbîyetlerinden temizlenmiştir. Fenâ-i ef’âl, fenâ-i sıfat ve fenâ-i vücûd kişiyi ihtiyârî olarak yok eder. Yani Fenâfillâh olur. Allah'ta fâni olan artık kefenlenmeye hak kazanmıştır. Kefen üç parçadan meydana gelen beyaz bir kaput bezi veya patiskadan ibarettir. Fenâ-i Zât tecellî Zâtla, fenâ-i sıfat tecellî-i sıfatla, fenâ-i ef’âl tecellî-i ef’âl kefeni ile sarılır.Böylece kişi ölmeden evvel ölüp yıkanmış ve kefenlenmiş olur. Kişinin idrakinde dâimî zikirle Hakk’la beraber olma yoksa,râbıtasında da hissiyle bu tecellîleri şuhûd etmiyorsa,bu hâle geçemez. Kefenlendikten sonra tabut olan bu ayaktaki vücûd tabutu ile cenaze namazı kılınmaktadır. Artık bu kişi ölmeden evvel ölmüş, Hakk’ın üç tecellîsi ile de kefenlenmiş, kendi cenaze namazını da kendisi kılmağa hak kazanmıştır. Yoksa ölünün cenaze namazını diri cemaatın kılması bir rumuzâttır. Cenaze namazı dört tekbirle kılınır. Tekbirlerde ef'alin, sıfatın, Zâtın idrâkinden sonra birliğe erdi ise,er kişi niyetine, ikilikte kaldı ise isterse erkek olsun hatun kişi niyetine cenaze namazı kılınır. Dördüncü tekbirde ise hiçbir şey okunmadan, sağa ve sola selam verilmesi onun kurtuluşa erdiğinin ispatıdır.Görüldüğü gibi birinci tekbirden sonra ‘Subhaneke’yi okumakla bütün fiillerin fâilini, ikinci tekbirde, ‘Allahumme salli’ ve ‘Allahümme barik’ okumakla, Resûlullah efendimizin Allah’ın sıfatları olması nedeniyle övgü ve O’ndan tecellînin Allah’ın olduğu, üçüncü tekbirden sonra,meyyit için duada da vücûdun Vücûdullah olması idraki ile ölmeden evvel ölmenin zevkini ve dördüncü tekbirde, hiçbir varlığı kalmayan kişinin sağına ve soluna selam vermesi ile de kurtuluşa erdiğinin ispatı olmuş oluyor. Ondan sonra da ebedi istirahatını sağlamak için gözün göremeyeceği bir yere götürüp geliyoruz. İşte manevî yönüyle cenaze biziz. Yıkanması nisbîyet ve şirklerden kurtularak Fenâfillâh olmaktır. Kefenlenmesi,Cenâb-ı Hakk’ın varlığı ile var olmağa kadar Makâmlardaki Allah’ın yüceliğinin idrâkidir. Toprağa gömmek ise bizlerin diye bildiğimiz varlığımızın olmadığını,bu varlığın Cenâb-ı Hakk’ın varlığı olduğunun yaşama geçme hâlidir. Cenâb-ı Allah bütün kardeşlerime bu idrâki nasîb etsin. Âmin.
CENNET VE CEHENNEM NEDİR
Cennet, Allah’a inanan ve O’na ibâdet eden,ihlasla, sadakatla hizmet edenlerin ebedîyyen içinde kalacakları mekân ve meskenlerdir.
Cehennem ise,Allah ve Resulünü inkâr eden kendi nefislerine uyarak, heveslerinin her istediğini yaparak işledikleri cürüm ve suçtan dolayı ilâhi adalette ceza görecekleri yerdir.
Cennetler sekizdir. Dördü amel Cennet’i,dördü irfâniyet Cennetleridir Cehennem ise yedidir. İnsanoğlunda bunların yerlerini göstermek gerekirse, insanlardan tecellî eden sekiz sıfat-ı subûtiye vardır. Bir sâlik bunların hepsinin Hakk’ın bu âleme tecellî pencereleri olduğunu idrâk eder ve seyrederse sekiz Cennet’i anlamış ve zevk etmiş olur. Cehennemin yedi olması ise,bu sıfat-ı subûtiyelerden ilim sıfatını kaldırdığımızda câhiliyetinden mütevellit geliştirmemiş kişiler yedi Cehennem’e girmiş olurlar. İlimle her şey bilinir ve yaşanır. Yoksa bilmeyen bir kişi hiçbir zaman cehâlet olan Cehennem azâbından kurtulmaz. Onun için büyüklerimiz: “Cehennem kişinin cehâleti, Cennet ise kişinin irfâniyet ve zevkidir.” buyurmuşlardır.
Cennet’in dördü amel Cennet’i, 1-Oruç tutmak 2-Namaz kılmak 3-Hacca gitmek 4-Zekât vermek gibi ameller olduğu gibi her türlü manevî gıdayı yemek içmek için sarf edilen zaman ve sohbetler de amel Cennetleridir.
İrfâniyet Cennetleri de 4’tür. 1-Tecellî-i ef’al, 2-Tecellî-i sıfat, 3-Tecellî-i Zât, 4-Âdem’de ve âlemdeki hayat tecellîlerini zevk etmek irfâniyet Cennetleridir. Ayrıca, irfâniyet Cennetlerine ilaveten, Rahmân Sûresi 62.âyette “Ötelerinden(bu ikisinden başka) iki Cennet daha vardır” buyrulmaktadır.
Şu halde Tevhîd ehli için amel ve irfâniyet Cennetlerinden daha yüce olarak Allah rûh Cennet’i ve Zât Cennet’i olarak zevk üzerine zevk hallerinin de mevcûdiyetini bizlere bildiriyor. Bizler cehâletimizle yaşamamıza devam edersek dünyada Cehennem’de, âhirette de Cehennem’de olacağımız muhakkaktır.İlim ve irfâniyetimizi geliştirip cehâlet hicablarımızı yırtarsak, hem dünyada hem de âhirette de Cennet’te olacağımız ortaya çıkar. Demek ki dünyada Cennet ve Cehennem var. Âhirette de Cehennem ve Cennet var.Bir hadis-i şerifte“Dünya âhiretin tarlasıdır.” buyruluyor.
“Cennet ve Cehennem nerededir” diye soracak olursanız uzaklara gitmenize gerek yok, her ikisi de sizdedir. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz: “Cennet düz bir boşluk arazidir. Kim ki Sübhanellah, Elhamdülillah, Allahü Ekber diyebilirse bütün cennetteki nimetleri tecellî ettirmiş olurlar.” demiştir. İşte sen daha evvel başıboş, işe yaramayan bir kişi idin, ilmin irfâniyetin yoktu. Hakk’a vâkıfıyetin yoktu. Bir Mürşid-i Kâmilden Hakk ve hakîkate vâkıf olmayı öğrendin. Sübhanellah demekle senin ve bütün varlıkların varlığının, Vahdâniyyeti ile Allah’ın varlığı olduğunu, bu varlıkların kendine ait varlıklarının olmadığını bildiğin için ‘Sen bu varlıklara benzemezsin seni bu varlıklara benzetmekten tenzih ederim’ dedin. Elhamdülillah demekle de bu kesret âleminde her ne varsa hepsi Hakk’ın birer sıfatları olduğunu, sıfatlarından Zâtın tecellîlerini müşâhede edince bütün sıfatların, Zât’a hâl ve kâl lisanlarıyla hamd ettiklerini müşâhede ettin. Allahü Ekber demekle Hakk’ın sîretiyle, vücûdu olan sûretinden zuhûr edip tekliğinin idrâki ile başka bir varlığın olmadığını, Zâtının bütün sıfatlarından Ekber (büyüklüğü ile her şeyi ihâta eden) olduğunun idrâki ile Tevhîd yapınca elbette ebedî Cennet’te kalıcılardan olunur. Sübhanellah tenzih, Elhamdulillah teşbih, Allahü Ekber Tevhîd olmuş oluyor.
Cehennem hakkında ise Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz “Cehennem boş bir arazidir. Buranın ateşi insanlar ve taşlardır” buyurmuştur.Yani Allah ve Resûlüne îmân etmeyip taşlaşmış katı kalbli olan insanların Cehennemlik olduğu anlaşılmaktadır. Bunca peygamber ve evliyalar Allah’ın Ahadiyet sırrının Âdem’de ve âlemdeki zuhûrunun tahsili için, ayrıca davet ve tebliğ görevi için de gönderilmiştir. Kendimize “Dünyada ve Âhirette Cehennem’liklerden miyizyoksa Cennetliklerden miyiz” sorusunu dâima sormalıyız. Vücûd ülkemizde sekiz sıfatımızdan ilim sıfatına sahip değilsek, Cehennem’lik, ilim sıfatına sahip isek dünyada da Âhirette de Cennet’te olduğumuz anlaşılmış olur. Çünkü Cehennem Allah’ı bilmemek ve ondan uzak olarak cehâlet içerisinde yaşamaktır. Cennet ise, Allah’ı bilmek ve her an O’nunla yaşamaktır.
CİN NEDİR
Cin örtmek, gizlemek anlamlarına gelir. Cinler, lâtif varlıklar oldukları için, gözle görünmemeleri nedeniyle örtülü denmiştir. Peri Farsça'da Cin demektir. Kur’ân-ı Kerîm Hicr Sûresi 27. âyette “Cin yaratığını daha önce, şiddetli ateşten yarattık” buyrulmuştur. Cinler, sünnî cinler süflî cinler diye iki kısımda mütalaa edilir.
Sünnî cinler, lâtif varlıklar olup, akıl ve şuurları ile,ibâdet ve isyan yapabilirler. Çünkü, Zariyat Sûresi 56.âyette“ İns ve cinleri ancak bana ibâdet etmeleri için yarattım” buyruluyor.
Onlar Asr-ı Saadette, Resûlullah Efendimiz Kur’ân okurken,Kur’ân dinlemeye gelmişlerdir. Hatta bazı sahabelerden bunları görenler dahi vardır. Zira letâfet âlemine geçen bazı ârifler bile, câmide, caddede ve her yerde bunları görmekte ve bunlarla konuşmaktadırlar. Bunlar sünnî oldukları için, zararsız ve taklîdî ibâdet içindedirler. İkinci sınıf süflî cinlerin, insanlardan süflî olanlarına kötülük yapmaları ve zarar vermeleri mümkündür. Bunlara şeytanî cinler de denilir.
Bu saydığım ister sünnî cinler, isterse süflî cinler olsun, âyet-i kerîmede belirtildiği gibi ateşten yaratılmışlardır. Lâtif varlıklar oldukları için, insanların süflîyyât vâdisinde olan nefs sahiplerine, nüfûz edebilirler. Onları vehim ve hayâl gibi görüntülere bağlayarak Ulviyet vâdisine geçmelerine engel olurlar. Hatta, Kur’ân-ı Kerîm’in Nas Sûresi 6. âyetinde cinlerin ve süflî insanların, kişilere vesvese verdiğinden bahsetmektedir. Ateşten yaratılan bu cinler, her şekle girebilirler. Melekler de lâtif varlıklardır ama, onlar nurânî dir. Ateşte iki haslet vardır.
1 - Yakıcı ve sıcaklık yönü
2 - Ziya, aydınlık ve nûr olan parlaklık yönü
İşte melekler, bu nûr ve ziya yönünden yaratılmıştır. Cinlerin ateşin yakıcı ve sıcaklık tarafından yaratıldığını, meleklerinde, nûr ve parlaklık yönünden yaratıldığını karıştırmamak lâzımdır.
Bu âlemde evvelâ Can kavmi vardı. Sonra ateşten Cin kavmi yaratıldı.Ondan sonra melek dediğimiz nurânî varlıklar yaratıldı. En sonunda da İnsan yaratıldı. Onun için insan, meleklerden üstündür.Cinlerde akıl ve şuur olduğu için de hayvanlardan üstündür. Cinlerin süflî olanlarında ateş fazla, sünnî olanlarında hava fazladır. Süflî olan şeytanî cinler, çoğunlukla hava ve rüzgar gibi her yere girebildiği gibi, insanın kalbine ve damarlarına kadar sirâyet edebilirler. Ayrıca hayvan şeklinde bile görülebilirler.Sünnîleri,insan şeklinde ibâdet ederler.Hatta,şeklen hacı ve hoca kisvesinde görünmeleri de mümkündür.İnsanların çoğalmaları meni ile olduğu halde, cinlerin çoğalmaları gaz (hava) iledir. İnsanların, cin ile evlenmesi, bir hayâlle olmaktadır. (Gençlerin rüyalarında ihtilam olmaları gibi..) Süflî cinlerden korunmak için, onların bulunduğu süflîyyât vâdisinden çıkmak lâzımdır. Süflîyyât vâdisinden çıkmak için de dâimî zikir gereklidir. Gafleti yok eden tek çâre, zikirdir. Sabit bazı şeyleri düşünmek, Hakk ve hakîkatten gafil olmak, kişileri o süflîyyât vâdisinden uzaklaştırmaz.O vâdide kalındığı müddetçe de, onlardan kurtulmak mümkün olmayacaktır. Onlardan kurtulmanın tek çaresi, bir Mürşîd-i Kâmile tâbi olup onun tâlimatı olan dâimî zikirden hiçbir zaman ayrılmamaktır. Sayıyla veya zaman zaman hatırlanarak yapılmakta olan zikirler o kişiyi tam kurtaramaz.Zikir dâimî olmalıdır.
İnsanların bütün hücrelerine kadar, sirâyet eden bu varlıklar, bizlerle yaşamaktadırlar. Bizleri dâima nefs istek ve arzularıyla bağlamakta, Hakk ve hakîkat vâdisi olan ulviyete çıkmamıza engel olmaktadır. Kişi kendine iyi baksın. Nefsânî istek ve arzularla yaşamakta ise, bilsin ki cinlerin az veya çok onun üzerinde etkisi vardır. Böyle değil de, iyiliğe, doğruluğa, Hakk ve hakîkata doğru, edep ve ahlâk güzelliği mevcutsa, melekî yönü ağır bastığı için doğru yoldadır. Allah mübarek etsin.
Cinler, akıl ve şuur sahibi olduğu için, lâtif olmalarından istifade ederek, bazı gizli mevcut sırları bizlere getirebilirler. Cinler gelecekten haber veremezler. Yalnız geçmişten bazı şeyleri bilirler ve haber verirler.Onun için bazı ârifler, onları emrinde kullanmak sûretiyle, onlardan istifade ederler. Fakat bunlara aldanmamak lâzımdır. Çünkü onlar her şeyi bilemezler. Sebe Sûresi 14.âyette “Eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı, o zilletli azap içinde bekleyip durmazlardı” buyrulmaktadır. Süleyman (A.S.)ın ölümüne hükmedildiğinde, asasına dayanan Süleyman (A.S.)’ın öldüğünü cinler bilemediler. Bilmiş olsalardı, bu azâba katlanırlar mıydı diye Kur’ân-ı Kerîm, onlara meydan okuyarak, bizlere, cinlerin her şeyi bilmediklerini söylüyor. Onlardan istifade etmek yerine, zikir ve fikre sarılıp, gönlümüzü aydınlatmak lâzımdır.Vehim ve hayâl gibi vesvese hallerinde durmamağa özen göstermeliyiz.
Cin Sûresi 6.âyette “İnsanlardan bazı kişiler,cinlerin bazılarına sığınıyorlar da, cinlerin kibir ve azgınlıklarını artırıyorlar” buyruluyor. Görüldüğü gibi fazla itibar edilen kişiler, kendilerini bir şey sanarak, gurur ve kibire kapılarak azgınlaşıverirler. Onun için bazı nefs vâdisindeki kişilerin,cinleri çıkış yolu kabul etmesi, onların insanlar üzerindeki ilgisini artırmaktadır. Dolayısıyla da bizleri, hiçbir zaman yalnız bırakmıyorlar. Bizleri dâima nefs vâdisine çekerek, Hakk ve hakîkatten uzaklaştırmak için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar.
Onun için bizler mutlaka bir Mürşîd-i Kâmile gidip, dâimî zikirle kendimize manevî bir sigorta yaptırıp o süflîyyât vâdisinden kurtulmalıyız. Şunu çok iyi bilmemiz lâzım ki zikir ve fikirsiz, onların süflîyyât vâdisinden kendimizi kurtarmamız mümkün değildir.
İnsanlara verilmiş hasletler,cinlerden çok üstün olduğu için, bu üstünlüklerini kullananlara, cinlerin kötülük yapması değil, yaklaşması bile mümkün değildir. Ne yazık ki günümüzde zikir ve fikirsiz,hayâl ve vehim ile yaşayan bazı kişiler, Allah tarafından kendilerine verilmiş nimetleri kullanmayı bilmedikleri için bu süflî cinlerin oyuncağı olmaktadırlar. Mânâ ve idrâkine vâkıf olmadıkları Âyet-el Kürsî gibi bazı âyetleri kelâmi olarak okusalar bile onlara fayda sağlamamaktadır. Onları çok iyi bilmek ve onlarla,ona göre mücadele etmek lâzımdır.
Resûlullah Efendimizin “Küçük cihaddan büyük cihada, yani cihad-ı ekbere geçtik” buyurmaları işte bunun içindir. Küçük cihad, belli olan düşmanlarla harp etmektir.Bedir Muharebesi ve Uhud muharebesi gibi. Büyük cihat ise nefsle mücadeledir. Lâtif olan süflî güçlerle muharebedir.
Allah inanan bütün kardeşlerimi süflîyyât vâdisinden kurtararak, Ulviyet vâdisinde dâim kılsın. Âmin.
CUMA
Cuma mü’minlerin bayram günüdür. Bayramın birincisine Ramazan bayramı,ikincisine de Kurban bayramı diyoruz. Üçüncü bayram ise Ramazan bayramı ile Kurban bayramını bünyesinde cem etmiş Cuma bayramıdır.
Yahudilerin bayram günü Cumartesidir. Hıristiyanların bayramı Pazar günüdür. Mü’minlerin bayramı ise Cuma günüdür. Resûlullah(S.A.V.)Efendimiz bir Hadis-i Şerîflerinde “Hz.Îsâ (A.S.)’nın ümmeti 71 fırkadır. Bunun 70 fırkası dalâlette 71’inci fırkası hidâyettedir. Musa (A.S.)’nın ümmeti 72 fırkadır. Bunun 71’i dalâlette 72’si hidâyettedir. Benim ümmetim ise 73 fırkadır. Bunların da 72’si dalâlette 73’üncüsü Fırka-i Nâciye’dendir.” buyurmuşlardır.
Neden Hz.Îsâ (A.S.) ümmetinin 71 fırkasının 70’i dalâlette biri hidâyettedir. Çünkü Hz.Îsâ (A.S.) tenzih dininde idi. Bu günde kim ki yedi sıfatı ve on duygusu ile Bakara Sûresi 115.“Bununla beraber, doğu da Allah'ın batı da! Nerede yönelseniz orada Allah'a durulacak yön vardır! Şüphe yok ki Allah'ın rahmeti geniştir ve O,her şeyi bilendir” âyetine mazhar olamamışsa, yani Allah’ın birliğini yedi sıfat ve on duygusu ile 70 eder-ki şühûd edemezse dalâlette, O’nun birliğini şühûd etmişse hidâyette olduğunu söylemiş oluyor.
Musa(A.S.)da teşbih dininde idi. Onun da ümmeti 72 fırka idi.Yedi sıfat-ı subûtiyesi ve zâhir ve bâtın beşerden on duygusu ile de Allah’ın birliğini Vahdet yönüyle zevk etse Musa (A.S.)'ın dini olan teşbih dinine göre dalâlettedir. Vahdetin bütün sıfatlardan tecellîsini zevk ettiğinde hidâyette olacaktır.
Hz. Muhammed’in dini ise tenzihi ve teşbihi birleştirerek Tevhîd yapan Tevhîd dinidir. Ne Îsâ gibi ne de Musa gibi tenzih ve teşbih yapsa dahi Hz. Muhammed’in dini olan Tevhîd dinine göre dalâlette, tenzih ve teşbihi Tevhîd ettiğinde ancak hidâyette olduğu anlaşılmış oluyor. İşte cuma da bunu remzetmektedir. Üç bayramı birlikte cuma günü kutlayan mü’minler, hem onların bayram zevkini hem de ayrıca Tevhîd olan cuma zevkinin üçünü birden zevk etmektedir. Çünkü bayram dostla görüşmek ve buluşmaktır. Onun için Cuma namazında iki rek’at farz,dört rek’at ilk sünnet, dört rek’at son sünnetinden başka namaz yoktur. Cuma farzının bir rek’atı kulun Hakk’ta yokluğu, ikinci rek’atta da Hakk’ın kulundan zuhûrâtıdır. Fenâfillâh ve Bekâbillâh rek’atları da diyebiliriz. Bu altı pencereden Hakk’ın bütün tecellîlerini zâhir ve bâtın yönüyle zevk edenler Cumaya çıkmışlardır. Cuma namazını kılanlar için Allah, Cuma Sûresi 10.âyette “Namaz kılındıktan sonra da yeryüzüne dağılın, Allah'ın bol nimetinden nasîb arayın ve Allah'ı çok zikredin ki,kurtuluş bulabilesiniz” buyurmaktadır. Rabbimiz ‘cuma’yı idrâk eden ve zevklenen kullarından eylesin.Âmin.
CUMA GÜNÜ ÜÇ DEFA OKUNAN EZANIN MÂNÂSI
Cuma günü câmilerimizde üç defa ezan okunmaktadır.1- Minarelerde okunan dış ezan 2-Câmi içinde okunan iç ezan 3- Cuma namazı kılınacağı zaman okunan kâmet -ki o da ezandır-
Ezan ne demektir.Ezan namaza davet ve Vahdâniyyet-i İlâhiyeyi,Âdem ve âlem-i kâinata bildirmektir.Dış ezan okunduğunda,bütün mahlûkat,inanan ve inanmayanlar bu daveti duyarlar.Fakat Cenâb-ı Hakk’ın murat etmediği mazharlar,bunu duymalarına rağmen bu davete icabet etmezler.Murad ettiği mazharlar ise,bu davete icabet ederek câmilere gelirler.Cenâb-ı Hakk’ın,celâl ve cemâl tecellî fiilleri Hakk’tır.Mülkünde o abes hiçbir şeyde yaratmamıştır.Âl-i İmrân Sûresi 191.âyeti“Allah bâtıl hiçbir şey yaratmamıştır.”bunun delilidir.İç ezan okununca,imam efendi minberde yedinci basamağa kadar çıkar.Orada hiçbir şey söylemeden, altıncı basamağa inerek va’z u nasihatini verir.Çünkü imam o anda,Resûlullah efendimizi temsil etmektedir.Neden yedinci basamakta va’z u nasihatını yapmadı da,altıncı basamağa inerek va’z u nasihatını yaptı?Çünkü yedinci basamak,Tevhidde görüldüğü gibi,Ahadiyet mertebesini remzettiği için,orada hiç söz ve konuşma olmaz.Birlik yeridir.Konuşma ikiliktedir.Altıncı basamak Tevhiddeki, kavseyn mertebesi olduğundan, peygamber ve vârisleri,va’z u nasihatlarını hep oradan yaparlar.
Onun için iç ezanda, Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarından, Vahdâniyyet-i İlahisinin farkıyla bütün tecellîlerinin sergileme davetidir. Artık bu ezanı, Cenâb-ı Hakk’ın murad etmediği dışarıdaki insanlar duymaz. Yalnız Allah’ın murad ettiği kişiler davete icabet ederler ve onlar bu Rahîmiyyet rahmet lütfundan istifade ederler. Üçüncü ezan olan kâmet de,iki rek’at olan Cuma namazının imama uyarak,bu ilâhî Vahdâniyyet zevkinin,mutluluğuna erme davetidir.Bu üç türlü ezan, Cenâb-ı Allah’ın bu mukayyed olan hâdisatta, tenzihe, teşbihe ve tevhide davetten ibarettir. Başka bir deyişle, dış ezan şeriata,iç ezan tarîkat olan ilim ve ahlâk güzelliğine ve üçüncü ezan da hakîkat-i İlâhiye'ye davettir diyebiliriz.Çünkü Cuma’nın içinde üç bayram vardır. Ramazan bayramı,Kurban bayramı ve Cuma onun için tenzih daveti,teşbih daveti ve Tevhîd davetlerinden sonra Cuma ancak kılınabilir.Cuma namazını kadın da olsa erkek de olsa erliğini bulmuş olanlar kılabilir.Şu halde,Cuma günü üç defa iç içe okunan ezanlar,gayriyetten ayniyete doğru vuslat için davetiyelerden ibaret olduğu anlaşılmış olur.
Cuma namazı zevkine erebilen bir kişi,bu üç davet mertebelerinden vuslat yaparak, erliğini bulmuş,Tevhîd zevkine sahip olanlardır. Yoksa bu zevke sahip olmayanlar hakîkatte Cumayı taklîd olarak kılmaktadırlar. Sakın“Bizler taklîd Cuma kılıyoruz,öyle ise kılmayıverelim”diye bir fikre kapılmayınız.Zira, taklîd olmazsa tahkike erişilmez.Çırak olunmadan usta olunamadığı gibi.Yeter ki inanç ve hulus-i kalble, bu Rahîmiyyet rahmetine sahip olmak için talip olun.Sizler bildiklerinizle amil olun,Cenâb-ı Allah size bilmediklerinizi ihsân edecektir. Cenâb-ı Allah cümle ümmet-i Muhammede,Cuma’yı kılmayı nasîb ve bu ezanların zevklerine nâil kılsın.Âmin.
CUMA NAMAZININ FARZININ 2, SÜNNETLERİNİN 8 REK’AT OLMASINDAKİ HİKMET NEDİR
Cuma günü, cuma namazının farzı iki rek’at,sünneti ise sekiz rek’at olup,hepsi on rek’atten ibarettir. Cuma günü bu on rek’atten başka da hiçbir namaz yoktur. Cuma vaktinde,vakit namazı olan öğlenin farz ve sünnetleri de iptal edilir.
Cuma namazı, vaktin farzını iptal ederse, öğlenin son sünneti ve zuhru evvel veya zuhru âhir diye kılınan namazlar, kılınır mı ?Tabii ki kılınması mümkün değildir. Günümüzde maalesef câmilerimizde, taklîd namaz kılanlar için bu kişilerin câmiye ve namaza ısınmalarını sağlamak gâyesiyle, fıkıh âlimlerimiz, bunu fıkıh kitaplarına koymuşlardır. Yoksa Tevhîdde, zanlarla kılınan bir namaz yoktur.
Haftanın ilk günü Cumartesidir. Yahudilerin bayram günüdür. Haftanın ikinci günü Pazar günüdür. Hıristiyanların bayram günüdür. Haftanın son günü ise Cuma’dır. Müslümanların bayram günüdür. Bunu Tevhîd ilminde, tenzih, teşbih ve Tevhîd günleri olarak ifade edebiliriz. İkilikteki kesret zevki Yahudilerin teşbih bayramı, tenzihteki vahdet Hıristiyanların tenzih bayramı, kesret ve vahdeti Cem yaparak Müslümanların Tevhîd Cuma bayramı oluyor.
Cuma namazında üç bayram zevki vardır
1 - Ramazan bayramı zevki
2 - Kurban bayramı zevki
3 - Cuma bayramı zevki
Malûmunuz bayramlar dost ile buluşmak ve konuşmaktır. Ramazan bayramı zevkinde kulun ayrı, Hakk’ın ayrı idrâkinden Recep, Şaban, Ramazan aylarının tahsili ile,Fenâfillâh olan bir kişi, Şevval ayının birinde, Ramazan ayının zevkiyle bayram yapar. Rûhullah mertebesinden, nevâfil mertebesine tenezzül ederek, kurbiyet yani, teslimiyeti ile, Kurban bayramı zevkini de elde eder. Cuma bayramı olan, kalb mertebesinde, Vahdet ve kesreti cem ederek, evvel, ahir, zâhir, bâtın zevkleriyle zevkiyâb olarak, evvel ve bâtını celâl, zâhir ve ahiri cemâl olarak zevk edip iki rek'atlik Cuma'yı kılmış olur.
Bu iki rek’at Cuma namazının kılınabilmesi için, Cuma farzından evvel, kılınan dört rek’atlık Cumanın ilk sünnet idrâkine vâkıf olması gerekir. Cumanın ilk dört rek’atlık sünnetinin idrâki ile bu namazı kılmayanlar, farz olan iki rek’atlık farz namazı kılamazlar.Biz kılıyoruz ve oluyor da diyenlere, siz taklîd Cumayı kılmışsınız derim. Zira Cumanın dört rek’atlık sünnetinin idrâki ve şuhûdu olmazsa,onun iki rek’atlık farz olan Cuma namazını kılması ve zevk etmesi mümkün değildir. Bir kişi,bu idrâk ve zevke sahip olduktan sonra, işi gereği zaman zaman Cumanın ilk sünnetine yetişememesi veya mazeretinden mütevellit kılamaması mahzur sayılmaz. Çünkü o kişi zaten bu îzâh edilen irfâniyete sahipti. Cumanın ilk dört rek’at sünnetinin idrâki nedir ki, iki rek’at Cumanın farzı o zaman kılmış olsun.
Sünnet Peygamber Efendimizin yaptığı ve “Ben nasıl namaz kılıyorsam, sizler de öyle namaz kılınız.” diye târif ettiğidir. Şu halde zâhirde Peygamberimiz her türlü namazın kaç rek’at olduğunu ve şekillerini bizlere göstermiştir. Bizler de bunu aynı şekilde yaparız. Fakat sünnet olan dört rek’at Cumanın ilk sünnetinin Tevhîd idrâki Hadid Sûresi 3.âyetin “Evvel benim, Âhir benim, Zâhir benim, Bâtın benim” ifadesinin Resûlullah Efendimizden veya vârislerinden öğrenilmesidir. Bu gün Cenâb-ı Hakk’ın dört yerdeki tecellîlerini bizlere İnsan-ı Kâmiller öğretmektedir. Onun için sünnet denmiştir. Bu dört yerdeki Allah’ın tecellîlerini ,Resûlullah Efendimiz veya O’nun vârisleri bizlere öğretmemiş olsalar,Allah’ın zâhir ve bâtındaki iki farz olan şuhûd ve müşâhedesini nasıl yapabiliriz? Onun için bu dört yerdeki tecellîlerini,Resûlullah'dan öğrenemeyenler,evvel ve bâtın celâl yüzü olarak,zâhir ve âhir cemâl yüzü olarak şuhûd ve müşâhede edemezler. Dolayısıyla da dört rek’at sünnete vâkıf olmayanlar, Cenâb-ı Hakk’ın, delilleri olan âyeti,iki rek’at Cuma farzı olarak müşâhede ve zevk edemez. Onun için Cuma günü,öğle namazı bile iptal edilir. Günümüzde Resûlullah Efendimizin vârislerinden, kalp mertebesinde, iki kulakçık ve iki karıncık olarak ifade edilen, vahdet ve kesret tecellîlerini öğrenmek, Resûlullah'tan olduğu için sünnet denmiştir. Tecellîler de,Cenâb-ı Hakk’ın olması nedeniyle farz denmiştir.
Son olarak dört rek’at yine sünnet kılarız. Zira bu kadar büyük bir nimete vâkıf olan kullar,Cenâb-ı Hakk’a teşekkür etmesinler mi? Onun için bu âciz kuluna her şeyi yerli yerinde görmek ve zevk etmek nasîb ettiği için, şükür olarak,teşekkür etmek maksadıyla kılınır. “Neden dört rek’attır” denecek olursa, “Hakk’ın dört yerde tecellîsinin müşâhede ve zevki de dört rek’at olur.” derim.
İşte Cuma günü,Cumanın farzından evvel, dört rek’at sünnet, Cuma namazının farzından sonra da, dört rek’at sünnet kılınarak,sekiz rek’at sünnet ve iki rek’at da farz olarak on rek’at olarak Cuma ifâ edilmiş olunur.
Cuma günü Cuma namazından başka da hiçbir namaz yoktur.Zira bu zevke sahip olanlar,üç bayram zevkini de kendilerinde cem ederek, zevk ettikleri için,başkaca bir namazın olmadığını bilirler.Kavseyn mertebesinin zevki ile kılınan bu Cuma namazı bütün kardeşlerime mübarek olsun.
Şu halde, namaz ve her türlü ibâdetlerimiz,bizlerin dâima O’nunla birlikte olma zevkinin idrâki ile,her an O’nunla beraber olduğumuzu zevk etmektir.Bir kişi her varlıkta O’nu şuhûd ederse, O’na karşı takınacağı hâl ve tavır, halka değil,Hakk’a olacağı için dâima Hakk’la beraber olma zevkini ona verecektir. Halka hizmetin ve her türlü muamelenin Hakk’la olması onu hem mutlu edecek, hem de dâima Mi’rac hâli zuhûr etmiş olacaktır.
Cenâb-ı Hakk’ın her varlıktaki cemâl yüzünü görmek ve bütün icraatını bu minval üzere uygulayıp, Kur’ân-ı Kerîm’in yapın diye emrettiklerini yapmak, yasak ettiklerinden uzak durup yapmamak, bir kişi için dünya ve Âhiret mükafatı olarak yetmez mi. Onun için,zâhir ve bâtın abdestimiz ile kendimizi temizleyip, yaşam içinde bunu uygulamalıyız.Abdest ve namaz gibi bütün ibâdetler, hakikî yaşamımızda gâyenin tahakkuku için, birer araç ve gereçtir.Bu aletlerle, sanatımızın mahsulü olan eserimizi meydana getiremiyorsak, bu araç ve gereçler, ne kadar çok olursa olsun, hiçbir faydasının olmadığını görürüz.
İslamiyet bizlere, her şeyde peşin alış veriş yapmamızı öneriyor.“Sen burada bol bol ibâdet yap, Cenâb-ı Hakk inşâallah Âhirette mükâfatını verecektir.” diyenlere inanmayınız. Kur’ân-ı Kerîm İsra Sûresi 72.âyet “Kim ki dünyada kör olursa, o Âhirette de kördür” buyruluyor. Şu halde, yaptığımız ibâdetle hicâblarımızı açıp, cehâlet ve gayriyet temizliğini yaptığımızda, dünyada körlükten kurtulduğumuz için, Âhirette de körlükten kurtulmuş oluruz. Burada bilinçli olarak cehâlet temizliğini sağlayamamışsak, Âhirette Cenâb-ı Hakk bize Cemalini gösterecek diye boşuna beklemeyelim. Çünkü,biraz evvelki âyet,net ve kesin olarak bunu ifade etmiştir. Sen âyetleri bırakır da, falan feşmekânın sözüne bakarsan, sen de öyle olursun. “Hoca efendiler bizlere bu güne kadar, mânâsını bilmeden de, Kur’ân’ı oku,ibâdetlerini de yap dediler.” dersen, ben de sana derim ki “Seni o eski cehâletinden ve ibâdetsizliğinden kurtarmak için,o demde onların sözleri doğrudur. Ama sen artık ibâdet edebilen, yüzünü Hakk’a çevirmiş bir kişi olarak, daha iyiyi, daha güzeli yapmak mecburiyetinde kendini hissetmelisin. ”Peygamberimiz, "İki günü denk olan aldanmıştır” buyurmuşlardır.
Yaptığın ibâdetlerin,sana fayda sağlayıp sağlamadığını, her zaman muhasebe yapmalısın. Yoksa aldananlardan olursun. Bunları bilmiyorsan,git bir bilene sor, öğren. Yoksa taklîd içinde, uğraşır durursun. Temizliğini de sağlayamazsın.Cenâb-ı Hakk zâhir ve bâtın abdest alarak,dünya ve Âhiret yaşamımızda her türlü temizliği zevk ettirmek nasîb etsin.Âmin.
Dostları ilə paylaş: |