DerviŞ sadayî



Yüklə 1,03 Mb.
səhifə3/37
tarix08.01.2019
ölçüsü1,03 Mb.
#92263
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   37

DESTAN

Toplumu derinden etkileyen tarih! ve sosyal olayları anlatan uzun manzum hikâye.

Âşık edebiyatı ve mûsikisinde bir na­zım şeklinin de adı olan destan kelime­sinin aslı Farsça dâstândır. Batı dillerin­de bunun karşılığı olarak, Grekçe'de şa­irlerin saz eşliğinde söyledikleri şiirlere verilen epos adından türetilen epopĞe (epopoeia) kullanılır. Destan "hikâye, ma­sal, sergüzeşt, manzum hikâye (kıssa). vak'a, tarih, roman ve hayvan masalı (fabl)" gibi anlamlara da gelmektedir.

İnsanları yakından ilgilendiren hemen her olay destan konusu olabilir. Daha çok yaratılış, toplum vicdanında iz bıra­kan savaşlar, bir şahıs veya bir milletin kahramanlıkları ve tabii âfetler, hikâye dışından katılan Öğüt, kıssa, masal ve epik karakterli biyografik bilgilerle zen­ginleştirilerek genellikle anlatıma daya­lı manzumeler şeklinde destana dönüş­türülür. Türk edebiyatında destan ke­limesini XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyı­lın başından itibaren Rıza Nur, M. Fuad Köprülü ve Zeki Velidi Togan Türkoloji alanındaki çalışmalarında leğende (efsa­ne) veya epopee karşılığında kullanma­ya başladılar. Böylece destan kavramı yeni bir mahiyet kazanarak Türkler'in müslüman olmadan önceki tarih, dil ve edebiyatının incelenmesinde bir çıkış nok­tası oldu. Schiefner, Radloff ve Potanın gibi bilginlerin araştırmaları Türkler'in ilk destan dönemlerini aydınlattı. Ziya Gökalp'in Türk Töresi33 ve Türk Medeniyeti Tarihi34 adlı eserlerinde menkıbe ve iistüre keli­melerini kullanmasına rağmen destan Ğpopee karşılığı olarak yaygınlık kazan­dı; Fuad Köprülü ise "millî destan" sö­zünü tercih etti.

Edebiyat nazariyecileri ve araştırma­cılarına göre destanda bulunması zo­runlu başlıca unsurlar tek, toplu, kah­ramanca ve gerçeğe benzemekle birlik­te hârikalarla dolu bir olay ile toplumun ilgisini çeken bir şahıstır. Ayrıca ikinci derecedeki şahısların da belirgin olma­sı, mutlaka metnin şiirsel bir anlatım karakteri taşıması ve esas konunun an­latıldığı bölümlerin yanında çeşitli epi­zotlarla bir bitiş kısmı ihtiva etmesi ge­rekmektedir. Bunlardan başka dil. mu­hayyile ve nazım güçlü, hayaller canlı, duygular yüksek olmalı, bir bütünlük için­de ve samimi bir şekilde döneminin sos­yal ruhunu aksettirmelidir. Destanlar yapılarına göre tabii ve sunî olmak üze­re başlıca iki grupta incelenmektedir. Ayrıca halk hafızasında canlı tutulan olayların bir şair tarafından derlenerek nazma çekilmesi sonucu ortaya çıkmış, konularını belirli bir milletin hayatından alan destanlar vardır ki bunlara da muh­tevaları bakımından millî destan denil­mektedir.

İnsanoğlu ilk çağlardaki birçok tabii ve toplumsal olayın gerçek sebeplerini, kaynaklarını ve etkilerini tam anlamıyla bilemediği için belli bir inanca yönelmiş ve bunun sonucunda mitos (mythos) adı verilen ilk efsaneleri meydana getirmiş­tir. İlk mitoslara sürekli biçimde ekle­nen yeni olay ve kahramanlar zamanla belirli motif ve kişilere dönüştürülmüş, ayrıca ilâhî vasıflarla donatılmıştır. Des­tan kahramanlarının bazı özellikleriyle ilâhî bir güce sahip oldukları kabul edi­lir; buna rağmen hareketleri, duyguları, düşünceleriyle insan hüviyetinde kalma­ları ve insan kaderini yaşamaları desta­na beşerî bir öz kazandırmış, bu da onun her dönemde önemini koruyarak ilgiyle karşılanmasını ve uzun bir süreçte ta­mamlanmasını sağlamıştır. Bunun sonu­cunda destanların genellikle üç dönem­de oluştuğu görülmektedir.



1- Doğuş. Milletin ortak şuurunda ve hayal gücün­de iz bırakan birtakım tarihî ve sosyal olaylar meydana gelir, bunlarda rot alan bazı kahramanlar yüceltilerek ön plana çıkarılır.

2- Yayılış. Olay ve kahramanla­rına yenileri eklenerek destan bölgeden bölgeye ve kuşaktan kuşağa geçer.

3- Ya­zıya geçiriliş. Bu dönemde sözlü gelene­ği bilen güçlü bir şair ortaya çıkar ve destanı bir şiirler bütünü halinde naz­ma çeker. Eski Yunan'da Homeros'un İiiada ve Odysseia destanları bu süreç­ten kalan en eski örneklerdir. Bazan da halkın muhayyile ve hafızasındaki dağı­nık destan malzemesi İlmî usullerle top­lanır; Finliler'in Kalevala'sı Elias Lönnrot tarafından bu şekilde ortaya çıkarılmış­tır. Ancak dünya edebiyatındaki destan­ların büyük bir çoğunluğunun şairi, naz­ma çekeni veya düzenleyicisi belli değildir.

Destanlar toplum vicdanının sesi ol­duklarından millî şuuru güçlendiren ve millî dayanışmayı sağlayan önemli eser­lerdir. Ortak şuurla teşekkül eden ülkü ve gelenek gibi toplumu canlı tutan un­surlar, destanlarda bir hayat görüşü ve felsefesi olarak soylu ya da yönetici sı­nıftan gelen destan kahramanının şah­sında dile getirilir. Bu yönüyle destan­lar milletlerin soy özellikleri, sosyal ya­pıları, ülküleri, millî değerleri, gelenek ve görenekleri üzerinde yapılacak araş­tırmalarda ilk temel kaynağı teşkil eder­ler.

Türk Edebiyatında Destan. Türk milleti­nin bir bütün olarak zamanımıza ulaşmış büyük destanları yoktur; ancak yabancı kaynaklarda yer alan bazı destan parçaları bulunmaktadır. M. Fuad Köprülü, şimdiye kadar yapılan etnografya ve ta­rih incelemeleri sonucu Sibirya'dan Ak­deniz kıyılarına kadar yayılan ve çok uzun bir tarih içinde çeşitli destan devirleri geçiren Türkler'in de bir millî destanı ol­duğu kanaatindedir.35 Türk destanlarına ait çeşitli parçalar Çin, Fars, Moğol ve Arap kay­naklarında bulunmaktadır. Özellikle Fir-devsrnin Şehndme'si, Reşîdüddin'in Câ-mi'u't-tevârih'i ve Melik Atâ Cüveynf-nin Târilı-i Cihângüşâ's, Mes'ûdî'nin Mürûcü'z-zeheb'ı Türk destanlarına ait en eski kayıtları taşıyan eserlerdir. Bun­ların dışında Kâşgarlı Mahmud'un Dîvâ­nü lugâti't-Türk, Yazıcıoğlu Ali'nin Sel-çuknâme, Ebülgazi Bahadır Han'ın Şe-cere-i Türk ve Şecere-i Terâkime adlı Türkçe eserleri de diğer önemli kaynak­lardır.

İşledikleri konulara göre Türk kültür ve edebiyatındaki destanları şu başlık­lar altında ele almak mümkündür:

Millî Destanlar. Türk milletinin tarih öncesi denilebilecek çok eski çağlarda yaşadığı din, fazilet ve kahramanlık olay­ları etrafında teşekkül eden destanlar­dır. Genellikle bu tür destanlarda halk muhayyilesi kahramanlık, sadakat, mer­hamet, aşk, hainlik gibi beşeri hasletle­rin her birini destandaki bir kişiye tem­sil ettirir. Bir gün büyük bir şair çıkarak halkın meydana getirdiği bütün efsane­leri toplayıp birleştirir ve kendi üslûbu ile edebî bir form içinde millî destanı oluşturur. Kırgızlar'ın nazma çekeni bi­linmeyen Manas destanı bu türdendir.

Dinî Destanlar. Türk kültür ve edebi­yatında daha ziyade Türkler'in müslü-man olmasından sonra ortaya çıkan des­tanlardır. İslâmiyet'in kabulünü takip eden yıllarda eski Türk destanlarında yüceltilen alp tipinin yerini gazi tipi alır ve özellikle Anadolu'da doğan yeni des­tanlarda bu tipin önemli bir yer tuttu­ğu görülür. Dârülcihad denilen sınır boy­larında yaşayan sınır muhafızları bu dö­nemde müslüman Türkler'in âdeta pro­totipleridir, "hâ-yi kelimetullah" ideali için cihad eden bu kahramanların asır­larca süren mücadeleleri sonucu onların şahsında ve çevresinde yeni yeni destan­lar teşekkül etmiştir. Bunların en tanın­mışları Battal Gazi, Satuk Buğra Han ve Dânişmend Gazi destanlarıdır.

Kahramanlık Destanları. Türkler'in İslâ­miyet'i kabulünden önce ve sonra örnek­leri bulunan bu türdeki destanlar halka sahip çıkan, onlara liderlik eden, hakla­rını koruyan, gerektiğinde tek başına mücadele veren kahramanlar etrafında oluşur. Destanlarda yer alan kahraman­ları halk muhayyilesi zamanla idealleş-tirir. Aynı zamanda milleti temsil eden bu kahramanların yanı sıra çeşitli özel­likleriyle destanlarda yer alan diğer ki­şiler de şöhret kazanırlar. İslâmiyet'ten önce Alp Er Tonga destanı ve Oğuz Ka­ğan destanı, İslâmiyet'ten sonraki dö­nemde ise Köroğlu destanı bu türden­dir.

Halk Destanları. Bir toplumu derinden etkileyen çeşitli olaylarla hayat sahnele­rini, halkın duygu ve düşünceleri çerçe­vesinde ve halk diliyle anlatan manzu­melerdir. Genellikle bir ezgi eşliğinde söylenen bu destanlar konulan yönün­den şu gruplarda toplanabilir: Savaş des­tanları; deprem, yangın, salgın hastalık gibi olaylarla ilgili âfet destanları; eşkı­yaların ve ünlü kişilerin hayat macera­larını anlatan destanlar; mizahî destan­lar: toplumsal taşlama ya da yergi ma­hiyetindeki destanlar; öğüt (atasözü) des­tanları; hayvan destanları; yaş (ömür) destanları36. Bu genel konular dışında özel ve şahsî durumlarla ilgili olayları anla­tan destanlar da vardır.

Bugüne ulaşan destan parçaları ve des-tanî eserler, Türkler'in Müslümanlığı ka­bul etmeden önce zengin bir destan ede­biyatına sahip olduklarını göstermekte­dir. Türk destanları coğrafî, tarihî ve kavmî dairelere göre gruplandırıldığı gibi İs­lâmiyet'ten Önceki ve sonraki destanlar şeklinde de gruplandınlmaktadır.

a- İslâmiyet'ten Önceki Türk Destanları Yaratılış Destanı. Radloff tarafından Altay Türkleri arasından derlenen bu des­tan, dünyanın yaratılışı hakkında Türk­ler'in İnanışını ortaya koymaktadır.

Alp Er Tonga Destanı. Şehnâme'Öe Ef-râsiyâb adıyla geçen Alp Er Tonga, Or­ta Tien San'da kurulan ve milâttan ön­ce IV. yüzyıla kadar devam eden Saka Devleti'nin hükümdarıdır. Dîvânü lu­gâti't-Türk'te bu destandan bazı par­çalar, Şehname ile Kutadgu Bilig'de de hakkında verilmiş bazı bilgiler bulunmak­tadır.

Şu-Saka Destanı. İlim adamları arasın­da, Dîvânü lügati't-Türk'te Türkmen ve Kalaç kelimelerinin açıklanması mü­nasebetiyle anlatılan menkıbenin bir des­tan parçası olduğu görüşü yaygındır. Bu kısımda Büyük İskender'in veya daha önce yaşamış bir Aryânî kralının doğu seferiyle bu sefer sırasında Saka Türk-leri'nin ve Hükümdar Şu'nun yaptıkla­rından bahsedilmektedir.

Oğuz Kağan Destanı. Gerek Oğuz Ka-ğan'ın şahsiyeti gerekse bu destan hak­kında değişik görüş ve yorumlar bulun­maktadır. Bahaeddin Ögel destanın as­lını teşkil eden efsanenin, Oğuz Kağan olduğu sanılan Hun Hükümdarı Mete'­den önce Orta Asya'da yaşadığını belir­tirken37 M. Fuad Köprülü destanın Alp Er Tonga'-nınkinden sonra en eski Türk destanı ol­duğu görüşündedir38. Bugün bilinen destan, aslında Oğuznâme de denilen çok geniş bir des­tanın veya destan dairesinin parçalan­dır. Bu dairenin Önemli bir bölümü de Dede Korkut Kitabi'nı oluşturmakta­dır. Dede Korkut hikâyelerinin XIII. yüzyıl­da veya XIV. yüzyılın ilk yıllarında "Oğuz­nâme" adıyla bir kitap halinde var oldu­ğu, İran ve Anadolu Türkleri arasında okunup dinlendiği kabul edilmektedir. Dede Korkut hikayeleriyle ilgili bir baş­ka görüş de bu yüzyıllarda yaşayan Oğuz menkıbe, masal ve destan motifleriyle eski halk destanlarının toplanıp o döne­min an'anesine göre mensur olarak ya­zıldığı şeklindedir. Nesir özellikleri bakımından destanî karakterde olan Dede Korkut Kitabı, tekniği ve şekli itibariy­le bir mensur hikâyeler külliyatıdır.

Kurttan Türeyiş Destanı. Çin kaynakla­rında bu konuda üç ayrı efsane vardır. Bunların ikisinde, düşmanlarına mağ­lûp olan Göktürkler'den eli ve ayağı ke­silmiş bir çocuğa bir kurdun bakması ve onunla evlenerek yüz veya on erkek çocuk doğurması; diğerinde ise Hunlar'ın kuzey bölgelerinde yaşayan on sekiz kar­deşin en büyüğünün kurttan doğması, bu kardeşlerin ve bunlara bağlı halkın düşmanlar tarafından öldürülmesiyle geriye yalnız kurttan doğan büyük kar­deşin kalması anlatılmaktadır.

Ergenekon Destanı. Bu destanın kay­nağı Reşîdüddin'in Câmi'u't-tevârîh'i-dir. Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türkünde de kayıtlı olan bu destana göre Göktürkler düşmanlarla savaşır ve sonunda yenilirler. Düşman büyükleri kı­lıçtan geçirir, küçükleri alıp götürür. İl Han'ın oğlu Kıyan İle yeğeni Negüz, ha­nımları ile birlikte geride kalan deve, at, öküz, koyun ve diğer malları alarak sarp ve etrafı kayalarla çevrili bir yere sığınır­lar, burada yıllarca yaşar ve çoğalırlar. Ergenekon adını verdikleri bu yere sığ­maz olunca kayalann arasında bulunan bir demir damarını eritip açılan yoldan dışarı çıkar ve böylece yeni yurtlar edi­nerek hakanlan Börte Çene'nin hâkimi­yetinde varlıklarını sürdürürler. Ergene­kon, Türkler'in demircilik an'anesini gös­teren önemli bir destandır.

Türeyiş ve Göç Destanı. Çin ve İran kay­naklarında yer alan bazı parçalar Uygur-lar'm bir türeyiş destanının bulunduğu­nu göstermektedir. Buna göre Karako-rum çaylarından sayılan Toğla ve Selen-ge ırmaklarının arasında iki ağaç var­dır. Bu iki ağacın arasına bir gün gök­ten bir ışık iner. Uygurlar oraya yaklaş­tıkları sırada çok tatlı bir müzik sesi duy­maya başlarlar. Her gece ışık inmeye devam eder. Uygurlar bir gün ayrı ayrı kurulmuş beş çadır ve her çadırda bir ço­cuk görürler. Çocukları alır, büyütür ve onlara büyük saygı gösterirler. Bu ço­cuklardan Bögü Tegin'i hanlık tahtına oturturlar. Bögü Han'ın soyundan ge­lenlerden Yü-lun Tigin, Çinliler'le arala­rındaki savaşa son vermek için Çin pren­seslerinden biriyle evlenir. Çinliler buna karşılık Karakorum'un kudret ve zenginliğinin kaynağı olarak gördükleri Kut-luğdağ'ı Tigin'den İsterler ve dağ ken­dilerine verilince de onu parçalayıp götürürler. Bir süre sonra memleketin ba­şına türlü felâketler gelir ve kağanlar arka arkaya ölür. Bunun üzerine canlı cansız her şey "göç. göç, göç" demeye başlar ve sonunda Uygurlar Turfan'a göç etmek zorunda kalırlar. Ayrıca Uygur-lar'ın kurttan türeyişlerini ve Mani di­nini kabul edişlerini anlatan başka des­tan parçaları da vardır.

Manas Destanı. Kırgızlara ait olan bu destanın devri hakkında araştırmacılar farklı görüşlere sahiptir. M. Fuad Köprü­lü, Kâşgarlı Mahmud zamanında henüz teşekkül etmediği, daha sonra Cengiz devrinden önce oluştuğu kanaatindedir39. Bazı araştırmacılar ise daha eski bir dönem­de, IX yüzyılda Kırgızlar'ın Yenisey ve Mi-nusin bölgelerinde yaşadıkları yıllarda Uygurlar ve Çinliler'le yaptıkları savaşlar sırasında oluşmaya başladığını. XVI ve XVII. yüzyıllarda Kırgızlarla Kaimuklar (Budist Batı Moğolları) veya müslüman Orta Asya kavimleriyle Kalmuk ve Çinli­ler arasında cereyan eden kanlı savaşlar sırasında da bünyesine yeni unsurlar ala­rak zenginleştiğini, böylece yeniden te­şekkül etmiş olduğunu ileri sürmekte­dirler. Daha sonra, özellikle XIX. yüzyıl­da İslâmî unsurlarla beslenen destan, müslüman alplerle kâfir Kaimuklar ara­sındaki mücadelelerin ve iç çatışmaların yer aldığı yeni bir çatı kazanmıştır. Ma­nas destanı, en eski Türk destan ve mi­tolojisinden derin izler taşımakla bera­ber müstakil bir yapıya sahiptir ve tama­mı manzum olan uzun metinde (500.000 mısradan fazla) Kırgızlar'ın İç ve dış düş­manlar, Kaimuklar, Çinliler, yer yer de Uygurlar ve diğer Orta Asya Türk kabi-leleriyle yaptıkları hürriyet mücadelesi­ni derin bir vatan ve millet sevgisi için­de dile getirir; ayrıca Kırgızlar'ın etnog­rafyası, âdet ve inançları hakkında da bilgiler verir. Destanda bütün Türk boy­ları için büyük değer taşıyan dil, edebi­yat ve tarih malzemeleri de önemli bir yer tutmaktadır.

Cengiznâme. Orta Asya Türkleri ara­sında çok yaygın olan Cengiznâme veya Dâsitân-ı Nesl-i Cengiz Han, Cengiz Han ile atalarının efsanevî hayatlarını hikâye eder. İslâm ve Moğol kaynaklarında bu­lunmayıp yalnız çok eski Çin yıllıkların­da görülen bazı destan motiflerinin yer aldığı Cengiznâme'ye göre Cengiz'in ata­larından biri olan Doyunbayan, annesi Ulamelik Körklü'nün güneş ışığından ha­mile kalması sonucu doğmuştur. Diğer bir motif de Cengiz'in annesi Alangua1-nın. kocası öldükten sonra ışık olup ya­nına giren bir bozkurttan hamile kalma­sı ve bunun sonucunda Cengiz'in doğ­ması şeklindedir. Cengiznâme'nin elde mevcut en eski yazması XVI. yüzyıla ait­tir ve 1819'da Kazan Üniversitesi Doğu Bilimleri Fakültesi mensuplarından Hal-fin tarafından yayımlanmıştır. Orenburg Arkeoloji Kurumu tarafından Rusça'ya çevrilerek yayımlanan Kazakça bir yaz­masından başka destanın XVIII. yüzyıl­dan kaldığı tahmin edilen bir nüshası da Paris Bibliotheque Nationale'de bu­lunmaktadır.40

b- İslâmî Dönem Türk Destanları. Satuk Buğra Han Destanı. İlk müslüman Türk devleti olan Karahanlılar'ın İslâmiyet'i kabul eden birinci hükümdarı Abdülke-rim Satuk Buğra Han'ın (ö. 344/955-56) kişiliğini, İslâm dinini kabulünü ve İslâ­miyet'i yaymak için gösterdiği fedakâr­lıklarla kerametlerini anlatan menâkıb-nâme özelliğinde bir destandır.

Battal Gazi Destanı. Batta Inâme diye de anılan bu destan, tarihî bir şahsiyet olan Battal Gazi'nin (ö. 122/740 |?|) men-kıbevî hayatını, Anadolu'ya yerleşen müs­lüman Türkler'in gözüyle aksettiren des-tanlaşmış bir halk hikâyesidir.

Dânişmendnâme. Dânişmend Gazi des­tanı olarak da anılır. Anadolu'da Dâniş-mendliler'in kurucusu Dânişmend Ga­zi'nin (ö. 477/1085 |?|) adı etrafında te­şekkül etmiş ilk kahramanlık menkıbe-sidir. Kahramanları Türk menşeli olma­yan Battalnâme ve Ebû Müslimnâme gibi iki büyük destanı hikâyeden son­ra aynı daireye giren, fakat kahramanı Türk olan mensur bir eserdir.

Saltuknâme. San Saltuk'un (XIII yüz­yıl) menâkıbını anlatan ve Dânişmend­nâme gibi mensur olan eser, Cem Sul-tan'in arzusu üzerine XV. yüzyıl sonla­rında Ebülhayr Rûmî tarafından kaleme alınmıştır. Türkler'in Rumeli'ye yerleş­melerini ve İslâmiyet'i yaymalarını anla­tan Saltuknâme, yeni bir ülkenin yurt tutulması ve müslümanlaştınlması ko­nusunda yazılan Battalnâme, Dânişmend­nâme, Hamzanâme grubundan destanî bir halk hikâyesidir. Bu özelliğinden do­layı dil, tarih ve folklor malzemesi bakı­mından oldukça zengindir.

Köroğlu Destanı. İslâmî dönemde mey­dana gelmekle beraber dinî bir özellik taşımayan bu destan, bütün Türk boy­ları arasında yaygın olan zengin bir külliyata sahiptir. Destan kahramanı Körog-lu ve destanın menşei hakkında çok çe­şitli görüşler vardır. Faruk Sümer, arşiv vesikalarına dayanarak Köroğlu'nun XVI. yüzyılda Anadolu'da yaşadığını ortaya koymuştur41. Köroğlu des­tanının birçok kolu vardır; ayrıca Gür­cü, Ermeni ve Tacikler arasında da Kö­roğlu'nun şiirleri Türkçe olarak söylen­mektedir. Köroğlu bu destanda hem kahraman bir cengâver, hem de saz ça­lıp şiir söyleyen bir âşıktır. Bu durum, birden fazla Köroğlu'nun aynı kişinin şahsında birleştirildiği ihtimalini düşün­dürmektedir. Ancak Köroğlu destanı kollarının hepsinde olaylar birbirine bağ­lanarak belirli bir şema içinde anlatıl­makta ve destan daireleri devam etmek­tedir.

Önemini giderek kaybeden destan ge­leneği günümüz Türkiye'sinde kısmen yaşamakta, eski destanlar halk arasın­da zaman zaman söylendiği gibi az da olsa toplumu etkileyen bazı mutlu olay­lar ve sel, deprem gibi felâketler halk şairlerince destan haline getirilerek bas­tırılmaktadır. Bunlar aynı zamanda des­tanı ezgiyle söyleyen kimseler tarafın­dan özellikle halkın toplu bulunduğu yer­lerde okunarak satılmaktadır. Ayrıca ba­zı tanınmış yazar ve şairler, daha çok önemli tarihî olayları yeniden nazma çe­kerek sunî destan tarzında eserler mey­dana getirmektedirler. Türk edebiyatın­da bu şekilde kaleme alınmış birçok des­tan vardır. Meselâ Rıza Nur, Oğuz Ka­ğan destanını öteki Türk destanlarından alınan parçalarla zenginleştirerek Oug-houz-nâme adıyla neşretmiştir42. Gerçek anlamda Ergenekon'dan çıkıştan Oğuz Kağan'ın ölümüne kadar destanî Türk tarihinin nazma çekilme­siyle oluşan bu eser 6100 mısradan faz­ladır. Halûk Nihat Pepeyi'nin Çanakka­le43 ve Millî Mücadele Des­tanı44, Fazıl Hüsnü Dağlar-ca'nın Üç Şehitler Destanı45 ve İstiklâl Savaşı,46 Mehmed Cavuşoğlu'nun Ulubatlı Hasan Des­tanı47, Yahya Kemal Beyat-lı'nın "Selimnâme"48, M. Necati Sepetçioğlu'nun Yaradılış ve Türeyiş49, N. Yıldırım Gençosmanoğ-lu'nun Malazgirt Destanı50, Basri Gocul'un üç kitaptan oluşan Oğuzlama51 adlı eserleri Cumhu­riyetten sonra kaleme alınmış sunî des­tanların en önemlileridir. Bilhassa Basri



Gocul, 10.274 mısradan oluşan Oğuzla-ma adlı eseriyle bu türün oldukça başa­rılı bir örneğini ortaya koymuştur.

Bibliyografya:



Tuânü Lugati't-Türk Tercümesi, 1, 159, 160, 343, 466, 486; III, 413 vd.; Burhân-ı Kâtı' Ter­cümesi (İstanbul 1212), s. 273; Tahir-ül Mev-levî, Edebiyat Lügati, İstanbul 1973, s. 34; G. Vapereau, Dicüonnaire üniuersal des Littera-ture, Paris 1876, s. 716-718, 1463-1464; Ebü'l-Gâzr Bahadır Han, Şecere-i Türk (nşr. Rıza Nur), İstanbul 1925; Ziya Gökalp, Türk Töresi, İstanbul 1339, s. 57 vd.; Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi (İstanbul 1981), s. 42, 48, 158-159; a.mlf., 'Ana­dolu Selçukluları Tarihinin Yerli Kaynakla­rı", TTK Belleten, VII/28 (1943), s. 425 vd.; Ali Canip [Yöntem], Epope, İstanbul 1927, s. 1-23; Ahmet Rasim, Muharrir Bu Ya, İstanbul 1928, s. 247-257, 277-282; Rıza Nour. Oughouz-na-m€, Kahire 1928; Çankırılı Ahmet Tal'at. halk Şiirlerinin Şekil ue Nevi, İstanbul 1928, s. 62 vd.; Pertev Naili [Boratav], Köroğlu Destanı, İs­tanbul 1931, tür.yer.; Hüseyin Namık Orkun, Oğuzlara Dair, Ankara 1935, s. 135; a.mlf.. Türk Efsaneleri, İstanbul 1943, s. 74; W. Bang - G. R. Rahmeti, Oğuz Kağan Destanı, İstanbul 1936; M. Fahrettin Kırzıoğlu, Dede Korkut Oğuzna-meieri, İstanbul 1952; Erol Urfalı, Türk Destan­ları Bibliyografyası (mezuniyet tezi, 1967), İÜ Ed.Fak. Tarih Bölümü, Genel Kitaplık, nr. 905; Georges Dumezil, Mythe et ĞpopĞe, Paris 1968-73, I-III; Hikmet Dizdaroğlu, Halk Şiirinde Tür­ler, İstanbul 1969, s. 91-101; Cahit Tanyol, Ku­ruluş ue Fetih Destanı, İstanbul 1969; M. Ne­cati Sepetçioğlu, Yaratılış ue Türeyiş, İstanbul 1969; Banariı. RTET, I, 1-39; Behçet Kemal Çağ­lar, Malazgirt Zaferinden İstanbul'un Fethine, İstanbul 1971; Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi Kaynakları oe Açıklamaları ile Destanlar, An­kara 1971, tür.yer.; Niyazi Yıldırım Gençosma-noğlu, Malazgirt Destanı, İstanbul 1971; A Ze­ki Velidî Togan, Oğuz Destanı, Reşİdeddin Oğuz-namesi, Tercüme ue Tahlil, İstanbul 1972; Ab-dülkadir İnan. Manas Destanı, İstanbul 1972; Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri Bey Teşkilâtı Destanları, Ankara 1972, s. 373-422, 532; a.mlf., "Oğuzlara Ait Destani Ma-hiyetde Eserler", DTCF, XVll/3-4 (1961), s. 359-456; a.mlf., "Köroğlu, Kizîroğlu Mustafa ve Demircioğlu ile İlgili Vesikalar", TDA, sy. 46 (1987), s. 9-46; Ali Öztürk, Çağlan İçinde Türk Destanları (baskı yeri yok], 1980, tür.yer.; a.mlf., Türk Anonim Edebiyatı, İstanbul 1985, s. 170 vd.; Cem Dilcin. Örneklerle Türk $iir Bilgisi, Ankara 1983, s. 315-333; Mehmet Kaplan. Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 3: Tip Tah­lilleri, İstanbul 1985, s. 204; Abdülkadir İnan, Makaleler ue İncelemeler, Ankara 1987, I, 69 vd.; II (1991), s. 199 vd.; Ahmet ŞOkrü Esen. Anadolu Destanları (haz. Pertev Naili Boratav), Ankara 1991; M. F. Grenard, "Sahık Buğra Han Menkıbesi ve Tarihi" (trc. Osman Tu­ran), Ülkü, sy. 74, İstanbul 1939, s. 145-154; sy. 79 (1939), s. 47-52; sy. 80 (1939), s. 153-160; sy. 82 (1939), s. 343-350; sy. 83 (1940), s. 429-436; Faruk K. Timurtaş. "Türk Destan­ları", TK sy. 33 (1965), s. 577-582; Şükrü El­çin. "Türk Dilinde 'Destan' Kelimesi ve Mef­humu", a.e., sy. 61 (1967), s. 158-167; Sadık Tural Kemaloğlu, "Milli Destanlarımız Üzerine", a.e., sy. 90 (1970), s. 388-399; Kemal Eraslan, "Manzum Oğuznâme", TM, XVIII (1976), s. 169-246; Kâzım Yetiş, "Başını Ver­meyen Şehit Destanı", KAM, V1I/4 (1978), s. 52-68; Yusuf Çotuksöken - M. Sabri Koz, "Des­tan", TDEA, II, 263-271; Yavuz Akpınar, "Ma­nas Destanı", a.e., VI, 130-133; Ahmet Yaşar Ocak, "Battal Gazi", DİA, V, 204-205; a.mlf.. "Dânişmendnâme", a.e., VIII, 478-480.

Kâzım Yetiş Fars Edebiyatında Destan. Zengin bir destan edebiyatı ile İslâm dünyasına ka­tılan İran, bu sayede sadece diğer müs-lüman milletlere kendi destanlarını be­nimsetmekle kalmamış, aynı zamanda tarih ve kültürünü de tanıtma imkânını bulmuştur. Nitekim Zaloğlu Rüstem gi­bi birçok destan kahramanı Araplar ve Türkler arasında da sevilmiş ve rağbet görmüştür. Özellikle Türkler arasında sadece bu destan kahramanları değil destanlaştırılmış İran şahlan da adlan Türk hükümdarları tarafından alınacak kadar benimsenmiştir (Keykâvus, Keyhusrev gibi). İran destanlarının Türk dünya­sında bu kadar tutunmasında, bu iki mil­letin komşu oluşlarının ve pek çok yer­de iç içe yaşamalarının da etkisi bulun­makta ve zaman zaman aralarında baş gösteren savaşların her iki yanda da ye­ni destanların doğmasına yol açtığı gö­rülmektedir.

İran destanları, İran halkının Hintli-ler'le birlikte tek bir millet oluşturduk­ları dönemde (İndo-İranian) başlar ve Hintliler'den ayrılmalarından (m.ö. XV. yüzyıl) sonra da devam eder; dolayısıyla bu destanları ayrılmadan önce ve sonra meydana gelenler olmak üzere iki kısım­da incelemek mümkündür. İranlılar'ın ve Hintliler'in tek millet oldukları dönem­lerde dil ve inançları gibi destanları da birdi. İranlılar milâttan Önce 1400'lerde. genellikle ortak vatanları olduğu kabul edilen Orta Asya'dan güneye doğru göç etmeye başladıklarında Soğd, Merv. He-rat, Kabil ve diğer bölgeleri hâkimiyet­leri altına almak için buralardaki insan­larla çarpışmak zorunda kaldılar ve bu savaşlar ilerideki İran destanlarına dev­lerle yapılan savaşlar şeklinde yansıdı. Daha sonraları, gerek kendi yayılmaları gerekse yerleştikleri bölgelere vuku bu­lan düşman saldırıları sırasında çoğun­luğunu Türkler'in meydana getirdiği kom­şu kabilelere karşı verdikleri savaşlar yi­ne çeşitli destanların teşekkül etmesi­ne sebep oldu. İran'a göç eden gruplar eski destanlarını da beraberlerinde getirdiler. Ancak Hindistan'a göç eden di­ğer gruplar arasında da yaşamaya de­vam eden bu destanlar, her iki yanda zaman, çevre ve değişen dinlerin etkisiy­le birbirinden farklı biçimler aldılar. Me­selâ aynı zamanda birtakım dinî nitelik­lere de sahip bulunan efsanevî hüküm­dar Tahmûras'm oğlu Cem veya Cemşîd, İran destanlarında birçok sanat ve mes­leğin mucidi olarak tanınmış Önemli bir hükümdarken Hint destanlarında Yem (Yima) adında bir tanrıdır ve babası da tann Vivasvent'tir (Vivanhant).

Aşkanîler (Arsakid hanedanı, Partlar) dö­nemine(m.ö.250-m.s.225) gelinceye ka­dar İranlılar'ın millî destanlarının esası­nı mitolojiler, tarihî olaylar, kahraman­ların serüvenleri ve Hintliler'le yaşanan ortak dönemin izleriyle bunlara halkın yaptığı katkılar oluşturur. Partlar'm son yıllarında destanlar parça parça veya bir bütün halinde yazılacak duruma geldi. Onları takip eden Sâsânîler döneminde (225-651) destana karşı ilginin daha da arttığı görülür. Sâsânîler bir yandan Zer-düştîliği yeniden canlandırmak için Aves-ta'yı yeni bir düzene sokarak çevreye ta­nıtmak, bir yandan da doğu ve batıdaki düşmanlarına karşı vatanperverlik duy­gusunu güçlendirmek amacıyla destan­ları yazıya geçirmeye çalıştılar. Ağızdan ağıza dolaşageien destanların çoğunlu­ğu, kaynağını büyük ölçüde destanî un­surlar ihtiva eden Avesta'da buluyordu. Avesta'nın düzenli bir şekle sokulması­na kadar sözlü olarak gelen rivayetler de bu yazılı derlemeler İçinde yer aldı ve yazım sırasında destanın gereği ola­rak eski dinî, millî ve tarihî olaylar ger­çekmiş gibi gösterildi. Bu çalışmalarla, içindekilerin sadece üçte ikisi hafızalar­da kalmış olan Avesta'nın dağılan ve kaybolan parçalan bulunarak bir araya getirildiyse de kitap Arap istilâsı ile ikin­ci defa dağıldı. Buna rağmen dağılan metnin sonraki İran millî destanlarının oluşumunda Önemli rol oynadığı görülmektedir. Avesta'nın bu konudaki baş­lıca bölümleri Yesna ile ona bağlı olan Yeşt adındaki kısımlardır. Yesna'yı mey­dana getiren yetmiş iki fasıldan İran tarihi ve destanlanyla ilgili olanlar 5, 8-9, 12, 13. 14-15, 17, 18 ve 19. fasıllar­dır. Bunlardan özellikle 9. fasılda, Fir-devsFnin Şeftndme'sinde anlatılan Cem­şîd, Dahhâk, Feridun, Gerşâsb, Nûder, Agriras, Efrâsiyâb, Siyavuş ve Câmasb gibi hükümdar ve kahramanların hemen hepsinin adlarına rastlanır. Ancak bu kisiler arasında bazı rol farklılıklarının ol­duğu görülür; meselâ Şehnâme'üe mut­lak bir hükümdar olan Geyûmert Aves­ta'da ilk insandır. Avesta'nın bu bölü­münde Geyûmert'ten başlayıp Gerşâsb hanedanına kadar gelen bütün İranlı ve yabancı ünlü hükümdarlarla kahraman­lara ait destanî rivayetler yer almakta­dır. Yazıya geçirilen bu destanlar, Sâsâ­nîler döneminin özellikle sonuna doğru büyük ilgi gördü ve destan kahraman­larının adlan halk arasında yayıldı; hat­ta bazı mûsiki makamlanna dahi genc-i Kâvûs, genc-i Efrâsiyâb gibi adlar veril­di. Halkın bu ilgisini gören yazarlar şi­fahî rivayetleri yazıyla tesbite hız verdi­ler. VIII ve IX. yüzyıllara kadar süren bu tesbitler sonunda meydana gelen eser­ler Araplar tarafından da büyük rağbet gördüğü için bir süre sonra Arapça'ya çevrilmiştir. Bu destanlar içinde bazı ufak değişikliklerle birkaç kişiye birden mal edilen parçalara da rastlanır. Ahamenî hanedanının kurucusu Küros'un (m.ö. 559-529) bir şahin, ünlü kahraman Rüs-tem'in babası Zâl-i Zerd'in sîmurg, Sâ-sânî hanedanının kurucusu Erdeşîr-i Bâ-bekân'ın (225-240) çobanlar tarafından büyütülmesi birbirine benzeyen motif­lerdir.

Sâsânîler döneminde Pehlevî diliyle yazılmış bulunan din dışı eserlerin çoğu İslâm'ın ilk dönemlerinde varlıklannı ko­rudular. Bunlardan günümüze kadar gel­miş olanların en eskisi, Ercâsb ve Güş-tâsb adlı iki kişinin savaşını anlatan Ya­digâr-i Zerir veya Âyâtkâr-i Zerîrân'-dır. Yazma nüshalarının bazılarında Sehnâme-İ Gûştâsb adı görülen bu eserin Rrdevsfnin ŞeJmdme'siyle sıkı ilişkili ol­duğu ve ayrıca aslının Grekçe bir kitaba dayandığı anlaşılmaktadır. Alman müs­teşriklerinden Geiger'in Almanca çeviri­sini yayımladığı52 bu desta­nın dışında, yazıya geçirildikleri bilinen fakat çoğu kaybolup sadece Türk halk edebiyatı kitapları gibi bazı eserler ara­sında adlarına rastlanan İran destanla­rının başlıcalan şunlardır:

Kârnâme-i Erdeşîr-i Bâbekân. Destanın konusunu 1. Erdeşîr'in hal tercümesiyle Sâsânî hanedanını nasıl kurduğu oluş­turmaktadır. Pehlevî dili ve yazısı ile ka­leme alınan eser birçok defa yayımlan­mış53, Nöldeke tarafından da Almanca'ya tercüme edilmiştir54. Dâstân-ı Behrâm-ı Çûbîn. Asil ve Emevî hükümdarlanndan Hişâm b. Abdülmelik'in (724-743) kâtibi Cebele b. Salim b. Abdülazîz tarafından yapılan çevirisi gü­nümüze kadar gelmeyen bu eserin Kâr-nâme-İ Erdeşîr-i Bâbekân'a benzediği tahmin edilmektedir.

Dâstân-ı Rüstem ü tsfendiyâr. Yalnız as­lının ve Cebele b. Salim tarafından yapı­lan Arapça çevirisinin adı bilinen eser, daha sonra gelen mensur Şehname ya­zarlarınca tanınmakta ve Hz. Peygamber döneminde de Araplar arasında sözlü olarak nakledilmekteydi.

Dâstân-ı Pîrân-ı Veyse. Kaynaklardan öğrenildiğine göre konusu, savaşlarda akıllıca tedbirleriyle ün kazanmış olan Efrâsiyâb'm kumandanlanndan Veyse oğlu Pîrân'ın serüvenleridir.

Kitâb-ı Seksîkîn. Yazılışına türlü şekil­lerde rastlanan bu ad, "serân-ı Segis-tân'ın (Sicistan reisleri) bozulmuş şekli olup destanın aslı ve İbnü'l-Mukaffa' (ö. 142/759) tarafından yapılan Arapça çe­virisi günümüze ulaşmamıştır. Adından, ünlü Sîstanlı kahraman Rüstem-i Zâl ile ilgili destanlardan meydana geldiği anlaşılmaktadır.

Kitâb-ı Peykâr. Yine aslı ve İbnü'1-Mu-kaffa' tarafından yapılan Arapça çevirisi bugüne kadar ele geçmeyen bu eserin konusunu da İsfendlyâr ile İranlılar'ın Turanlılarla yaptıklan savaşlar oluştur­maktadır. Bunların dışında, Sâsânîler dö­neminde yazılan ve daha sonra Arapça'­ya çevrilen eserler arasında Mezdeknâ-me, eski İran hükümdarlanndan adale­tiyle ünlü Enûşirvân'la (531-579) ilgili Ki-tâbü't-Tâc55. Şehnâme'Öe yan-kılanna rastlanan Dâstân-ı Şehrberâz bâ Pervîz, Dâstön-ı Dârâ ve Büt-i Zer­rin, yine İbnü'l-Mukaffa' tarafından Arap­ça'ya çevrilen ve Enûşirvân'la ilgili oldu­ğu adından anlaşılan Kârnâme-i Enû-şirvân, Ali b. Ubeyde er-Reyhânî'nin Arapça'ya çevirdiği Lohrâsbnâme ve Nâ-me-i Tenser, haklannda pek az bilgi bu­lunan diğer destan kitaplarıdır.

Sâsânîler döneminden kalma din dışı eserlerden başka büyük ölçüde destanî unsurlar ihtiva eden günümüze kadar ulaşabilmiş dinî nitelikte kitaplar da var­dır. Bunlann başında iki cildi kaybolmuş dokuz ciltlik Denkert gelir. Asıl adı Zend-âkâsîh olan bu eserin III. cildi Cemşîd'e karşı Dahhâk'in ayaklanması, VII. cildi yaratılış efsanesi, Geyûmert, Sİyâmek, Hûşeng vb. hakkında bilgiler vermekte­dir. Diğer bir eser, başlangıçtan Sâsânîler dönemine kadar efsanevî İran tari­hini içine alan Bundahişn'dir. Bunların dışında yaklaşık aynı nitelikte olan Dâstân-ı Dînîk, Erdavîrâfnâme, Meynûk Hıred, Âyînnâme, Kitâbü'ş-Şaver anı­labilir.

Sâsânîler döneminin tarihî bilgiler ve­ren eserleri arasında en önemlisi, son­radan birçok müellife de kaynaklık etmiş bulunan Hudâynâme'dır. Eski İran şahları ve onların dönemlerindeki olay­lar hakkında destanî nitelikte bilgi ve­ren bu eser Sâsânîler'in son yıllarında yazılmıştır ve asıl adı Pehlevîce Hûfdy-nâmek'tir. Tamamıyla şehname niteli­ğinde bir eser olan Hudâynâme de Ge-yûmert'ten başlayıp son Sâsânî hüküm­darı III. Yezdicerd döneminin (632-651) sonuna kadar gelir. Geniş çapta efsane­vî nitelik taşıyan bu tarih kitabında mil­lî ve dinî destanlar önemli bir yer tutar. Buradaki destanların kökeni büyük öl­çüde Avesta'ya ve sözlü rivayetlere da­yanır. Bu kitabın Pehlevîce metni Abdul­lah b. Mukaffa' tarafından Siyerü'1-mü-îûki'l-Fürs veya Siyerü'l-mülûk yahut Târîh-i Mülûki'1-Fürs adlarıyla Arap­ça'ya çevrilmiştir. Sonraları bu çevirinin çoğaltılan nüshaları arasında farklar mey­dana geldiği gibi başka mütercimler ta­rafından yapılan tercümeler arasında da farklılıklar oluşmuştur. Eserin İslâm dünyasında büyük rağbet görmesi, ayn ayrı on mütercim tarafından Arapça'ya tercüme edilmesinden anlaşılmaktadır. Zaman içinde tercümelerin şöhret ve re­vaç bulmasından dolayı kitabın Pehlevî­ce aslı ortadan kaybolmuş ve eser yalnız Arapça olarak varlığını korumuştur. Hu-dâynâme İbn Kuteybe'nin eUyûnü'l-ah-bör'ı, Dîneverî'nin el-Ahbârü't-tıvân, Taberînin Târîhu'î-ümem ve'1-mûlûk'ü, Ebû Ali Bel'amî'nin Terceme-i Târîh-i Taberî'si, Mes'ûdînin Mürûcü'z-zeheb ile et-Tenbîh ve'1-işrâf'ı, Hamza b. Ha­san el-İsfahânî'nin Târih u sinî mülû-ki'1-arz'ı, Hüseyin b. Muhammed es-Se-âlibî'nin Gürem ahbâri mülûki'I-Fürs'u, Bîrûnrnin el-Âşârü'l-bakiye'si ve Rr-devsFnin Şehnâme'si gibi birçok kitap­ta İran tarihi hakkında verilen bilgilerin başlıca kaynağını oluşturmuştur.



Hudâynâme'nm yanında, Arapça'ya çevrilen veya çevrilmeyen diğer Sâsâ­nî dönemi eserlerinden faydalanılarak cAhd-i Erdeşîr, Vîs ü Râmîn, Şervîn a Huzîn, Pîrûznâme, cAbbâs-i Behmen, Bahtiyâmâme gibi başka destanlar da yazılmıştır. İranlı müellifler, gerek şifahî gerekse yazılı yolla gelen ve kendile­ri İçin bir övünç vesilesi olan rivayetleri, Sâsânîler dönemi îjudâynâme'sini ya­hut "siyerü'l-mülûk" denilen onun Arap­ça çevirilerini taklit etmek suretiyle "Şeh­name" veya büyük kahramanların adı­na izafetle verilmiş "Gerşâsbnâme" ve "Ferâmerznâme" gibi isimler taşıyan ki­taplar haline getirdiler. Bu konuda eser veren ilk müellif Ebü'l-Müeyyed-i Bel-hîdir. Onu Ebû Ali Muhammed b. Ahmed el-Belhî takip etmiş, arkasından Hora­san (Tûs) Valisi Ebû Mansûr Muhammed b. Abdürrezzâk (ö. 350/961), değişik şe­hirlerden bir araya topladığı bazı yazarla­rın da yardımı ile başlangıçtan Sâsânîler döneminin sonuna kadar yaşamış şahlar­dan söz eden Şehname adlı eserini ka­leme almıştır. İlk izleri Âyâtkâr-ı Zerî-rân ve Kârnâme-i Erdeşîr-i Bâbekân adlı eserlerde görülen manzum şehname yazma düşüncesi ise Mes'ûdîyi Merve-zî'nin Şehnâme'si ile gerçekleşmiştir. Ancak Mervezfnin 300 (912) yılında yaz­dığı tahmin edilen ve minyatürlü oldu­ğu anlaşılan Şehname 'sinden bugüne bazı eserlerde yer alan sadece birkaç ka­yıt gelebilmiştir. Bu eseri Dakîkî'nin yaz­dığı manzum Güştâsbnâme takip etmiş, fakat şair 1000 beyit kadar yazdıktan sonra öldürüldüğü için eser yanm kal­mıştır. Bundan sonra Fırdevsî, Dakikî'-nin beyitlerini de kullanmak suretiyle ünlü Şehnâme'sini kaleme almıştır. İran millî birliğini sağlayan ve bugüne kadar önemini koruyan bu eser, aralarındaki ilişkileri de göstermek suretiyle bütün İran destanlarından toplu halde bahse­der. Daha sonra Rrdevsî'nin bu büyük eserinden bazı konular başkaları tara­fından alınıp genişletilerek bağımsız bi­rer destan haline getirilmiştir. Bu alan­daki ilk eser Esedî-İ Tûsî'nin (ö. 465/ 1073) yazdığı Gerşâsbnâme'üir. Onu sı­rasıyla hükümdar Behmen'in, Keşmir pa­dişahının kızı Kütâyun ve Mısır sultanı­nın kızı Hümâ ile olan gönül maceraları­nın anlatıldığı îrânşâh b. Ebü'l-Hafs'ın Behmennâme adlı eseri, Hint hüküm­darının İran şahından bir cengâver iste­mesi üzerine gönderilen kahraman Fe-râmerz'in bu ülkedeki serüvenlerini ko­nu eden müellifi meçhul Ferâmerznâ­me, yine müellifi bilinmeyen ve Feridun'­dan önce isyan edip saltanat süren Dah-hâk'in kardeşinin oğlu Kûş-i Pîldendân'ın hikâyesi olan Kâşnâme, Rüstem'İn, kız­larından Bânû Güşesb'i talipleri arasında Gûderz'in oğlu Gîv'e vermesiyle ilgili Bânûgüşesbnâme, tamamen Şehnâ-me'yi taklit etmesine rağmen onda bu­lunmayan Rüstem'in hanedanına dair rivayetleri de içine aldığı için farklılık gösteren kahraman Berzû'nun serüven­lerinin anlatıldığı Atâî-i Râzfnin Berzû-nâme adlı eseri, Sirâceddin Osman b. Muhammed-i Muhtârî-i Gaznevfnin (ö. 544/1149) üçüncü kuşağa kadar olan Rüstem hanedanı ile Berzû'nun oğlu Şeh-riyâr'ın serüvenlerine ait Şehriyârnâ-me'si ve Ferâmerz'İn Keşmir padişahı­nın kızından olan oğlu Âzerberzîn'in Beh-men'e esir düşmesi ve Sîstan'a götürül-mesiyle ilgili Âzerberzînnâme takip et­miştir. Bu eserlerden sonra çeşitli kah­ramanları konu eden Bîjennâme, Loh-râsbnâme, Sûsennâme, yine Rüsteme dair Dâstân-ı Kek-i Kûhzâd, Cemşîd'l ve Rüstem'İn oğlu Cihangir'i anlatan Dâs­tân-ı Cemşîd ile Cihângirnâme gelir. Millî nitelikteki destanların sonuncusu ise Zâl'in babası Sâm-i Neriman'ın Çin fağfurunun kızı Perîduht'a âşık olması sebebiyle yapılan savaşların nakledildiği Sâmnâme 'dir.

Bunlardan başka destan tarzında ya­zılmış tarihî eserler de bulunmaktadır. Bu eserlerin başlıcaları arasında Nizamî-i GencevTnin (ö. 611/1214 |?|) îsken-derndme'sini (İkbslnâme) ve onu aynı konuda taklit edenlerden Hüsrev-i Dinle-vî'nin (ö. 725/1325) Âyîne-i İskenderî'-si ile Câmfnin Hırednâme-i İskenderi'-si. Pâyizî'nin Alâeddin Muhammed Hâ-rizmşâh'm (1200-1220) fetihlerini konu edinen Şehinşâhnâme'si, Hamdullah Müstevfî-i Kazvînî'nin (ö. 750/1350) İslâ­miyet'in zuhurundan ve İran hükümdar­larından bahseden Zafernâme'sİ, Ahmed-i Tebrîzrnin Cengiz Han'la ilgili Şe-hinşâhnâme-i Tebrîzî'si ve Seyfeddin Muhammed b. Ya'kûb el-HerevTnin, He-rat'ta hüküm süren Kert hanedanından Melik Fahreddin'in kumandanı Muham­med Sâm'ın 1307 yılında İlhanlılar'ın He-rat'ı kuşatması sırasında gösterdiği kah­ramanlıkları konu alan Sâmnâme-i Seyfî adlı eseri sayılabilir. Şehnâme'nin etki­siyle Anadolu'daki ve Hindistan'daki hü­kümdarlar için de şehnameler kaleme alınmıştır. Bunlar arasında Kâniî-yi Tû-sfnin Selçuklular, ÂrifT FethuUah'ın Ka­nunî Sultan Süleyman ve Bihiştî-i Şîrâ-zfnin III. Murad için yazdıkları ile yine Bi-hiştî'nin Hindistan'da Cihangir'in kud­retli eşi Nurcihan Begüm'ün (ö. 1645) fe­tihlerinin anlatıldığı Vekâyi'u'z-zamân, Şah Cihan'ın oğullarının savaşlarını konu edinen Âşûb-i Hindûstân ve Nâdir Şah'ın Hindistan'daki fetihlerinin anla­tıldığı Şehnâme-i Nâdîrî gibi eserleri zikredilebilir.

Millî destanların yanında dinî karak­terde olanlar da yazılmıştır. Bunların kahramanları Hz. Ali gibi İslâm'ın ileri gelen kişileriydi ve Hz. Ali zamanla millî destanlardaki kahramanların yerine geç­ti. Bu tür eserlerin belli başlıları şunlar­dır:

Hâverânnâme. İbn Hüsâm diye tanı­nan Muhammed b. Hüsâmeddin'in (ö. 875/1470) kaleme aldığı bu destanın ko­nusunu, Hz. Ali'nin Ester ve Ebü'1-Mih-cen'le birlikte Doğu ülkesi hükümdarı Kubâd'a karşı yaptığı savaşlar oluşturur. Eser, adı bilinmeyen bir mütercim tara­fından kısaltılarak Hâverzemîn ismiyle Türkçe'ye çevrilmiştir.

Şehnâme-i Hayreti. Hayreti adlı bir şairin 953'te (1546) tamamladığı bu ese­rin konusunu Hz. Peygamber ve imam­ların savaşları oluşturur.

Gazvnâme-i Esîrî. Esîrî adlı bir şairin Kanunî Suttan Süleyman adına yazdığı bu dinî destan Hz. Peygamberin savaş­larını anlatır.

Şâhibkırânnâme. 1073'te (1662) naz-medilen. ancak yazarı belli olmayan bu eserde Hz. Hamza'nın İranlılaştırılmış menkıbeleri anlatılır, hatta kendisi Enû-şirvân'ın sarayında padişahın kızının âşı­ğı olarak gösterilir.

Hamle-i Haydan. Mîr Muhammed Re-fT Hân-ı Bâzil'in, Muîn b. Hâccî Muham­med Ferâhî'nin Mecâricü'n-nübüwe ve medâricü'l-fütüvve adlı mensur ese­rine dayanarak yazdığı bu destanın ko­nusunu Hz. Peygamber'in ve özellikle Hz. Ali'nin hayat hikayeleriyle gazveleri oluşturur. Eser, yazarın 1124'te (1712) ölümü üzerine yarım kalmış ve Ebû Tâ-lib-i İsfahânî tarafından tamamlanmış­tır.

Dilgüşânâme. Âzâd-ı Bilgrâmrnin (ö. 1200/1786) yazdığı bu destanının ko­nusunu Muhtar b. Ebû Ubeyd es-Seka-fî'nin başından geçenler oluşturmak­tadır.

Kitâb-ı Hamle-i Râcî {Kitâb-ı Ham­le-i Molla Bemânati). Râcî (X11I./XIX. yüz­yıl) mahlaslı bir şair tarafından manzum olarak kaleme alınan eser Hamle-i Hay­dan ile aynı konuları işler.

Hudâvendname. Melikü'ş-şuarâ Fet-halîhân-ı Sabâ-yi Kâşânfnin (ö. 1238/1823) bu destanı Hz. Peygamber ile Hz. Ali'nin savaşlarını en ayrıntılı şekilde an­latan eserlerden biridir.

Muhtârnâme. Meftun mahlası ile ta­nınan Abdürrezzâkbeg b. Necef Kulı Han (ö. 1243/1827) tarafından nazmedilmiş olup Muhtar es-Sekafî'nin savaşlarını konu alır.

Ürd-i Bihişt. Sürûş-i İsfahânrnin (ö. 1285/1868) bu manzum destanı Hz. Pey­gamber ve on iki imamın hal tercüme-leriyle başlarından geçenleri anlatır.

Cengnâme. Âteşî mahlaslı bir şair ta­rafından kaleme alınan eser Hz. Ali'nin cenklerine dairdir.

Dâstân-ı Alî-yi Ekber. Hz. Hüseyin ve oğlu Ali Ekber ile Hz. Hasan'ın oğlu Kâsım'ın hal tercümelerini destan biçi­minde anlatır.

Bibliyografya:

İbn Kuteybe. cüyûnû'l-ahbâr (nşr. Ahmed Zeki el-Adevî), Kahire 1343-48/1925-30; DI-neverî, el-Ahbârü't-tıvât (nşr. V. Guirgass), Lei-den 1888, s. 71, 81, 104; Mes'Ûdî, Mürûcuz-zeheb (Meynard), II, 43, 118; a.mlf., et-Tenblh, s. 106; Hamza el-İsfahânî, Târîhu sini mülû-ki'l-'arz ue'1-enbiyâ* (nşr. Gottwald), Leipzig 1844-48, s. 8, 16-17, 24, 44, 64; Seâlibî. Ğu-rem ahbân mülûki'l-Fürs ue siyerihim (nşr. Zotenberg). Paris 1900, s. 10, 42, 43, 341, 375, 388; Bîrûnî, Asa.ru I-bakiye (nşr. E. Sachau), Leipzig 1878, s. 43-44, 67, 99, 119-190; Müc-metü't-teüârth ue'l-ktşaş (nşr. Bahar), Tahran 1318 h§., s. 2-3, 22, 38, 61, 67, 68, 70, 72, 77, 96, 136, 158, 167, 185, 506-507; L. Darmes-teter, Etudes Iraniennes, Paris 1883, I-]]; a.mlf.. Le Zend-Auesta, Paris 1892-93, I-I1I; Christen-sen, Les types du premier homme et premier mi dans l'histoire legendaire des Irantenne, Leiden 1917-34; a.mlf., Etudes sur Zoroastris-me de la perse antiçue, Kopenhagen 1928; a.mlf.. Les gestes des rois dans les traditions de i Iran anüque, Paris 1936; Nöldeke, Das Iranische National epos, Berlin 1920; H. Mas-SĞ. Firdeusi et l'ĞpopeĞ nationale, Paris 1935; Zebîhullah Safa. Hamâseserâyî der îrân. Tah­ran 1352 hş., tür.yer.; Benveniste, "Âyâtkâr-ı Zerîrân", JA, CCXX, Paris 1932; H. Ritter. "Fir-devsî", İA, IV, 643-649; V. Minorsky, "Turan", M, XlI/2, s. 107-112; Cl. Huart - [H. Masse], Fiidawsi\ El2 (İng.), II, 918-920; DMF, II, 1445-1446.

Arap Edebiyatında Destan. Genel anlam­da destan türünün Arap edebiyatında bulunup bulunmadığı konusu tartışma­lıdır. Süleyman el-Bustânî, Homeros'un İliada tercümesine yazdığı uzunca mu­kaddimesinde56 Arap edebi­yatında destan konusunu ele alarak İli­ada, Mahabarata ve Şehname tarzın­da destanın Arap edebiyatında bulun­madığını ileri sürmüş, ancak muallakâtın ve Cemheretü eş'âri'I-'Araö'daki şi­irlerin birer destan parçası olabileceğini belirtmiştir. Margoliouth da İbnü'1-Mu'-tezz'in (ö. 296/908) Abbasî Halifesi Mu'-tazıd-Billâh ve dönemi hakkındaki 418 beyitlik urcûzesinin, İbn Abdürabbih'in (ö. 328/940) Endülüs Emevî Halifesi III. Abdurrahman hakkındaki 445 beyitlik urcûzesi ile Ebû Firâs el-Hamdânî'nin kendisi, ailesi ve daha önceki akraba ve ecdadı ile övünmek maksadıyla yazdığı 225 beyitlik fld'iyye'sinin sunî tarzda birer destan (epopee) olabileceğini söyle­miştir.57 Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ'nın (ö. 209/824) Kitâbü Eyyâmi'l-eArab kab-le'1-İslâm adlı eserini tahkik ederek neş­reden Âdil Câsim el-Beyâtî, bu eserin de tıpkı Gılgamış ve İliada gibi bir destan olduğunu, ancak rivayet edilirken parça parça nakledilmeleri sebebiyle bütünlü­ğü sağlayan geçiş kısımlarının kayboldu­ğunu öne sürmüştür58. Şevkî Dayf ile Hannâ el-Fâhûrî ise şiirin genel olarak epik. li­rik, dramatik ve didaktik olmak üzere dört kısma ayrıldığını, bilhassa Câhiliye dönemi Arap şiirinin lirik (gınâî) olduğu­nu, destan kısmını ihtiva eden epik {kı-sasî) şiirin Câhiliye dönemi şiirinde, do­layısıyla Arap edebiyatında bulunmadı­ğını söylemektedir.

Bütün bunlardan, elde mevcut ilk dö­nem Arap edebiyatında tabii destan öl­çülerine uygun bir destan olmadığı or­taya çıkmaktadır. Ancak sunî destan tar­zında kahramanlığı konu edinen şiir ve nesir parçalan bulunmaktadır. Bunlar­dan, Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ'­nın Câhiliye Araplan'nın savaşlarını ko­nu edinen Kitâbü Eyyâmi'l-cArab kab-le'l-İslâm'ı, anonim eserlerden Antere b. Şeddâd'ın (ö. m. 614 |?|) kahramanlık­larını anlatan Sîretü Anter, Hilâl kabile­sinin Yemen'den Magrib'e göçünü hikâ­ye eden Sîretü Ebî Zeyd el-Hilâlî (Sfretü Bent Hilâl), Yemen Araplarfnın Ha­beş istilâsına karşı direnişini ve Habeş-liler"in Yemen'den atılışını konu edinen Sîretü Seyf b. Zîyezen, Benî Kilâb ile Benî Süleym arasında geçen savaşları ve bu savaşlarda Benî Kilâb kabilesine men­sup Zâtülhimme'nin yaptıklarını anla­tan Sîretü'I-Emîre Zâti'l-himme, Ebü'l-Alâ el-Maarrînin (ö. 449/1057) öbür dün­yaya yaptığı hayalî bir seyahati anlatan Risâletü'I-gufran'\, İbnü'l-Mu'tez ile İbn Abdürabbih'in urcûzeleri ve Ebû Firâs el-Hamdânrnin Râ 'iyye'si sunî tarzda birer destan sayılabilir.



Bibliyografya:

Homeros, İlyada itrc. Süleyman el-Bustânî), Kahire 1904, s. 162-175; Ma'mer b. Müsennâ. Kitâbü Eyyâmi'l-'Arab kable'l-lslâm (nşr. Adil Câsim el-Beyatî), Beyrut 1407/1987, naşirin mukaddimesi, s. 119-155; Hannâ el-Fâhûrî. Tâ-rîhu'l-edebi'l-'Arabl, Beyrut 1960, s. 38-39; Mustafa Sâdık er-Râfiî. Târîhu âdâbi'l-'Arab, Beyrut 1394/1974, III, 144151; Mecdî Vehbe, Mu'cemü muştalahâti't-edeb, Beyrut 1974, s. 140; Abdülvehfıâb es-Sâbûnî. Şu'arâ* ve devâ-vtn, Beyrut 1978, s. 276-277; Şevkî Abdülhakîm, Meusü'atü'ifolklor ue'l-esâtîri't-'Arabiyye, Bey­rut 1982, s. 622-623; Cebbar Abdünnûr. el-Mu'cemü.'1-edebî, Beyrut 1984, s. 264-265; Şev­ki Dayf. Târîhul-edeb, I, 189-190; Yeni Türk

Aşık Edebiyatı ve Mûsikisinde Destan. Cemiyet hayatında meydana gelen bü­yük olaylar üzerine hece vezniyle ve koş­ma tarzında düzülen, belli bir ezgiyle çalınıp söylenen uzun manzumelere des­tan denir. Âşık edebiyatı nazım şekille­rinden olan destanın âşık fasıllarında önemli bir yeri vardır59. Manzum hikâye tarzında olan destanlar genellikle yedili, sekizli, on birli hece vezniyle ve kolay bir beste ile söy­lenir. Destan bu özelliğinden ötürü Batı şiirindeki balatlara benzer. Bazı araştır­macılar destanların on iki kıtadan az ol­maması gerektiğini söylerse de umu­miyetle bu sayı üç ile 100 dörtlük ara­sında değişmekte, bazan 100 dörtlüğü aşan destan örneklerine de rastlanmak­tadır. Fakat dinleyicileri sıkmamak için özellikle meclislerde okunan destanla­rın uzun olmamasına dikkat edilir. Des­tan bir kişi tarafından okunabileceği gi­bi iki kişinin karşılıklı birer kıta söyle­mesi şeklinde de okunması mümkün­dür. Toplumu derinden etkileyen olay­ları, çeşitli hayat sahnelerini halk dili, halk duygu ve düşüncesiyle anlatan bu manzumeler, dörtlük sayısının çok olu­şundan dolayı koşma ve türküye göre şiir gücü bakımından daha zayıftır.

Günümüze ulaşan en eski destan ör­nekleri XVI. yüzyıldan kalmış olmakla beraber Türk edebiyatında bu türde çok eski bir destan geleneği olduğu bilin­mektedir. Şekil bakımından Anadolu'da görülen destanlara çok benzeyen Öfvd-nü Jugöti'f-Türk'teki yedili ve sekizli he­ce vezniyle söylenmiş manzumeler des­tan geleneğinin eldeki en eski örnekle­ridir. On birli hece vezniyle söylenen des­tanlar ise Anadolu âşık edebiyatında yay­gınlık kazanmıştır.

XVI ve XVII. yüzyıllarda hemen hemen koşma uzunluğunda tertiplendiği halde XVIII. yüzyıldan itibaren dörtlük sayısı artan destanların başlangıçtaki en önem­li özelliği, düşman üzerine yürüyen Türk-İslâm ordularını tavsif edişidir. İmpara­torluğun her tarafından gelen çeşitli or­dular birer birer sayılarak Osmanlı or­dusu çok heybetli gösterilir, fethe çıkan bu orduya çeşitli tarikatlara mensup on binlerce dervişin pîrleriyle birlikte katıldığı bilhassa zikredilirdi. Bu destanların diğer bir özelliği de başta Hz. Peygam­ber olmak üzere ashabın, evliyanın, bü­tün eski ve yeni kahramanların çok muh­teşem bir ruh ordusu halinde askerin önünde fethe katıldığının önemle belir-tilmesidir. XVIII. yüzyılda Âşık Rûhî'nin "Prut Destanı", Âşık Mustafa'nın "Mos­kof Destanı. XIX. yüzyılda Âhû mahlaslı bir saz şairinin "Önünce" redifli destanı, Sürûrî'nin "Yürüdü Destanı", Hayâlfnin "Silistre Destanı" bunların en önemlile­ridir.60

Cumhuriyet'ten sonra Anadolu'nun çe­şitli yörelerinde yapılan halk mûsikisi derleme çalışmalarında savaş, deprem, yangın, salgın hastalık, kıtlık, kuraklık, göç gibi olayların yanında XIX. yüzyılın sonlarından itibaren güldürü, taşlama, tenkit, öğüt ve hiciv unsurlarının hâkim olduğu destanlara da rastlanmıştır. Ay­rıca şehir, kasaba ve köy destanları, halk arasında yaşayan bekçi, berber gibi çe­şitli meslek erbabı, halk gelenekleri ve sosyal düzenle ilgili konularda yazılı ve ezgili destanlar da görülmüştür. "Pire Destanı", "Saat Destanı" gibi tekerleme tarzındaki uzun manzumeler de bazı ede­biyat araştırmacıları tarafından destan türüne dahil edilmektedir.

Âşık mûsikisinde destanlar özel ezgi kalıplarına göre okunur, güfteler de bu melodi kalıplarına döşenir. Konunun ifa­de tarzına göre zaman zaman farklı me­lodi kalıplan da kullanılır. Meselâ Erzu­rum-Kars yöresi âşıkları tarafından ic­ra edilen destanlar bilhassa "destanı ha­valan (makamları)" ile okunur. Eskiden İstanbul'da ve Anadolu'nun birçok yöre­sinde mahalle mahalle dolaşarak yanık ezgilerle destan okuyan kişilere günü­müzde çok az da olsa rastlanmaktadır.

Destan güftelerinde nazım birimi ge­nellikle dörtlüktür. Bu dörtlükler zaman zaman birbirine bağlandığında melodik biçim genişler. Bazan da kıtalar arasın­da kullanılabilen saz melodileri (ayak) beyitler arasına da serpiştirilir. Ayaklar çok defa birkaç ölçüyü geçmeyecek uzun­luktadır. Destanlarda her mısraın okunuşundan sonra diğer mısraa geçmek için sazla bir köprü yapılır. Bu köprü da­ha çok serbest gezintiler şeklindedir.

Destanlar genellikle uzun hava tar­zında serbest bir ritimle, konuşma dili­ne yakın bir şekilde ve saz eşliğinde ic­ra edilir. Ancak saza ihtiyaç duymayan destan okuyuculan da vardır. Bazan ke­mence veya kemane gibi değişik enstrü­manlar eşliğinde okunan destanlar gö­rülmektedir. Serbest ritimli destanlar­da sazla giriş melodilerine "destan aya­ğı" denir ve bunlar çok defa ritimli olur.

Serbest ritimli destanların yanı sıra usullü destanlar da vardır. Bu destan­larda ayak kullanımları daha çok dört­lükler arasında veya birden fazla kıta­nın ardarda birbirine bağlı olarak okun­ması durumunda anlatıma uygun düşe­cek bir bölümde yapılır. Çoğunlukla ak­sak olmayan ritimlerin tercih edildiği usullü destanlarda anlatım gücünü art­tırmak için hareket, mimik ve nüans kul­lanılır. Bilhassa âşıkların icralarında saz, ezgi, raks. mimik ve nüanslar destana etkileyicilik kazandırdığından büyük önem taşır. Bazan bağlantı mısraları ilâve edi­lerek biçimi değiştirilen güftenin baş­langıç, orta veya bitiş bölümlerinde an­lamlı veya anlamsız terennümler kulla­nılır. Zaman zaman cinas sanatına da yer verilen destanların son dörtlüğünün birinci veya dördüncü mısraında destan şairinin adı veya mahlası söylenerek des­tana kimlik kazandınlır.

Gazetelerin henüz yaygın olmadığı dö­nemlerde çeşitli olaylar hakkında halka bilgi vermek için destanlar önemli bir vasıta olmuştur. Bundan dolayı edebî kıymetlerinden çok halk kitlelerine hi­tap etmeleriyle değer kazanmışlardır. Bu özellikleri dışında destanların kazanç kaygısıyla da yazıldığı söylenebilir.

Bibliyografya:

Rıza Tevfik'in Tekke ue Halk Edebiyatı ile İlgili Makaleleri (haz. Abdullah Uçman), Anka­ra 1982,5.357-368; İhsan Ozanoğlu, Aşık Ede­biyatı, Kastamonu 1940, tür.yer.; Hikmet DİZ-daroğlu. Halk Şiirinde Türler, Ankara 1969, tür.yer.; Banarlı, RTET, II, 723, 798, 848-851; Şeref Taşlıova, "Kars ve Çevresinde Sazla ve Sesle Söylenen Âşık Makamlarının İsimle­ri", uluslararası Folklor ue Halk Edebiyatı Se­mineri Bildirileri, Ankara 1976, s. 136; M. Sab-ri Koz, "Âşık Edebiyatında Destan ve Destan Konulan", Türk Halk Edebiyatı ue Folklorun­da Yeni Görüşler, Ankara 1985, s. 92; R Ek­rem Koçu. "Destan, Destanlar", İst A, VIII, 4521-4523; Sermed Muhtar Alus, "Destan, Destan Satıcıları", a.e., VIII, 4523-4524; öztuna, BTMA, I, 220.




Yüklə 1,03 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   37




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin