DESTAN
Toplumu derinden etkileyen tarih! ve sosyal olayları anlatan uzun manzum hikâye.
Âşık edebiyatı ve mûsikisinde bir nazım şeklinin de adı olan destan kelimesinin aslı Farsça dâstândır. Batı dillerinde bunun karşılığı olarak, Grekçe'de şairlerin saz eşliğinde söyledikleri şiirlere verilen epos adından türetilen epopĞe (epopoeia) kullanılır. Destan "hikâye, masal, sergüzeşt, manzum hikâye (kıssa). vak'a, tarih, roman ve hayvan masalı (fabl)" gibi anlamlara da gelmektedir.
İnsanları yakından ilgilendiren hemen her olay destan konusu olabilir. Daha çok yaratılış, toplum vicdanında iz bırakan savaşlar, bir şahıs veya bir milletin kahramanlıkları ve tabii âfetler, hikâye dışından katılan Öğüt, kıssa, masal ve epik karakterli biyografik bilgilerle zenginleştirilerek genellikle anlatıma dayalı manzumeler şeklinde destana dönüştürülür. Türk edebiyatında destan kelimesini XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başından itibaren Rıza Nur, M. Fuad Köprülü ve Zeki Velidi Togan Türkoloji alanındaki çalışmalarında leğende (efsane) veya epopee karşılığında kullanmaya başladılar. Böylece destan kavramı yeni bir mahiyet kazanarak Türkler'in müslüman olmadan önceki tarih, dil ve edebiyatının incelenmesinde bir çıkış noktası oldu. Schiefner, Radloff ve Potanın gibi bilginlerin araştırmaları Türkler'in ilk destan dönemlerini aydınlattı. Ziya Gökalp'in Türk Töresi33 ve Türk Medeniyeti Tarihi34 adlı eserlerinde menkıbe ve iistüre kelimelerini kullanmasına rağmen destan Ğpopee karşılığı olarak yaygınlık kazandı; Fuad Köprülü ise "millî destan" sözünü tercih etti.
Edebiyat nazariyecileri ve araştırmacılarına göre destanda bulunması zorunlu başlıca unsurlar tek, toplu, kahramanca ve gerçeğe benzemekle birlikte hârikalarla dolu bir olay ile toplumun ilgisini çeken bir şahıstır. Ayrıca ikinci derecedeki şahısların da belirgin olması, mutlaka metnin şiirsel bir anlatım karakteri taşıması ve esas konunun anlatıldığı bölümlerin yanında çeşitli epizotlarla bir bitiş kısmı ihtiva etmesi gerekmektedir. Bunlardan başka dil. muhayyile ve nazım güçlü, hayaller canlı, duygular yüksek olmalı, bir bütünlük içinde ve samimi bir şekilde döneminin sosyal ruhunu aksettirmelidir. Destanlar yapılarına göre tabii ve sunî olmak üzere başlıca iki grupta incelenmektedir. Ayrıca halk hafızasında canlı tutulan olayların bir şair tarafından derlenerek nazma çekilmesi sonucu ortaya çıkmış, konularını belirli bir milletin hayatından alan destanlar vardır ki bunlara da muhtevaları bakımından millî destan denilmektedir.
İnsanoğlu ilk çağlardaki birçok tabii ve toplumsal olayın gerçek sebeplerini, kaynaklarını ve etkilerini tam anlamıyla bilemediği için belli bir inanca yönelmiş ve bunun sonucunda mitos (mythos) adı verilen ilk efsaneleri meydana getirmiştir. İlk mitoslara sürekli biçimde eklenen yeni olay ve kahramanlar zamanla belirli motif ve kişilere dönüştürülmüş, ayrıca ilâhî vasıflarla donatılmıştır. Destan kahramanlarının bazı özellikleriyle ilâhî bir güce sahip oldukları kabul edilir; buna rağmen hareketleri, duyguları, düşünceleriyle insan hüviyetinde kalmaları ve insan kaderini yaşamaları destana beşerî bir öz kazandırmış, bu da onun her dönemde önemini koruyarak ilgiyle karşılanmasını ve uzun bir süreçte tamamlanmasını sağlamıştır. Bunun sonucunda destanların genellikle üç dönemde oluştuğu görülmektedir.
1- Doğuş. Milletin ortak şuurunda ve hayal gücünde iz bırakan birtakım tarihî ve sosyal olaylar meydana gelir, bunlarda rot alan bazı kahramanlar yüceltilerek ön plana çıkarılır.
2- Yayılış. Olay ve kahramanlarına yenileri eklenerek destan bölgeden bölgeye ve kuşaktan kuşağa geçer.
3- Yazıya geçiriliş. Bu dönemde sözlü geleneği bilen güçlü bir şair ortaya çıkar ve destanı bir şiirler bütünü halinde nazma çeker. Eski Yunan'da Homeros'un İiiada ve Odysseia destanları bu süreçten kalan en eski örneklerdir. Bazan da halkın muhayyile ve hafızasındaki dağınık destan malzemesi İlmî usullerle toplanır; Finliler'in Kalevala'sı Elias Lönnrot tarafından bu şekilde ortaya çıkarılmıştır. Ancak dünya edebiyatındaki destanların büyük bir çoğunluğunun şairi, nazma çekeni veya düzenleyicisi belli değildir.
Destanlar toplum vicdanının sesi olduklarından millî şuuru güçlendiren ve millî dayanışmayı sağlayan önemli eserlerdir. Ortak şuurla teşekkül eden ülkü ve gelenek gibi toplumu canlı tutan unsurlar, destanlarda bir hayat görüşü ve felsefesi olarak soylu ya da yönetici sınıftan gelen destan kahramanının şahsında dile getirilir. Bu yönüyle destanlar milletlerin soy özellikleri, sosyal yapıları, ülküleri, millî değerleri, gelenek ve görenekleri üzerinde yapılacak araştırmalarda ilk temel kaynağı teşkil ederler.
Türk Edebiyatında Destan. Türk milletinin bir bütün olarak zamanımıza ulaşmış büyük destanları yoktur; ancak yabancı kaynaklarda yer alan bazı destan parçaları bulunmaktadır. M. Fuad Köprülü, şimdiye kadar yapılan etnografya ve tarih incelemeleri sonucu Sibirya'dan Akdeniz kıyılarına kadar yayılan ve çok uzun bir tarih içinde çeşitli destan devirleri geçiren Türkler'in de bir millî destanı olduğu kanaatindedir.35 Türk destanlarına ait çeşitli parçalar Çin, Fars, Moğol ve Arap kaynaklarında bulunmaktadır. Özellikle Fir-devsrnin Şehndme'si, Reşîdüddin'in Câ-mi'u't-tevârih'i ve Melik Atâ Cüveynf-nin Târilı-i Cihângüşâ's, Mes'ûdî'nin Mürûcü'z-zeheb'ı Türk destanlarına ait en eski kayıtları taşıyan eserlerdir. Bunların dışında Kâşgarlı Mahmud'un Dîvânü lugâti't-Türk, Yazıcıoğlu Ali'nin Sel-çuknâme, Ebülgazi Bahadır Han'ın Şe-cere-i Türk ve Şecere-i Terâkime adlı Türkçe eserleri de diğer önemli kaynaklardır.
İşledikleri konulara göre Türk kültür ve edebiyatındaki destanları şu başlıklar altında ele almak mümkündür:
Millî Destanlar. Türk milletinin tarih öncesi denilebilecek çok eski çağlarda yaşadığı din, fazilet ve kahramanlık olayları etrafında teşekkül eden destanlardır. Genellikle bu tür destanlarda halk muhayyilesi kahramanlık, sadakat, merhamet, aşk, hainlik gibi beşeri hasletlerin her birini destandaki bir kişiye temsil ettirir. Bir gün büyük bir şair çıkarak halkın meydana getirdiği bütün efsaneleri toplayıp birleştirir ve kendi üslûbu ile edebî bir form içinde millî destanı oluşturur. Kırgızlar'ın nazma çekeni bilinmeyen Manas destanı bu türdendir.
Dinî Destanlar. Türk kültür ve edebiyatında daha ziyade Türkler'in müslü-man olmasından sonra ortaya çıkan destanlardır. İslâmiyet'in kabulünü takip eden yıllarda eski Türk destanlarında yüceltilen alp tipinin yerini gazi tipi alır ve özellikle Anadolu'da doğan yeni destanlarda bu tipin önemli bir yer tuttuğu görülür. Dârülcihad denilen sınır boylarında yaşayan sınır muhafızları bu dönemde müslüman Türkler'in âdeta prototipleridir, "hâ-yi kelimetullah" ideali için cihad eden bu kahramanların asırlarca süren mücadeleleri sonucu onların şahsında ve çevresinde yeni yeni destanlar teşekkül etmiştir. Bunların en tanınmışları Battal Gazi, Satuk Buğra Han ve Dânişmend Gazi destanlarıdır.
Kahramanlık Destanları. Türkler'in İslâmiyet'i kabulünden önce ve sonra örnekleri bulunan bu türdeki destanlar halka sahip çıkan, onlara liderlik eden, haklarını koruyan, gerektiğinde tek başına mücadele veren kahramanlar etrafında oluşur. Destanlarda yer alan kahramanları halk muhayyilesi zamanla idealleş-tirir. Aynı zamanda milleti temsil eden bu kahramanların yanı sıra çeşitli özellikleriyle destanlarda yer alan diğer kişiler de şöhret kazanırlar. İslâmiyet'ten önce Alp Er Tonga destanı ve Oğuz Kağan destanı, İslâmiyet'ten sonraki dönemde ise Köroğlu destanı bu türdendir.
Halk Destanları. Bir toplumu derinden etkileyen çeşitli olaylarla hayat sahnelerini, halkın duygu ve düşünceleri çerçevesinde ve halk diliyle anlatan manzumelerdir. Genellikle bir ezgi eşliğinde söylenen bu destanlar konulan yönünden şu gruplarda toplanabilir: Savaş destanları; deprem, yangın, salgın hastalık gibi olaylarla ilgili âfet destanları; eşkıyaların ve ünlü kişilerin hayat maceralarını anlatan destanlar; mizahî destanlar: toplumsal taşlama ya da yergi mahiyetindeki destanlar; öğüt (atasözü) destanları; hayvan destanları; yaş (ömür) destanları36. Bu genel konular dışında özel ve şahsî durumlarla ilgili olayları anlatan destanlar da vardır.
Bugüne ulaşan destan parçaları ve des-tanî eserler, Türkler'in Müslümanlığı kabul etmeden önce zengin bir destan edebiyatına sahip olduklarını göstermektedir. Türk destanları coğrafî, tarihî ve kavmî dairelere göre gruplandırıldığı gibi İslâmiyet'ten Önceki ve sonraki destanlar şeklinde de gruplandınlmaktadır.
a- İslâmiyet'ten Önceki Türk Destanları Yaratılış Destanı. Radloff tarafından Altay Türkleri arasından derlenen bu destan, dünyanın yaratılışı hakkında Türkler'in İnanışını ortaya koymaktadır.
Alp Er Tonga Destanı. Şehnâme'Öe Ef-râsiyâb adıyla geçen Alp Er Tonga, Orta Tien San'da kurulan ve milâttan önce IV. yüzyıla kadar devam eden Saka Devleti'nin hükümdarıdır. Dîvânü lugâti't-Türk'te bu destandan bazı parçalar, Şehname ile Kutadgu Bilig'de de hakkında verilmiş bazı bilgiler bulunmaktadır.
Şu-Saka Destanı. İlim adamları arasında, Dîvânü lügati't-Türk'te Türkmen ve Kalaç kelimelerinin açıklanması münasebetiyle anlatılan menkıbenin bir destan parçası olduğu görüşü yaygındır. Bu kısımda Büyük İskender'in veya daha önce yaşamış bir Aryânî kralının doğu seferiyle bu sefer sırasında Saka Türk-leri'nin ve Hükümdar Şu'nun yaptıklarından bahsedilmektedir.
Oğuz Kağan Destanı. Gerek Oğuz Ka-ğan'ın şahsiyeti gerekse bu destan hakkında değişik görüş ve yorumlar bulunmaktadır. Bahaeddin Ögel destanın aslını teşkil eden efsanenin, Oğuz Kağan olduğu sanılan Hun Hükümdarı Mete'den önce Orta Asya'da yaşadığını belirtirken37 M. Fuad Köprülü destanın Alp Er Tonga'-nınkinden sonra en eski Türk destanı olduğu görüşündedir38. Bugün bilinen destan, aslında Oğuznâme de denilen çok geniş bir destanın veya destan dairesinin parçalandır. Bu dairenin Önemli bir bölümü de Dede Korkut Kitabi'nı oluşturmaktadır. Dede Korkut hikâyelerinin XIII. yüzyılda veya XIV. yüzyılın ilk yıllarında "Oğuznâme" adıyla bir kitap halinde var olduğu, İran ve Anadolu Türkleri arasında okunup dinlendiği kabul edilmektedir. Dede Korkut hikayeleriyle ilgili bir başka görüş de bu yüzyıllarda yaşayan Oğuz menkıbe, masal ve destan motifleriyle eski halk destanlarının toplanıp o dönemin an'anesine göre mensur olarak yazıldığı şeklindedir. Nesir özellikleri bakımından destanî karakterde olan Dede Korkut Kitabı, tekniği ve şekli itibariyle bir mensur hikâyeler külliyatıdır.
Kurttan Türeyiş Destanı. Çin kaynaklarında bu konuda üç ayrı efsane vardır. Bunların ikisinde, düşmanlarına mağlûp olan Göktürkler'den eli ve ayağı kesilmiş bir çocuğa bir kurdun bakması ve onunla evlenerek yüz veya on erkek çocuk doğurması; diğerinde ise Hunlar'ın kuzey bölgelerinde yaşayan on sekiz kardeşin en büyüğünün kurttan doğması, bu kardeşlerin ve bunlara bağlı halkın düşmanlar tarafından öldürülmesiyle geriye yalnız kurttan doğan büyük kardeşin kalması anlatılmaktadır.
Ergenekon Destanı. Bu destanın kaynağı Reşîdüddin'in Câmi'u't-tevârîh'i-dir. Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türkünde de kayıtlı olan bu destana göre Göktürkler düşmanlarla savaşır ve sonunda yenilirler. Düşman büyükleri kılıçtan geçirir, küçükleri alıp götürür. İl Han'ın oğlu Kıyan İle yeğeni Negüz, hanımları ile birlikte geride kalan deve, at, öküz, koyun ve diğer malları alarak sarp ve etrafı kayalarla çevrili bir yere sığınırlar, burada yıllarca yaşar ve çoğalırlar. Ergenekon adını verdikleri bu yere sığmaz olunca kayalann arasında bulunan bir demir damarını eritip açılan yoldan dışarı çıkar ve böylece yeni yurtlar edinerek hakanlan Börte Çene'nin hâkimiyetinde varlıklarını sürdürürler. Ergenekon, Türkler'in demircilik an'anesini gösteren önemli bir destandır.
Türeyiş ve Göç Destanı. Çin ve İran kaynaklarında yer alan bazı parçalar Uygur-lar'm bir türeyiş destanının bulunduğunu göstermektedir. Buna göre Karako-rum çaylarından sayılan Toğla ve Selen-ge ırmaklarının arasında iki ağaç vardır. Bu iki ağacın arasına bir gün gökten bir ışık iner. Uygurlar oraya yaklaştıkları sırada çok tatlı bir müzik sesi duymaya başlarlar. Her gece ışık inmeye devam eder. Uygurlar bir gün ayrı ayrı kurulmuş beş çadır ve her çadırda bir çocuk görürler. Çocukları alır, büyütür ve onlara büyük saygı gösterirler. Bu çocuklardan Bögü Tegin'i hanlık tahtına oturturlar. Bögü Han'ın soyundan gelenlerden Yü-lun Tigin, Çinliler'le aralarındaki savaşa son vermek için Çin prenseslerinden biriyle evlenir. Çinliler buna karşılık Karakorum'un kudret ve zenginliğinin kaynağı olarak gördükleri Kut-luğdağ'ı Tigin'den İsterler ve dağ kendilerine verilince de onu parçalayıp götürürler. Bir süre sonra memleketin başına türlü felâketler gelir ve kağanlar arka arkaya ölür. Bunun üzerine canlı cansız her şey "göç. göç, göç" demeye başlar ve sonunda Uygurlar Turfan'a göç etmek zorunda kalırlar. Ayrıca Uygur-lar'ın kurttan türeyişlerini ve Mani dinini kabul edişlerini anlatan başka destan parçaları da vardır.
Manas Destanı. Kırgızlara ait olan bu destanın devri hakkında araştırmacılar farklı görüşlere sahiptir. M. Fuad Köprülü, Kâşgarlı Mahmud zamanında henüz teşekkül etmediği, daha sonra Cengiz devrinden önce oluştuğu kanaatindedir39. Bazı araştırmacılar ise daha eski bir dönemde, IX yüzyılda Kırgızlar'ın Yenisey ve Mi-nusin bölgelerinde yaşadıkları yıllarda Uygurlar ve Çinliler'le yaptıkları savaşlar sırasında oluşmaya başladığını. XVI ve XVII. yüzyıllarda Kırgızlarla Kaimuklar (Budist Batı Moğolları) veya müslüman Orta Asya kavimleriyle Kalmuk ve Çinliler arasında cereyan eden kanlı savaşlar sırasında da bünyesine yeni unsurlar alarak zenginleştiğini, böylece yeniden teşekkül etmiş olduğunu ileri sürmektedirler. Daha sonra, özellikle XIX. yüzyılda İslâmî unsurlarla beslenen destan, müslüman alplerle kâfir Kaimuklar arasındaki mücadelelerin ve iç çatışmaların yer aldığı yeni bir çatı kazanmıştır. Manas destanı, en eski Türk destan ve mitolojisinden derin izler taşımakla beraber müstakil bir yapıya sahiptir ve tamamı manzum olan uzun metinde (500.000 mısradan fazla) Kırgızlar'ın İç ve dış düşmanlar, Kaimuklar, Çinliler, yer yer de Uygurlar ve diğer Orta Asya Türk kabi-leleriyle yaptıkları hürriyet mücadelesini derin bir vatan ve millet sevgisi içinde dile getirir; ayrıca Kırgızlar'ın etnografyası, âdet ve inançları hakkında da bilgiler verir. Destanda bütün Türk boyları için büyük değer taşıyan dil, edebiyat ve tarih malzemeleri de önemli bir yer tutmaktadır.
Cengiznâme. Orta Asya Türkleri arasında çok yaygın olan Cengiznâme veya Dâsitân-ı Nesl-i Cengiz Han, Cengiz Han ile atalarının efsanevî hayatlarını hikâye eder. İslâm ve Moğol kaynaklarında bulunmayıp yalnız çok eski Çin yıllıklarında görülen bazı destan motiflerinin yer aldığı Cengiznâme'ye göre Cengiz'in atalarından biri olan Doyunbayan, annesi Ulamelik Körklü'nün güneş ışığından hamile kalması sonucu doğmuştur. Diğer bir motif de Cengiz'in annesi Alangua1-nın. kocası öldükten sonra ışık olup yanına giren bir bozkurttan hamile kalması ve bunun sonucunda Cengiz'in doğması şeklindedir. Cengiznâme'nin elde mevcut en eski yazması XVI. yüzyıla aittir ve 1819'da Kazan Üniversitesi Doğu Bilimleri Fakültesi mensuplarından Hal-fin tarafından yayımlanmıştır. Orenburg Arkeoloji Kurumu tarafından Rusça'ya çevrilerek yayımlanan Kazakça bir yazmasından başka destanın XVIII. yüzyıldan kaldığı tahmin edilen bir nüshası da Paris Bibliotheque Nationale'de bulunmaktadır.40
b- İslâmî Dönem Türk Destanları. Satuk Buğra Han Destanı. İlk müslüman Türk devleti olan Karahanlılar'ın İslâmiyet'i kabul eden birinci hükümdarı Abdülke-rim Satuk Buğra Han'ın (ö. 344/955-56) kişiliğini, İslâm dinini kabulünü ve İslâmiyet'i yaymak için gösterdiği fedakârlıklarla kerametlerini anlatan menâkıb-nâme özelliğinde bir destandır.
Battal Gazi Destanı. Batta Inâme diye de anılan bu destan, tarihî bir şahsiyet olan Battal Gazi'nin (ö. 122/740 |?|) men-kıbevî hayatını, Anadolu'ya yerleşen müslüman Türkler'in gözüyle aksettiren des-tanlaşmış bir halk hikâyesidir.
Dânişmendnâme. Dânişmend Gazi destanı olarak da anılır. Anadolu'da Dâniş-mendliler'in kurucusu Dânişmend Gazi'nin (ö. 477/1085 |?|) adı etrafında teşekkül etmiş ilk kahramanlık menkıbe-sidir. Kahramanları Türk menşeli olmayan Battalnâme ve Ebû Müslimnâme gibi iki büyük destanı hikâyeden sonra aynı daireye giren, fakat kahramanı Türk olan mensur bir eserdir.
Saltuknâme. San Saltuk'un (XIII yüzyıl) menâkıbını anlatan ve Dânişmendnâme gibi mensur olan eser, Cem Sul-tan'in arzusu üzerine XV. yüzyıl sonlarında Ebülhayr Rûmî tarafından kaleme alınmıştır. Türkler'in Rumeli'ye yerleşmelerini ve İslâmiyet'i yaymalarını anlatan Saltuknâme, yeni bir ülkenin yurt tutulması ve müslümanlaştınlması konusunda yazılan Battalnâme, Dânişmendnâme, Hamzanâme grubundan destanî bir halk hikâyesidir. Bu özelliğinden dolayı dil, tarih ve folklor malzemesi bakımından oldukça zengindir.
Köroğlu Destanı. İslâmî dönemde meydana gelmekle beraber dinî bir özellik taşımayan bu destan, bütün Türk boyları arasında yaygın olan zengin bir külliyata sahiptir. Destan kahramanı Körog-lu ve destanın menşei hakkında çok çeşitli görüşler vardır. Faruk Sümer, arşiv vesikalarına dayanarak Köroğlu'nun XVI. yüzyılda Anadolu'da yaşadığını ortaya koymuştur41. Köroğlu destanının birçok kolu vardır; ayrıca Gürcü, Ermeni ve Tacikler arasında da Köroğlu'nun şiirleri Türkçe olarak söylenmektedir. Köroğlu bu destanda hem kahraman bir cengâver, hem de saz çalıp şiir söyleyen bir âşıktır. Bu durum, birden fazla Köroğlu'nun aynı kişinin şahsında birleştirildiği ihtimalini düşündürmektedir. Ancak Köroğlu destanı kollarının hepsinde olaylar birbirine bağlanarak belirli bir şema içinde anlatılmakta ve destan daireleri devam etmektedir.
Önemini giderek kaybeden destan geleneği günümüz Türkiye'sinde kısmen yaşamakta, eski destanlar halk arasında zaman zaman söylendiği gibi az da olsa toplumu etkileyen bazı mutlu olaylar ve sel, deprem gibi felâketler halk şairlerince destan haline getirilerek bastırılmaktadır. Bunlar aynı zamanda destanı ezgiyle söyleyen kimseler tarafından özellikle halkın toplu bulunduğu yerlerde okunarak satılmaktadır. Ayrıca bazı tanınmış yazar ve şairler, daha çok önemli tarihî olayları yeniden nazma çekerek sunî destan tarzında eserler meydana getirmektedirler. Türk edebiyatında bu şekilde kaleme alınmış birçok destan vardır. Meselâ Rıza Nur, Oğuz Kağan destanını öteki Türk destanlarından alınan parçalarla zenginleştirerek Oug-houz-nâme adıyla neşretmiştir42. Gerçek anlamda Ergenekon'dan çıkıştan Oğuz Kağan'ın ölümüne kadar destanî Türk tarihinin nazma çekilmesiyle oluşan bu eser 6100 mısradan fazladır. Halûk Nihat Pepeyi'nin Çanakkale43 ve Millî Mücadele Destanı44, Fazıl Hüsnü Dağlar-ca'nın Üç Şehitler Destanı45 ve İstiklâl Savaşı,46 Mehmed Cavuşoğlu'nun Ulubatlı Hasan Destanı47, Yahya Kemal Beyat-lı'nın "Selimnâme"48, M. Necati Sepetçioğlu'nun Yaradılış ve Türeyiş49, N. Yıldırım Gençosmanoğ-lu'nun Malazgirt Destanı50, Basri Gocul'un üç kitaptan oluşan Oğuzlama51 adlı eserleri Cumhuriyetten sonra kaleme alınmış sunî destanların en önemlileridir. Bilhassa Basri
Gocul, 10.274 mısradan oluşan Oğuzla-ma adlı eseriyle bu türün oldukça başarılı bir örneğini ortaya koymuştur.
Bibliyografya:
Tuânü Lugati't-Türk Tercümesi, 1, 159, 160, 343, 466, 486; III, 413 vd.; Burhân-ı Kâtı' Tercümesi (İstanbul 1212), s. 273; Tahir-ül Mev-levî, Edebiyat Lügati, İstanbul 1973, s. 34; G. Vapereau, Dicüonnaire üniuersal des Littera-ture, Paris 1876, s. 716-718, 1463-1464; Ebü'l-Gâzr Bahadır Han, Şecere-i Türk (nşr. Rıza Nur), İstanbul 1925; Ziya Gökalp, Türk Töresi, İstanbul 1339, s. 57 vd.; Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi (İstanbul 1981), s. 42, 48, 158-159; a.mlf., 'Anadolu Selçukluları Tarihinin Yerli Kaynakları", TTK Belleten, VII/28 (1943), s. 425 vd.; Ali Canip [Yöntem], Epope, İstanbul 1927, s. 1-23; Ahmet Rasim, Muharrir Bu Ya, İstanbul 1928, s. 247-257, 277-282; Rıza Nour. Oughouz-na-m€, Kahire 1928; Çankırılı Ahmet Tal'at. halk Şiirlerinin Şekil ue Nevi, İstanbul 1928, s. 62 vd.; Pertev Naili [Boratav], Köroğlu Destanı, İstanbul 1931, tür.yer.; Hüseyin Namık Orkun, Oğuzlara Dair, Ankara 1935, s. 135; a.mlf.. Türk Efsaneleri, İstanbul 1943, s. 74; W. Bang - G. R. Rahmeti, Oğuz Kağan Destanı, İstanbul 1936; M. Fahrettin Kırzıoğlu, Dede Korkut Oğuzna-meieri, İstanbul 1952; Erol Urfalı, Türk Destanları Bibliyografyası (mezuniyet tezi, 1967), İÜ Ed.Fak. Tarih Bölümü, Genel Kitaplık, nr. 905; Georges Dumezil, Mythe et ĞpopĞe, Paris 1968-73, I-III; Hikmet Dizdaroğlu, Halk Şiirinde Türler, İstanbul 1969, s. 91-101; Cahit Tanyol, Kuruluş ue Fetih Destanı, İstanbul 1969; M. Necati Sepetçioğlu, Yaratılış ue Türeyiş, İstanbul 1969; Banariı. RTET, I, 1-39; Behçet Kemal Çağlar, Malazgirt Zaferinden İstanbul'un Fethine, İstanbul 1971; Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi Kaynakları oe Açıklamaları ile Destanlar, Ankara 1971, tür.yer.; Niyazi Yıldırım Gençosma-noğlu, Malazgirt Destanı, İstanbul 1971; A Zeki Velidî Togan, Oğuz Destanı, Reşİdeddin Oğuz-namesi, Tercüme ue Tahlil, İstanbul 1972; Ab-dülkadir İnan. Manas Destanı, İstanbul 1972; Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri Bey Teşkilâtı Destanları, Ankara 1972, s. 373-422, 532; a.mlf., "Oğuzlara Ait Destani Ma-hiyetde Eserler", DTCF, XVll/3-4 (1961), s. 359-456; a.mlf., "Köroğlu, Kizîroğlu Mustafa ve Demircioğlu ile İlgili Vesikalar", TDA, sy. 46 (1987), s. 9-46; Ali Öztürk, Çağlan İçinde Türk Destanları (baskı yeri yok], 1980, tür.yer.; a.mlf., Türk Anonim Edebiyatı, İstanbul 1985, s. 170 vd.; Cem Dilcin. Örneklerle Türk $iir Bilgisi, Ankara 1983, s. 315-333; Mehmet Kaplan. Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 3: Tip Tahlilleri, İstanbul 1985, s. 204; Abdülkadir İnan, Makaleler ue İncelemeler, Ankara 1987, I, 69 vd.; II (1991), s. 199 vd.; Ahmet ŞOkrü Esen. Anadolu Destanları (haz. Pertev Naili Boratav), Ankara 1991; M. F. Grenard, "Sahık Buğra Han Menkıbesi ve Tarihi" (trc. Osman Turan), Ülkü, sy. 74, İstanbul 1939, s. 145-154; sy. 79 (1939), s. 47-52; sy. 80 (1939), s. 153-160; sy. 82 (1939), s. 343-350; sy. 83 (1940), s. 429-436; Faruk K. Timurtaş. "Türk Destanları", TK sy. 33 (1965), s. 577-582; Şükrü Elçin. "Türk Dilinde 'Destan' Kelimesi ve Mefhumu", a.e., sy. 61 (1967), s. 158-167; Sadık Tural Kemaloğlu, "Milli Destanlarımız Üzerine", a.e., sy. 90 (1970), s. 388-399; Kemal Eraslan, "Manzum Oğuznâme", TM, XVIII (1976), s. 169-246; Kâzım Yetiş, "Başını Vermeyen Şehit Destanı", KAM, V1I/4 (1978), s. 52-68; Yusuf Çotuksöken - M. Sabri Koz, "Destan", TDEA, II, 263-271; Yavuz Akpınar, "Manas Destanı", a.e., VI, 130-133; Ahmet Yaşar Ocak, "Battal Gazi", DİA, V, 204-205; a.mlf.. "Dânişmendnâme", a.e., VIII, 478-480.
Kâzım Yetiş Fars Edebiyatında Destan. Zengin bir destan edebiyatı ile İslâm dünyasına katılan İran, bu sayede sadece diğer müs-lüman milletlere kendi destanlarını benimsetmekle kalmamış, aynı zamanda tarih ve kültürünü de tanıtma imkânını bulmuştur. Nitekim Zaloğlu Rüstem gibi birçok destan kahramanı Araplar ve Türkler arasında da sevilmiş ve rağbet görmüştür. Özellikle Türkler arasında sadece bu destan kahramanları değil destanlaştırılmış İran şahlan da adlan Türk hükümdarları tarafından alınacak kadar benimsenmiştir (Keykâvus, Keyhusrev gibi). İran destanlarının Türk dünyasında bu kadar tutunmasında, bu iki milletin komşu oluşlarının ve pek çok yerde iç içe yaşamalarının da etkisi bulunmakta ve zaman zaman aralarında baş gösteren savaşların her iki yanda da yeni destanların doğmasına yol açtığı görülmektedir.
İran destanları, İran halkının Hintli-ler'le birlikte tek bir millet oluşturdukları dönemde (İndo-İranian) başlar ve Hintliler'den ayrılmalarından (m.ö. XV. yüzyıl) sonra da devam eder; dolayısıyla bu destanları ayrılmadan önce ve sonra meydana gelenler olmak üzere iki kısımda incelemek mümkündür. İranlılar'ın ve Hintliler'in tek millet oldukları dönemlerde dil ve inançları gibi destanları da birdi. İranlılar milâttan Önce 1400'lerde. genellikle ortak vatanları olduğu kabul edilen Orta Asya'dan güneye doğru göç etmeye başladıklarında Soğd, Merv. He-rat, Kabil ve diğer bölgeleri hâkimiyetleri altına almak için buralardaki insanlarla çarpışmak zorunda kaldılar ve bu savaşlar ilerideki İran destanlarına devlerle yapılan savaşlar şeklinde yansıdı. Daha sonraları, gerek kendi yayılmaları gerekse yerleştikleri bölgelere vuku bulan düşman saldırıları sırasında çoğunluğunu Türkler'in meydana getirdiği komşu kabilelere karşı verdikleri savaşlar yine çeşitli destanların teşekkül etmesine sebep oldu. İran'a göç eden gruplar eski destanlarını da beraberlerinde getirdiler. Ancak Hindistan'a göç eden diğer gruplar arasında da yaşamaya devam eden bu destanlar, her iki yanda zaman, çevre ve değişen dinlerin etkisiyle birbirinden farklı biçimler aldılar. Meselâ aynı zamanda birtakım dinî niteliklere de sahip bulunan efsanevî hükümdar Tahmûras'm oğlu Cem veya Cemşîd, İran destanlarında birçok sanat ve mesleğin mucidi olarak tanınmış Önemli bir hükümdarken Hint destanlarında Yem (Yima) adında bir tanrıdır ve babası da tann Vivasvent'tir (Vivanhant).
Aşkanîler (Arsakid hanedanı, Partlar) dönemine(m.ö.250-m.s.225) gelinceye kadar İranlılar'ın millî destanlarının esasını mitolojiler, tarihî olaylar, kahramanların serüvenleri ve Hintliler'le yaşanan ortak dönemin izleriyle bunlara halkın yaptığı katkılar oluşturur. Partlar'm son yıllarında destanlar parça parça veya bir bütün halinde yazılacak duruma geldi. Onları takip eden Sâsânîler döneminde (225-651) destana karşı ilginin daha da arttığı görülür. Sâsânîler bir yandan Zer-düştîliği yeniden canlandırmak için Aves-ta'yı yeni bir düzene sokarak çevreye tanıtmak, bir yandan da doğu ve batıdaki düşmanlarına karşı vatanperverlik duygusunu güçlendirmek amacıyla destanları yazıya geçirmeye çalıştılar. Ağızdan ağıza dolaşageien destanların çoğunluğu, kaynağını büyük ölçüde destanî unsurlar ihtiva eden Avesta'da buluyordu. Avesta'nın düzenli bir şekle sokulmasına kadar sözlü olarak gelen rivayetler de bu yazılı derlemeler İçinde yer aldı ve yazım sırasında destanın gereği olarak eski dinî, millî ve tarihî olaylar gerçekmiş gibi gösterildi. Bu çalışmalarla, içindekilerin sadece üçte ikisi hafızalarda kalmış olan Avesta'nın dağılan ve kaybolan parçalan bulunarak bir araya getirildiyse de kitap Arap istilâsı ile ikinci defa dağıldı. Buna rağmen dağılan metnin sonraki İran millî destanlarının oluşumunda Önemli rol oynadığı görülmektedir. Avesta'nın bu konudaki başlıca bölümleri Yesna ile ona bağlı olan Yeşt adındaki kısımlardır. Yesna'yı meydana getiren yetmiş iki fasıldan İran tarihi ve destanlanyla ilgili olanlar 5, 8-9, 12, 13. 14-15, 17, 18 ve 19. fasıllardır. Bunlardan özellikle 9. fasılda, Fir-devsFnin Şeftndme'sinde anlatılan Cemşîd, Dahhâk, Feridun, Gerşâsb, Nûder, Agriras, Efrâsiyâb, Siyavuş ve Câmasb gibi hükümdar ve kahramanların hemen hepsinin adlarına rastlanır. Ancak bu kisiler arasında bazı rol farklılıklarının olduğu görülür; meselâ Şehnâme'üe mutlak bir hükümdar olan Geyûmert Avesta'da ilk insandır. Avesta'nın bu bölümünde Geyûmert'ten başlayıp Gerşâsb hanedanına kadar gelen bütün İranlı ve yabancı ünlü hükümdarlarla kahramanlara ait destanî rivayetler yer almaktadır. Yazıya geçirilen bu destanlar, Sâsânîler döneminin özellikle sonuna doğru büyük ilgi gördü ve destan kahramanlarının adlan halk arasında yayıldı; hatta bazı mûsiki makamlanna dahi genc-i Kâvûs, genc-i Efrâsiyâb gibi adlar verildi. Halkın bu ilgisini gören yazarlar şifahî rivayetleri yazıyla tesbite hız verdiler. VIII ve IX. yüzyıllara kadar süren bu tesbitler sonunda meydana gelen eserler Araplar tarafından da büyük rağbet gördüğü için bir süre sonra Arapça'ya çevrilmiştir. Bu destanlar içinde bazı ufak değişikliklerle birkaç kişiye birden mal edilen parçalara da rastlanır. Ahamenî hanedanının kurucusu Küros'un (m.ö. 559-529) bir şahin, ünlü kahraman Rüs-tem'in babası Zâl-i Zerd'in sîmurg, Sâ-sânî hanedanının kurucusu Erdeşîr-i Bâ-bekân'ın (225-240) çobanlar tarafından büyütülmesi birbirine benzeyen motiflerdir.
Sâsânîler döneminde Pehlevî diliyle yazılmış bulunan din dışı eserlerin çoğu İslâm'ın ilk dönemlerinde varlıklannı korudular. Bunlardan günümüze kadar gelmiş olanların en eskisi, Ercâsb ve Güş-tâsb adlı iki kişinin savaşını anlatan Yadigâr-i Zerir veya Âyâtkâr-i Zerîrân'-dır. Yazma nüshalarının bazılarında Sehnâme-İ Gûştâsb adı görülen bu eserin Rrdevsfnin ŞeJmdme'siyle sıkı ilişkili olduğu ve ayrıca aslının Grekçe bir kitaba dayandığı anlaşılmaktadır. Alman müsteşriklerinden Geiger'in Almanca çevirisini yayımladığı52 bu destanın dışında, yazıya geçirildikleri bilinen fakat çoğu kaybolup sadece Türk halk edebiyatı kitapları gibi bazı eserler arasında adlarına rastlanan İran destanlarının başlıcalan şunlardır:
Kârnâme-i Erdeşîr-i Bâbekân. Destanın konusunu 1. Erdeşîr'in hal tercümesiyle Sâsânî hanedanını nasıl kurduğu oluşturmaktadır. Pehlevî dili ve yazısı ile kaleme alınan eser birçok defa yayımlanmış53, Nöldeke tarafından da Almanca'ya tercüme edilmiştir54. Dâstân-ı Behrâm-ı Çûbîn. Asil ve Emevî hükümdarlanndan Hişâm b. Abdülmelik'in (724-743) kâtibi Cebele b. Salim b. Abdülazîz tarafından yapılan çevirisi günümüze kadar gelmeyen bu eserin Kâr-nâme-İ Erdeşîr-i Bâbekân'a benzediği tahmin edilmektedir.
Dâstân-ı Rüstem ü tsfendiyâr. Yalnız aslının ve Cebele b. Salim tarafından yapılan Arapça çevirisinin adı bilinen eser, daha sonra gelen mensur Şehname yazarlarınca tanınmakta ve Hz. Peygamber döneminde de Araplar arasında sözlü olarak nakledilmekteydi.
Dâstân-ı Pîrân-ı Veyse. Kaynaklardan öğrenildiğine göre konusu, savaşlarda akıllıca tedbirleriyle ün kazanmış olan Efrâsiyâb'm kumandanlanndan Veyse oğlu Pîrân'ın serüvenleridir.
Kitâb-ı Seksîkîn. Yazılışına türlü şekillerde rastlanan bu ad, "serân-ı Segis-tân'ın (Sicistan reisleri) bozulmuş şekli olup destanın aslı ve İbnü'l-Mukaffa' (ö. 142/759) tarafından yapılan Arapça çevirisi günümüze ulaşmamıştır. Adından, ünlü Sîstanlı kahraman Rüstem-i Zâl ile ilgili destanlardan meydana geldiği anlaşılmaktadır.
Kitâb-ı Peykâr. Yine aslı ve İbnü'1-Mu-kaffa' tarafından yapılan Arapça çevirisi bugüne kadar ele geçmeyen bu eserin konusunu da İsfendlyâr ile İranlılar'ın Turanlılarla yaptıklan savaşlar oluşturmaktadır. Bunların dışında, Sâsânîler döneminde yazılan ve daha sonra Arapça'ya çevrilen eserler arasında Mezdeknâ-me, eski İran hükümdarlanndan adaletiyle ünlü Enûşirvân'la (531-579) ilgili Ki-tâbü't-Tâc55. Şehnâme'Öe yan-kılanna rastlanan Dâstân-ı Şehrberâz bâ Pervîz, Dâstön-ı Dârâ ve Büt-i Zerrin, yine İbnü'l-Mukaffa' tarafından Arapça'ya çevrilen ve Enûşirvân'la ilgili olduğu adından anlaşılan Kârnâme-i Enû-şirvân, Ali b. Ubeyde er-Reyhânî'nin Arapça'ya çevirdiği Lohrâsbnâme ve Nâ-me-i Tenser, haklannda pek az bilgi bulunan diğer destan kitaplarıdır.
Sâsânîler döneminden kalma din dışı eserlerden başka büyük ölçüde destanî unsurlar ihtiva eden günümüze kadar ulaşabilmiş dinî nitelikte kitaplar da vardır. Bunlann başında iki cildi kaybolmuş dokuz ciltlik Denkert gelir. Asıl adı Zend-âkâsîh olan bu eserin III. cildi Cemşîd'e karşı Dahhâk'in ayaklanması, VII. cildi yaratılış efsanesi, Geyûmert, Sİyâmek, Hûşeng vb. hakkında bilgiler vermektedir. Diğer bir eser, başlangıçtan Sâsânîler dönemine kadar efsanevî İran tarihini içine alan Bundahişn'dir. Bunların dışında yaklaşık aynı nitelikte olan Dâstân-ı Dînîk, Erdavîrâfnâme, Meynûk Hıred, Âyînnâme, Kitâbü'ş-Şaver anılabilir.
Sâsânîler döneminin tarihî bilgiler veren eserleri arasında en önemlisi, sonradan birçok müellife de kaynaklık etmiş bulunan Hudâynâme'dır. Eski İran şahları ve onların dönemlerindeki olaylar hakkında destanî nitelikte bilgi veren bu eser Sâsânîler'in son yıllarında yazılmıştır ve asıl adı Pehlevîce Hûfdy-nâmek'tir. Tamamıyla şehname niteliğinde bir eser olan Hudâynâme de Ge-yûmert'ten başlayıp son Sâsânî hükümdarı III. Yezdicerd döneminin (632-651) sonuna kadar gelir. Geniş çapta efsanevî nitelik taşıyan bu tarih kitabında millî ve dinî destanlar önemli bir yer tutar. Buradaki destanların kökeni büyük ölçüde Avesta'ya ve sözlü rivayetlere dayanır. Bu kitabın Pehlevîce metni Abdullah b. Mukaffa' tarafından Siyerü'1-mü-îûki'l-Fürs veya Siyerü'l-mülûk yahut Târîh-i Mülûki'1-Fürs adlarıyla Arapça'ya çevrilmiştir. Sonraları bu çevirinin çoğaltılan nüshaları arasında farklar meydana geldiği gibi başka mütercimler tarafından yapılan tercümeler arasında da farklılıklar oluşmuştur. Eserin İslâm dünyasında büyük rağbet görmesi, ayn ayrı on mütercim tarafından Arapça'ya tercüme edilmesinden anlaşılmaktadır. Zaman içinde tercümelerin şöhret ve revaç bulmasından dolayı kitabın Pehlevîce aslı ortadan kaybolmuş ve eser yalnız Arapça olarak varlığını korumuştur. Hu-dâynâme İbn Kuteybe'nin eUyûnü'l-ah-bör'ı, Dîneverî'nin el-Ahbârü't-tıvân, Taberînin Târîhu'î-ümem ve'1-mûlûk'ü, Ebû Ali Bel'amî'nin Terceme-i Târîh-i Taberî'si, Mes'ûdînin Mürûcü'z-zeheb ile et-Tenbîh ve'1-işrâf'ı, Hamza b. Hasan el-İsfahânî'nin Târih u sinî mülû-ki'1-arz'ı, Hüseyin b. Muhammed es-Se-âlibî'nin Gürem ahbâri mülûki'I-Fürs'u, Bîrûnrnin el-Âşârü'l-bakiye'si ve Rr-devsFnin Şehnâme'si gibi birçok kitapta İran tarihi hakkında verilen bilgilerin başlıca kaynağını oluşturmuştur.
Hudâynâme'nm yanında, Arapça'ya çevrilen veya çevrilmeyen diğer Sâsânî dönemi eserlerinden faydalanılarak cAhd-i Erdeşîr, Vîs ü Râmîn, Şervîn a Huzîn, Pîrûznâme, cAbbâs-i Behmen, Bahtiyâmâme gibi başka destanlar da yazılmıştır. İranlı müellifler, gerek şifahî gerekse yazılı yolla gelen ve kendileri İçin bir övünç vesilesi olan rivayetleri, Sâsânîler dönemi îjudâynâme'sini yahut "siyerü'l-mülûk" denilen onun Arapça çevirilerini taklit etmek suretiyle "Şehname" veya büyük kahramanların adına izafetle verilmiş "Gerşâsbnâme" ve "Ferâmerznâme" gibi isimler taşıyan kitaplar haline getirdiler. Bu konuda eser veren ilk müellif Ebü'l-Müeyyed-i Bel-hîdir. Onu Ebû Ali Muhammed b. Ahmed el-Belhî takip etmiş, arkasından Horasan (Tûs) Valisi Ebû Mansûr Muhammed b. Abdürrezzâk (ö. 350/961), değişik şehirlerden bir araya topladığı bazı yazarların da yardımı ile başlangıçtan Sâsânîler döneminin sonuna kadar yaşamış şahlardan söz eden Şehname adlı eserini kaleme almıştır. İlk izleri Âyâtkâr-ı Zerî-rân ve Kârnâme-i Erdeşîr-i Bâbekân adlı eserlerde görülen manzum şehname yazma düşüncesi ise Mes'ûdîyi Merve-zî'nin Şehnâme'si ile gerçekleşmiştir. Ancak Mervezfnin 300 (912) yılında yazdığı tahmin edilen ve minyatürlü olduğu anlaşılan Şehname 'sinden bugüne bazı eserlerde yer alan sadece birkaç kayıt gelebilmiştir. Bu eseri Dakîkî'nin yazdığı manzum Güştâsbnâme takip etmiş, fakat şair 1000 beyit kadar yazdıktan sonra öldürüldüğü için eser yanm kalmıştır. Bundan sonra Fırdevsî, Dakikî'-nin beyitlerini de kullanmak suretiyle ünlü Şehnâme'sini kaleme almıştır. İran millî birliğini sağlayan ve bugüne kadar önemini koruyan bu eser, aralarındaki ilişkileri de göstermek suretiyle bütün İran destanlarından toplu halde bahseder. Daha sonra Rrdevsî'nin bu büyük eserinden bazı konular başkaları tarafından alınıp genişletilerek bağımsız birer destan haline getirilmiştir. Bu alandaki ilk eser Esedî-İ Tûsî'nin (ö. 465/ 1073) yazdığı Gerşâsbnâme'üir. Onu sırasıyla hükümdar Behmen'in, Keşmir padişahının kızı Kütâyun ve Mısır sultanının kızı Hümâ ile olan gönül maceralarının anlatıldığı îrânşâh b. Ebü'l-Hafs'ın Behmennâme adlı eseri, Hint hükümdarının İran şahından bir cengâver istemesi üzerine gönderilen kahraman Fe-râmerz'in bu ülkedeki serüvenlerini konu eden müellifi meçhul Ferâmerznâme, yine müellifi bilinmeyen ve Feridun'dan önce isyan edip saltanat süren Dah-hâk'in kardeşinin oğlu Kûş-i Pîldendân'ın hikâyesi olan Kâşnâme, Rüstem'İn, kızlarından Bânû Güşesb'i talipleri arasında Gûderz'in oğlu Gîv'e vermesiyle ilgili Bânûgüşesbnâme, tamamen Şehnâ-me'yi taklit etmesine rağmen onda bulunmayan Rüstem'in hanedanına dair rivayetleri de içine aldığı için farklılık gösteren kahraman Berzû'nun serüvenlerinin anlatıldığı Atâî-i Râzfnin Berzû-nâme adlı eseri, Sirâceddin Osman b. Muhammed-i Muhtârî-i Gaznevfnin (ö. 544/1149) üçüncü kuşağa kadar olan Rüstem hanedanı ile Berzû'nun oğlu Şeh-riyâr'ın serüvenlerine ait Şehriyârnâ-me'si ve Ferâmerz'İn Keşmir padişahının kızından olan oğlu Âzerberzîn'in Beh-men'e esir düşmesi ve Sîstan'a götürül-mesiyle ilgili Âzerberzînnâme takip etmiştir. Bu eserlerden sonra çeşitli kahramanları konu eden Bîjennâme, Loh-râsbnâme, Sûsennâme, yine Rüsteme dair Dâstân-ı Kek-i Kûhzâd, Cemşîd'l ve Rüstem'İn oğlu Cihangir'i anlatan Dâstân-ı Cemşîd ile Cihângirnâme gelir. Millî nitelikteki destanların sonuncusu ise Zâl'in babası Sâm-i Neriman'ın Çin fağfurunun kızı Perîduht'a âşık olması sebebiyle yapılan savaşların nakledildiği Sâmnâme 'dir.
Bunlardan başka destan tarzında yazılmış tarihî eserler de bulunmaktadır. Bu eserlerin başlıcaları arasında Nizamî-i GencevTnin (ö. 611/1214 |?|) îsken-derndme'sini (İkbslnâme) ve onu aynı konuda taklit edenlerden Hüsrev-i Dinle-vî'nin (ö. 725/1325) Âyîne-i İskenderî'-si ile Câmfnin Hırednâme-i İskenderi'-si. Pâyizî'nin Alâeddin Muhammed Hâ-rizmşâh'm (1200-1220) fetihlerini konu edinen Şehinşâhnâme'si, Hamdullah Müstevfî-i Kazvînî'nin (ö. 750/1350) İslâmiyet'in zuhurundan ve İran hükümdarlarından bahseden Zafernâme'sİ, Ahmed-i Tebrîzrnin Cengiz Han'la ilgili Şe-hinşâhnâme-i Tebrîzî'si ve Seyfeddin Muhammed b. Ya'kûb el-HerevTnin, He-rat'ta hüküm süren Kert hanedanından Melik Fahreddin'in kumandanı Muhammed Sâm'ın 1307 yılında İlhanlılar'ın He-rat'ı kuşatması sırasında gösterdiği kahramanlıkları konu alan Sâmnâme-i Seyfî adlı eseri sayılabilir. Şehnâme'nin etkisiyle Anadolu'daki ve Hindistan'daki hükümdarlar için de şehnameler kaleme alınmıştır. Bunlar arasında Kâniî-yi Tû-sfnin Selçuklular, ÂrifT FethuUah'ın Kanunî Sultan Süleyman ve Bihiştî-i Şîrâ-zfnin III. Murad için yazdıkları ile yine Bi-hiştî'nin Hindistan'da Cihangir'in kudretli eşi Nurcihan Begüm'ün (ö. 1645) fetihlerinin anlatıldığı Vekâyi'u'z-zamân, Şah Cihan'ın oğullarının savaşlarını konu edinen Âşûb-i Hindûstân ve Nâdir Şah'ın Hindistan'daki fetihlerinin anlatıldığı Şehnâme-i Nâdîrî gibi eserleri zikredilebilir.
Millî destanların yanında dinî karakterde olanlar da yazılmıştır. Bunların kahramanları Hz. Ali gibi İslâm'ın ileri gelen kişileriydi ve Hz. Ali zamanla millî destanlardaki kahramanların yerine geçti. Bu tür eserlerin belli başlıları şunlardır:
Hâverânnâme. İbn Hüsâm diye tanınan Muhammed b. Hüsâmeddin'in (ö. 875/1470) kaleme aldığı bu destanın konusunu, Hz. Ali'nin Ester ve Ebü'1-Mih-cen'le birlikte Doğu ülkesi hükümdarı Kubâd'a karşı yaptığı savaşlar oluşturur. Eser, adı bilinmeyen bir mütercim tarafından kısaltılarak Hâverzemîn ismiyle Türkçe'ye çevrilmiştir.
Şehnâme-i Hayreti. Hayreti adlı bir şairin 953'te (1546) tamamladığı bu eserin konusunu Hz. Peygamber ve imamların savaşları oluşturur.
Gazvnâme-i Esîrî. Esîrî adlı bir şairin Kanunî Suttan Süleyman adına yazdığı bu dinî destan Hz. Peygamberin savaşlarını anlatır.
Şâhibkırânnâme. 1073'te (1662) naz-medilen. ancak yazarı belli olmayan bu eserde Hz. Hamza'nın İranlılaştırılmış menkıbeleri anlatılır, hatta kendisi Enû-şirvân'ın sarayında padişahın kızının âşığı olarak gösterilir.
Hamle-i Haydan. Mîr Muhammed Re-fT Hân-ı Bâzil'in, Muîn b. Hâccî Muhammed Ferâhî'nin Mecâricü'n-nübüwe ve medâricü'l-fütüvve adlı mensur eserine dayanarak yazdığı bu destanın konusunu Hz. Peygamber'in ve özellikle Hz. Ali'nin hayat hikayeleriyle gazveleri oluşturur. Eser, yazarın 1124'te (1712) ölümü üzerine yarım kalmış ve Ebû Tâ-lib-i İsfahânî tarafından tamamlanmıştır.
Dilgüşânâme. Âzâd-ı Bilgrâmrnin (ö. 1200/1786) yazdığı bu destanının konusunu Muhtar b. Ebû Ubeyd es-Seka-fî'nin başından geçenler oluşturmaktadır.
Kitâb-ı Hamle-i Râcî {Kitâb-ı Hamle-i Molla Bemânati). Râcî (X11I./XIX. yüzyıl) mahlaslı bir şair tarafından manzum olarak kaleme alınan eser Hamle-i Haydan ile aynı konuları işler.
Hudâvendname. Melikü'ş-şuarâ Fet-halîhân-ı Sabâ-yi Kâşânfnin (ö. 1238/1823) bu destanı Hz. Peygamber ile Hz. Ali'nin savaşlarını en ayrıntılı şekilde anlatan eserlerden biridir.
Muhtârnâme. Meftun mahlası ile tanınan Abdürrezzâkbeg b. Necef Kulı Han (ö. 1243/1827) tarafından nazmedilmiş olup Muhtar es-Sekafî'nin savaşlarını konu alır.
Ürd-i Bihişt. Sürûş-i İsfahânrnin (ö. 1285/1868) bu manzum destanı Hz. Peygamber ve on iki imamın hal tercüme-leriyle başlarından geçenleri anlatır.
Cengnâme. Âteşî mahlaslı bir şair tarafından kaleme alınan eser Hz. Ali'nin cenklerine dairdir.
Dâstân-ı Alî-yi Ekber. Hz. Hüseyin ve oğlu Ali Ekber ile Hz. Hasan'ın oğlu Kâsım'ın hal tercümelerini destan biçiminde anlatır.
Bibliyografya:
İbn Kuteybe. cüyûnû'l-ahbâr (nşr. Ahmed Zeki el-Adevî), Kahire 1343-48/1925-30; DI-neverî, el-Ahbârü't-tıvât (nşr. V. Guirgass), Lei-den 1888, s. 71, 81, 104; Mes'Ûdî, Mürûcuz-zeheb (Meynard), II, 43, 118; a.mlf., et-Tenblh, s. 106; Hamza el-İsfahânî, Târîhu sini mülû-ki'l-'arz ue'1-enbiyâ* (nşr. Gottwald), Leipzig 1844-48, s. 8, 16-17, 24, 44, 64; Seâlibî. Ğu-rem ahbân mülûki'l-Fürs ue siyerihim (nşr. Zotenberg). Paris 1900, s. 10, 42, 43, 341, 375, 388; Bîrûnî, Asa.ru I-bakiye (nşr. E. Sachau), Leipzig 1878, s. 43-44, 67, 99, 119-190; Müc-metü't-teüârth ue'l-ktşaş (nşr. Bahar), Tahran 1318 h§., s. 2-3, 22, 38, 61, 67, 68, 70, 72, 77, 96, 136, 158, 167, 185, 506-507; L. Darmes-teter, Etudes Iraniennes, Paris 1883, I-]]; a.mlf.. Le Zend-Auesta, Paris 1892-93, I-I1I; Christen-sen, Les types du premier homme et premier mi dans l'histoire legendaire des Irantenne, Leiden 1917-34; a.mlf., Etudes sur Zoroastris-me de la perse antiçue, Kopenhagen 1928; a.mlf.. Les gestes des rois dans les traditions de i Iran anüque, Paris 1936; Nöldeke, Das Iranische National epos, Berlin 1920; H. Mas-SĞ. Firdeusi et l'ĞpopeĞ nationale, Paris 1935; Zebîhullah Safa. Hamâseserâyî der îrân. Tahran 1352 hş., tür.yer.; Benveniste, "Âyâtkâr-ı Zerîrân", JA, CCXX, Paris 1932; H. Ritter. "Fir-devsî", İA, IV, 643-649; V. Minorsky, "Turan", M, XlI/2, s. 107-112; Cl. Huart - [H. Masse], Fiidawsi\ El2 (İng.), II, 918-920; DMF, II, 1445-1446.
Arap Edebiyatında Destan. Genel anlamda destan türünün Arap edebiyatında bulunup bulunmadığı konusu tartışmalıdır. Süleyman el-Bustânî, Homeros'un İliada tercümesine yazdığı uzunca mukaddimesinde56 Arap edebiyatında destan konusunu ele alarak İliada, Mahabarata ve Şehname tarzında destanın Arap edebiyatında bulunmadığını ileri sürmüş, ancak muallakâtın ve Cemheretü eş'âri'I-'Araö'daki şiirlerin birer destan parçası olabileceğini belirtmiştir. Margoliouth da İbnü'1-Mu'-tezz'in (ö. 296/908) Abbasî Halifesi Mu'-tazıd-Billâh ve dönemi hakkındaki 418 beyitlik urcûzesinin, İbn Abdürabbih'in (ö. 328/940) Endülüs Emevî Halifesi III. Abdurrahman hakkındaki 445 beyitlik urcûzesi ile Ebû Firâs el-Hamdânî'nin kendisi, ailesi ve daha önceki akraba ve ecdadı ile övünmek maksadıyla yazdığı 225 beyitlik fld'iyye'sinin sunî tarzda birer destan (epopee) olabileceğini söylemiştir.57 Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ'nın (ö. 209/824) Kitâbü Eyyâmi'l-eArab kab-le'1-İslâm adlı eserini tahkik ederek neşreden Âdil Câsim el-Beyâtî, bu eserin de tıpkı Gılgamış ve İliada gibi bir destan olduğunu, ancak rivayet edilirken parça parça nakledilmeleri sebebiyle bütünlüğü sağlayan geçiş kısımlarının kaybolduğunu öne sürmüştür58. Şevkî Dayf ile Hannâ el-Fâhûrî ise şiirin genel olarak epik. lirik, dramatik ve didaktik olmak üzere dört kısma ayrıldığını, bilhassa Câhiliye dönemi Arap şiirinin lirik (gınâî) olduğunu, destan kısmını ihtiva eden epik {kı-sasî) şiirin Câhiliye dönemi şiirinde, dolayısıyla Arap edebiyatında bulunmadığını söylemektedir.
Bütün bunlardan, elde mevcut ilk dönem Arap edebiyatında tabii destan ölçülerine uygun bir destan olmadığı ortaya çıkmaktadır. Ancak sunî destan tarzında kahramanlığı konu edinen şiir ve nesir parçalan bulunmaktadır. Bunlardan, Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ'nın Câhiliye Araplan'nın savaşlarını konu edinen Kitâbü Eyyâmi'l-cArab kab-le'l-İslâm'ı, anonim eserlerden Antere b. Şeddâd'ın (ö. m. 614 |?|) kahramanlıklarını anlatan Sîretü Anter, Hilâl kabilesinin Yemen'den Magrib'e göçünü hikâye eden Sîretü Ebî Zeyd el-Hilâlî (Sfretü Bent Hilâl), Yemen Araplarfnın Habeş istilâsına karşı direnişini ve Habeş-liler"in Yemen'den atılışını konu edinen Sîretü Seyf b. Zîyezen, Benî Kilâb ile Benî Süleym arasında geçen savaşları ve bu savaşlarda Benî Kilâb kabilesine mensup Zâtülhimme'nin yaptıklarını anlatan Sîretü'I-Emîre Zâti'l-himme, Ebü'l-Alâ el-Maarrînin (ö. 449/1057) öbür dünyaya yaptığı hayalî bir seyahati anlatan Risâletü'I-gufran'\, İbnü'l-Mu'tez ile İbn Abdürabbih'in urcûzeleri ve Ebû Firâs el-Hamdânrnin Râ 'iyye'si sunî tarzda birer destan sayılabilir.
Bibliyografya:
Homeros, İlyada itrc. Süleyman el-Bustânî), Kahire 1904, s. 162-175; Ma'mer b. Müsennâ. Kitâbü Eyyâmi'l-'Arab kable'l-lslâm (nşr. Adil Câsim el-Beyatî), Beyrut 1407/1987, naşirin mukaddimesi, s. 119-155; Hannâ el-Fâhûrî. Tâ-rîhu'l-edebi'l-'Arabl, Beyrut 1960, s. 38-39; Mustafa Sâdık er-Râfiî. Târîhu âdâbi'l-'Arab, Beyrut 1394/1974, III, 144151; Mecdî Vehbe, Mu'cemü muştalahâti't-edeb, Beyrut 1974, s. 140; Abdülvehfıâb es-Sâbûnî. Şu'arâ* ve devâ-vtn, Beyrut 1978, s. 276-277; Şevkî Abdülhakîm, Meusü'atü'ifolklor ue'l-esâtîri't-'Arabiyye, Beyrut 1982, s. 622-623; Cebbar Abdünnûr. el-Mu'cemü.'1-edebî, Beyrut 1984, s. 264-265; Şevki Dayf. Târîhul-edeb, I, 189-190; Yeni Türk
Aşık Edebiyatı ve Mûsikisinde Destan. Cemiyet hayatında meydana gelen büyük olaylar üzerine hece vezniyle ve koşma tarzında düzülen, belli bir ezgiyle çalınıp söylenen uzun manzumelere destan denir. Âşık edebiyatı nazım şekillerinden olan destanın âşık fasıllarında önemli bir yeri vardır59. Manzum hikâye tarzında olan destanlar genellikle yedili, sekizli, on birli hece vezniyle ve kolay bir beste ile söylenir. Destan bu özelliğinden ötürü Batı şiirindeki balatlara benzer. Bazı araştırmacılar destanların on iki kıtadan az olmaması gerektiğini söylerse de umumiyetle bu sayı üç ile 100 dörtlük arasında değişmekte, bazan 100 dörtlüğü aşan destan örneklerine de rastlanmaktadır. Fakat dinleyicileri sıkmamak için özellikle meclislerde okunan destanların uzun olmamasına dikkat edilir. Destan bir kişi tarafından okunabileceği gibi iki kişinin karşılıklı birer kıta söylemesi şeklinde de okunması mümkündür. Toplumu derinden etkileyen olayları, çeşitli hayat sahnelerini halk dili, halk duygu ve düşüncesiyle anlatan bu manzumeler, dörtlük sayısının çok oluşundan dolayı koşma ve türküye göre şiir gücü bakımından daha zayıftır.
Günümüze ulaşan en eski destan örnekleri XVI. yüzyıldan kalmış olmakla beraber Türk edebiyatında bu türde çok eski bir destan geleneği olduğu bilinmektedir. Şekil bakımından Anadolu'da görülen destanlara çok benzeyen Öfvd-nü Jugöti'f-Türk'teki yedili ve sekizli hece vezniyle söylenmiş manzumeler destan geleneğinin eldeki en eski örnekleridir. On birli hece vezniyle söylenen destanlar ise Anadolu âşık edebiyatında yaygınlık kazanmıştır.
XVI ve XVII. yüzyıllarda hemen hemen koşma uzunluğunda tertiplendiği halde XVIII. yüzyıldan itibaren dörtlük sayısı artan destanların başlangıçtaki en önemli özelliği, düşman üzerine yürüyen Türk-İslâm ordularını tavsif edişidir. İmparatorluğun her tarafından gelen çeşitli ordular birer birer sayılarak Osmanlı ordusu çok heybetli gösterilir, fethe çıkan bu orduya çeşitli tarikatlara mensup on binlerce dervişin pîrleriyle birlikte katıldığı bilhassa zikredilirdi. Bu destanların diğer bir özelliği de başta Hz. Peygamber olmak üzere ashabın, evliyanın, bütün eski ve yeni kahramanların çok muhteşem bir ruh ordusu halinde askerin önünde fethe katıldığının önemle belir-tilmesidir. XVIII. yüzyılda Âşık Rûhî'nin "Prut Destanı", Âşık Mustafa'nın "Moskof Destanı. XIX. yüzyılda Âhû mahlaslı bir saz şairinin "Önünce" redifli destanı, Sürûrî'nin "Yürüdü Destanı", Hayâlfnin "Silistre Destanı" bunların en önemlileridir.60
Cumhuriyet'ten sonra Anadolu'nun çeşitli yörelerinde yapılan halk mûsikisi derleme çalışmalarında savaş, deprem, yangın, salgın hastalık, kıtlık, kuraklık, göç gibi olayların yanında XIX. yüzyılın sonlarından itibaren güldürü, taşlama, tenkit, öğüt ve hiciv unsurlarının hâkim olduğu destanlara da rastlanmıştır. Ayrıca şehir, kasaba ve köy destanları, halk arasında yaşayan bekçi, berber gibi çeşitli meslek erbabı, halk gelenekleri ve sosyal düzenle ilgili konularda yazılı ve ezgili destanlar da görülmüştür. "Pire Destanı", "Saat Destanı" gibi tekerleme tarzındaki uzun manzumeler de bazı edebiyat araştırmacıları tarafından destan türüne dahil edilmektedir.
Âşık mûsikisinde destanlar özel ezgi kalıplarına göre okunur, güfteler de bu melodi kalıplarına döşenir. Konunun ifade tarzına göre zaman zaman farklı melodi kalıplan da kullanılır. Meselâ Erzurum-Kars yöresi âşıkları tarafından icra edilen destanlar bilhassa "destanı havalan (makamları)" ile okunur. Eskiden İstanbul'da ve Anadolu'nun birçok yöresinde mahalle mahalle dolaşarak yanık ezgilerle destan okuyan kişilere günümüzde çok az da olsa rastlanmaktadır.
Destan güftelerinde nazım birimi genellikle dörtlüktür. Bu dörtlükler zaman zaman birbirine bağlandığında melodik biçim genişler. Bazan da kıtalar arasında kullanılabilen saz melodileri (ayak) beyitler arasına da serpiştirilir. Ayaklar çok defa birkaç ölçüyü geçmeyecek uzunluktadır. Destanlarda her mısraın okunuşundan sonra diğer mısraa geçmek için sazla bir köprü yapılır. Bu köprü daha çok serbest gezintiler şeklindedir.
Destanlar genellikle uzun hava tarzında serbest bir ritimle, konuşma diline yakın bir şekilde ve saz eşliğinde icra edilir. Ancak saza ihtiyaç duymayan destan okuyuculan da vardır. Bazan kemence veya kemane gibi değişik enstrümanlar eşliğinde okunan destanlar görülmektedir. Serbest ritimli destanlarda sazla giriş melodilerine "destan ayağı" denir ve bunlar çok defa ritimli olur.
Serbest ritimli destanların yanı sıra usullü destanlar da vardır. Bu destanlarda ayak kullanımları daha çok dörtlükler arasında veya birden fazla kıtanın ardarda birbirine bağlı olarak okunması durumunda anlatıma uygun düşecek bir bölümde yapılır. Çoğunlukla aksak olmayan ritimlerin tercih edildiği usullü destanlarda anlatım gücünü arttırmak için hareket, mimik ve nüans kullanılır. Bilhassa âşıkların icralarında saz, ezgi, raks. mimik ve nüanslar destana etkileyicilik kazandırdığından büyük önem taşır. Bazan bağlantı mısraları ilâve edilerek biçimi değiştirilen güftenin başlangıç, orta veya bitiş bölümlerinde anlamlı veya anlamsız terennümler kullanılır. Zaman zaman cinas sanatına da yer verilen destanların son dörtlüğünün birinci veya dördüncü mısraında destan şairinin adı veya mahlası söylenerek destana kimlik kazandınlır.
Gazetelerin henüz yaygın olmadığı dönemlerde çeşitli olaylar hakkında halka bilgi vermek için destanlar önemli bir vasıta olmuştur. Bundan dolayı edebî kıymetlerinden çok halk kitlelerine hitap etmeleriyle değer kazanmışlardır. Bu özellikleri dışında destanların kazanç kaygısıyla da yazıldığı söylenebilir.
Bibliyografya:
Rıza Tevfik'in Tekke ue Halk Edebiyatı ile İlgili Makaleleri (haz. Abdullah Uçman), Ankara 1982,5.357-368; İhsan Ozanoğlu, Aşık Edebiyatı, Kastamonu 1940, tür.yer.; Hikmet DİZ-daroğlu. Halk Şiirinde Türler, Ankara 1969, tür.yer.; Banarlı, RTET, II, 723, 798, 848-851; Şeref Taşlıova, "Kars ve Çevresinde Sazla ve Sesle Söylenen Âşık Makamlarının İsimleri", uluslararası Folklor ue Halk Edebiyatı Semineri Bildirileri, Ankara 1976, s. 136; M. Sab-ri Koz, "Âşık Edebiyatında Destan ve Destan Konulan", Türk Halk Edebiyatı ue Folklorunda Yeni Görüşler, Ankara 1985, s. 92; R Ekrem Koçu. "Destan, Destanlar", İst A, VIII, 4521-4523; Sermed Muhtar Alus, "Destan, Destan Satıcıları", a.e., VIII, 4523-4524; öztuna, BTMA, I, 220.
Dostları ilə paylaş: |