Soyup soğana çevirmek : 1. Her şeyini, varını yoğunu elinden almak. 2. (Hırsız) bir yeri ya da kişiyi iyice soymak” Dükkanı soyup soğana çevirmişler”
Sökün etmek : Bir şey çıkagelmek, art arda gelmek, birbiri ardından görünmek” Göçmen kuşlar ufuktan sökün ettiler”
Söz (laf) işitmek : Paylanmak, azarlanmak, biri kendisine darılmak” Durup dururken babamdan söz işittik yine”
Söz açmak : Bir konu hakkında konuşmaya başlamak” Toplantıda felsefeden söz açtı”
Söz almak : 1. Konuşmaya başlamak için toplantı başkanından izin almak, öyle konuşmaya başlamak. 2. Birinin bir iş yapacağını kesin olarak bildirmesini sağlamak. 3. Erkek tarafı, istenilen kızın verileceğine dair ailesinden olumlu cevap almak” Toplantıda ilk olarak Ayşe söz almak istedi”
Söz altında kalmamak : Bir kimsenin kendisini inciten sözüne benzer şekilde cevap vermek” Benim söz altında kalacağımı sanıyordu”
Söz ayağa düşmek : Bir konu, herkesin ağzına dökülmek, sorumsuz ve yetkisiz kimselerin düşünce bildirdikleri duruma gelmek.
Söz bir Allah bir : "Verdiğim sözü yerine getireceğim, ondan dönmeyeceğim; Cenab-ı Hakkın bir olduğunda şüphe yoktur; ona nasıl inanıyorsam, verdiğim sözün doğruluğuna da inanın" anlamında kullanılır.
Söz birliği etmek : Bir olayla ilgili olarak aynı şeyleri söylemek üzere anlaşmak, aynı görüşte olmak” Onunla söz birliği mi ettiniz?"
Söz çıkmak : 1. Ortalıkta bir rivayet dolaşmak. 2. Hakkında dedikodu yapılır olmak” Bir daha görüşmek istemiyorum, hakkımızda söz çıkacak diye korkuyorum”
Söz dinlemek : Verilen bir öğüdü, bir sözü tutmak, davranışlarını buna uydurmak” Sözümü dinleseydin başına bunlar gelmezdi!"
Söz geçirmek : Dediğini yaptırmak” Oğluna söz geçirdin mi ki bana karışıyorsun?"
Söz gelmek : Bir davranışından veya sözünden ötürü eleştiriye uğramak, kötülenmek, yakınları kendisine darılmak.
Söz götürmez : Gerçekliği, doğruluğu kesin ve açık olan; tersi savunulamayan” Söz götürmez işler bunlar”
Söz kaldırmamak : Onu inciten, onuruna dokunan söze dayanamayıp karşılık verir olmak” Bu sözleri kaldırmamı beklemiyordun her halde?"
Söz kesmek : Evlenmek için anlaşıp kesin karar vermek” Söz kesildi, iki ay sonra düğün olacak”
Söz sahibi olmak : Herhangi bir konuda konuşmaya yetkisi bulunmak” Bu şirketin alım ve satımında söz sahibi olmadığımı da kim söylemiş?"
Sözde kalmak : Yapılması kararlaştırılmış bir iş gerçekleşmemek” Sözde kalacaksa konuşmamızın bir anlamı yok”
Sözü (bir şeye) getirmek : Konuşurken asıl üzerinde durmak istediği meseleye üstü kapalı değinmek, bu konunun üzerinde konuşulmasını sağlamak” Söylesene açıkça, sözü nereye getirmek istiyorsun?"
Sözü ağzında bırakmak : Söylemekte olduğu şeyi bitirmesine fırsat vermemek, engel olmak.
Sözü bağlamak : Konuştuklarını bir sonuca vardırmak, konuşmayı sonuçlandırmak” Sözü bağlamasına az bir zaman kalmıştı ki bir gürültü koptu”
Sözü çiğnemek : Söyleyeceklerini açık ve kesin ortaya koyamamak, istediğini söyleyememek.
Sözü kesmek : 1. Söyleyeceklerini bitirmeden susmak. 2. Başkasının konuşmasına engel olmak” Bir anda sözünü kesip kürsüden indi”
Sözüm meclisten dışarı : "Konuşmam arasında hoşunuza gitmeyecek, kaba olabilecek, ağza alınması doğru olmayan sözler kullanacağım ancak bunların sizinle ilgisi yoktur" anlamında kullanılır.
Sözüm ona : "Güya, sanki, sözde" anlamlarında kullanılır.
Sözünde durmak : Verdiği sözün gereğini yerine getirmek” Demek sözünde duracaksın, iyi”
Sözünden çıkmamak : Birinin isteklerine, öğütlerine kulak vermek, o ne derse onu yapmak.
Sözüne gelmek : En sonunda karşı çıktığı kimsenin fikrini kabul etmek” Demek sözüme geldin, o halde gidelim”
Sözünü balla kestim : "Sözünüzü kesmemi hoş görün; özür dilerim, sözünüzü kesmek zorunda kaldım" anlamında kullanılır.
Sözünü esirgememek : Ne düşünüyorsa söylemek, kimseden çekinmemek, karşısındakini kıracağım diye kaygılanmamak” Ondan sözümü esirgeyecek değilim, tamam mı?"
Sözünü geri almak : Söylemiş olduğu sözün doğru olmadığını kabul ederek söylenmemiş sayılmasını istemek” Sözünü geri al, yoksa karışmam!"
Sözünü tutmak : 1. Verdiği sözü yerine getirmek. 2. Birinin verdiği öğüde uymak” Babanın sözünü tut, zararlı çıkmazsın”
Sözünü yabana atmamak : Bir kimsenin söylediklerine önem vermek” Öğretmenin sözünü yabana atma sakın”
Sözünün eri olmak : Verdiği sözü ne pahasına olursa olsun yerine getiren bir kişi olmak” Ona güvenin, o sözünün eri olan birisidir”
Su dökünmek : Yıkanmak” Buz gibi havada bile su dökünmekten kaçınmaz”
Su gibi akmak : 1. Zamanın çok hızlı geçip gitmesi. 2. Bol bol gelmek ya da gitmek (para, yiyecek vs.)” Para su gibi akıyor, o harcamayacak da ben mi harcayacağım?"
Su gibi bilmek : Çok iyi, yanlışsız bilmek veya okumak” Senin konunu da su gibi biliyorum”
Su gibi ezberlemek : Çok iyi, yanlışsız ve takılmadan söyleyebilecek ölçüde ezberlemek.
Su gibi gitmek : Bol bol harcamak” Paralar su gibi gitti”
Su götürmez : Kesin, başka bir yoruma açık olmayan” Şu anlattıkları su götürmez gibi geliyor bana”
Su götürür olmak : Çeşitli yorumlara elverişli olmak.
Su içinde kalmak : Çok terleyip sırılsıklam olacak biçimde ıslanmak.
Su katılmamış : Saf, katıksız, bozulmamış, başka bir etkiyle değişmemiş olan, hilesiz.
Su koyvermek : 1. Sebze ve et pişerken suyunu salıvermek. 2. Cıvıtmak, sözünde durmamak” Su koyvermeden çalışamaz mısın sen?"
Su yüzü görmemiş : Hiç yıkanmamış, çok kirli” Günlerce hapiste kaldım, su yüzü görmedim hiç”
Su yüzüne çıkmak : Belli olmak, aydınlanmak” Bu işin asıl sebepleri su yüzüne çıkacak, sen de gününü göreceksin”
Sucuk gibi ıslanmak : Baştan aşağı, elbisesinin ve vücudunun her yanına su değmek” Hortumu üstüme tutup beni sucuk gibi ısladı”
Sudan cevap : Üstünkörü, tutar yanı olmayan, baştan savma cevap” Ne sordumsa sudan cevaplar aldım”
Sudan ucuz : Çok ucuz, adeta bedava gibi” Sizin orda elbiseler sudan ucuzmuş öyle mi?"
Sululuk etmek : Cıvıklık etmek, taşkın hareketlerde bulunmak, ciddi davranmamak” Sululuk etmeyi bırak da çalışmaya bak”
Surat asmak : Kaşlarını çatıp yüzüne küskün ve dargın bir anlam vermek.
Surat bir karış : Öfkeli, kızgın, üzüntülü ve somurtkan” Yanına vardığımızda suratı bir karıştı”
Suratını ekşitmek : Hoşnutsuzluğunu yüz ifadesiyle belli etmek” Bütün gün suratını ekşitip durdu”
Sus payı : Bir kimseye bildiklerini söylememesi karşılığında verilen para, susmalık.
Suya götürüp susuz getirmek : Birinden çok kurnaz olmak, onu aldatabilecek kadar akıllı ve kabiliyetli olmak.
Suya sabuna dokunmamak : Sakıncalı konulardan uzak durmak, davranışlarıyla birilerini incitmeyecek yol tutmak” Başına gelen son beladan sonra suya sabuna dokunmamaya karar verdi”
Suyu bulandırmak : İyi, olumlu, yolunda giden bir işi art niyetle karıştırmak” Sen de suyu bulandırmasan olmaz değil mi?"
Suyu kaynamak : İş başından uzaklaştırılması zamanı yakın olmak” Sen de suyu kaynayanlar arasında yer alıyorsun”
Suyu mu çıktı? : "Beğenilmeyecek nesi var, ne kusurunu gördün ki orada kalmıyorsun?" anlamında kullanılır.
Suyu nereden geliyor? : "Bu işi yürütmek için harcanan para hangi kaynaktan sağlanıyor” anlamında kullanılır.
Suyun başı : 1. Suyun çıktığı yer, kaynak. 2. En çok yarar sağlanacak yer. 3. Bir iş için en önemli, iş en son kendisinde bitecek kişi, mevkii” Yorgun bedenlerini suyun başındaki çimenlerin üstüne bıraktılar”
Suyunca gitmek : Bir kimseyi öfkelendirmeyecek biçimde hareket edip davranışlarını onun isteğine, eğilimlerine uydurmak” Aman kızım kocanın suyunca git de sana zarar vermesin”
Suyunu çekmek : 1. Yemek çok kaynayıp hiç suyu kalmamak. 2. Bir şeye özellikle de para harcanıp tükenmek” Paralar suyunu çekti, ağanın da forsu bitti”
Suyunun suyu : Çok uzaktan ilgisi bulunan şey.
Süklüm püklüm : Korkup çekinerek, ezilip büzülerek, utanıp sıkılarak” Süklüm püklüm yanımıza yaklaştı.
Sükûtla geçiştirmek : Asıl mesele üzerinde bir şey konuşmamak, sessizce atlamak.
Sünger çekmek : Unutmak, silmek, hiçbir şey olmamış saymak” Sen o işin üzerine bir sünger çek hele”
Süngüsü düşük : Eski atılganlığı, neşesi, canlılığı, etkinliği kalmamış” Bir hayli süngüsü düşük çıktı müdürün yanından”
Sürüden ayrılmak : Herkesin tuttuğu yolu bırakıp ayrı bir yol takip etmek” Sürüden ayrılanı her zaman kurt kapar mı?"
Sürüncemede kalmak : Gecikmek, bir türlü sonuçlanamamak, askıda kalmak” Bizim iş sakın sürüncemede kalmasın çocuklar!"
Süt dökmüş kedi gibi : Bir kabahat işleyip de bu kabahatinden dolayı utanan, korkan, çekinen kimsenin durumunu anlatmak için kullanılır.
Süt kuzusu : 1. Henüz meme emen kuzu. 2. Çok küçük bebek, yavru, korunması gereken küçük çocuk. 3. Çok nazlı, el bebek gül bebek büyütülmüş kimse” Daha süt kuzusu o, nasıl kıyılıp da vurulur ona?"
Süt liman olmak : Dingin, gürültüsüz, sakin olmak” Ortalık bir anda süt liman olmuştu”
Sütü bozuk : Mayası bozuk, kötü soydan gelen ve ahlaksızlık eden kimse” Senin gibi sütü bozuklara selam verilir mi?"
-Ş-
Şad olmak : Sevinmek, mutlu olmak” Seni gördük, şad olduk”
Şafak atmak : Aniden önemli bir durumla karşı karşıya kaldığını anlamak, bu sebeple tedirgin olmak” Onu yanımdan kovunca bende şafak attı”
Şafak sökmek : Güneşin doğmaya başlamasıyla gece karınlığının yavaş yavaş kaybolup ortalık aydınlanmaya başlamak” Şafak sökmeye başlayınca yola çıkmaya karar verdiler”
Şaha kalkmak : 1. Atın ön ayaklarını yerden kesip arka ayakları üstünde yerde durması. 2. Coşmak, kükremek, baş kaldırmak” Azgın at şaha kalkarak binicisini sırtından yere attı”
Şaka gibi gelmek : Bir türlü inanamamak” Bütün olup bitenler şaka gibi geliyordu onlara”
Şaka götürmemek : 1. Şakadan hoşlanmamak. 2. Bir iş ya da durum dikkatsizliğe, önemsenmemeye gelmemek” Bu iş şaka götürmez beyler, dikkat edin!"
Şaka kaldırmak : Kendisine yapılan şakalara katlanmak, dayanmak.
Şaka maka (derken) : "Ciddiye almıyor, ağırlığını duymuyor, gerektiği gibi önemsemiyorduk ama sonunda gerçekten önem vermemiz gerektiği ortaya çıktı" anlamında kullanılır.
Şakası yok : 1. Tehlikeli. 2. (O) hatır gönül tanımaz, gerekeni yapar, ciddi bakar olaya” Şakası yok bu adamın, hemen buradan gidelim”
Şakaya getirmek : 1. Oldukça önemli, ciddi bir şeyi açıktan söylemeyip şaka yollu söylemek. 2. Önemli bir meseleyi şaka yaparak geçiştirmek” İşi şakaya getirip unutturmaya kalkma emi!"
Şakaya vurmak : Ciddî bir söz ve davranışı şaka yoluyla geçiştirmek.
Şamar oğlanı : Herkesin hıncını aldığı, dövdüğü, çattığı, söylendiği kimse” Yeter artık, şamar oğlanı olmaktan kurtar kendini!"
Şamata koparmak : Gürültü, patırtı yapmak.
Şapa oturmak : Güç bir duruma düşmek, çıkmaza girmek” Şimdi şapa oturduk işte, yardım alacak kimse de yok ortalıkta”
Şart koşmak : Bir işin yapılmasını önceden bir şarta bağlamak” Para almadan, vermeyeceğini şart koş ona”
Şeref vermek : Onurlandırmak, yapıp ettikleriyle övünç kaynağı olmak.
Şerefini korumak : Onurunu, kişiliğini gözetmek.
Şeşi beş görmek : Yanlış görmek, görüşünde aldanmak” Şeşi beş gördüm her halde”
Şeyhin kerameti kendinden menkul : Çok büyük işler yaptığını belirtiyor ama bunu doğrulayacak ne kanıt ne de kimse var ortalıkta.
Şeytan diyor ki! : "İçimden şu kötü işi yap, doğru yoldan ayrıl eğilimi geçip duruyor" anlamında kullanılır” Şeytan diyor ki git şunu bir güzel döv”
Şeytan dürtmek : Durup dururken uygunsuz, kötü bir davranışta bulunmak” Güzel güzel oynarken arkadaşına vurup kaçtı, şeytan dürttü her halde”
Şeytan görsün yüzünü : "Onunla hiç görüşmek, bir arada bulunmak istemiyorum" anlamında kullanılır.
Şeytan kulağına kurşun : İyi bir durumdan, işten gidişten söz ederken "Aman nazar değmesin, Allah kötülerin şerrinden korusun, şeytandan uzak bulundursun” anlamında kullanılır.
Şeytana uymak : Dinin emirleri dışına çıkmak, haram olan işlere bulaşmak, doğru yoldan ayrılmak” Şeytana uyup da tekrar kumara başlayacak diye korkuyorum”
Şeytanın art bacağı : Çok afacan ve yaramaz (çocuk).
Şeytanın ayağını kırmak : 1. Aksiliği, uğursuzluğu yenmek. 2. Herhangi bir sebepten ötürü yapamadığı bir şey yapmak” Haydi, şu şeytanın bacağını kır da bize gel”
Şeytanın yattığı yeri bilmek : Çok kurnaz ve açıkgöz olmak; bilinmesi, hatırlanması güç şeyleri bilmek; pek çok şeyden haberdar olmak” O ne tilkidir bilemezsin, şeytanın yattığı yeri bile bilir”
Şifayı bulmak (veya kapmak) : Hastalanmak” Burnum akıyor, yinekşifayı apacağız desene”
Şimdiden tezi yok : Hemen, hiç durmadan, hiç vakit kaybetmeden” Şimdiden tezi yok, ne yapılacaksa yapılmalıdır”
Şimşekleri üzerine çekmek : Söz ve davranışlarıyla çevresindekileri kızdırmak; rahatsız etmek; sert eleştirilerine, saldırılarına hedef ve neden olmak” Boşu boşuna şimşekleri üzerine çektin”
Şıp diye geçmek : Ansızın, birdenbire geçmek.
Şirazesinden çıkmak : Bozulmak, çığırından çıkmak, düzenini yitirmek.
Şom ağızlı : Hemen her olayı kötüye yoran, kötü şeyler olacağını söyleyen, ileri sürdüğü ihtimallerin gerçekleşmesinden korkulan kimse” Milleti korkutup durma, kapa şu şom ağzını da rahatlayalım”
Şöyle bir : Üstünkörü, gelişigüzel, üzezinde durmayarak” Şöyle bir baktım vitrindeki elbiselere"
Şöyle böyle : 1. Ne iyi ne kötü, orta derecede. 2. Hemen hemen, aşağı yukarı, yaklaşık olarak” Şöyle böyle üç yıl oldu onunla görüşemedik”
Şundan bundan : Belli belirsiz, önemsiz şeyler” Eh işte, şundan bundan konuşup durduk”
Şunu bunu bilmemek : İtiraz dinlememek, mazeret kabul etmemek, bahane istememek” Şunu bunu bilmem, yarın akşam sizi bekliyoruz”
Şunun şurası : Küçümseme, azımsama, yakın bir yer belirtmek istendiğinde kullanılır” Şunun şurası on adımlık yer, gelmeyecek misin?"
Şüphe kurdu : Kişinin içini kemiren, onu tedirgin eden kuşku” Onu arkadaşlarıyla birlikte gönderdim ama yine de içimi bir şüphe kurdu kemirip duruyor”
Taban tabana zıt : Birbirinin tamamen karşıtı olmak, birbirine çok aykırı” Taban tabana zıt düşüncelere sahiptiler”
Taban tepmek (patlatmak) : Yayan olarak çok uzun yol yürümek, çok sık gidip gelmek” Kasaba ile köy arasında o iş için az taban tepmedim”
Tabana kuvvet : "Binecek bir şey yok, yayan gitmekten başka çare de kalmadı" anlamında kullanılır” Haydi kalkın bakalım, tabana kuvvet!"
Tabanları kaldırmak : Çok hızlı yürümeye ya da çok hızlı koşarak kaçmaya başlamak” Polislerin geldiğini görünce tabanları kaldırdı”
Tabanları yağlamak : 1. Uzak bir yere yayan olarak gitmek için hazırlanmak. 2. Hızlıca koşarak kaçmak.
Tabanvayla gitmek : Araçla değil de yürüyerek gitmek.
Taburcu olmak : İyileşen hasta, bakıma gerek duymadığından hastaneden çıkmak” Taburcu olan arkadaşlarını karşılamaya gittiler”
Tadı damağında kalmak : Tadını, lezzetini bir türlü unutamamak” O kebabın tadı damağımda kaldı”
Tadı tuzu kalmamak : Eski zevk veren yanı kalmamak, yavanlaşmak, güzel ve çekici durumu ortadan kalkmak” İşlerimizin artık tadı tuzu kalmadı”
Tadına bakmak : Küçük bir parçasını ağzına alarak lezzetini denemek, nasıl olduğunu yoklamak” Yemeğin tadına baktın mı?"
Tadına varamamak : Bir şeydeki ince güzelliği duyamamak, hissedememek ya da kavrayamamak” Şu dostluğumuzun tadına varamadım daha”
Tadında bırakmak : Ölçülü olup aşırılığa kaçmamak” Yeter çocuklar! Tadında bırakın, havayı bozacaksınız yoksa”
Tadını almak : 1. Bir şeyin lezzetini almak. 2. Yaptığı işten zevk duymaya başlamak” O işin tadını aldı bir kez, daha peşini bırakmaz”
Tadını çıkarmak : Bir şeyin sağladığı güzelliklerden ya da imkanlardan istediği gibi yararlanmak” Şu tatilin tadını çıkarmaya çalışacağım”
Tadını kaçırmak : Zevkine varılmaya çalışılan bir şeyde aşırılığa kaçarak olumsuz bir durum oluşturmak, zevki bozmak.
Tahtalı köy : Mezarlık.
Tahtası eksik : Aklı noksan, deli” O ne biçim hareketti, tahtası eksik galiba!"
Takım taklavat : Hepsi, parçalarıyla birlikte.
Takıp takıştırmak : Özenerek süslenmek” Takıp takıştırmış, öyle çıkmıştı sokağa”
Takke düştü kel göründü : Kusuru, kabahati örten şey ortadan kalkınca bütün çirkinlikler, hileler, ayıplar ortaya çıktı.
Tam adamını bulmak : 1. En uygun kişiyi seçmek. 2. En uygunsuz kişiyi seçmek” Tam adamını bulmuşsunuz hani!"
Tam takır kuru bakır : İçinde hiçbir şey yok, bomboş” Tam takır kuru bakır bir ev bırakıp gitmişler”
Tam üstüne basmak : İstenilen şeyi bulmak, fikir ve davranışlarında isabet kaydetmek, istenilen sözü söylemek.
Tanrı misafiri : Eve kendiliğinden gelen konuk” O bir Tanrı misafiridir. Nasıl kalk git diyebilirim”
Taraf tutmak : Bir yanı desteklemek, yan çıkmak” Ben sana taraf tutup da onların düşmanlığını kazanma demedim mi?"
Tarihe karışmak : Yalnız adı anılır olmak veya etkisi yok olmak.
Tası tarağı toplamak : Gitmek üzere bütün eşyasını toplamak” Tası tarağı toplamış arabanın gelmesini bekliyorduk”
Taş atmak : Birine dokunacak, onu incitecek söz söylemek.
Taş attı da kolu mu yoruldu? : "Bu kazancı sağlamak için hiç yoruldu mu, emek verdi mi, para harcadı mı?" anlamında kullanılır.
Taş çatlasa : "Ne yapılsa, ne denli zorlansa, gerçekleşmesi imkansız" anlamında kullanılır” Taş çatlasa bu elbise otuz binden fazla etmez”
Taş çıkartmak : Biri, ötekinden niteliğiyle üstün olmak” Nezaketiyle akranlarına taş çıkartıyor”
Taş kesilmek : Çok şaşırıp ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez olmak; sesini çıkaramamak, hareket edememek” Çocuk sanki taş kesilmişti”
Taş üstünde taş bırakmamak (koymamak) : Her şeyi yıkıp yerle bir etmek” Belediye araçları gecekonduları yerle bir ettiler, taş üstünde taş koymadılar”
Taş yürekli : Hiç acıma hissi taşımayan, merhametsiz” Taş yürekli herifler, çocukları hiç acımadan kurşuna dizdiler”
Taşa tutmak : Üst üste taş atmak, sürekli taşlamak” Çocuklar aşağı yoldan geçen karşı köylüleri taşa tuttular”
Taşı gediğine koymak : Zekice bir hareketle gerekli bir sözü tam zamanında ve yerinde söylemek.
Taşı sıksa suyunu çıkarmak : Bedence çok kuvvetli, dinç kimse” Taşı sıksa suyunu çıkarır bir adamdı, hastalık onu ne hale getirmiş!"
Tatlı dil : Gönül alıcı, hoşa giden, kırmayan konuşma biçimi ya da söz” Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır”
Tatlı sert : Kırmamakla birlikte yumuşak da olmayan söz ya da davranış.
Tatlı su firengi : Batılılık taslayan, Batılı gibi davranan Doğulu Hristiyan.
Tatlıya bağlamak : Bir anlaşmazlığı tarafları memnun edecek biçimde bir çözüme ulaştırmak” Nihayet işi tatlıya bağladık”
Tava gelmek : 1. Yumuşamak, kanmak. 2. Süzülecek duruma gelmek” Söylediğim sözlerle tava geldi; tamam, yapalım dedi”
Tava getirmek : Gereği kadar ısıtmak.
Tavına getirmek : Bir işi en uygun duruma getirmek” Tavına getirip söyle”
Tavır almak (takınmak) : Belli bir durum ve davranış almak” Ağabeyim bana niçin karşı tavır aldı bilmiyorum"
Tavşan yürekli : Korkak, ürkek, çekingen” Amma da tavşan yürekli bir adammışsın”
Tavşana kaç tazıya tut : Birbirine karşı olan tarafları çatışma için kışkırtma, davranışlarında yüreklendirme.
Tavşanın suyunu suyu : İki şey arasında çok uzak bir ilgi olduğunu anlatmak için kullanılır.
Tazıya dönmek : 1. Oldukça zayıflamış olmak. 2. Sırılsıklam, çok ıslanmış olmak.
Tebdil gezmek : Tanınmamak için kılık değiştirerek gezmek.
Tebelleş olmak : Kancayı takmak, musallat olmak, istediğini yaptırıncaya kadar yakasını bırakmamak” Başıma iyice tebelleş oldu, nereye gitsem oraya geliyor”
Tefe koymak : Biriyle ilgili olarak alaylı dedikodu yapmak” Bunlar adamı tefe koyarlar, sakın ağzından bir şey kaçırma”
Tekbir getirmek : "Allah-ü ekber" diyerek Allahın adını yüceltmek.
Tekerine çomak sokmak : Birinin yolunda giden işini engellemek, aksatmak gibi davranışlarda bulunmak” Adamın tekerine çomak soktular, düzenini altüst ettiler”
Tekin değil : 1. İçinde cinlerin olduğu kabul edilen bina ya da yer. 2. Kendisinde bazı gizli güçlerin olduğu sanılan, tehlikeli kabul edilen kimse” O eski ev tekin değil diyorlar”
Tel çekmek : 1. Telgraf çekmek. 2. Telle sınırlandırmak, telle çevirmek.
Telaşa düşmek : Heyecanlanmak, aceleci olmak.
Telleyif pullanmak : Kimi bezeme teli ve süslerle iyice süslemek” Gelini bir güzel telleyip pulladılar”
Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp koymak : Bir meseleyi sürekli anlatmak, yeni bir şeymiş gibi birçok defa söz konusu etmek.
Temel atmak : 1. Bir yapının temellerini yapmaya başlamak. 2. Bir işe başlamak, ilk davranışta bulunmak, girişmek” Evin temelini yarın atacağız inşallah”
Temel taşı : 1. Bir yapının temeline konan taş. 2. Bir şeye temel olan öğe, kişi, bir şeyin aslî unsuru, en güçlü dayanağı” Bu şiir, onun şiir anlayışının temel taşıdır”
Temiz para : 1. Kesintiden sonra elde kalan para miktarı. 2. Doğru yoldan kazanılmış para.
Temize çekmek : Karalama halindeki bir yazıyı yeniden, silintisiz ve kazıntısız bir şekilde kağıda yazmak” Ödevlerinizi temize çekin”
Temize çıkmak : Bir kimssnin suçeuz olduğu anlaşılmak” O yapmadı, temize çıkacak, göreceksin!"
Tencere dibin kara seninki benden kara : "Kötülükte, kusur yönünde sen benden daha betersin" anlamında kullanılır.
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş : İki değersiz kişi bir araya gelmiş, birleşmiş, yakışmışlar birbirlerine.
Tencerede pişirip kapağında yemek : Kıt kanat geçinmek, olanıyla yetinmek.
Tepe tepe kullanmak : Yıpranacağını, eskiyeceğini düşünmeden, sakınmadan istediği gibi kullanmak” Bu kadar istiyorsan al senin olsun, tepe tepe kullan!"
Tepeden bakmak : Küçümsemek, kendini üstün görmek” İnsanlara tepeden bakmayı bırak artık, aciz bir varlık olduğunu düşün”
Tepeden inme : 1. Beklenmedik, şaťırtıcı, ansızın gelen. 2. Yüksek bir makamdan çıkan buyruk, emir” Tepeden inmeyle bir sürü ehliyetsiz adam geçti işin başına”
Tepeden tırnağa (kadar) : Her yanı, baştan aşağı, bütün vücudu” Tepeden tırnağa gözden geçirdi ihtiyarı”
Tepesi atmak : Çok sinirlenmek, birden öfkelenmek” Tepesi atar atmaz salondakileri dışarı çıkardı”
Tepesi üstü : Tepe taklak, başı yere gelmek üzere” Çocuk sandalyeden tepesi üstü düşmüştü”
Tepesinde havan dövmek : Üst kattakiler gürültü yaparak alt kattakileri rahatsız etmek.
Tepesinden (başından) kaynar su dökülmek : Hiç ummadığı bir durumla karşılaşıp derin bir üzüntüye kapılmak, sıkıntı içinde kalmak” Hayır cevabını alınca tepesinden kaynar su döküldü”
Tepesine binmek : 1. Şımarıklığı sebebiyle her istediğini yapmak, yaptırmak. 2. Kendinden güçsüzleri ezmek, onlara kötü davranmak” Düşmanların tepesine binmek boynumuza borç oldu”
Ter dökmek : 1. Bir işi yapmak için çok zahmet, zorluk çekmek. 2. Çok terlemek” Bu işi başarmak için az ter dökmedi”
Terbiyesini vermek : Yaptığı kırıcı hareketler, kullandığı kötü sözler için kendisini sertçe uyarmak, azarlamak, gerekirse dövmek.
Tercüman olmak : Başkasının duygusunu, düşüncesini dile getirmek, anlatmak.
Tere yağından kıl çeker gibi : Hiç kimseye zarar vermeden, çok kolaylıkla kimseye hissettirmeden, kimi sorumluluklardan kurtularak” Merak etme sen, tereyağından kıl çeker gibi halledecektir işi”
Tereciye tere satmak : Birine çok iyi bildiği bir konuda bilgi vermeye çalışmak.
Ters tarafından kalkmak : Aksi, huysuz ve ters olmak” Ters tarafından kalktın galiba, ne dersem tersini yapıyorsun”
Ters yüz etmek : İçini dışına, altını üstüne getirmek ya da çevirmek” Gömleğin yakasını ters yüzü edip diktim”
Ters yüz geri dönmek : İstediğini elde edemeden, eli boş dönmek.
Tersi dönmek : Şaşkınlıktan bulunduğu ve gideceği yeri kestirememek.
Teselli bulmak : Avunmak.
Teselli etmek : Avundurmak, acısını gidermeye, onu rahatlatmaya çalışmak” Arkadaşını en iyi şekilde teselli ettiğine eminim”
Teslim bayrağı çekmek : 1. Yenilgiyi kabullenmek, teslim olmak. 2. Bir çekişme sonunda karşısındakinin istediğini yapmaya razı olmak” Yakında teslim bayrağını çekerler, endişeye kapılmayın”
Dostları ilə paylaş: |