Deyimler-Açıqlamalar



Yüklə 0,8 Mb.
səhifə14/16
tarix12.01.2019
ölçüsü0,8 Mb.
#95117
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   16

Teslim olmak : 1. Kendinden üstün bir güç karşısında yenilgiyi kabul etmek, mücadeleden vazgeçmek. 2. Kendini teslim etmek, birtakım ellere bırakmak” Teslim olursan kılına dokunulmayacaktır!"

Teşrif etmek : Onurlandırmak, şereflendirmek.

Tetikte olmak : Her an uyanık ve hazır bulunmak” Ben size tetikte olun, gözünüzü dört açın demedim mi?"

Tez canlı : Aceleci, sabırsız, beklemeye dayanamayan” Bu kadar tez canlı olma!"

Tez elden : Çabucak, bir an önce, çarçabuk,"Tez elden hastaneye gitmeli bu yaralı!"

Tezgahı kurmak : İşe başlamak üzere tüm araç ve gereçleri hazırlamak, çalışmaya başlamak” Hemen tezgahı kurup gittiler”

Tezkeresini eline vermek : Kovmak, işten atmak, işine son vermek.

Tıka basa doldurmak : Doldururken çok bastırıp sıkıştırmak, hiç boş yer bırakmamak” Çuvalı tıka basa doldurun, ne alırsa kardır”

Tıka basa yemek : Haddinden fazla yemek, çok yemek, mideyi rahatsız edecek kadar çok yemek” Doymaz çocuk, tıka basa doldurdu karnını”

Tımarhane kaçkını : Delice işler yapan kimse.

Tıpış tıpış yürümek : 1. Kısa adımlarla çabuk yürümek. 2. İster istemez bir yere gitmek.

Tıraş etmek : 1. (Saç, sakal) benzeri tıraş işini yapmak. 2. Bıkkınlık verecek kadar uzun ve gereksiz konuşmak” Yeni berber iyi tıraş yapamıyor”

Tırnak göstermek : Gözdağı vermek, korkutmak.

Tırpan atmak : 1. İstemediği kişilerin bir yerdeki görevlerine son vermek. 2. Kırıp geçirmek, topluca öldürmek, kıyıma uğratmak” Genel müdür olunca, ilk işi yardımcılarına tırpan atmak oldu”

Tohuma kaçmak : Yaşlanmak, evlenme çağı geçip kartlaşmak.

Tok evin aç kedisi : Varlıklı olduğu halde doymayan, ihtiyacı olmadığı halde aç gözlülük eden, her gördüğüne sahip olmak isteyen (kimse)” Bu çocuk da tok evin aç kedisi”

Tok gözlü : Mala, paraya, yiyeceğe düşkün olmayan; cömert.

Tok sözlü : Sözünü esirgemeden, çekinmeden, hatır gönül dinlemeden söyleyen” Rahmetli tok sözlü bir insandı”

Tokat aşketmek : Ansızın el içi ile vurmak.

Tongaya basmak : Tuzağa düşmek” Çok kötü bastı tongaya”

Top atmak : İflas etmek” Bu kadar kısa zamanda top atacağımızı sanmazdım”

Topa tutmak : 1. Bir yeri top ateşi altında bulundurmak. 2. Bir kimseye kırıcı, ağır sözler söylemek.

Toprağı bol olsun : Müslüman olmayan ölülerin anılması sırasında kullanılır, Müslüman ölüler için "Allah rahmet eylesin" denir.

Topu topu : (Azımsanan şeyler için) olup olacağı, yalnızca, hepsi” Topu topu beş elma almış”

Topun ağzında : Tehlikeye, saldırıya en yakın yerde olmak.

Toz kondurmamak : Bir şeyi kusursuz göstermek, onda bir kusurun olabileceğini kabul etmemek” Kızına da hiç toz kondurmuyor”

Toz olmak : Ortadan kaybolmak, kaçmak, uzaklaşmak” Çabuk toz olun buradan”

Toz pembe görmek : Aşırı iyimser olmak; hemen her aksaklığı, üzücü durumları iyimserlikle karşılamak” Hayatı hep toz pembe görmüştür”

Tozu dumana katmak : 1. Ortalığı altüst etmek, karışıklığa yol açmak, gürültü patırtı çıkarmak. 2. Çok fazla toz kaldırarak koşmak veya kaçmak” Başıboş sığırlar tozu dumana katarak yokuştan aşağı iniyorlardı”

Tur atmak : Dolaşmak, dolaşıp gelmek” Evin etrafında iki tur atıp yanıma gelsin”

Turnayı gözünden vurmak : Hiç beklenmedik bir kazanç sağlama imkanını ele geçirmek.

Turp gibi : Çok sağlıklı, sağlam, rahatı yerinde” Merak etme, turp gibi o”

Turşu gibi olmak : Çok yorgun, bitkin düşmek” Üç gündür çalışıyoruz, turşu gibi oldum, hiç halim kalmadı”

Turşusu çıkmak : 1. Çok yorulmak. 2. İyice ezilmek, parçalanmak” Armutların turşusu çıkmış, yenecek halleri kalmamış”

Turşusunu kurmak : Bir şeyi kullanmak, harcamak gerekirken kıyamamak durumunda söylenir” Kullanmadığı sandalyeyi vermiyor, turşusunu kuracak sanki”

Tut kelin perçeminden : Güç bir durumda çözümün zor olduğunu anlatmak için kullanılır.

Tuttuğu dal elinde kalmak : Dayandığı, güvendiği şey önemini kaybederek işe yaramaz hale gelmek, fayda temin edemez olmak.

Tuttuğunu koparmak : Her girişiminden başarıyla çıkmak, her işi becermek,"O tuttuğunu koparır bir delikanlıdır, güvenin ona”

Tutunacak dalı olmamak : Güveneceği, dayanacağı kimse bulunmamak” Küçüktüm, tutunacak dalım yoktu, tek başımaydım”

Tuz (la) buz olmak : Kırılıp parçalanmak, çok küçük parçalara ayrılmak, paramparça olmak” Masadan düşen vazo tuzla buz oldu”

Tuz biber ekmek : 1. Bir yemeğe tuz ya da biber dökmek. 2. Bir üzüntünün acısını, bir kusurun ağırlığını daha da artırmak” İyi yaptın sanki, o günleri hatırlatarak tuz biber ektin kadının yüreğine”

Tuzlayayım da kokma : Bilip bilmeden konuşanlar, yüksekten atanlar, düşüncesinde aldananlar için küçümseme sözü olarak kullanılır.

Tuzluya mal olmak : Oldukça çok para harcanarak sağlanmış olmak” Arabayı tamir ettirdik ama tuzluya mal oldu”

Tuzu kuru : Hiçbir derdi, sıkıntısı olmayan; kazancı yerinde olduğu için kaygılanmayan” Sana göre hava hoş, gülersin, oynarsın, tuzun kuru nasıl olsa”

Tükürdüğünü yalamak : Verdiği sözden geri dönerek benliğini küçültmek” Ben tükürdüğünü yalayan bir insan değilim, gideceğim oraya!"

Tümen tümen : Pek çok.

Türkü yakmak : Bir türküye ezgi uydurmak” Sevdiği kıza yanık bir türkü yakmış diyorlar”

Türküsünü çağırmak : Birinin hoşuna gidecek davranış ortaya koymak, söz söylemek, onun tarafını tutmak” Ömrümce onun bunun türküsünü çağırıp durdum, yeter artık!"

Tütünü tepesinden çıkmak : Bir acının ateşiyle yanıp tutuşmak, çok üzülmek.

Tüy dikmek : Kötü bir işi, ortaya konan bir söz ya da davranışla daha da kötüleştirmek.

Tüyleri diken diken olmak : Korku, heyecan, endişe veya üşümekten vücuttaki tüyler, kıllar kabarmak, dikilmek” Hava buz gibiydi, tüylerim diken diken olmuştu”

Tüyü düzmek : Önceleri kötü olan kılık kıyafetini düzeltmek, iyi yaşama kavuşmuş gibi güzel giyinir olmak.

-U-


Ucu bucağı olmamak : Bir yer çok geniş, sonu yokmuş gibi olmak” Kafamı kaldırıp şöyle bir baktım, ovanın ucu bucağı görünmüyordu”

Ucu dokunmak : Bir işten biri zarar görür olmak, söylenen bir söz birine zarar vermek” O çubuğu kıracağım fakat ucu sana dokunacak diye kıramıyorum”

Ucu ortası belli olmamak : Bir işe, söze nereden başlanacağı kestirilememek.

Ucu ucuna : Ancak yetişecek kadar” İp ucu ucuna geldi”

Ucunda bir şey olmak : Bir şeyde gizli bir amaç bulunmak” Bu davranışının ucunda bir şey var ama anlayamadım”

Ucunu kaçırmak : Çıkmaza girmek, denetimi elinden kaçırmak” İşin ucunu kaçırdın, oldu mu ya?"

Ucuz atlatmak : Güç ve tehlikeli durumdan az bir zararla sıyrılmak” Ucuz atlattık, az kalsın uçuruma yuvarlanacaktık”

Uç vermek : 1. Baş vermek (çıban). 2. Bitmek, sürmek (bitki). 3. Gelişme, büyüme başlangıcı göstermek. 4. Bilinmeyeni açıklığa kavuşturucu belirtiler ortaya çıkmak” İlk bahar geldi, dallar uç vermeye başladı”

Uçan kuşa borcu (borçlu) olmak : Pek çok kişiye borçlu olmak” Babanın uçan kuşa borcu varmış diyorlar, doğru mu?"

Uçan kuştan medet ummak : Pek sıkıntıda bulunup, bu sıkıntıdan kurtulmak için her türlü çareye, olmadık yerlere başvurmak, yardım istemek.

Uçkuruna sağlam : Namuslu, iffetine bağlı.

Uçsuz bucaksız : Çok geniş” Uçsuz bucaksız kırlarda dolaşmak istiyordum”

Ulu orta söz söylemek : Bir şeyin aslını bilmeden, düşünüp tartmadan, çekinmeden, açıktan açığa konuşmak” Birden ayağa kalkıp ulu orta söz söylemeye başladı”

Uma uma döndük muma : Umut edilen, beklenilen şeyler gerçekleşmeyince hayal kırıklığına uğrayan, kötü durumlara düşen, zayıflayıp gücünü yitiren insanlar için söylenir.

Umurunda olmamak : Aldırış etmemek, önem vermemek.

Ununu elemiş, eleğini asmış : Hayatta yapmak istediklerini yapmış, geri kalan ömrü süresince artık yapacak önemli bir işi kalmamış kimseler için söylenir.

Utancından yere geçmek : Çok utanmak, kimsenin yüzüne bakamayıp sanki saklanacak yer aramak” Çok mahçup olmuştu, utancından yere geçmek üzereydi”

Uyku bastırmak : Aşırı derecede uykusu gelmek, uyuma isteği duymak” Yemekten sonra bir uyku bastırır, kafamı kaldıramazdım”

Uyku çekmek : Rahat ve huzurlu bir şekilde çok uyumak” Eve gidip şöyle bir uyku çekeceğim”

Uyku gözünden akmak : Çok uykusu gelmek, göz kapakları kapanmak” İki gündür yoldaydık, hemen hemen hiç uyumamıştık, uyku gözlerimizden akıyordu”

Uyku tulumu : 1. Uykuyu çok seven kimse, çok uyuyan. 2. İçine girilerek yatılan tulum biçimindeki yatak” Uyku tulumu sen de, çabuk kalk!"

Uykusu kaçmak : 1. Uyuması gerekirken herhangi bir sebepten ötürü uyuyamamak. 2. Bir sorun yüzünden kaygılanmak, endişe duymak” Uykusu kaçmış, yatakta bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu”

Uykusunu almak : Gerektiği kadar uyumuş olmak” Epeydir yatıyorsun, uykunu almış olmalısın”

Uykuya dalmak : Rahat ve derin bir şekilde uyumak.

Uyur uyanık : Yarı uykulu” Uyur uyanık ayakta nöbet tutmaya çalışıyordu”

Uzağı (ileriyi) görmek : Gelecekte ne olacağını sezmek, kestirmek” Dedem uzağı gören bir adamdı”

Uzaktan uzağa : 1. İlgisi pek az olan. 2. Çok uzaktan” Uzaktan uzağa selamlaşıyorduk işte”

Uzun boylu : 1. Boyu uzun olan. 2. Uzun süre. 3. Derinlemesine, ayrıntılarıyla” Meselenin üzerinde öyle uzun boylu durmadık”

Uzun etmek : 1. Nazlanmak, sözünde direnmek. 2. Sözü uzatmak, tartışmayı sürdürmek. 3. Aşırı gitmek” Haydi uzun etme de gel benimle!"

Uzun hikaye : Pek çok ayrıntıları bulanan, anlatması uzun sürecek, anlatılmadan da anlaşılamayacak olan olay ya da konu.

Uzun lafın (sözün) kısası : Özetle, kısaca, sözü uzatmayarak” Uzun lafın kısası, yazar gerçekçi olmalıdır”

Uzun uzadıya : Çok ayrıntılı olarak, en ince noktalarına inerek” Meseleyi uzun uzadıya inceledik”

-Ü-

Üç aşağı beş yukarı : Az bir farkla, az fazla ya da az eksik olmak üzere, yaklaşık olarak” Üç aşağı beş yukarı anlaşırız, merak etme”



Üç buçuk atmak : Çok korkmak, korku içinde olmak, istenmeyen bir durum olacak diye korkup durmak.

Üç otuzluk : Yaşı hayli ilerlemiş (kimse).

Üçe beşe bakmamak : Alışverişte fiyat konusunda küçük farkları önemsememek, almak ya da satmak konusunda cimri davranmamak” İstediğini üçe beşe bakma, mutlaka al”

Ümidini kesmek : Artık ummaz olmak, olacağını beklememek, kavuşamayacağını anlamak” Ümidimi kestim iyice, kocam artık geri dönmeyecek”

Ümitsizliğe düşmek : Gerçekleşmeyeceğine, olmayacağına inanmak” Ümitsizliğe düşme bu kadar, belki geri gelir”

Ün kazanmak : Adı her yerde duyulmak, şöhreti herkesçe bilinir olmak” O cihana ün salmış bir güreşçidir”

Üst baş : Kılık kıyafet, giyim kuşam” Üstüne başına hiç bakmaz ki o”

Üst perdeden konuşmak : 1. Üstünlük taslayarak konuşmak. 2. Çok yüksek sesle konuşmak” Üst perdeden konuşmaya bayılır”

Üste çıkmak : Suçlu olduğu halde suçsuz durumda olduğunu söyleyip karşısındakini suçlamak” Bir an önce bu işten kurtulmak için üste çıkmayı başarmalıyım diye geçirdi içinden”

Üste vermek : Fazladan ödeme yapmak” Üste bir milyon verdiler ama bu arabayı değişmedim”

Üstesinden gelmek : Becermek, üzerine aldığı işi başarmak, yapmak” Hiç endişelenme sen, üstesinden gelecektir o işin”

Üstü başı dökülmek : Kılık ve kıyafeti çok eski olmak, perişan durumda bulunmak.

Üstü kapalı konuşmak : Açık, kesin ifadeler kullanmadan konuşup dinleyenin kavrayışına bırakmak” Niçin üstü kapalı konuştuğunu bir türlü anlayamıyordu”

Üstünde durmak : Bir işe önem vermek, o işle yakından ilgilenmek, uğraşmak” Şu işin üstünde dur biraz, yoksa sonun kötü olacak”

Üstünde kalmak : Artırma ya da eksiltme sırasında onda kalmak. 2. Suçlanmak” Onlar kaçıp gittiler, kabahat bizim üstümüzde kaldı”

Üstünden (şu kadar zaman) geçmek : Aradan (şu kadar) zaman geçmek” Üstünden şu kadar zaman geçmesine rağmen hala borcunu ödemedi”

Üstünden atmak : Başından savmak, bir şeyi ödev olarak kabul etmemek, başkasını ilgilendirdiğini belirtmek” Bu iş senin, sakın üstünden atayım deme”

Üstünden dökülmek : Bir giysi bol ve biçimsiz olmak, yakışmamak.

Üstüne (üzerine) düşmek : 1. Bir şeyi elde etmek için çok uğraşmak. 2. (Çocuğu) sevme ya da korumada çok ileri gitmek” Şu çocuğun üstüne bu kadar düşmeyelim, şımardıkça şımarıyor, neredeyse başımıza çıkacak”

Üstüne (yatmak) oturmak : Hiç hakkı değilken başkasının malını kendine mal etmek” Vakıf mallarının üstüne oturdu adam, nasıl yaptı, vicdanı nasıl el verdi bilmiyorum”

Üstüne almak : 1. Alınmak, bir hareketin kendisine karşı yapıldığını sanarak kaygılanmak. 2. Bir görevi üstlendiğini kabul etmek” Her sözü üstüne alma lütfen!"

Üstüne atmak : Kendi kaptığı bir suçu birine yüklemek” Camı kendi kırdı ama suçu arkadaşının üstüne attı”

Üstüne basmak : 1. Yerinde bir fikir beyan etmek. 2. İyice belirtmek” Üstüne basa basa anlat, baban çok mağdurmuş de!"

Üstüne bir bardak (soğuk) su içmek : O işten umudunu kesmek, o işin olacağına inanmamak, parasını ya da malını almaktan vazgeçmek” Verecek mi? Sen o paranın üstüne bir bardak soğuk su iç!"

Üstüne fenalık gelmek : Aşırı ölçüde sıkılmak, çok bunalmak.

Üstüne geçirmek : 1. Bir malın tapusunu kendi üzerine yazdırmak ya da çıkartmak. 2. Bir çocuğu evlat edinmek, kendi nüfusunu kaydettirmek” Evi üstüne geçirmiş dedem, doğru mu?"

Üstüne gelmek : Bir şey konuşulurken ya da yapılırken çıkagelmek.

Üstüne gül koklamamak : Sevdiği birinden başkasını sevmemek, başkası ile ilişki kurmamak.

Üstüne titremek : Pek fazla sevgi, özen göstermek; zarar gelmesin diye itinalı davranmak” Öğrencilerinin üstüne böyle titreyen bir öğretmen daha görmedim”

Üstüne toz kondurmamak : Bir şeyin kusur, eksiği olduğunu kabul etmemek” Çocuğunun üstüne hiç toz kondurmuyor”

Üstüne tuz biber ekmek : Bir üzüntüyü, derdi, kusuru artıracak durum oluşturmak.

Üstüne üstüne gitmek : 1. Bir konuda bir kimseye sürekli baskı yapmak. 2. Güç bir şeyden yılmayıp, sonucu tehlikeli de olsa, çekinmeden o şeyle uğraşmak” Biliyorum zor ama üstüne üstüne gitmelisin, ancak o zaman başarabilirsin”

Üstüne varmak : 1. Bir şeyi yapmasını zorlayarak istemek. 2. Bir kadın, evli bir erkekle evlenmek” Demek tükürdü sana; üstüne varma, zorlama demedim mi sana?"

Üstüne yıkmak : 1. Kendi işlediği bir suçu başkasına yüklemek. 2. Kendisinin de sorumlu olduğu bir işin ağırlığını başkasına yüklemek” Evin geçim yükünü annenin üstüne yıkmışlar, sorumsuzca yaşıyorlar”

Üstüne yürümek : Yıldırmak, korkutmak amacıyla saldıracakmış gibi yapmak; ya da saldırmak” Öfkeyle delikanlının üstüne yürüdü”

Üvey evlat gibi tutmak (saymak) : Horlamak, haksızlık etmek, iyi davranmamak, küçümsemek” Dokunma bana, beni hep üvey evlat gibi tuttun, ne zaman yaklaştıysam sana köşe bucak kaçtın benden”

üzerine almamak” Belediye evlerini yıkınca çoluk çocuk öylece ortada kaldılar”

Üzüm üzüm üzülmek : Haddinden fazla, çok üzülmek” Anneciği üzüm üzüm üzülüyor ama bir çare bulamıyordu”

Vadesi gelmek (yetmek) : 1. Ömrü sona ermek, eceli gelmek, ölmek. 2. Süresi dolmak, ödeme zamanı gelmek” Vadesi geldi geçiyor ama senet sahibi hala ortalıkta görünmüyor”

Vakit geçirmek : Oyalanmak, bazı şeylerle meşgul olarak zamanın geçmesini sağlamak” Top oynayarak vakit geçirebiliriz sanırım”

Vakit kazanmak : 1. Karşı tarafı oyalayarak zamanı uzatmak. 2. Bir şeye ayrılan ya da harcanan zamanı uzatmak” Sen onu meşgul et ki hemen yola çıkmasın, bu sayede biz de biraz vakit kazanmış oluruz”

Vakitli vakitsiz : Rastgele bir zamanda, gelişigüzel, uygun bir zamanı gözetmeden” Vakitli vakitsiz gelip giderdi evine”

Vaktini almak : Epey zaman harcanmasını gerektirmek, başka bir işe ayrılmış zamanı tutmak” Vaktini alıyorum ama başka çarem de yok”

Vaktini öldürmek : Zamanını yararsız, gereksiz, boş işlerle ya da hiç iş yapmadan, boş yere geçirmek” Bu kazanç getirmeyen işle bütün vaktini öldürecek misin yani?"

Vaktini şaşmamak : Tam zamanında” Vaktini şaşmaz o, göreceksin şimdi gelecek”

Vara yoğa karışmak : Her şeye, üstüne lazım olsun olmasın her işe karışmak” Üvey annemin vara yoğa karışmasından bıkmış usanmıştım iyice”

Varlık göstermek : Beğenilir bir iş yapmak; kendini kanıtlayacak, göze görünür bir görevini yerine getirmek; kendini göstermek” Oynadığı ilk oyunda ir varlŲk göste1emedi”

Varlıkta darlık çekmek : Elinde her imkan olduğu halde bunlardan yararlanamamak, sıkıntıya düşmek.

Vay canına! : Şaşma, öfke duygusunu dile getirmek için kullanılır.

Vebali boynuna olmak : Bir işin günahını yüklenmek.

Velveleye vermek : Gereksiz bir heyecana, telaşa düşürmek” Bir anda ortalığı velveleye verdiler; bağırmaya, sağa sola koşmaya başladılar”

Verip veriştirmek : Ağır sözler söylemek, ağzına ne gelirse söylemek” Yüzüne karşı verip veriştirdi ama o tek kelime bile söylemedi”

Veryansın etmek : Hiç insaf göstermeden, acımadan saldırmak; ağzına geleni söylemek.

Vıcık vıcık : Sulu ve gevşek olmak, basıldığında ses çıkarmak” Etraf vıcık vıcık çymurdu, aürüyemiyorduk”

Vıdı vıdı etmek : Söylenip durmak, hemen her şeyi eleştirip beğenmediğini söyleyerek durmadan konuşmak, etrafındakileri rahatsız etmek” Sus artık, vıdı vıdı edip kafamı şişirdiğin yeter”

Viraneye çevirmek : Yakıp yıkmak, yıkıntı durumuna getirmek, harap etmek” Beş gün geçmeden viraneye çevirdiler evi”

Vız gelmek (vız gelip tırıs gitmek) : Hiç önemsememek, aldırış etmemek” Onun sözleri vız gelir bana, önce kendine söz geçirsin”

Voli vurmak : Haksız olarak kazanç elde etmek, vurgun vurmak.

Volta atmak : Bir aşağı bir yukarı dolaşmak, gidip gelmek” Canımız sıkıldıkça avluda volta atıp dururduk”

Vur abalıya : Bütün yükün yumuşak huylu kişiye yüklenmesik sessiz, güçsüz kimsenin hırpalanması, hakkının çiğnenmesi durumunda karşıdaki kişiye sitem yollu söylenir.

Vur dedikse öldür demedik ya! : Bir isteği, dileği yerine getirirken aşırılığa kaçıp da işi berbat edene karış söylenir.

Vur patlasın çal oynasın : Aşırı zevk ve eğlence; aşırı zevk ve eğlenceye düşkün kimsenin parasını bu yolda harcamasını anlatır” Vur patlasın çal oynasın sabaha kadar tepinip durdular”

Vurduğu yerden ses getirmek : Eli ağır olmak, çok kuvvetli vurmak.

Vurdumduymaz Kör Ayvaz : Umursamaz, aldırmaz, duygusuz ve kayıtsız kimse.

Vurucu güç : Çok etkin silahlarla donatılmış, özel eğitim görmüş askerî birlik” Ordu içinde vurucu bir gücün oluşturulması konusunda fikir birliğine vardılar”

Vücuda getirmek : Oluşturmak, meydana getirmek, var etmek” Bütün bu canlıları Yüce Allahtan başka kim var edebilir ki?"

Vücudunu ortadan kaldırmak : Öldürmek” Sabaha kadar adamın vücudunu ortadan kaldırın, yoksa başımıza çok iş açacak”

-Y-


Ya Allah deyip (atılmak) : Cenab-ı Haka sığınarak (atılmak)” Ya Allah deyip düşmanın üzerine atıldı”

Ya bu deveyi gütmeli, ya bu diyardan gitmeli : "Bu işi mutlaka yapmalısın, başka yolu yok, aksi taktirde burada kalamazsın” anlamında kullanılır.

Ya devlet başa, ya kuzgun leşe : "Giriştiğim iş beni ya büyük bir varlığa ve mevkiye ulaştıracak ya da mahvedecek, batıracak" anlamında söylenir.

Ya herrü (herro) ya merrü (merro) : "Tehlikeyi göze aldık, giriştiğimiz işte ya batar ya da çıkarız" anlamında kullanılır.

Ya sabır çekmek : Kötülüklere, sıkıntılara, üzücü olaylara karşı tepki göstermemeye çalışıp, Cenab-ı Allahtan kendisine sabır vermesini istemek.

Yabana atmak : Önem vermemek, önemsiz görüp dikkate almamak, üzerinde durmamak” Babanın sözlerini sakın yabana atayım deme”

Yabancılık çekmek : Bir iş ya da çevrede yabancı olmaktan dolayı ortaya çıkan zorlukların etkisinde kalmak” Ona hiç yabancılık çektirmedi”

Yad eller : 1. Baba ocağından uzak yerler, gurbet. 2. Yabancı kimseler, yabancılar” Yiğidim yad ellerde kalmasın, dönsün geri Rabbim”

Yad etmek : Anmak, hatırlamak” Seni her gün yad ederiz buralarda”

Yağ bağlamak : Semirmek, üzerine biriken yağ katılaşmak.

Yağ bal olsun : "Yediğin, içtiğin helal ve afiyet olsun" anlamında söylenir.

Yağ tulumu : Çok şişman, çok yağlı” Birkaç ay sonra yağ tulumu olacak, şuna birisi söylese de çok yemese”

Yağcılık etmek : Dalkavukluk etmek, övmek, pohpohlamak” Öğrenci öğretmenine yağ çekiyor, gözünün içine bakıyor, bu şekilde iyi not alacağını sanıyordu”

Yağlı ballı olmak : Araları çok iyi, içli dışlı, samimi olmak” Öyle yağlı ballı olmuşlardı ki birbirlerine her şeylerini anlatıyorlardı”

Yağlı kapı : Çalıştırdığı kimselere bol kazanç sağlayan kimse, kuruluş, aile ya da yer” Herkese nasip olmaz öyle yağlı kapı”

Yağlı kuyruk : Kolayca ve bolca yararlanılabilecek kaynak; basitçe sömürülebilecek iş veya kimse” Bulmuşsun bir yağlı kuyruk, çek babam çek!"

Yağlı müşteri : Bol paralı, çok alışveriş yapan zengin alıcı” İki üç yağlı müşterimiz de olmasa kapamak zorunda kalacağız bu dükkanı”

Yağma gitmek : Bir şey çok alıcı bulup çok satılmak, kolay müşteri bulmak” Kapanın elinde kalıyor, yağma gidiyor, koş koş, sen de yetiş!.”

Yağma Hasanın böreği : Hakkı olanın da olmayanın da kolayca yararlandığı, kimsenin korumadığı, her yanından sömürülen kaynak.

Yağma yok : "Öyle şey olmaz, buna izin vermezler, kolay kolay elde edemezsin" anlamında bir tutumun ya da davranışın yanlışlığı ifade etmek için kullanılır.

Yağmur yağarken küpünü doldurmak : Kazanma fırsatı varken ondan yararlanıp para veya mal edinmek” Bana bak aslanım, daha ne istiyorsun, yağmur yağarken küpünü doldur yoksa pişman olursun”

Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak : Bir tehlikeden, güç bir durumdan kaçarken daha kötüsüyle karşılaşmak.

Yahudi pazarlığı : Tarafların çıkarlarını düşünerek çekişe çekişe yaptıkları pazarlık” Benimle Yahudi pazarlığı yapmaya kalkma lütfen”

Yaka paça : Hiçbir itiraz dinlemeden, zorla, kuvvet kullanarak (götürmek)” Polisler adamı yaka paça götürdüler”

Yaka silkmek : Bıkıp usanmak; bir iş, durum, yer ya da kimsenin olumsuz yanlarından tedirginlik duyduğunu belirtmek” Doğrusu yaka silkinecek bir iş seninki de”

Yakadan atmak : Savıp kurtulmak, başından atmak. "İnan onu yakamdan atmaya çalışıyorum”

Yakası açılmadık : Hiç duyulmadık, bilinmedik, ayıp söz, küfür.

Yakasına sarılmak : İstediği şeyi almak ya da dövmek için tutup bırakmamak, zorlamak” Çocuk annesinin yakasına sarılmış balon diye ağlıyordu”

Yakasına yapışmak : Hesap sormak ya da bir şey istemek için tutup bırakmamak” Beni de götüreceksin diye yakama yapıştı, ben de getirmek zorunda kaldım”

Yakasını bırakmamak : Bezdirecek kadar üstüne düşmek, ısrar etmek, yanından ayrılmamak” Ne olursa olsun yakasını bırakmayıp paramı alacağım ondan”

Yakasını kaptırmak : Bir şeyin, bir kimsenin etkisinden kendisini kurtaramamak, ona bağlanmış olmak.

Yakayı ele vermek : Yakalanmak, kaçamayarak ele geçmek” Mahallenin hırsızı sonunda yakayı ele verdi”

Yakayı kurtarmak : Umulmazken bir işten ya da kimseden kurtulmak, kaçmak” Bu pis işten yakayı nasıl kurtardık hala anlayabilmiş değilim”

Yakayı sıyırmak : Kurtulmak, kaçmak” Çok şükür şu adamdan yakayı sıyırdık”

Yakınlık duymak : Birine karşı sevgi ve ilgi duymak, yabancılık hissetmemek” Hayatta yakınlık duyduğum tek insandı”

Yakışık almamak : Yerinde olmamak, uygun düşmemek, yaraşmamak” Çocuğu herkesin içinde azarlaman hiç de yakışık almadı”

Yalan dolan : Hile, düzen, dalavere, yolsuz davranış,"Yalan dolanla iş görmeye kalkanların başına işte bunlar gelir”

Yalan yere : Gerçeğe uygun olmayarak” Yalan yere adamı şikayet ettiler”

Yalancı pehlivan : Yapamayacağı bir işi yapabilecekmiş gibi görünen kimse, palavracı” Yalancı pehlivanın biridir o, ona güvenmeyin”

Yalancısı olmak : Doğruluğu bilinmeyen, inanılmayacak sözleri bir başkasından işiterek söylemiş olmak” Ben şefin yalancısıyım, müdür ihalelerde insiyatifini kullanıyor ve rüşvet yiyormuş”

Yalayıp yutmak : 1. İştahla, hiçbir şey bırakmadan yiyip bitirmek. 2. Kötü bir söz ya da davranış karşısında sessiz kalıp, kabullenmek” Sofradaki bütün yemekleri yalayıp yuttu”

Yalpa vurmak : İki yana, sağa sola; bir o yana, bir bu yana sallanarak yürümek” Nedendir bilmem, yalpa vurarak yürüyordu”


Yüklə 0,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin