Çalım satmak (caka satmak) : Büyüklük taslamak, kurularak davranmak.
Çalımından geçilmemek : Çok kibirli, kurumlu olmak; büyüklük taslamak, gösteriş yapmak” Adamın çalımından geçilmiyor, ona laf anlatmak çok zor”
Çalıp çırpmak : Eline ne geçerse (az ve çok) çalmak, bu yolla kazanç sağlamak” Yoksul kalınca çalıp çırpmaya başladı”
Çam devirmek : Farkında olmadan karşısındakini kıracak ya da kötü bir sonuca yol açacak söz söylemek, davranışta bulunmak” Onun da çam devirmede üstüne yok hani”
Çam yarması : İri gövdeli insan.
Çan çan etmek : Gerekli gereksiz sürekli konuşmak, yüksek sesle devamlı gevezelik etmek” Başımda ne çan çan edip duruyorsun, kes artık şu sesini”
Çanak tutmak (açmak) : 1. Söz ve davranışlarıyla kavgaya, kargaşaya yol açmak. 2. Dilenmek” Onun bu işe çanak tutmasına fırsat vermeyeceğim”
Çanak yalayıcı : Dalkavuk, çıkarı için dalkavukluk eden” Çanak yalayıcılar gün geçtikçe artıyor”
Çanına ot tıkamak : Bir daha sesini çıkaramayacak, kötülük edemeyecek bir duruma sokmak” Elbet sizin de çanınıza ot tıkayacağım gün gelecek”
Çantada (torbada) keklik : "Ele geçirilmesi o kadar kesin ki elde edilmiş sayılır" anlamında kullanılır” Beni çantada keklik sanıyor ama yanılıyor”
Çaptan düşmek : Önceleri iyi olan durumu sonradan bozulmuş olmak; çalışma gücü, verimi tükenmiş olmak” Adamın bir ayda çaptan düşeceğini sandılar”
Çar çur etmek : Gereksiz, lüzumsuz yere harcayıp tüketmek” Paranı sakın çarçur edeyim deme”
Çarçaf gibi : Dalgasız, dümdüz ve durgun” Deniz çarşaf gibiydi”
Çarıklı erkanıharp : Daha ziyade öğrenimi olmayan ama kafası çalışan, kurnaz ve uyanık köylüler için şaka yollu kullanılır.
Çark etmek : Dönmek, geri dönmek” Birkaç adım sonra çark ediniz”
Çarkına okumak : Bozmak, çalışamaz hale getirmek, zarar vermek; birine büyük kötülük yapmak” Eline alır almaz saatin çarkına okudu”
Çarşamba pazarı : Her şeyi açıkta olan, karmakarışık yer” Etrafı çarşamba pazarı gibi yapmış çocuklar”
Çat kapı : Aniden, beklenmedik bir anda” Oturuyorduk, çat kapı çıkageldiler”
Çat pat : 1. Ara sıra. 2. Yarım yamalak, biraz. 3. Vakitli vakitsiz, uygunsuz zamanlarda” Çat pat okuması var diye mektubu ona uzattılar”
Çayı görmeden paçaları sıvamak : Ham hayaller kurmak; henüz zamanı gelmediği halde yapılacak bir iş, meydana gelebilecek bir olay için hazırlıklara girişmek” Durun bakalım hele, çayı görmeden paçaları sıvamayın, bir haber ulaşsın önce”
Çehre züğürdü : Çirkin, suratsız, yüzü yakışıksız” Oğlanı çehre züğürdü bir kızla evlenmek zorunda bıraktılar”
Çekeceği olmak : Çok acı çekeceği, sıkıntıya gireceği bir iş ya da durumla karşılaşacağı sezilir olmak” Öyle anlaşılıyor ki bu çavuştan çekeceğimiz var”
Çekidüzen vermek : Karışıklığı, dağınıklığı, başıbozukluğu gidermek” Kendine bir çeki düzen vermelisin artık”
Çekip çevirmek : Yönetmek, düzene sokmak, hale yola koymak, çalışmasını sağlamak” Tek başıma bu işi çekip çeviremem ki!"
Çekip gitmek : Savuşmak, bırakıp gitmek, kimseye danışmadan ayrılmak” Aradığını bulamayınca çekip gitti”
Çekirdekten yetişme : Bir işi küçük yaştan, çıraklıktan başlayarak öğrenme ve o işte ustalaşma” Ali, çekirdekten yetişmiş bir marangozdu”
Çekişe çekişe pazarlık (etmek) : Bir malı ucuza almak, ya da pahalıya satmak için titizce uzun süre yapılan pazarlık” Babam çok istediği atı alabilmek için, atın sahibiyle çekişe çekişe pazarlık etmeye başladı”
Çelme takmak : 1. Ayağını bacağına geçirerek yıkmaya çalışmak. 2. Bir işin gelişmesini engellemek veya bir kimsenin iyi yürüyen işini bozmak” Sakin sakin giden arkadaşını çelmek takarak yere düşürdü”
Çene çalmak : Gevezelik ederek, çok konuşarak vakit geçirmek” Komşu kadınları çene çalmaya bayılırlar”
Çene yarıştırmak : Karşılıklı gevezelik etmek, boş konuşmak” Sizinle çene yarıştırılmaz doğrusu”
Çenesi düşük : Geveze, çok konuşan, gereksiz şeyler söyleyen” Senin kadar çenesi düşük bir adam daha görmedim”
Çenesi kuvvetli : Söylemekten yorulmayan, söylediği sözlerle kendisini dinletmesini bilen” İyi hatip, acaba çenesi kuvvetli hatip midir?"
Çetele tutmak : Hesap tutmak amacı ile bir yere çizgiler çekmek” Ahmet amca, veresiye verdiği mallar için çetele tutmaktan usanmıştı”
Çetin ceviz : 1. Kırılması zor, kabuğu sert ceviz cinsi. 2. Yola getirilmesi, yenilmesi zor rakip; başarılması güç iş” Şimdi anlıyordu rakibinin ne deneli çetin ceviz olduğunu”
Çevir kaz (ı) yanmasın : Karşısındakini kıracak bir söz söylediğini fark edip de çevirmeye kalkışanlara şaka yollu söylenir.
Çıban başı : 1. Çıbanın patlamak üzere olan tepe noktası. 2. Kötü sonuçların, uygunsuzlukların ana sebebi” Bu işte çıban başı mı olmak istersin?"
Çiçeği burnunda : Çok taze, yeni koparılmış” Çiçeği burnunda bir haber getirmek için yarışa girdi muhabirler”
Çıfıt çarşısı : Türlü kötülüklerin, hile ve düzenlerin karmakarışık bir durumda bulunduğu yer” Daireyi çıfıt çarşısına çevirenler tek tek bulunmalıdır”
Çifte kumrular : Birbirini çok seven ve birbirinden ayrılmayan kimseler” İşte çifte kumrular geliyorlar”
Çiğ süt etmiş olmak : Soysuz ve namussuz olmak” Bu yürek yakıcı işi yapmak için çiğ süt emmiş olmak gerek”
Çiğ yemedim ki karnım ağrısın : "Herhangi bir suç işlemedim ki korku duyayım, işi eksik yapmadım ki olumsuz sonuçtan kaygılanayım" anlamında kullanılır.
Çığır açmak : Bir alanda yeni bir yol açmak; yeni bir tutum, izlenecek yöntem bulmak” Bilim adamları kanserle mücadelede çığır açmak için kolları sıvadılar”
Çığırından çıkmak : Yoldan sapmak, doğru ve uygun gidişten ayrılmak, artık düzelemez hale gelmek” İşler çığırından çıkmadan önlem almalıyız”
Çiğlik etmek : İnsana yakışmayan; olgunluğa, yaşa uygun düşmeyen yersiz ve kaba davranışlarda bulunmak” Bir çiğlik edip de toplantıyı berbat edecek diye ödüm kopuyor”
Çıkar yol : Çare, en tutarlı çözüm yolu” Sınıf geçebilmek için tek çıkar yol ders çalışmaktır”
Çıkış yapmak : Bir tartışma esnasında etkili söz ve sert davranışlarla düşüncelerini belirtmek” Ani bir çıkış yaparak herkesi şaşırttı”
Çıkmaza girmek : Çözümlenemeyecek, içinden çıkılamayacak bir duruma düşmek” İşler, hiç ummadıkları bir anda çıkmaza girdi”
Çil yavrusu gibi dağılmak : Toplu halde bulunan insanların her biri, herhangi bir sebeple bir yana dağılmak” Silah sesini duyunca çil yavrusu gibi dağılmaya başladılar”
Çile çekmek : Üzüntü, eziyet, acı ve sıkıntı içinde yaşamak” Annen seni büyütünceye kadar ne çileler çekti biliyor musun?"
Çile çıkarmak : 1. Sıkıntılı bir işin veya durumun sona ermesini beklemek. 2. Tasavvufta bir müridin belli bir eğitim safhasından geçmesi” Çile çıkarmayan mürit olgunlaşamaz”
Çileden çıkmak : 1. Çok öfkelenmek, olan bitenler karşısında dayanıklılığı kalmayıp taşkınlık göstermek. 2. Çile süresini bitirmek” Ben çileden çıkmadan çabuk terk edin burayı”
Çıngar çıkarmak : Gürültü patırtı, karışıklık ve kavga çıkarmak” Çıngar çıkarmadan oturtun şu kadını”
Çirkefe taş atmak : Edepsiz, geçimsiz, kaba saba kimsenin tepkisine yol açacak davranışlarda bulunmak” Şu çirkefe taş atıp da başını belaya sokmadan gir içeri!"
Çıt çıkarmamak : Çok sessiz olmak, hiç ses çıkarmamak, gürültü yapmamak” Çocuklar korkudan çıt çıkarmıyorlardı”
Çivi kesmek : Çok üşümek, donmak” Çocuklar soğuktan çivi kesmişlerdi”
Çizmeden yukarı çıkmak : Bilmediği, aklının kesmediği, yetkisinin dışında bir işe kalkışmak; haddini bilmemek” Kes artık, çizmeden yukarı çıkmaya başladın”
Çocuk oyuncağı haline getirmek : Bir işi sık sık değiştirip verilmesi gereken önemde ele almamak, küçümsenir duruma getirip değerinden düşürmek” Ne biçim adamlarsınız siz, bu güzel işi çocuk oyuncağı haline getirdiniz!"
Çocuk oyuncağı : Önem verilecek değerde olmayan, kolay iş” Dereyi geçmek mi? Çocuk oyuncağı benim için”
Çoğu gitti azı kaldı : İşin en güç, en önemli, en büyük kısmı bitti, kalanı önemsizdir” Ha gayret çocuklar, çoğu gitti azı kaldı”
Çok görmek : 1. Esirgemek, bir kimseyi o şeye değer bulmamak. 2. Bir kimsenin yaptığını, davranışını yadırgamak” Gel, çok görme bana bu işi”
Çoluk çocuğa karışmak : Evlenip, çocukları dünyaya gelip, onlarla uğraşır olmak” Vay canına! Daha dünkü çocuktu, bugün çoluk çocuğa karışmış! Zaman ne çabuk da geçiyor”
Çoluk çocuk elinde kalmak : Genç, tecrübesiz, çocuk denecek kişilerin yönetimi altında yaşar durumda olmak” Ülke çoluk çocuk elinde mi kalacak? Allah korusun!"
Çorap söküğü gibi gitmek : Başlayan bir işin birbirine bağlı diğer bölümlerinin kolaylıkla halledilmesi” Hele bir başla sen, bak nasıl çorap söküğü gibi gidecek iş”
Çorbada tuzu bulunmak : Yapılan bir iş ya da hizmette az da olsa çabası, emeği bulunmak” Haydi durmayın, çorbada sizin de tuzunuz bulunsun!"
Çömlek hesabı : Güvenilmez, yanlış hesap” Senin yaptığın çömlek hesabı, bir muhasebeciye havale et işi”
Çuval gibi : Kaba ve seyrek, bol ve ütüsüz” Pantolonun çuval gibi olmuş”
Çürüğe çıkmak : 1. İşe yaramaz olduğu, sağlam olmadığı anlaşılarak bir yana atılmak. 2. Sağlığı el vermediği için askerlik görevine alınmamak” Çürüğe çıkmak için can atanlar da yok değil bugün”
Çürük tahtaya basmak : Tedbirsiz hareket edip, kötü sonuçlanacak bir işe girişmek” Allah kimseyi çürük tahtaya bastırmasın”
Dağ doğura doğura fare doğurdu : Önemli gibi görünen şeylerden önemsiz bir sonuç çıkması durumunda söylenir.
Dağa çıkmak : Hükümete, kanunlara karşı gelerek dağlara çekilmek, buralarda eşkıyalık etmek” Düğünü basanlar dağa çıkmışlar”
Dağa kaldırmak : Herhangi bir sebepten ötürü birini zorla dağa veya ıssız bir yere götürüp orada alıkoymak” Eşkıyalar, karakol komutanının oğlunu dağa kaldırmışlar; ne istedikleri henüz belli değil”
Dağarcığına atmak : Yeni bilgilerini, eski bilgilerine katmak; yeni bilgileri zihnine yerleştirmek” Öğrendiği her yeni bilgiyi dağarcığına atmayı ihmal etmedi”
Dağdan gelip bağdakini kovmak : Daha sonradan geldiği bir yere ya da karıştığı bir işte eskiden beri bulunan bir kişinin yerini almaya çalışmak” Şu densize bak hele, dağdan gelip bağdakini kovuyor!"
Dağlara düşmek : Sıkıntı, üzüntü sebebiyle insanlardan kaçıp ıssız yerlerde yaşar olmak” Annesinin ölümünden sonra dağlara düştü”
Dağları devirmek : Çok büyük güçlüklerin altından kalkmak, ağır işleri başarmak” O, dağları devirir bir adamdır”
Dal budak salmak : 1. Karmaşık biçimde yayılıp genişlemek. 2. Soy ya da dostluk yönünden genişleyip yayılmak” Bu mesele daha fazla dal budak salmadan hemen halledilmeli”
Dalavere çevirmek : Yalan, dolan ve hile ile kötü bir iş yapmak; düzen kurarak gizlice başkasını aldatmak” Yine bir dalavere çevirmesin bu adam!"
Daldan dala konmak : Çok sık, düşünce ya da konu değiştirmek” Daldan dala konmayı bırak da bir işe sarıl artık”
Dalına basmak : Hiç hoşlanmadığı şeyleri yaparak birisini öfkelendirmek” Dalıma basıp da beni çileden çıkarma lütfen!"
Dallanıp budaklanmak : Genişleyip yayılmak, gittikçe büyüyerek karışık bir durum almak” İşi dallandırıp budaklandırmada üstüne yok hani!"
Damdan düşer gibi : Aniden, yersiz olarak (söz söylemek)” Damdan düşer gibi söz söyleyince ortalık birbirine girdi”
Damgasını vurmak : Biri hakkında kötü bir yargıya varmak” Allahtan korkmazsan ona hırsızlık damgasını vur da rezil olsun”
Damoklesin kılıcı : Kişiyi korku ve baskı altında tutan büyük ceza tehdidi” Damoklesin kılıcı gibi başımda dikilip durma öyle!"
Dananın kuyruğu kopmak : Olay patlak vermek, beklenen ve korkulan sonucun gerçekleşmesi” Dananın kuyruğu bu gece kopacak, inşallah hayır demezler”
Danışıklı dövüş : Şike; önceden aralarında bir anlaşma olduğu halde, sanki böyle bir anlaşma yokmuş gibi davranarak başkalarını aldatmak” Danışıklı dövüş insanların mertlik anlayışını tamamen öldürdü”
Dar boğaz : Sıkıntılar ve güçlükler içinde geçirilen, geçici kabul edilip sonunda ferahlık umulan durum” Evel Allah bu dar boğazı da aşacağız”
Dar gelirli : Geçim sıkıntısı çeken, kazancı normal olarak geçimini sağlamaya yetmeyen” Dar gelirli ailelerin çocuklarının çoğu okulu yarıda bırakmak zorunda kalıyorlar”
Dar hayat : Sıkıntılar, güçlükler, zorluklar içinde sürdürülen hayat.
Dar kafalı : Anlayışı, kavrayışı az; yeniliklere açık olmayan” Dar kafalı insanlarla anlaşmak oldukça zordur”
Dara düşmek : 1. Paraca sıkıntıya uğramak. 2. Sıkıntılı, tehlikeli bir durumla karşılaşmak” İyice dara düştük, geçinmekte güçlük çekiyoruz”
Dara getirmek : Aceleye getirmek, gerektiği gibi zaman ayıramamak” Biraz erken kalkalım da dara getirmeden yapalım işi, güzel olsun”
Darda kalmak : 1. Zor duruma düşmek. 2. Paraca sıkıntı çekmek” Öğretmeninin karşısında darda kalmak istemeyen Ahmet, ödevini yapmayı hiç ihmal etmezdi”
Darısı (dostlar) başına : "Kavuştuğum başarı ve mutluluğa tüm dostlarımın da kavuşmasını isterim" anlamında kullanılır.
Davul çalmak : Bir şeyi herkesin duyabileceği biçimde ortalığa yaymak” Davul çalıp bizi elaleme rezil etti”
Defe (tefe) koymak : Dedikodusunu yapmak, kınayan bir dille başkalarına anlatmak, alaya almak” Sakın söyleme, yoksa bizi defe koyarlar”
Defterden silmek : İlişkisini kesmek, yok saymak, adını anmaz olmak, unutmak” Aliyi defterden iyice sildim”
Defteri dürülmek : 1. İşine son verilerek bir yerden uzaklaştırılmak. 2. Ölmek ya da öldürülmek” Onun da defterini dürecekler yakında.
Defteri kapamak : İlgiyi kesmek, uğraşmaz olmak, söz konusu işi yapmaz olmak. "O defteri kapadık biz, artık soru sormayın.
Deli divane olmak : Bir şeyi, bir kimseyi aşırı derecede sevmek, ona tutkun olmak” Delikanlı o kız için deli divane oluyordu”
Deli fişek : Atak, delişmen, delice işler yapan, şımarık” Bırak artık şu deli fişek adamla arkadaşlık etmeyi”
Deliksiz uyku : Hiç uyanmadan, çok rahat, uzun süre uyunulan uyku” Bu gece deliksiz bir uyku çekip yorgunluğumu atmak istiyorum”
Dem tutmak : Bir çalgıya, bir başka çalgı veya sesle eşlik etmek.
Demir atmak : 1. Çapasını denize atmak. 2. Bir yerde uzun süre kalmak” Gemiler fırtına başlayınca koya girip demir attılar”
Denizden çıkmış balığa dönmek : Yeni bir işe, ortama, duruma alışmakta zorluk çekmek” Eski işinden ayrılıp, yeni işine başlayınca denizden çıkmış balığa dönmüştü”
Derdine düşmek : Yapılması gereken bir şeyi gerçekleştirmenin yollarını aramak” Sana ne ki o işin derdine düştün?"
Dert ortağı : 1. Aynı derdin, sıkıntının içinde bulunanlardan her biri. 2. Bir kimsenin derdini paylaştığı, anlattığı yakın dostu” Onlar yıllar yılı birbirlerinin dert ortağı olarak yaşamışlardı”
Destan olmak : Yaptığı (kötü) bir işten dolayı şöhreti yayılmak” Karısına bağırdı diye annesini kapıya attı, bütün civar köylere destan oldu”
Deve kini : Bitmeyen, geçmeyen, unutulmayan büyük kin” Tam anlamıyla bir deve kini besliyordu komşusuna karşı”
Devede kulak : Bütüne göre çok ufak bir parça” Onun yaptığı iş devede kulak kalır”
Deveye hendek atlatmak : Birisine yapılması çok zor, hemen hemen yapamayacağı bir işi yaptırmaya çalışmak” Senin yaptığın deveye hendek atlatmak, bırak şu garibin yakasını”
Devlet kuşu : Umulmadık, iyi talih; zenginlik, mutluluk getiren talih.
Diken üstünde oturmak : Bir yerde tedirginlik duymak, her an kalkmak durumunu belirtir olmak, huzursuz olmak” İnan, diken üstünde oturuyorum şurada”
Dikine gitmek : İnatçılık etmek, bildiğini yapmaya çalışmak, kimsenin uyarısına kulak asmamak” Biraz daha dikine giderse başına büyük bir bela gelecek bu çocuğun”
Dikiş tutturamamak : Bir yerde, bir işte bir sebepten ötürü başarı sağlayamayıp uzun süre kalmamak” Bir şeyde dikiş tutturamadı, şimdi boşta gezip duruyor”
Dikiz etmek : Bir yeri, olayı, birinin hareketlerini gizlice ve gözünü ayırmadan dikkatlice izlemek.
Dil dökmek : Kandırmak, inandırmak ya da yararlanmak için tatlı sözler söylemek” Peşine düşen çocuğu ne kadar dil döktüyse de evde kalmaya razı edemedi”
Dil ebesi : Çok fazla ve esprili konuşan” Dil ebesi bir adam o, sen onunla başa çıkamazsın”
Dil uzatmak : Bir kimse veya bir şey için kötü söz söylemek” Ben öğretmenime dil uzattıracak adam değilim”
Dil yarası : Acı, ağır ve kötü sözün gönülde bıraktığı kırgınlık” Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez demişler”
Dilden dile dolaşmak : Her yerde, pek çok kimse tarafından bahis konusu olmak” Ata sözleri dilden dile dolaşarak günümüze kadar geldi”
Dile (dillere) düşmek : Hakkında dedikodu yapılmak” Allah kimseyi dile düşürmesin, kadıncağız sokağa çıkamaz oldu”
Dile gelmek : 1. Konuşma yeteneği yokken konuşmak, dillenmek. 2. Dile düşmek” Dile geldi dağlar, avuttu onu!"
Dile getirmek : 1. Bir meseleyi belirtmek, ortaya atmak, anlatmak, açıklamak. 2. Birini konuşturmak” Hiç umulmadık bir anda konuyu dile getirdi, hepimizin anlamasını sağladı”
Dile kolay : Söylenmesi kolay ama yapılması ortaya konması ya da katlanılması çok güç” Evet, dile kolay, haydi yap da görelim”
Dili açılmak : Herhangi bir sebepten dolayı konuşamayan kimse, birden konuşmaya başlamış olmak” Dili açıldı çok şükür!"
Dili dolaşmak : Heyecan, korku ya da bir hastalık sebebiyle söyleyeceğini şaşırmak, karıştırmak, açık olarak ifade edememek” Babasını aniden karşısında görünce dili dolaştı, kekelemeye başladı”
Dili dönmemek : 1. Bir sözü doğru ve düzgün söylemeyi becerememek, yanlışsız konuşamamak. 2. Amacını iyi anlatamamak” İnşaallah dilim dönmeden meseleyi anlatır da kurtulurum ondan”
Dili olsa da söylese : "Cansız nesneler, hayvanlar konuşabilseler, bazı olaylara tanıklık edebilseler ne iyi olurdu" anlamında kullanılır.
Dili tutulmak : Herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyemez duruma gelmek” Sevinçten dili tutuldu bizim kızın”
Dili uzun : İncitici, kırıcı sözler söyleyen, saygısız kimse” O uzun dilini bana kestirmeden çek içeri!"
Dili varmamak : Bir sözü söylemeye gönlü razı olmamak” Sana git demeye dilim varır mı sanıyorsun?"
Dilin kemiği yok ya! : 1. Önceden söylediği sözü başka biçimlere sokarak inkar etmek. 2. İnsan konuşurken bazı hatalar yapabilir, doğru ve yanlış herşeyi söyleyebilir.
Dilinde tüy bitmek : Sık sık söylemekten bıkmak, usanmak” Size söyleye söyleye dilimde tüy bitti”
Dilinden kurtulamamak : Yaptığı bir kabahatten ötürü sürekli olarak, bir kimsenin sitem, eleştiri ve sataşmalarına uğramak” Ne yapmalıyım da dilinden kurtulmalıyım onun?"
Diline dolamak : 1. Bir kimsenin dedikodusunu yapmak, kötü tarafını her yerde söylemek. 2. Bir şeyi her fırsatta söyler olmak.
Diline pelesenk etmek : Bir sözü her zaman, yerli yersiz tekrarlamak” Şey sözünü diline pelesenk etmişsin, her cümlenin başında kullanıyorsun”
Dilini tutmak : Sonunu düşünerek gelişigüzel konuşmaktan sakınmak, ölçülü konuşmak, rast gele konuşmamak” Dilini tutmasını bilmeyenlerin başına neler geldiğini sana söylemediler mi?"
Dilini yutmak : Büyük bir korku, şaşkınlık ya da sevinç karşısında konuşamaz hale gelmek” Korkudan neredeyse dilini yutacaktı”
Dilinin altında bir şey olmak : Bir kimsenin sözlerinden açıkça söylemediği bir şeyler olduğu anlaşılmak” Dilinin altında bir şey olduğunu biliyorum ama bir türlü söyletemiyorum”
Dilinin ucuna gelmek : 1. Tam söyleyecekken vazgeçip söylememek. 2. Hatırladığı şeyi söyleyecekken yine unutuvermek” Dilinin ucuna geldi ama utandığı için söyleyemedi”
Dillerde dolaşmak : Her yerde kendisinden, ondan söz edilmek” Cephede gösterdiği yararlılıklardan sonra adı dillerde dolaşır oldu”
Dillere destan olmak : Bir olay veya nitelik halk arasında yayılmak” Ona öyle bir oyun oynayacağım ki dillere destan olacak!"
Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak : Daha iyisini elde etmek uğruna çalışırken elindekilerini de yitirmek” Gel şu işten vazgeç, Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olma”
Dinden imandan çıkmak : Çok sinirlenmek, öfkelenmek, kızgınlık duymak” İnsanı dinden imandan çıkarıyorsun, yapma şu hareketleri!"
Dinden imandan olmak : Dinî inancını yitirmek, mürtet olmak.
Dini bir uğruna : Müslümanlık davası yoluna (iş yapmak).
Dini bütün : Dinin emirlerini eksiksiz yerine getirmeye çalışan, inancı sağlam olan, dinine çok bağlı” Her Müslüman dini bütün olmak zorundadır”
Dipsiz kile boş ambar : Para, mal tutamayanın durumunu ya da verimsiz, sonuçsuz bir işi anlatmak için kullanılır” Memurların işi tam anlamıyla dipsiz kile boş ambar, sıfıra sıfır elde var sıfır”
Dirlik düzenlik : Bir arada yaşayan, çalışan kimseler arasında iyi geçim, güven, sevgi ve anlaşma hali” Bir aileye önce dirlik ve düzenlik gereklidir”
Dirsek çevirmek : Daha önce birlikte iş yaptığı, anlaştığı kimseden, artık ihtiyaç duymadığı için yüz çevirmek; bir kimseyi kendinden uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak” Onun da dirsek çevireceğini hiç beklemezdim”
Dirsek çürütmek : Okumak, öğrenim görmek için uzun yıllar çalışmak” Desene boşuna dirsek çürütmüşsün”
Diş bilemek : Öç almak, kötülük yapmak için fırsat kollamak; öfkesini gösterir durum almak” Bana diş bilediği bakışlarından belli”
Diş geçirememek : Etkisiz kalmak, güç yetirememek, hükmünü yürütüp sözünü dinletememek” Bir çocuğa diş geçiremiyorsun, ne biçim annesin sen!"
Diş gıcırdatmak : Kızgınlığını, öfkesini kimi davranışlarıyla belli etmek” Dediğini yaptıramayınca dişlerini gıcırdatmaya başladı”
Diş göstermek : Güçlü olduğunu, kendine güvendiğini, saldırabileceğini davranışlarıyla belli etmek; tehdit etmek” Biraz diş göstersen hemen yola geleceklerdir”
Diş kirası : 1. Eskiden sarayda ya da konaklarda zenginlerin iftara çağırdıkları yoksullara verdikleri armağan veya para. 2. Harcadığı emek dışında bir kimsenin fazladan sağladığı çıkar.
Dişe dokunur : Hatırı sayılır, işe yarar, belirtilmeye değer, önemli” Dişe dokunur bir iş yapmışsın, aferin çocuğum”
Dışı eli (seni) yakar, içi beni : "Dıştan görünüşü, herkesi imrendirecek kadar güzel ama içyüzü elverişsiz, kötü, sahibini üzücü" anlamında kullanılır” Ah bir bilseler işin iç yüzünü, dışı eli yakar, içi beni”
Dişinden tırnağından artırmak : Yiyeceğinden, içeceğinden vb. ihtiyaçlarından keserek zorla biriktirmek” Seni, dişimden tırnağımdan artırdığım parayla okuttum!"
Dişine göre : Yapabileceği, gücünün yeteceği, becerebileceği, uygun bir durumda” Tam da dişime göre, onu yenebilirim”
Dişini sıkmak : Darlığa, sıkıntıya dayanmak; her türlü zorluğa katlanmak” Biraz daha dişini sıkmalısın, inşallah yakında rahata kavuşacağız”
Dişini tırnağına takmak : Çok büyük zorluklara, sıkıntılara, darlıklara katlanarak bütün gücünü kullanıp çalışmak” Biz bu evi dişimizi tırnağımıza takarak yaptık, yıkmalarına izin vermeyeceğim!"
Dişinin kovuğuna bile gitmemek : Çok az gelmek (yiyecekler için)” Açlıktan kırılıyorduk, önümüzdeki yiyecekler dişimizin kovuğuna bile gitmeyecek kadardı”
Diz boyu : Dize kadar (yükseklik veya alçaklık için)” Çukuru diz boyu kazmışlardı”
Diz çökmek : 1. Dizini yere koyarak oturmak. 2. Teslim olmak” Düşman askerleri önümüzde diz çökmüşlerdi”
Dize gelmek : Teslim olmak, boyun eğmek, yenilmek, güçlünün buyruğunu kabullenmek” Bizim kitabımızda dize gelmek yoktur!"
Dize getirmek : Kendisine karşı geleni alt ederek buyruğunu dinler duruma getirmek, boyun eğdirmek” İki saatte düşmanı dize getirebiliriz”
Dizgini (dizginleri) ele almak : Yönetimi ele geçirmek, işi kendisi yönetmeye başlamak” Dizginleri ele almazsak fabrika kargaşa içinde boğulup kalacak, üretim yapılamayacak”
Dizginleri salıvermek : Başıboş bırakmak, sıkı tuttuğu yönetimi gevşetmek” Yönetim, dizginleri salıverince insanlar rahat bir nefes aldılar”
Dizini dövmek : Çok pişman olmak” Çocuklarını küçük yaşta eğitmezsen sonradan dizini döversin”
Dizinin (dizlerinin) bağı çözülmek : Korkudan, heyecandan, yorgunluktan ayakta duramayacak hale gelmek” Yokuşu çıktım ama dizlerimin de bağı çözüldü”
Dizlerine kapanmak : Yalvarmak, kendini küçük düşürecek kadar çok yalvarmak, başını dizlerinin üzerine koymak” Göreceksin, günün birinde dizlerine kapanacak babasının”
Dostları ilə paylaş: |