Yalvar yakar olmak : Çok yalvarıp yakarmak.
Yan bakmak : Beğenmeyerek, kötü niyetle, düşmanca bakmak” Bu adamın her gün yan bakması artık canıma yetti!"
Yan basmak : 1. Aldanmak. 2. Kaypaklık edip dürüst davranmamak” Sana tanınan bu fırsatı iyi değerlendir, sakın yan basayım deme”
Yan çizmek : Kendisine yüklenen bir görevden kaçmak” Üç kişi yan çizdi, demek ki ikimiz taşıyacağız bu bidonları”
Yan gelip yatmak : Yapacak işleri olduğu halde yapmamak, rahatına bakmak, keyfince yaşamak” Hiç çalışmıyor, yan gelip yatıyor akşama kadar”
Yan gözle bakmak : 1. Kötü niyetle, düşmanca bakmak. 2. Göz ucuyla bakmak” Tezgaktaki manlara yal gözle bakıp geçti”
Yan tutmak : Taraflardan birini desteklemek, onun söz ve davranışlarını benimsemek, yansız olmamak” Yan tutmayıp tarafsız kalırsan senin için daha iyi olur”
Yan yan bakmak : Düşmanca, kötü niyetle bakmak.
Yandan çarklı : 1. Şekeri yanına konmuş olan kahve veya çay” Usta, iki yandan çarklı yap!" 2. Bir omuzu düşük olarak yürüyen. 3. Çarkı yanda olan gemi.
Yangına körükle gitmek : Anlaşmazlığı, gerginliği, kargaşalığı artırıcı, her iki tarafı kışkırtıcı söz ve davranışlarda bulunmak” Sen karışma, çekil aralarından, yangına körükle mi gitmek istiyorsun?"
Yanık ses : Hüzünlü, çok dertli, içindeki acıyı dile getiren ses.
Yanına (kar) kalmaks: Kendi inden öç alınmamak, yaptığı kötülük sert karşılık görmemek, cezasız kalmak” Adamın yaptığı yanına kar kaldı, nasıl adalet bu?"
Yanına bırakmamak : Kendisine yapılan kötülüklerin öcünü almak, cezasını sert karşılıklarla vermek” Bunu, onun yanına bırakmayacağım”
Yanına salavatla varılır : Çok öfkeli, kızgın ve kibirlidir.
Yanından bile geçmemiş : Hiç ilgisi yok, en ufak benzerliği bile yok” Sen kardeşini bir görsen, bu onun yanından bile geçmemiş”
Yanıp tutuşmak : 1. Elde etmek için güçlü bir istek duymak, elde edemediği için de büyük üzüntü içinde olmak. 2. Kuvvetli bir aşkla sevmek” Bakan olmak isteğiyle yanıp tutuşuyordu”
Yanıp yakılmak : Sızlanıp şikayet etmek,tderdini döküp durmak” Çoluk çocuk açtı, kimse yardım elini de uzatmıyordu, birine de yanıp yakılmayı bir türlü kendine yediremiyordu”
Yanlış ata oynamak : Kazanmak için giriştiği işte tuttuğu yol, dayandığı kimse dayanıksız ve çürük çıkmak, dolayısıyla aldanmış olmak.
Yanlış kapı çalmak : İsteğinin yapılamayacağı bir yere başvurmak” Meğer biz yanlış kapı çalmışız”
Yapmadığını bırakmamak : Bütün kötülükleri yapmak, eziyet etmek.
Yara açmak : 1. Bir şeyin yüzünde, özellikle de vücudun bir yerinde yara oluşmasına sebep olmak. 2. Büyük dert, acı, üzüntü vermek” Onun sözleri içimde bir yara açtı”
Yaraya merhem olmak : Acil ihtiyaçları karşılamak” Şu getirdiklerim yaraya merhem olur mu bilmem?"
Yardan atmak : Bir kimseyi aldatarak kazaya uğratmak, tehlikeli bir durumun içine itmek, türlü belalara sokmak” İnsan dostunu yardan atar mıymış?"
Yarı buçuk : Tam değil, çok az, tamamlanmamış, baştan savma.
Yarı yolda bırakmak : Verilen desteği, yapılan yardımı sonuna kadar götürmemek” Sana nasıl güvenebilirim, beni kaç kez yarı yolda bıraktın”
Yarım adam : Güçsüz, sakat, zayıf, hasta kimse” Ben bir yarım adamım diye beni hor göremezsiniz!"
Yarım ağızlı (söylemek) : İsteksizce, istemeye istemeye, gönülsüzce (söylemek)” Demek sizi de yarım ağızla davet ettiler”
Yarım yamalak : Gelişigüzel, üstünkörü, eksik ve kusurlu” Ödevlerini bir daha yarım yamalak yapma!"
Yarından tezi yok : En kısa zamanda, çok çabuk, geciktirmeden.
Yaş Dökmek : Ağlamak” Senin için az yaş dökmedi ailen”
Yaş tahtaya (yere) basmamak : Kolay kolay tuzağa düşmemek, uyanık davranmak” O, benim yaş tahtaya basmayacağımı iyi bilir”
Yaşını başını almış (olmak) : Yaşı epeyce ilerlemiş olmak, yaşlanmış veya olgunlaşmış olmak” Yaşını başını almış bir adamdır, çekinmeyin, gidin, size olgun davranacaktır”
Yaşını içine akıtmak : Hissettiği acıyı, ızdırabı, üzüntüyü belli etmemek; ağlamak isteğini bastırmak.
Yatağa düşmek : Hastalık yüzünden yatmak zorunda kalmak, ayağa kalkamayacak durumda olmak” Sizin yüzünüzden yatağa düştü çocukcağız”
Yatak yorgan yatmak : Çok hasta olmak” Bizim adam yatak yorgan yatıyor, ne yiyor, ne içiyor”
Yataklık etmek : Bir suçluya yardım etmek, onu gizlemek, barındırmak.
Yatırım yapmak : Gelir amacıyla bir işe para yatırmak veya aynı amaçla önceden ortam hazırlamaya çalışmak” Biz o arsayı yatırım yapmak için aldık”
Yavaş gel : "Atıp tutma, abartma, ölçüsüz konuşma" anlamında kullanılır.
Yaya kalmak : 1. Taşıt ya da hayvana binmeden yürümek zorunda kalmak. 2. Yardımcısız kalmak, güvendiği yer ve kişileri kaybetmek, istediği şeyi yapamaz olmak” İşte şimdi yaya kaldın, ne yapacaksın görelim?"
Yayan yapıldak : Çıplak ayakla, yayan” Onca yolu yayan yapıldak yürüyecek”
Yaygarayı basmak : Bağırıp çağırmak, önemli bir nedeni olmadığı halde feryat etmek” Elinden şekeri alınınca yaygarayı bastı”
Yaz boz tahtasına çevirmek : Bir konuda birbirine uymayan kararlar almak, kararsızlık yüzünden bir konuda sık sık fikir değiştirmek.
Ye kürküm ye : Saygının kişiliğe karşı değil, zenginliğe, varlığa, giyim ve kuşama karşı gösterildiğini anlatmak için kullanılır.
Yedeğe almak : Bağlayarak arkasından çekip götürmek.
Yedi canlı : Pek çok ölüm tehlikesi geçirip sağ kurtulan insan ya da hayvan” Yedi canlı mısın nesin, nasıl kurtuldun o kazadan?"
Yedi düvel : Bütün devletler, herkes, bütün dünya” İstiklal Savaşını yedi düvele karşı verdik biz”
Yedi iklim dört bucak : Hemen her yer, bütün dünya” Yedi iklim dört bucak dolaştı durdu”
Yedi kat yabancı : El, ne akraba, ne tanıdık, hiçbir yakınlığı yok” Yedi kat yabancıyla iş yapmam diyor”
Yediden yetmişe : En büyüğünden en küçüğüne, eli ayağı tutan herkes” Halk yediden yetmişe silahlanmış düşmanı bekliyordu”
Yediği naneye bak : Yersiz, uygunsuz iş yapanlar için kullanılır.
Yeğ tutmak : Bir şeyi bir şeyden daha önemli görüp tercih etmek” Kim ki öbür dünyayı bu dünyaya yeğ tutar, o kazanmıştır”
Yel yeperek yelken kürek : Telaş içinde, çok acele olarak, heyecanla.
Yele vermek : 1. Boşuna harcamak. 2. Savurmak” Bütün parayı yele vermek zorunda mıydın?"
Yelkenleri suya indirmek : Israrından, iddiasından, direnmekten vazgeçip karşısındakinin dediğini kabul etmek; yüksekten atıp tutmayı bırakarak yumuşamak” Yelkenleri nasıl da suya indi dediğini yaptıramayınca”
Yeme de yanında yat : İstek uyandıran, görünüşü çok çekici olan, çok lezzetli yemekler için kullanılır.
Yemeden içmeden kesilmek : Bir üzüntü, korku ya da heyecan sebebiyle yiyemez duruma gelmek, iştahı kapanmak” Yemeden içmeden esildi, aşık mıdır nedir?"
Yemin etsem başım ağrımaz : "Gerçek olduğundan eminim, bu konuda yemin de edebilirim" anlamında kullanılır.
Yenilir yutulur gibi değil : 1. Yenmeyecek nitelikte (yiyecekler için). 2. Aşırı, çok pahalı. 3. Çok ağır, kabul edilmez (söz). 4. Kendisiyle başa çıkılamayacak durumda olan” Doğrusu yenilir yutulur gibi değildi o sözler”
Yer almak : 1. Bir şey yapanların arasında bulunmak. 2. Adına ayrılan yerde bulunmak"Şiir komisyonunda sen de yer aldın mı?"
Yer cücesi : Ufak tefek olduğu gibi kurnaz, fitneci, çok bilmiş kimse.
Yer demir gök bakır : "Hiçbir yerden yardım alma umudu kalmadı, bütün kapılar kapalı, yardım imkanları ortadan kalktı, kime baş vurdumsa elim boş döndüm" anlamında çaresizliği anlatmak için kullanılır.
Yer etmek : 1. İz bırakmak. 2. İyice yerleşmek” Bu sözler kulağına iyice yer eder umarım”
Yer tutmak : 1. Bir yeri kaplamak. 2. Birine bir yer ayırmak” Salonda yer tutmak yasaktır!"
Yer vermek : 1. Önemini belirtmek. 2. Kendi yerini bir başkasına vermek. 3. İmkan tanımak” Bu fikre de yer vermeliyiz”
Yer yarılıp içine girmek : 1. Çok utanmak. 2. Yitirilen şey bir türlü bulunamamak” Yer yarılıp içine girdi sanki, önceki gün şurada duruyordu”
Yer yerinden oynamak : Bir olay toplumda telaş, heyecan, gürültü, patırtı, kargaşa oluşturmak” Bu kaleyi de zapdedersek yer yerinden oynayacak, bizi kimse tutamayacak artık”
Yerden yere çalmak : Çok hırpalamak, acınacak duruma düşürmek, zor durumlarda bırakmak” Bütün milletin içinde yerden yere çaldı delikanlıyı”
Yere bakan yürek yakan : Uslu, uysal, sessiz görünüp gizliden gizliye ve sinsice dolap çeviren, kötülük yapan kimse” Desene yere bakan yürek yakan cinstenmiş o da”
Yere göğe koyamamak : Çok önem vermek, nasıl ağırlayacağını ve memnun edip mutlu kılacağını bilememek.
Yeri yurdu belirsiz : Serseri; ne iş yaptığı, nerde kaldığı, nereli olduğu bilinmeyen” Yeri yurdu belirsiz bu adama yüz verme demedim mi?"
Yerin dibine geçmek : 1. Çok utanmak, sıkılmak. 2. Kaybolmak, göze görünmez olmak” Şuradaydı ama bulamıyorum, yerin dibine geçti sanki!"
Yerinde duramamak : Sürekli hareket etmek, kıpırdanmak, sabırsızlanmak, içi içine sığmamak, eyleme geçmek için telaş içinde dolaşmak” Gelecekleri haberini alınca ne yapacağını şaşırdı; yerinde duramıyor, sağa sola koşturup duruyordu”
Yerinde saymak : 1. Yürür gibi yaparak hep aynı yerde ayaklarının birini kaldırıp birini basmak. 2. Hiç gelişme, ilerleme gösterememek” Okullar neredeyse kapanacak ama bizim çocuk hala yerinde sayıyor, okumayı bir türlü sökemedi”
Yerinde yeller esmek : Yok olmak, artık bulunmamak” Gittiğimde ayakkabıların yerinde yeller esiyordu”
Yerinden oynamak : 1. Bulunduğu bir yerden ayrılmak. 2. Hareketli, heyecanlı, gürültülü, karışık bir zaman yaşamak” O büyük kahramanın dönüş haberi gelir gelmez şehir yerinden oynamıştı sanki!"
Yerinden oynatmak : Yerini değiştirip başka bir yere kaldırmak” Sakın bu vazoyu yerinden oynatmayın”
Yerine geçmek : 1. Görevden ayrılan birinin yerine geçmek. 2. Bulunmayan bir nesnenin yerine kullanılabilmek” Emekli olan müdürün yerine geçmek için iki müdür yardımcısı yarışa tutuştular”
Yerini bulmak : 1. Aradığı bir yeri bulmak. 2. Yerine gelmek. 3. Kendine uygun durumu, mevkiyi bulmak” Yerini bulursam kızımı vermekte gecikmeyeceğim”
Yerini doldurmak : 1. Daha önce görevinden ayrılan, yerine geçtiği biri kadar başarılı olmak. 2. Yerinin adamı, görevinin üstesinden gelir olmak” Bakalım yerini doldurabilecek mi?"
Yerle bir etmek : Bir yeri yakıp yıkmak, tahrip etmek, temeline kadar söküp dağıtmak, taş taş üstüne bırakmamak” Koca kenti bir saat bombalayıp yerle bir ettiler”
Yerli yersiz : Uygun olsun olmasın, uygun zamanı kollamadan” Yerli yersiz konuşup duruyor geveze adam”
Yeşil ışık yakmak : Bir şeyin olmasına izin vermek, göz yummak” Onların bize yeşil ışık yakacaklarını hiç sanmıyorum”
Yiğitlik sende kalsın : "Karşısındaki anlamasa da hoşgörü göster, özveride bulun, ılımlı davran, böylelikle soylu davranışını göstermiş olursun" anlamında bir anlaşmazlığa son vermek için taraflardan birine söylenir.
Yılan hikayesi : Bir türlü sonuca bağlanamayan, çözümlenemeyen, uzayıp giden (mesele ya da iş)” Yılan hikayesine döndü iş, ne yapacağız şimdi?"
Yılanın kuyruğuna basmak : Zararı dokunacak, kötülük yapacak bir kimseye ilişmek ya da sataşmak yoluyla fırsat vermek.
Yıldırımla vurulmuşa dönmek : Ansızın ortaya çıkan kötü bir durum karşısında sarsılmak, ne yapacağını bilemez olmak, bitkin ve şaşkın bir duruma düşmek” İflas haberini duyunca yıldırımla vurulmuşa döndü, oraya yığılıp kaldı”
Yıldırımları (veya şimşekleri) üstüne çekmek : Kimi davranışlarıyla pek çok kimseyi kızdırarak eleştirilere, saldırılara yol açmak” Bu hareketlerinle şimşekleri üzerine çekiyor, hepimizi tehlikeye atıyorsun”
Yıldızı barışmamak : Aralarında görüş, düşünce ve duygu ayrılıkları bulunup birbirlerinden hoşlanmamak, birbirleriyle iyi geçinmemek, anlaşıp uyuşamamak” Şu adamla yıldızım bir türlü barışmadı gitti”
Yıldızı parlamak : Çok başarılı olup herkesin dikkatini çekecek duruma gelmek, ün kazanmak” Yıldızı parladığı bir sırada hayata veda etti”
Yıldızı sönmek : Ününü ve itibarını kaybetmek” Yıldızının bu kadar çabuk söneceği kimin aklına gelirdi ki!"
Yiyip bitirmek : 1. Parayı tüketinceye dek harcamak. 2. Yemeği sonu gelinceye kadar yemek. 3. Birini üzmek, tedirgin etmek, devamlı hırpalamak” Senin bu hareketlerin beni yiyip bitirdi!"
Yok canım! : 1. Gerçek mi, öyle mi? 2. Hayır inanmam, doğru değil bu!"Yok canım, değil ona gitmek, hiç görmedim bile”
Yok devenin başı! : "Daha neler, çok abartıyorsun, bu sözlere inanmam" anlamında, söylenenlere inanılmayacağını anlatmak için kullanılır.
Yok pahasına : Son derece ucuz, değerinin altında bir fiyata, ölü fiyatına” Yok pahasına sattılar evi, yazık oldu”
Yol açmak : 1. Yeni bir yol yapmak. 2. Herhangi bir sebepten ötürü kapanmış yolu açmak, geçilir duruma getirmek. 3. Birinin geçmesi için kenara çekilip geçme önceliği tanımak. 4. Bir olayın başlamasına sebep olmak, öncülük etmek” Onun bu çıkışı özgürlük hareketinin başlamasına yol açtı”
Yol almak : 1. Çıkılan yolda ilerlemek” Bir saatte epey yol alırız” 2. Mesleğinde ilerlemek” Kaynakçılığa başlayalı çok olmadı ama oldukça yol aldı”
Yol aramak : Bir meseleye çare bulmaya çalışmak, imkan aramak” Bu çıkmazdan kurtulmak için bir yol arıyoruz fakat bulamıyoruz”
Yol bulmak : Bir çözüm, bir çare bulmak” İnşallah bir yolunu bulur, öderiz borcumuzu”
Yol geçen hanı : Hemen herkesin giripiçıktığı, uğradığı yer” Sanki bu ev yol geçen hanı, hiç mi rahat etmeyeceğiz kendi evimizde!"
Yol göstermek : 1. Rehberlik etmek, yolu bilmeyene tarif etmek, nasıl gidileceğini anlatmak. 2. Nasıl davranılacağını, ne yapılacağını öğretmek” Benim elimden bir şey gelmez, patrona git, o bir yol gösterir sana”
Yol iz bilmemek : 1. Bulunduğu yerde yabancı olup gideceği yolu ve yeri bilmemek. 2. Görgüsüz davranmak.
Yol kesmek : 1. Birinin geçmesine engel olmak. 2. Issız yerlerde, yollarda soygunculuk yapmak” Düğün alayının yolunu kesmiş eşkıyalar”
Yol tutmak : Yaşayışını inandığı, doğru bildiği bir düzende sürdürmek” Sen de kendine özgü bir yol tuttun demek!"
Yol yordam : Bir şey, davranış ya da yapışın usul ve kuralları” Madem yol yordam bilmezsin neden kalkışırsın böyle bir işe”
Yola çıkmak : 1. Bir yere gitmek üzere bulunduğu yerden ayrılmak” Sabah erkenden yola çıkacaklarmış”
Yola düşmek : Bir zorunluluk sebebiyle yola çıkmak, yol almaya başlamak” Çabuk olun, onlar yola düşmüşlerdir bile”
Yola gelmek : Ters tutumunu düzeltmek, uslanmak, istenilen biçimdeki davranışı kabul etmek” Kaygılanma, eninde sonunda yola gelecektir”
Yola getirmek : Birinin bir konudaki ters tutumunu düzeltmek.
Yoldan çıkmak : 1. Bir taşıt bir sebeple yolundan ayrılmak, gitmez olmak. 2. Kötü yola sapmak, doğru yoldan ayrılmak, azgınlığa düşmek” Komşunun çocuğu iyice yolyan çıkmšş, ne y1ptığını bilmiyor”
Yoldan kalmak : Gitmek istediği yere gidememek, alıkonmak, bir engel dolayısıyla gecikmek” Çekilin önümüzden, bizi biraz daha oyalarsanız yoldan kalacağız”
Yolu (ayağı) düşmek : Yolu üzerinde bulunan o yerden geçmesi gerekmek; o yer, yolu üzerinde bulunmak” Sizin köye de yolum düştü, babanı gördüm, sana selam söyledi”
Yolu tutmak : Bir yoldan kimseyi geçirmeyecek biçimde düzen kurmak” Askerler tam teçhizatlı yolu tutmuşlar, bekliyorlardı”
Yoluna (rayına) girmek : İstenilen biçimi almak, gerekli olan şekilde gelişmek.
Yoluna çıkmak : 1. Karşılamaya gitmek. 2. Yolda karşısına çıkmak” Bütün kasaba halkı yeni gelen kaymakamın yoluna çıkmıştı”
Yoluna koymak : Bir işi olumlu bir duruma sokmak, istenilen şekle getirmek” İşlerini kısa zamanda yoluna koymayı başardı”
Yolunu beklemek : Gelmesini beklemek” Az yolunu beklemedi oğlunun”
Yolunu bulmak : 1. Kanunî olmayan yollardan kazanç sağlamak. 2. Çözüme ulaşmak, gereken çareyi bulmak” Onu razı etmenin yolunu buldum, çabuk benimle gel”
Yolunu kaybetmek : Hangi yoldan gideceğini bilememek, şaşırmak” Çocuklar yollarını kaybetmişler, tam aksi yönde ilerliyorlardı”
Yolunu sapıtmak : Kötü yola düşmek, doğru yoldan ayrılmak” Yolunu sapıtmış şu adamı Allah tan başka kim doğru yola getirebilir?"
Yolunu yapmak : Bir işi olumlu sonuca ulaştıracak ya da mümkün kılacak girişimde bulunup hazırlık yapmak veya tedbir almak.
Yorgan gitti, kavga bitti : "Kavga, çekişme, anlaşmazlık nedeni olan şey ortadan kalkınca kavga da sona erdi” anlamında kullanılır.
Yorgunluğunu almak : 1. Yorgun kişi, yorgunluğunu gidermek için dinlenmek. 2. Yorgun birini dinlendirmek.
Yorgunluğunu çıkarmak : 1. Dinlenmek. 2. Yaptığı işten, dinlenmesini sağlayacak iyi bir haber alıp huzur içinde olmak.
Yörüngesine oturtmak : 1. (Uydu) istenilen yerde ve yönde hareket eder olmak. 2. Bir iş yoluna girmek, rayına oturmak.
Yufka yürekli : Çok duygulu olup olaylardan hemen etkilenip ağlayan, çok acıyan, üzülen kimse” Senin bu kadar yufka yürekli olacağını düşünemezdim.
Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal : İki davranış, iki kimse, iki karşıt şey arasında bir tercih yapamama zorluğunu anlatmak için kullanılır.
Yumruk kadar : 1. Küçücük, bir yumruk büyüklüğünde ancak (nesne). 2. Küçük çocuk” Yumruk kadar çocuktan dayak yediğin doğru mu?"
Yumurta kapıya gelmek : Yapılması gereken bir iş için zaman daralmış olmak, iş çok sıkışık zamana rastlamak” Sen hep işleri yumurta kapıya gelence mi yaparsın?"
Yumurtaya kulp takmak : Hemen her şeye bir kusur bulmak, bahane bulmakta usta olup hiçbir şeyi beğenmemek.
Yumuşak yüzlü : Kendisinden istenilenleri geri çevirmeyen, kimseyi gücendirmek istemeyen kimse” Yumuşak yüzlü olduğum için mi tepeme çıkıyorsçnuz?"
Yhvarlak uesap : Ayrıntıya girmeden, bir bütün sayıya yaklaşık olarak tamamlanabilen hesap” Aldığımız mallar yuvarlak hesap yüz bin lira tuttu”
Yuvarlanıp gitmek : Eldeki imkanlar içinde hayat sürmek” Yuvarlanıp gidiyoruz işte”
Yuvasını bozmak : Ev ve aile düzenini bozmak, dağıtmak, alt üst etmek” Hiç sebepsiz yuvasını bozdu nankör adam”
Yuvasını yapmak : Birinin hakkından gelmek, hakettiği ceza ya da cevabı vermek” Onun yuvasını yapmak ancak bana düşer”
Yuvasını yıkmak : 1. Birinin eşinden ayrılmasına yol açmak. 2. Bir kimse eşinden ayrılarak aile düzenini bozmak, yok etmek” Zorla kadıncağızın yuvasını yıktılar, lanet olsun onlara”
Yük altına girmek : Sorumluluk gnrektiree, ağır bir görevi kabul etmek” Desene boş yere yük altına girmişiz biz”
Yük olmak : 1. Sıkıntılı bir işi başkasına yaptırmak. 2. Masraflarını başkasına ödetmek” Çocuklarım artık bana yük olmuyorlar”
Yüksek perdeden konuşmak : 1. Yüksek sesle konuşmak. 2. Meydan okurcasına sert konuşmak. 3. Yapılması güç şeyleri yapacakmış gibi abartılı konuşmak” Bu adam yüksek perdeden konuşmaya bayılıyor”
Yükseklerde dolaşmak : Elde edilmesi zor şeyler istemek” Yükseklerde dolaşmayı bırak da olabilecek bir şey iste”
Yüksekten atmak : Yapamayacağı şeyleri söylemek” Amma da yüksekten atıyor”
Yükte hafif pahada ağır : Taşınması kolay, değerli eşya (altın, elmas gibi.)
Yükün altında kalkmak : 1. Üzerine aldığı ağır bir işi başarmak. 2. Gördüğü bir iyiliğin karşılığı olarak bir şeyler yapmak” Onu bu yükün altından kalkamaz sananlar nasıl da yanıldılar”
Yükünü tutmak : Çok zenginleşmek, para ve mal kazanmış olmak” Kısa zamanda yükünü tuttu bizim komşu”
Yüreği (içi) parçalanmak : Çok acımak, karşılaştığı bir durum sebebiyle çok üzüntü duymak” Zavallının o halini görünce içim parçalandı”
Yüreği ağzına gelmek : Birden bire çok korkmak, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi hızlı hızlı atmak” Karanlık ve ıssız sokakta yürürken bir çığlık duydu, yüreği ağzına geldi o an”
Yüreği cız etmek : Çok acımak, içi sızlamak” Eşinin o halini görünce yüreği cız etti”
Yüreği çarpmak : 1. Korku ve kaygı duyup merak etmek, bu sebeple tedirgin olmak. 2. Yüreği hızlı vurmak.
Yüreği dayanmamak : Çok acı duymak, acısına katlanamamak” Ailesinin son ferdini de kaybedince yüreği dayanmadı ihtiyar kadının, yatağa düştü”
Yüreği ezilmek : 1. Üzülmek, çok acı duymak. 2. Çok acıkmış olmak” İçim eziliyor, bir şeyler yemeliyim”
Yüreği ferahlamak : İçi kaygıdan, sıkıntıdan kurtulmak.
Yüreği hop etmek : Bir olay karşısında birdenbire korkup heyecanlanmak.
Yüreği kabarmak : 1. Midesi bulanmak. 2. Merak, kaygı, korku ve sıkıntı yüzünden derin bir soluk alma gereği duymak.
Yüreği kalkmak : Heyecanlanmak” Tekne sallandıkça yüreği kalkıyordu”
Yüreği kararmak : İçine bir karamsarlık, bir sıkıntı çökmek; iyimserliği ortadan kalkmak” Yüreğin kararmasın, onu bulacağımızdan emin ol”
Yüreği katı : Acımasız, acıma duygusundan yoksun kimse.
Yüreği küt küt atmak : Korku ve heyecandan yüreği hızlı hızlı çarpmak.
Yüreği oynamak : Ansızın heyecanlanmak veya korkmak, tedirgin olmak.
Yüreği pek : 1. Korkusuz, yürekli, çok cesaretli. 2. Yüreği katı” Onca insanla baş etmeyi göze alıyor, yüreği pek bir insanmış demek ki”
Yüreği yanmak : 1. Çok fazla acımak. 2. Bir felakete uğramak” Yüreğim yanıyor, acısını bir türlü unutamıyorum”
Yüreğine (içine) dert olmak : Birine karşı ya da birinin kendine karşı yaptığı bir davranış sonradan kendisi için acı, üzüntü kaynağı olmak” Ona yemek vermedim ama yüreğime dert oldu”
Yüreğine (içine) işlemek : Çok tesirli olmak, derinden acı vermek.
Yüreğine inmek : 1. Birdenbire ölmek. 2. Büyük ölçüde üzülmek” Bu acı haberi verip de yüreğine indirmek mi istiyorsun?"
Yüreğine od düşmek : Yüreği yanmak, belli bir sebep sonucu büyük bir acı duymak, çok üzülmek” Kim ki başkasının uğradığı felaket onun yüreğine od düşürür, işte adam odur”
Yüreğine su serpilmek : Duyduğu üzüntüyü hafifletecek bir haberle karşılaşmak, ferahlamak” Demek mahkemeye başvurmaktan vazgeçmiş, yüreğime su serpildi doğrusu, yoksa olayı hemen herkes duyacaktı”
Yürükten bağlanmak : İçten, samimi olarak sevgi ve saygı duymak.
Yürürlüğe girmek : Bir kanun ya da kararname uygulanmaya başlamak.
Yüz bulmak : Kendisine gösterilen hoşgörüden yararlanma yoluna gidip şımarmak, hoşa gitmeyen davranışlarda bulunmak.
Yüz dökmek : Zorlanarak, utanmayı ve sıkılmayı göze alarak, yalvararak bir kimseden ricada bulunmak.
Yüz görümlüğü : Güveyin gelinin duvağını açarken verdiği armağan.
Yüz göz olmak : Senli benli olmak ve birbirinden çekineceği kalmamak, aradaki mesafe kalkmış olmak, laubalileşmiş olmak” İyice yüz göz olduk, beni artık dinlemiyorlar”
Yüz karası : 1. Utanılacak bir durum. 2. Ailesi, çevresi için utanç verici bir iş yapmak” Ailemizin o yüz karasını hiç kimse görmeye gitmeyecek, anladınız mı?"
Yüz kızartıcı : Çok utandırıcı hareket veya durum.
Yüz tutmak : Bir şey olmak üzere bulunmak” Hava kararmaya yüz tuttu”
Yüz üstü bırakmak : Tamamlanmamış bir durumda, yarı yolda bırakmak” İşleri yüz üstü bırakıp gitti”
Yüz vermek : Her istediğini yerine getirerek şımartmak; yakınlık göstererek, hoş görülü davranarak ölçüsüz hareketler yapmasına sebep olmak.
Yüz yüze bakmak : Yakın ilişki içinde bulunup, bu ilişkileri bir süre devam etmek” Birbirimize iyi davranalım, epey bir zaman burada yüz yüze bakacağız”
Yüz yüze gelmek : 1. Birden karşılaşmak. 2. Bir araya gelmek” Bu meseleyi yüz yüze geldiğiniz zaman konuşursunuz”
Yüzde kalmak : 1. Derinleştirmemek. 2. Önemli şeyler meydana getirmemek.
Yüze gülmek : 1. Sevimli, çekici görünmek. 2. Yalandan dost görünmeye çalışmak” Yüze gülüp arkadan insanın ekmeğini alır onlar”
Yüze vurmak : İşlediği bir suçu ya da kabahati birinin açıkça yüzüne söyleyip onun utanmasına yol açmak” Suçunu sakın yüzüne vurup da utandırma onu”
Yüze yüze kuyruğuna gelmek : Uzun süren bir işin sonuna yaklaşmış olmak.
Yüzü ak : Suçu, utanılacak durumu bulunmamak; temiz ve saf olmak” Alnım açık, yüzüm aktır”
Yüzü görmemek : Kimi şeylere hiç sahip olamamak, onlardan uzak bulunmak” Çocuklar günlerdir et yüzü görmediler”
Yüzü gözü açılmak : 1. Çevresi ile ilişkilerini geliştirmeye başlamış olmak, dünyayı anlamaya başlamak. 2. İyiyi kötüyü, kendine yarayanı ayırt edici duruma gelmek.
Dostları ilə paylaş: |