Deyimler-Açıqlamalar



Yüklə 0,8 Mb.
səhifə8/16
tarix12.01.2019
ölçüsü0,8 Mb.
#95117
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   16

Gün batmak : Güneş batmak” Gün batmadan yola çıkmalıyız”

Gün görmek : Bolluk, mutluluk, esenlik içinde huzurlu günler geçirmek” Kaygılanma evladım, daha çok günler göreceksin inşallah”

Gün görmüş : Başından nice işler geçmiş, tecrübeli, görüp geçirmiş, çok yaşamış” Gün görmüş insanlarla konuşmaktan zevk alırım”

Gün ışığına çıkmak : Aydınlanmak, açıklığa kavuşmak, anlaşılır olmak” İşlediği tüm suçlar yakında gün ışığına çıkacaktır”

Günah işlemek : Dince suç sayılan bir iş yapmak” Yetimlerin malını yiyerek günah işleyenlerden mutlaka hesap sorulacaktır”

Günaha girmek : Dini bakımdan suç sayılacak bir iş yapmak ya da söz söylemek” Sebepsiz yere adam öldürmek, günaha girmek demektir”

Günaha sokmak : Günah işlemesine yol açmak, dinin buyrukları dışına çıkmasına zemin hazırlamak” Kes sesini de bizi günaha sokma”

Günahını vermez : "Çok cimri, eli sıkı, hasis" kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.

Güneş almak : Bir yere güneş ışığı ulaşmak” Evin bir odası güneş almıyor”

Günleri sayılı olmak : 1. İçinde olunan günlerde ölecek olmak. 2. Bulunduğu yerde kalmak için birkaç günü kalmak” Doktorlara bakılırsa anneannemin günleri sayılıymış”

Günü birliğine : Sabah gidip akşam dönmek üzere” Size günü birliğine konuk olmak istiyoruz”

Günün adamı : 1. Zamanın gereğine göre tutum ve yön değiştiren, çıkarını gözeten kimse. 2. Kendisinden o günlerde çok söz edilen.

Gününü doldurmak : Bir işin gerçekleşmesi için geçmesi gereken zamanı tamamlamak” Gününü doldurur doldurmaz senetleri avukata verin”

Gününü gün etmek : Eline geçen imkanları değerlendirmek, hiçbir şeyi dert edinmeyip hoşça vakit geçirmek” Gününü gün eden yöneticilerden kurtulacağımız günler yakındır”

Gürültüye (patırtıya) pabuç bırakmamak : Korkutmalara, tehditlere aldırış etmeyip dilediği gibi davranmak” Öyle her gürültüye pabuç bırakacak bir adam mı sanıyorlar beni?"

Güven beslemek : Bir kimseye, bir şeye güven duymak, inanmak, itimat etmek” O adama güven beslediğiniz için pişman olmayacaksınız”

Güven kazanmak : Söz, davranış ve yaptığı işlerle çevresindekileri kendisine inandırmak” İnsan, önce güven kazanmalıdır”

Güven vermek : Kendisinin güvenilir bir kişi olduğu, kendisine itimat edilebileceği duygusunu uyandırmak” Oldukça güven veren birisin”

Güvendiği dağlara kar yağmak : Güvendiği kimselerden yardım alamamak, güvendiği bir şeyin işe yaramadığı anlaşılmak” Çok umutlusun, inşallah güvendiğin dağlara kar yağmaz”

Ha babam (ha) : 1. Devamlı olarak, hiç durmadan. 2. Karşısındakinin çabasını, gayretini artırmak için kullanılır” Ha babam ha, az kaldı, bitireceğiz işi”

Ha bire : Durmadan, arka arkaya, sürekli olarak, ara vermeden” Tarlada bir adam ha bire çalışıyordu”

Ha Hoca Ali, ha Ali Hoca : Farklı gibi gösterilen iki şeyin, gerçekte hiçbir değişikliği yoktur, "ikisi de birdir" anlamında kullanılır.

Habbeyi kubbe yapmak : Önemsiz, küçük bir şeyi büyütüp mesele çıkarmak” Söyle ona, habbeyi kubbe yapıp durmasın, ne olmuş çocuk biraz geç kalmış da!"

Haber uçurmak : Çabucak, gizlice haber göndermek” Hemen haber uçurun köye, kaymakam bu gece misafir olacakmış!"

Hacet kalmamak : Gereği olmamak, lüzumu kalmamak” Seni çağırmaya hacet kalmadı”

Hacı ağa : Özellikle büyük kentlerde gereksiz yere çok para harcayan, taşralı bilgisiz zengin” Ne bu israf! Hacı ağa mısın sen?"

Haddi zatında : Aslında” Haddi zatında sen ona hakkını vermemiştin ki!"

Haddine mi düşmüş! : "Onun bunu yapmaya yetkisi yoktur; böyle bir işe nasıl, hangi yetenekle girişir? Bu işi yapması imkansızdır" anlamında kullanılır” Haddine mi düşmüş ki ona söz söyleyebilsin”

Haddini bildirmek : Yetkisi dışındaki işlere karıştığı için sert bir karşılık vererek onu cezalandırmak, yola getirmek, uslandırmak, yetki sınırını bildirmek” Haddini bildirin şu serseme de bir daha onun bunun malına el uzatmasın”

Haddini bilmek : Kendi değer ve yeteneğini bilmek, üstün görmemek, kendi yapabileceği şeylerin ötesine geçmemek” Merak etme sen, o haddini bilen bir çocuktur”

Hafife almak : Küçümsemek, önem vermemek,"Beni hafife alıyorlar ama yanılıyorlar”

Hak getire : "Yoktur, bulunmaz, Allah vermemiştir" anlamında kullanılır” Öyle bir diyardayız ki su ve yiyecek Hak getire”

Hak kazanmak : Davasında haklı olduğu meydan çıkmak, emeğinin karşılığını alabilecek duruma gelmek” Emekliliğe yedi yıl sonra hak kazanacağım”

Hak yolu : Cenab-ı Allahın insanlara kitapları ve peygamberleri ile bildirdiği, dünya hayatında tutmaları gereken yol, yaşama düzeni, doğru ve haklı yol.

Hakkı geçmek : 1. Birisinin payından bir başkası almış olmak. 2. Bir şeyde veya bir kimsede emeği bulunmak” Komşumun çok hakkı geçmiştir bana, onunla mutlaka helalleşmeliyim”

Hakk-ı sükût (sus payı) : Bir konu üzerinde konuşmaması, bildiği şeyi söylememesi karşılığında bir kimseye sağlanan yarar.

Hakkından gelmek : 1. Güç bir işi başarı ile sonuçlandırmak. 2. Öç almak, yenmek veya cezasını vermek” Siz onu bana bırakın, hakkından gelmesini bilirim”

Hakkını helal etmek : Geçen hakkını, emeğini bağışlamak” Annem inşallah hakkını helal eder bana”

Hakkını vermek : 1. Bir şeyin layıkıyla yapılması için ne gerekiyorsa ondan kaçınmamak. 2. Birinin çalışmasını gereğince değerlendirmek, hakkı olan şeyi vermek” Çalıştırdığın kişinin hakkını vermek zorundasın”

Hakkını yemek : Birinin hakkı olan şeyi vermemek, onu kendisine maletmek” Dürüst ol, milletin hakkını yeme, yoksa boğazında kalır”

Halden anlamak : Bir kimsenin içinde bulunduğu zor durumu kavrayarak, anlayıp sezerek hoşgörülü olmak, anlayış göstermek” Dedem halden anlayan birisidir, bize iyi davranacağına eminim”

Hale yola koymak : Düzenlemek, tertiplemek, iyi işler bir duruma getirmek” Hele şu işleri bir hale yola koyalım, o zaman tatilini de düşünürüz”

Hali vakti yerinde : Zengin, oldukça varlıklı, para durumu iyi” Hasan efendiler mi? Hali vakti yerinde insanlardır onlar”

Halis muhlis : Saf, katışıksız, temiz, eksiksiz, içinde yabancı madde bulunmayan” Halis muhlis bir zeytin yağı satarız biz”

Halka verir talkını kendi yutar salkımı : Kendi verdiği öğütlere kendisi uymaz.

Hallaç pamuğu gibi atmak : Bir arada, toplu bulunan şeyleri ya da kimseleri dağıtmak, parçalamak; bu yolla sağa sola, her birini bir yana atmak” Sizin takımı hallaç pamuğu gibi atacağız sahadan”

Halt etmek : Yakışıksız davranmak, uygunsuz bir söz söylemek veya kötü bir şey yapmak” Halt etmişsin, bir de utanmadan anlatıyorsun”

Ham ervah : Çiğ adam; yersiz ve yakışıksız sözleri, davranışları olan kaba kimse.

Hangi dağda kurt öldü? : Kendisinden hiç umulmayan, beklenilmeyen bir kimsenin olumlu davranışı görüldüğünde; "Nasıl oldu da böyle güzel bir iş, bir iyilik yaptı?" anlamında söylenir.

Hangi rüzgar attı? : "Nasıl oldu da gelebildin? Hiç görünmüyordun, sen de gelir miydin?" anlamında, uzun süre bir yerde görünmeyen kimse için kullanılır.

Hangi taşı kaldırsan altından çıkar : 1. Hemen her işte parmağı vardır. 2. Her işten anlar, her işe karışır ya da her işten anladığı izlenimi verir.

Hanım evladı : Nazlı büyütülmüş, zora gelmeyen, çıtkırıldım kimse” Amma hanım evladıymışsın, çekil şuradan ben yaparım”

Hapı yutmak : Kötü bir duruma düşmek, zarar ve ziyana uğramak” Hapı yuttuk desene!"

Har vurup harman savurmak : Hesapsızca, düşüncesizce harcamak; malını, parasını ölçüsüzce, bol bol harcayıp tüketmek.

Haram olmak : Bir şeyden gerektiği gibi yararlanamaz olmak” Senin yüzünü görmek bana haram oldu”

Haram para : Dinî bakımdan yasaklanmış yollardan elde edilen para” Haram parayla ekmek alınmaz”

Haram yemek : Dinî inançlara aykırı olarak kazanç sağlamak, haksız olarak bir şeye el atmak” İnsan ol, haram yemek insana kar getirmez”

Harfi harfine : Tastamam, uygun, tıpatıp, gerçekte olduğu gibi” Söylediklerimi harfi harfine yerine getirdin mi?"

Hasret çekmek : Özlem duymak, epeydir ayrı kaldığı yere ya da kimseye kavuşma isteği içinde olmak” Yıllardır yurdumun hasretini çekiyorum”

Hasret gitmek : Özlediği, sevdiği bir yere ya da kimseye kavuşamadan ölmek.

Hasret kalmak : Özlemini duyduğu şeye uzun zaman kavuşamamak” Hasret kaldım deresine, tepesine..”

Hastası olmak : Bir şeye çok düşkün olmak” Bizim oğlan köpek hastası, hiç kapıdan eksik etmiyor”

Haşir neşir olmak : Aralarında bulunduğu kimselerle kaynaşmak, bir arada bulunup uğraşmak; kimi işlerle ilgilenip durmak” İnsanlarla haşir neşir olmayı sevdiğim söylenemez”

Hatır belası : Sayılan ve sevilen kimse için katlanılan sıkıntı” İnan bu işi hatır belasına yapıyorum”

Hatır gönül tanımamak (bilmemek) : 1. İsterse en sevdiği ve saydığı olsun, gücenmesini göze alarak doğru bildiğini yapmak. 2. Kırıcı davranışlarda bulunmak.

Hatırı kalmak : Gücenmek, kırılmak” Eğlenceye onu da çağıralım ki hatırı kalmasın”

Hatırı sayılır : 1. Önemli, saygı değer, saygın (kimse). 2. Oldukça çok” Babam, hatırı sayılır bir kimsedir”

Hatırından çıkmamak : Sevdiği, saygı duyduğu birinin istediği bir şeyi yapmayı reddedememek, gönlünü kırmaktan çekinmek.

Hava almak : 1. Temiz havalı bir yere çıkarak dolaşmak, dinlenmek, ciğerlere temiz hava çekmek. 2. Eline bir şey geçmemek, umduğunu bulamamak. 3. İçine hava girmek” Haydi, kıra çıkıp da biraz hava alalım”

Hava basmak : 1. Büyüklenmek, kibirlenmek, olduğundan fazla görünmeye çalışmak. 2. Bir şeyin içine hava doldurmak” Amma da hava basıyorsun, onları korkutacağını mı sandın.?"

Hava hoş : Şu ya da bu şekilde olması arasında bir fark olmamak.

Hava parası : Bir yeri tutmak, kiralamak ya da bir şeyi elde etmek için değeri dışında açıktan verilen para” Yeri bize verecekler ama bir milyon lira hava parası istiyorlar”

Havada kalmak : 1. Yüksek bir yerde durmak. 2. Sonuca bağlanamamak. 3. Bir iddia, dayanaksız olduğundan ispat edilememek” Yaptığımız bütün iş havada kaldı”

Havadan sudan konuşmak : Öylesine, gelişigüzel, rastgele konuşmak.

Havanda su dövmek : Bir işle boşuna uğraşmak” Senin yaptığına havanda su dövmek derler,bırak artık şu işle uğraşmayı”

Havsalası almamak : Aklı kabul etmemek” Nasıl yaparsın bana bunu, hala havsalam almıyor”

Hayal kırıklığı : Gerçekleşmesi istenilen veya umulan bir şeyin gerçekleşmemesinden duyulan üzüntü, düş kırıklığı.

Hayal meyal : Belli belirsiz, açık seçik belli olmayan, bulanık (bir şekilde hatırlanan)” O olayı hayal meyal hatırlıyorum”

Hayat memat meselesi : Sonucu çok tehlikeli olan, ölüm kokan bir durum” Artık burada kalamam, iş hayat memat meselesine döndü”

Hayat pahalılığı : Yiyecek, içecek ve giyecek gibi geçim için gerekli olan maddelerin pahalı olması” Hayat pahalılığından herkes şikayetçi olmaya başladı”

Hayatını kazanmak : Çalışıp elde ettiği para ile geçimini sağlamak” Ben iyi ya da kötü hayatımı kazanıyorum, sen kendi işine bak”

Hayatını yaşamak : Canının istediği gibi hayatını sürdürmek” Bana karışmaya hakkınız yok, bırakın beni, artık hayatımı yaşamak istiyorum”

Hayır işlemek : Dine ve insanlığa uygun, iyi davranışlarda bulunmak” Hayır işle ki öbür dünyada kurtuluşa eresin”

Hayır kalmamak : İşe yarar, beğenilecek bir yanı ve tarafı kalmamak” Bu arabalarda hayır kalmamış, yenilerini almamız gerekecek”

Hayır sahibi : İyiliksever, yardımsever kimse” Şu yoksullara uzanacak bir hayır sahibi kalmadı mı acaba?"

Hayırdır inşallah! : 1. Anlatılan bir rüyayı iyiye yormak için söylenir. 2. Şaşma, heyecan ve merak uyandıran durumlar karşısında söylenir.

Hayra yormak : Bir rüya ya da olayı iyi ve yararlı bir durumun işareti görmek.

Hazır bulunmak : 1. Bir yerde kendisi bulunmak, var olmak. 2. Bir yere hemen gidecek, bir şeyi anında yapacak durumda olmak” Yarınki toplantıda sen de hazır bulunmalısın”

Hazıra konmak : Hiçbir emek sarf etmeden, çaba göstermeden başkasının emeği ile ortaya çıkmış olan şeyden yararlanmak” Hazıra konarak yaşamayı kural edinmiş bu adam”

Hazırdan yemek : Yenisini kazanmadan elindekini harcamak” Hemen her gün bir bahane buluyor, çalışmıyor ve hazırdan yiyiyordu”

Helal olsun (Helal ü hoş olsun) : 1. Bunu sana gönül hoşluğu ile veriyorum, hiç pişman değilim, Allah bunu sana bağışladığıma şahit olsun. 2. "Aferin, takdire değer iş yapıyorsun" anlamında kullanılır.

Helal süt emmiş olmak : İyi huylu, doğru yoldan sapmayan, temiz bir kişi” İnanmıyorum onun yaptığına, o helal süt emmiş birisidir”

Hele şükür! : Allaha hamdolsun, beklediğimiz sonuç gerçekleşti.

Hem kel hem fodul : "Bu kadar kusuruna, bu yeteneksizliğine rağmen bir de övünüyor, üstünlük taslıyor" anlamında kullanılır.

Hem nalına hem mıhına (vurmak) : Birbirine zıt olan iki yanı da desteklemek” Ben hem nalına hem de mıhına vuran adamlardan korkarım”

Hem suçlu hem güçlü : Gerçekte kendisi suçlu olduğu halde suç işlememiş gibi davranan ve karşısındakini suçlamaya çalışan kimse.

Hem ziyaret hem ticaret : Bir yeri veya kimseyi ziyarete giden kimsenin, bu görüşmeden yararlanarak başka bir işi de yapması durumunu anlatmak için kullanılır.

Her kafadan bir ses (çıkmak) : Bir konu üzerinde herkesin istediği gibi, rastgele konuşması ve bu konuşmalardan bir sonuç alınamaması” Ortalık kızıştı, her kafadan bir ses çıkmaya başladı, kimin ne dediği anlaşılmaz oldu”

Her telden çalmak : Pek çok konuda bilgi sahibi olmak, içinde bulunduğu ortamın şartlarına göre her çeşit iş yapabilir olmak.

Hesaba (kitaba) gelmez : 1. Beklenmedik, umulmadık. 2. Sayılmayacak kadar çok, pek fazla, sayısız.

Hesaba çekmek : Bir kişiyi, bir makamı yaptığı işler üzerine açıklama ve savunma yapmaya çağırmak” Sakın oraya gitme, seni hesaba çekecekler”

Hesaba dökmek : Bir konu ile ilgili işlemlerin hesabını kağıt üzerinde yapmak.

Hesaba katmak (almak) : Bir işi yaparken ya da yürütürken bir başka şeyi de göz önünde bulundurmak” Hasanı da hesaba katalım, az zorluk çıkarmayacaktır bize”

Hesabı kesmek : Alış verişi ya da ilgiyi kesmek” Dükkan sahibi, uzun zamandır borcunu ödemeyen müşterisinin hesabını kesti”

Hesabını bilmek : Boş yere para harcamamak, tutumlu davranmak” Her ev kadını hesabını bilmek zorundadır”

Hesabını görmek : 1. Alacağını ödeyip ilişkisini kesmek. 2. Cezalandırmak, vücudunu ortadan kaldırmak ya da öldürmek” Çabuk şu adamın hesabını görün!"

Hesap açmak : 1. Hesap defterinde, bir kişiye alış veriş için alacağını borcunu kaydetmek üzere bir yer ayırmak. 2. Bankada, gereğinde çekilmek üzere yatırılan para için işlem yapmak. 3. Birine kredi açmak, birine borçlanma imkanı tanımak.

Hesap etmek : 1. Kazançla gideri karşılaştırıp bir sonuca ulaşmak. 2. Düşünmek, tasarlamak, ayrıntıları gözden geçirip ihtimalleri değerlendirmek” Hesap etmeden sakın işe girişmeyin!"

Hesap görmek : Taraflarca alacakla vereceği karşılaştırıp ödeşmek” Çok uzadı, hesap görmek için ne zaman bir araya geleceğiz?"

Hesap kitap : Düşünüp taşındıktan sonra, hesap sonunda” Hesap kitap, baktım işler kötüye gidiyor; hemen sizi çağırdım”

Hesap sormak : Bir kimseyi kanunsuz, kural dışı, ahlaka aykırı, usulsüz davranış ve sözlerinden ötürü sorgulamak, o kişiden savunma istemek” Size hesap sormak için mutlaka geri döneceğim”

Hesap tutmak : Alış verişle ilgili alacağı ve vereceği bir kağıda ya da deftere yazmak.

Hesap vermek : 1. Herhangi bir davranışının ya da sözünün sebebini açıklamak 2. Bir işin sorumluluğunu üstlenmek” Rahat olun, bu konuda hesap vermek bana düşer”

Hesapsız kitapsız : 1. Sorumsuz, ölçüsüz, tutumsuz. 2. Deftere geçirilmeden, herhangi bir belgeye dayanmadan” Ne hesapsız kitapsız işlerin içine girmişiz de haberimiz yokmuş”

Hesaptan düşmek : Borçtan, alacaktan, hesaptan çıkarıp yok saymak” Elli bin lirayı hesaptan düşmeyi unutmadın inşallah”

Hevesi kursağında kalmak : Çok istediği, imrendiği, kavuşmak dilediği şeyi elde edememek” Pikniğe gitmek istiyorduk, yağmur yağınca hevesimiz kursağımızda kaldı”

Hevesini almak : İmrendiği, çok istediği şeye kavuşup ona doymak.

Heyheyleri tutmak (üstünde) : Çok kızıp sinirlenmek.

Hiç yoktan : Sebepsiz, ortada hiçbir neden yokken” Hiç yoktan adamı dövemezsiniz ya!"

Hiçe saymak : Hiç önem ve değer vermemek.

Hık demiş burnundan düşmüş : "Her durumuyla ona çok benziyor" anlamında kullanılır.

Hık mık etmek : Bir işi yapmamak için bahaneler ileri sürmeye çalışmak, bir soruyu cevaplandırırken net şeyler söylememek” Hık mık edip durma, bu işi eninde sonunda yapacaksın!"

Hır çıkarmak : Kavga, gürültü, patırtı ve olaya sebep olmak” Orada hır çıkarmaya kalkışmayacaksın değil mi?"

Hizaya gelmek : 1. Düz çizgi durumunda dizilmek. 2. Aykırı, yanlış davranışlardan vazgeçmek; doğru yola gelmek, düzelmek.

Hızır gibi yetişmek : Dara düştüğü, çok sıkıştığı, çaresiz kaldığı bir zaman da, beklemediği bir kişi yardımına yetişmek.

Hodri meydan : "Kendine güvenen ortaya çıksın" anlamında kullanılır.

Hop oturup hop kalkmak : Ya heyecanından ya da öfkesinden yerinde duramaz olmak.

Hor görmek (veya bakmak) : Önem vermemek, değersiz saymak, adam yerine koymamak, küçümsemek” Beni, yoksul diye hep hor gördüler”

Hor kullanmak : Özen göstermeden, kabaca, dikkat etmeyerek, hırpalayarak kullanmak” Çok hor kullanmışsınız bu dolabı”

Hora tepmek : 1. Ayaklarını yere vurarak oynamak. 2. Gürültü çıkarmak” Yandaki sınıfta hora tepiyor, ortalığı birbirine katıyorduk ki..”

Hoş beş etmek : Şundan bundan konuşarak sohbet etmek” O iki ihtiyar kadın hoş beş etmek için yaratılmışlar sanki”

Hurdası çıkmak : İşe yaramayacak, kullanılamayacak hale gelmek.

Huyuna suyuna gitmek : İsteklerine, alışkanlıklarına, yapısına göre onu kızdırıp ürkütmeyecek davranışlarda bulunmak.

Huyunu suyunu almak : Onun özelliklerini, davranışlarını ve karakterini yapısına geçirmek.

Huzur vermek : Gönül rahatlığı, iç dirliği vermek; dinlendirmek.

Huzurunu kaçırmak : Huzurunu bozmak, tedirgin ve rahatsız etmek.

Hüd dağı gibi şişmek : Bir hastalık sebebi ile bir tarafı, özellikle de karın tarafı şişmek.

Hüküm giymek : Mahkemece ya da birileri tarafından kendisine ceza verilmek.

Hüküm sürmek : 1. İş başında olmak. 2. Yaygın olmak. 3. Bir şeyin güçlü varlığı sürüp gitmek” Beşinci Kral beş yıl hüküm sürdü”

Hükümet kapısı : Devlet dairesi” Hükümet kapıları halka açık kılınmalıdır”

Hür düşünüş : İstediğini, düşündüğünü baskı altında kalmadan söyleme.

Hüsn-ü kuruntu : İhtimalî bulunmadığı halde güzel bir şeyin olacağını sanma, hayal etme, buna kendini inandırma.

-İ-

İbret almak : Kötü bir olaydan etkilenerek ders almak” Görmesini bilseydi ibret alırdı her halde”



İcabına bakmak : 1. Gereğini yerine getirmek. 2. Yok etmek, ortadan kaldırmak” O adamın icabına bakarız, merak etme sen”

Icığını cıcığını çıkarmak : 1. Her yanını ellemek, didiklemek. 2. Bir meseleyi en ince ayrıntılarına kadar soruşturmak, incelemek” İyice ıcığını cıcığını çıkardınız meselenin”

İç çekmek : Üzüntüyle göğüs geçirmek, derin derin soluk alıp hıçkırıkla ağlamak” Yavrucağın iç çekişi dayanılır gibi değildi”

İç etmek : Eline geçen bir şeyi sahibine bildirmeden kendisine mal etmek, ortadan kaldırıp kimseye göstermemek” Babasına bildirmeden o kadar parayı iç etmiş”

İç gıcıklamak : 1. Huylandırmak. 2. İstek uyandırmak.

İçi açılmak : Sıkıntısı dağılıp gitmek, ferahlamak” Denizi, kuşları, ağaçları seyre dalarım, böylelikle içim açılır, rahatlarım”

İçi cız etmek : Ansızın içi sızlamak, çok üzülmek” O zavallı ihtiyarı birden bire karşımda görünce içim cız etti”

İçi çekmek : Canı arzu etmek, istek duymak.

İçi çıfıt çarşısı : 1. Başkaları için daima art niyet besleyen, içinden türlü kötülükler geçiren. 2. Çok karışık.

İçi dışı bir : İkircikli olmayan, iki yüzlü davranmayan, düşündüğünü açıkça söyleyen, özü sözü bir olan” İçi dışı bir olan insanlara her zaman güvenebiliriz”

İçi dışına çıkmak : 1. Kusmaktan ötürü çok fena olmak. 2. Bindiği taşıtın çok sarsılması yüzünden bedenî rahatsızlık duymak.

İçi erimek : Kaygı duymak, çok üzülmek.

İçi geçmek : 1. İstemediği halde uyuya kalmak. 2. İşe yaramaz duruma gelmek. 3. Yaşlılıktan, zayıflıktan gücü azalmış olmak; hiçbir şeye ilgi duymamak” O artık içi geçmiş bir ihtiyardır”

İçi gitmek : Çok fazla istek duymak” Vitrindeki kızarmış tavuklara içim gidiyordu ama param olmadığı için alıp yiyemiyordum”

İçi içine sığmamak : Çok heyecanlanmak, coşkunluk duymak ve sevincini belli etmekten kendini alamamak” Annemi karşımda görünce ne yapacağımı şaşırdım, içim içime sığmıyordu, koşup boynuna sarıldım”

İçi kabarmak (kalkmak) : 1. Midesi bulanmak. 2. Duygulanıp heyecanlanmak. 3. Taşkın bir ağlama duygusu içinde olmak” Ne berbat bir koku, içimiz kabarmadan kalkalım buradan”

İçi kan ağlamak : İçten, büyük bir üzüntü duymak; dıştan belli etmeyerek çok acımak” Çocuğunun yüzüne bakarken içim kan ağlıyordu”

İçi kazınmak : Çok acıktığından ötürü midesinde eziklik duymak” Sabahtan beri açtı, içi kazınıyor ama belli etmemeye çalışıyordu”

İçi parçalanmak (paralanmak) : Birine acıyarak çok üzülmek” Onun bu halini gördükçe içim parçalanıyor”

İçi rahat etmek : Endişelenecek bir durum bulunmadığını öğrenerek sıkıntıdan kurtulmak, rahatlamak” Ne yapayım, ben anneyim, onlar sağ salim dönerlerse içim rahat edecektir ancak”

İçi sızlamak : Bir şey veya kişinin içine düştüğü durum sebebiyle üzülmek.

İçi titremek : 1. Çok üşümek. 2. Çok istek duymak. 3. Bir zarar gelecek korkusu içinde bulunmak” Hava iyice soğudu, içim titremeye başladı, haydi içeri girelim”

İçi yanmak : 1. Çok susamak. 2. Büyük bir acı sebebiyle çok fazla üzülmek” Sanki yalnız onun içi yanıyordu”

İçinden gülmek : Birisine sezdirmeden içten içe gülmek, eğlenmek.

İçinden okumak : 1. Dudaklarını kıpırdatmadan, hiç ses çıkarmadan okumak. 2. Ses çıkarmadan sövmek, beddua etmek” Hikayeyi şimdi de içinizden okuyacaksınız”

İçinden pazarlıklı : Sinsi, yapacağı kötülükleri sezdirmeyen” Senin gibi içten pazarlıklı adamlarla iş yapmam ben”

İçine atmak : 1. Derdini, sıkıntısını kimseye söylememek. 2. Kendisine yapılan kötülüğe karşı sesini çıkarmamakla beraber, bunu unutmamak” O her şeyi içine atar, bir gün kanser olacak diye korkuyorum”

İçine çekilmek (kapanmak) : Duygularını kimseye açmamak, çevresindeki kişilerle ilişkisini kesmek, yalnızlığa gömülmek” Kardeşinin ölümünden sonra içine çekildi, kimseyle görüşmüyor”

İçine dert olmak : Yapmak istediği bir şeyi yapamadığı için kaygılanıp üzüntü duymak” Hastahanedeki arkadaşımı ziyarete bir türlü gidemedim, bu da içime dert oldu”

İçine doğmak : Malûm olmak, bir işin olduğunu ya da olacağını sezinlemek, tahmin etmek” Onun bize geleceği sanki içime doğmuştu”

İçine işlemek : Duygulanmak, etkilenmek, dokunmak” Babamın o etkili sözleri adeta içime işlemişti sanki”

İçine kurt düşmek : Kuşkulanmak, kendisine zarar geleceğinden şüphe etmek” Tilkiyi civarda dolaşırken gördüğü andan itibaren içine kurt düşmüştü”

İçine sindirmek : Benimsemek, iyice kabul etmek.

İçine sinmemek : 1. İçi rahat etmemek, yaptığı şeyden memnun olmamak. 2. İstediği gibi olmadığı için rahatlık, mutluluk duymamak; tadına varamamak” İşi bitirdim ama hiç de içime sinmedi”

İçine sokacağı gelmek : Birini aşırı ölçüde, çok sevmek.

İçine yedirememek : Benimsememek, kabul edememek.

İçini (bir) kurt yemek : Sürekli olarak bir kaygı içinde olmak.

İçini dökmek : Dertlerini, sıkıntılarını, üzüntülerini anlatmak” Şu koca dünyada içimi dökecek bir insan bulamadım”

İçini kemirmek : Bir üzüntü ve düşünce dolayısıyla rahatsızlık duymak” İçini kemiren bu düşünceden kurtulmak istiyordu”

İçler acısı : Oldukça üzücü, çok acıklı.

İçli dışlı olmak : Teklifsiz, çok samimi, sıkı fıkı, senli benli olmak” Biz Fatmayla iyice içli dışlı olduk”

İçtikleri su ayrı gitmemek : Sıkı fıkı dost, samimi arkadaş olmak; birbirlerinden saklayacakları bir şeyleri bulunmamak.

İdare etmek : 1. Yönetmek, çekip çevirmek. 2. Tutumlu olmak, kullanmak. 3. Elvermek, yetmek, yetişmek, korumak, kurtarmak. 4. Hoş görmek, göz yummak. 5. Örtbas etmek” Bu ayakkabıyı bu fiyata veremem, çünkü idare etmez”


Yüklə 0,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin