Di'l-mürselîn'İ (Kahire 1322) bunlara misal olarak zikredilebilir



Yüklə 1,15 Mb.
səhifə18/25
tarix08.01.2019
ölçüsü1,15 Mb.
#91960
növüYazı
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   25

İMİ M. Yaşar Kandemir

r HAFSA HATUN CAMİİ ~*

Bursa'da XV. yüzyıla ait cami.

Kayan mahallesi Simavlı sokakta yer almaktadır. Kapısının üstündeki Arapça kitabeden anlaşıldığına göre Çelebi Sul­tan Mehmed'in kızı Hafsa Hatun tarafın­dan 847 (1443) yılında inşa ettirilmiştir; vakfiyesi yoktur. Bedreddin Camii adıyla da anıldığından bazı araştırmacılar, Emîr

Sultan'ın ikinci halifesi Bedreddin Mah-mud'un adına yaptırılmış olabileceğini söy­lemektedir (Baykal. s. 128).

Cami, yaniardakiler geniş, ortadaki dar üç sivri kemerli son cemaat mahalliyle içten içe 8,85 x 8,85 m. ölçüsündeki ka­re planlı asıl ibadet mekânından oluşur. 9 m. çapındaki kubbe, zengin silmeli bir kornişle baklavalı bir kuşağa oturtul­muştur. Cephelerde ikisi altta, ikisi üst­te ve biri kubbe kasnağında olmak üzere beşer sivri kemerli pencere bulunmakta, bunlardan alttakilerin mermer söveli, üsttekilerin alçı şebekeli olduğu görül­mektedir. Yanlan kapalı ve yüksek kal­kan duvarlı olan son cemaat mahalli iki yanda aynalı tonoz, ortada yuvarlak to­nozla örtülüdür. Yüksekçe bir çerçeve içine alınmış sade görünümlü alçı mih­rapta tek süsleme, klasik formunu he­men hemen bulmuş olan stalaktitli yaş­maktır. Sekiz sıra stalaktitli kavsaranın yanlarında iki sıra stalaktitli birer takoz bulunmaktadır; mihrabın tamamı yağlı boya ile boyanmıştır. Camiden biraz son­ra yapıldığı sanılan minber de çok sade­dir. Batı yönünde yer alan sekizgen kai­deli minareye son cemaat mahallinden çıkılır. Kaideden silindirik tuğla gövdeye geçiş üçgenler yardımıyla temin edilmiş­tir; şerefe altı dört sıra kirpi saçaklıdır.

Caminin duvar örgüsü iki sıra taş, iki sıra tuğla dizisi şeklindedir. Girişin yer al­dığı üç kemerli son cemaat yeri cephe-

sinde kalkan duvar süsleme uygulanmış bir alan olarak dikkati çeker. Diğerlerine göre daha dar olan orta açıklığın kemeri­nin üzerine rastlayan kısma taş-tuğla Ka­rışımı dikdörtgen bir silme çerçeve otur­tularak bu açıklığa uzaktan bir taçkapı görünümü kazandırılmak istenmiştir. Silme çerçevenin içi, altıgen köfeki taşla­rı arasına yerleştirilen üçgen tuğlalarla elde edilmiş desenle, kalkan duvarın geri kalan kısmı ise yatay tuğla sıraları arası­na zikzak şekilde tuğlalar dizip aralarına dik üçgen taşlar doldurmak suretiyle oluşturulan geometrik motiflerle bezen­miştir. Avlunun Atik sokağa bakan dış duvarında sivri kemerli, kitâbesiz bir çeşme bulunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA :

A. Memduh TUrgut Koyunluoğlu, İznik ve Bur­sa Tarihi, Bursa 1935, s. 166-167; Kâzım Bay-kal. Bursa ve Anıtları, Bursa 1950, s. 128; A. Gabriel. üne capitale turçue: Brousse, Paris 1958, s. 149, İv. LXXI-2; Ayverdi, Osman/t Mi1-mârisi II, s. 279-281; Yıldız Demiriz. Osman/t Mimarisi'nde Süsleme, İstanbul 1979, I, 239-240; Türkiyede Vakıf Abideler oe Eski Eserler, Ankara 1983, [II, 34-35; Bedri Yalman. Bursa, İstanbul 1984, s. 63-64; Afife Batur. -Osmanlı Camilerinde Almaşık Duvar Üzerine", Anado-Ju Sanatı Araştırmaları, sy. 2, İstanbul 1970, s. 157-158. j—|

İMİ Candan Ülkü

r HAFSA HATUN TÜRBESİ ""

Sultan Selim Külliyesi'nin

hazîresinde bulunan

ve günümüzde yalnız

kalıntısı duran türbe

(bk. SULTAN SELİM CAMİİ

ve KÜLLİYESİ).

F HAFSA er-REKÛNÎYYE

Hafsa bintü'l-Hâc er-Rekûniyye (ö. 586/1190)

Gımatalı kadın sair.

L ? J

530 (1135) yılı civarında Gırnata'nın (Gra­nada) güneybatısında, Sierra Nevada dağ­larının eteklerindeki Büşerrât'ta {Alpujar-ras) doğdu. Daha sonra ailesiyle birlikte yerleştikleri Gırnata'da yetişti. Ailesi, Murâbıtlar'ın fetihleri esnasında İspan­ya'ya gelip yerleşen Berberi asıllı bir sü­lâleye mensuptur. Aldığı üstün eğitim onun zengin ve soylu bir aileden geldiğini göstermektedir. Hafsa'nın, Murâbıtlar'-dan, Mağrib-i Aksâ'ya ve Endülüs'e hâ­kim olan Benî Turgut'un Benî Hâc koluna mensup Gırnata Valisi Ali b. Semvîn el-



HAFSA er-REKÛNİYYE

Hâc ile (Lagardere, s. 168-169) yakınlığı­nın bulunması kuvvetle muhtemeldir. Çocukluk ve gençlik yılları. Benî Hûd ve Benî Adhâ'nın kısa süreli istilâları dışında çalkantılara mâruz kalmayan Murâbıt-lar'ın yönetimi altındaki Gırnata'da sükû­net içinde geçti. İlk öğreniminden sonra zamanın Endülüs aristokrasisinin gele­neğine uyarak dil, edebiyat ve özellikle şiirde köklü bir eğitim gördü. Endülüs şehirleri içinde çok sayıda kadın şairiyle tanınan Gırnata'da, Zeyneb el-Vâdîâşiyye ve kız kardeşi Hamdüne ile şehrin kadısı Ebû Bekir Muhammed el-Gassânî'nin kı­zı Nezhûn gibi birçok kadın şair arasın­da, hatta Muvahhidler devrinde yetişmiş diğer bütün kadın şairler içinde geniş kültürü, edebî birikimi ve üstün şiir yete­neği bakımından onun seviyesine çıkabi­len olmamıştır. İbn Dihye'nin, "Hafsa'nın hem şiiri hem de nesri zarifti ve şiirinde âdeta mûsiki hâkimdi" sözü bunu teyit etmektedir {et-Mutrib, s. 10). Nesrinden bugüne herhangi bir şey ulaşmamakla birlikte elde bulunan az miktardaki şiir parçaları bu görüşü kanıtlamaktadır.

Son derece katı bir yönetim anlayışına sahip olan Murâbıtlar devrinde yetişme­sine rağmen Hafsa'nın her zaman ve her yerde kendini ifade edebilen hür ve ce­sur kişiliği, Endülüs İslâm toplumunda kadının konumuna ve hürriyet anlayışına ışık tutması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır. Hafsa'nın şiirlerinde bu anlayışın örneklerini görmek mümkün­dür.

Hafsa güzelliği, zarafeti, aklı ve zekâsı yanında Özellikle şiir sanatındaki üstün yeteneği ve zengin kültürü ile başta dev­let adamları olmak üzere zamanın ileri gelenlerinin dikkatini çekmiştir. 549'da {1154), Gırnata'nın Muvahhidler'in yöne­timine geçtiği günlerde şehrin aristok­rat ailelerinden Benî Saîd'e mensup şair Ebû Ca'fer Ahmed b. Abdülmelik ile gö­rüşmeleri hissî bir alâkaya dönüşmüş, daha sonra Muvahhidler'in veziri olan Ebû Ca'fer onun şiirlerine ilham kaynağı olmuştur. S51 (1156) yılında Muvahhid­ler'in hükümdarı Abdülmü'min'in oğlu Ebû Saîd Osman Gırnata'ya vali olunca zamanın edip ve şairlerini sarayına davet etmiş, bunların arasında yer alan Hafsa'-ya özel bir ilgi, daha sonra da hissî bir ya­kınlık duymuş, Hafsa'yı Rabatta bulunan babası Abdülmü'min'e elçi olarak gön­dermiştir. Hafsa, Ebû Saîd ve babası için kasideler yazmış, bunun üzerine Abdül-mü'min Hafsa'ya Gırnata yakınlarında o zamana kadar tanınmayan bir yer olan

121

HAFSA er-REKÛNİYYE



RequenaVı (Rekûniye, Rukûne, Erkûn) vermiştir. Ebû Saîd Osman'ın Hafsa'ya duyduğu ilgiye karşılık görmediği Hafsa'-nın onun için yazdığı bazı şiirlerden anla­şılmaktadır. Hafsa'nın eldeki şiirlerinin çoğunun Ebû Ca'fer için yazılmış olması ve özellikle Ebû Ca'fer'in, rakibi olan Ebû Saîd tarafından önce hapse atılıp ardın­dan aç bırakılarak ölüme terkedilmesi karşısında hüzün dolu şiir ve mersiyeler kaleme alması onu sevdiğini göstermek­tedir. Hafta, Ebû Ca'fer'in hayatının acıklı bir şekilde sona ermesi üzerine inzivaya çekilmiş, büyük bir hayal kırıklığı içinde acısını şiirlerine gömmüş, ancak şiirleri­nin çoğunu validen çekindiği için neşret-memiştir. Bununla birlikte diğer şiirleri arasında yer yer bu tür mersiye parçala­rına rastlanmaktadır (M. Müntasır er-Rey-sûnî, s. 119-131). Daha sonra teselliyi zühdde bulan ve şiir söylemeyi terkeden Hafsa Gırnata'dan ayrılarak Merakeş'e gitmiş, burada vefatına kadar Muvahhid sultanları ve Abdülmü'min'in oğulları Ya'kûb (Mansûr) ile Yûsuf zamanlarında sarayda prenseslerin eğitim ve öğreti­miyle meşgul olmuştur.

Çağının en üstün kadın şairi kabul edi­len Hafsa'nın [a.g.e., s. 119) şiirleri sade­ce tabiiliği, ahengi ve derin lirizmiyle de­ğil ince ve narin mimarisi ve estetik yet-kinliğiyle de dikkati çeker. Bazıları ironik bir üslûpla yazılmış olan bu şiirlerde işle­nen temalar genellikle aşk, övgü, serze­niş, kıskançlık, ümitsizlik ve hüzündür. Bu nitelikleriyle zamanın müslüman İs­panya'sında hâkim olan romantik hava­yı yansıtmaktadır. Hafsa'nın şiirleri ileri gelenler ve zenginler arasında büyük ilgi görmüştür.

Hafsa-Ebû Ca'fer aşkı, devlet ricali ara­sında geçmesi, ayrıca karşılıklı şiirler ve nazîreler bakımından bir asır önce Endü­lüs Emevî Halifesi MüstekfTnin (Muham-med b. Abdurrahman) kızı Vellâde ile şair İbn Zeydûn arasında yaşanan aşka ben­zetilir. Ancak Vellâde'nin şiirleri aşırı sert ve aşırı yumuşak bir karakter gösterir­ken Hafsa'nınkiler nefsi okşayan bir nite­likte olup daha gerçekçi görünmektedir.

Hafsa er-Rekûniyye'nin hayatı ve şiirle­ri hakkında en kapsamlı çalışma Louis di Giacomo tarafından yapılmış olup (bk. bibi) çeşitli edebiyat ve tarih kitapların­da parçalar halinde bulunan yaklaşık yet­miş beyit tutarındaki şiirleri eserin so­nunda "el-Bekâya'l-mub(al)lasa min eş'â-ri Hafsa" adıyla bir araya getirilmiştir (s. 95-101).

122

BİBLİYOGRAFYA :



Yakut Mu'cemü'l-üdeba', X, 219-227; İs­mail b. Muhammed eş-Şakandl. er-Risâle fi fai.-li'l-Endelüs {Feiâ'ilü'l-Endetüs oe ehtihâ için­de, nşr Salâhaddin el-Müneccid}. Dımaşk 1387/ 1968, s. 56-57; İbn Diriye. el-Mu(rib (nşr, İbra­him el-Ebyârîv.dğr.). Kahire 1954, s. 10; Ali b. Mûsâ el-Endülüsî, Râyâtü'l-mûberrizin ue ğâ-yâtü'l-mümeyyizîn (nşr. M. Rıdvan ed-Dâye), Dımaşk 1987, s. 161 -163; Abdülvâhid el-Merrâ-küşî. el-Mu'cib fi telhisi ahbâri'l-Mağrib (nşr. Saîdel-Uryânv.dğr.), Kahire 1368/1949,s. 197; İbnû'l-Ebbâr. el-Muktedab min kitabi Tuhfetl'l-kâdim (nşr. İbrahim el-Ebyârî), Kahire 1410/ 1989, s. 219; İbn Saîd el-Mağribî, el-Muğrib, Kahire 1953, II, 138-139, 164-166; İbnü'l-Ha-15b, el-lhâta, I, 220, 491-494; Sûyûtî. Nûzhe-tü'l-cütesâ' fi eş'âri'n-nisâ* (nşr. Abdüllatîf Âşûr), Kahire, ts. (Mektebetü'S-Kur'ân), s. 35-38; Makkarî. Nefhu't-tîb, i, 176; III, 218; IV, 171-178, 179, 181, 285; İbn Yemût. Şatrâtü'l-'Arab fi'l-Câhiliyye ue'1-Islâm, Beyrut 1934, s. 215-219; Zeyneb Fevvâz. ed-Dü.rrü'1-menşûr fi (abakâti rabbâti'l-fıudûr. Bulak 1312, s. 165-169; Brockelmann, GAL SuppL, I, 482; A. G. Palencia, Historİa de la titeratura Arâbigo-Es-panola, Madrid 1945; a.e.: Tânhu.'1-fikri'l-En-delüsHtrc. Hüseyin Munis), Kahire 1955, s. 23, 127-128; L. di Giacomo. üne poetesse grena-dine du temps des Almohades: Hafşa bint al-Hâjj, Paris 1949; Zİriklî, el-A'lâm, II, 292; M. Müntasır er-Reysûnî. eş-Ş/Vü'n-neseuî fi'l-En-delûs, Beyrut 1978, s. 109, 119-131; Ömer Fer-ruh, Târîhu'l-edeb, V, 490-493; V. Lagardere, Les Almoraoides, Paris 1989, s. 168-169; Bus-tânî, DM, VII, 117-118; Ch. Pellat. "Hafşa Bint al-Hadjdj". ^(İng.), III, 66.

HU İsmail Durmuş

r HAFSA SULTAN ~*

{ö. 940/1534)

Kanunî Sultan Süleyman'ın annesi.

Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur; elli altı yaşında vefat ettiği bilinmekte, bu­radan 1478 veya 1479 yılında doğmuş ol­duğu sonucuna varılmaktadır. Belgeler­de adının Ayşe. Hafsa bint Abdülmuîn.

Hafsa Sultan'ın Sultan Selim Camii dıs avlusundaki yıkık türbesi - Fatih / İstanbul

baba adının da Abdülmuîn'den başka Ab-dülhay ve Abdurrahman şeklinde geçmesi câriye olarak saraya girdiğini gösterir. Bazı kaynaklarda onu Kırım hanedanına veya Dulkadıroğulları'na bağlama gayre­ti görülürse de bu inandırıcı değildir.

Gençlik yıllarını kocası Yavuz Sultan Se-lim'in sancak beyi olduğu Trabzon'da ge­çirdi ve Şehzade Süleyman'ı i 494 yılında burada dünyaya getirdi. Oğlunun 11. Ba-yezid tarafından 1509'da Kefe valiliğine, daha sonra da Yavuz Sultan Selim tahta geçince Saruhan sancak beyliğine tayin edilmesi üzerine onunla birlikte önce Kı­rım'a, ardından Manisa'ya gitti ve bu­raya yerleşti; ancak Şehzade Süleyman tahta çıkınca onu İstanbul'a aldırdı. Vali­de sultan (mehd-i ulyâ) olarak on üç yıl beş ay yirmi yedi gün yaşayan Hafsa Sul­tan 4 Ramazan 940 (19 Mart 1534) tari­hinde vefat etti ve Sultan Selim Camü'-nin bahçesindeki türbesine gömüldü.

Yerli ve yabancı kaynaklar, Hafsa Sul­tan'ın oğlu Kanunî Sultan Süleyman üze­rinde etkili olduğunu, fakat bunu kötüye kullanmayıp sarayda müsbet mânada ida­reci bir rol oynadığını ve hayatının sonu­na kadar da Hürrem Sultan'ın nüfuz ka-

zanmasını önlemeye çalıştığını yazmak­tadır. Onun Yavuz Sultan Selim'e ve Ka­nunîye gönderdiği bazı mektuplar gü­nümüze ulaşmıştır.

Güzelliği kadar hayır severliğiyle de ta­nınan Hafsa Sultan, yaptırdığı birçok ha­yır müessesesi arasında bilhassa Manisa'­da bir kısmı lS23"te bitirilen cami, med­rese, sıbyan mektebi, hankah, imaret, hamam ve dârüşşifâdan meydana gelen külliyesiyle tanınır. Bunlardan hamam (1538) ve dârüşşifâ (1539) ölümünden sonra Kanunî tarafından onun adına kül­liyeye ilâve edilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA :

M. Çağatay Uluçay - İbrahim Gökçen, Manisa Tarihi, İstanbul 1939, s. 99; M. Çağatay Uluçay, Haremden Mektuplar, İstanbul 1956, s. 74-80; a.mlf., "Kanunî Sultan Süleyman ve Ailesi ile İlgili Bazı Notlar ve Vesikalar", Kanunî Arma­ğanı, Ankara 1970, s. 227-257; a.mlf.. Harem, Ankara 1971, s. 47, 61, 62, 64, 66; a.mlf., Pa-dişahlann Kadınları ve Kızları, Ankara 1980, s. 29-30; Danişmend. Kronoloji, 1İ, 162; Feri­dun M. Emecen. XVI. Asırda Manisa Kazası, Ankara 1989, s. 95-97; L. P. Peirce. Thelmperi-al Harem, New York 1993, s. 52-53, 199-200, 279; Adnan Giz, "Yavuz'un Zevcesi, Kanunî Sultan Süleyman'ın Annesi Hafsa Hatun'un Mektupları", Tarih Dünyası, sy. 2, İstanbul 1952, s. 18, 768-769, 789-790; a.mlf.. "Belge­lere Göre Kanunî Sultan Süleyman'ın Ailesi", Hayat Tarttı Mecmuası, I, İstanbul 1978, s. 19-21; Nihat Yörükoğlu, "Hafsa Sultan'ın Portre­si", Vakıflar Bülteni, İstanbul 1970, s. 90-92; a.mlf.. "Hafta Sultan", TA, XVIII, 315.

İM Ali Haydar Bayat

r HAFSA SULTAN KÜLLİYESİ n

Klasik devir

Osmanlı mimarisinin

Manisa'daki en muhteşem örneği.

Sultaniye Külliyesi adıyla da anılır. Ya­vuz Sultan Selim'in eşi Hafsa Sultan ta­rafından oğlu Şehzade Süleyman'ın (Ka­nuni) Saruhan sancak beyi olarak Mani­sa'da bulunduğu sırada (1513-1520) in­şası başlatılan külliye cami, imaret, med­rese, sıbyan mektebi, hankah, dârüşşifâ ve hamamdan oluşmaktadır. Cami ve ona bağlı binalardan bir bölümü 929'da (1523) tamamlanmış, hamam (945/1538) ve dârüşşifâ ise (946/1539) Hafsa Sul­tan'ın vefatından (1534) sonra Kanunî Sultan Süleyman tarafından külliyeye ilâ­ve edilmiştir. Bu külliye, vakıf defterle­rindeki kayıtlardan anlaşıldığına göre Manisa'nın ovaya doğru genişlemesini sağlayacak bir mevkide, Tîmurtaşoğlu Ali Bey bahçesi denilen yerde, etrafı boş bir alanda yaptırıldığı için civarının iskâ-

nına çalışılmış ve caminin batı yönüne yirmi hâne yerleştirilerek bunlar her tür­lü tekâlif vergilerinden muaf tutulmuş­tu. Zamanla burada bir mahalle oluşa­rak şehrin büyüme yönü belirlenmişti. Hafsa Sultan tarafından külliye İçin dü­zenlenen vakfiye Şaban 929 (Haziran-Temmuz 1523) tarihli olup görevlileri ve gelir kaynaklarını tesbit etmektedir. Bu­nun uygulanışını gösteren 1531 tarihli vakıf Tahrir Defterinde maaşlı personel sayısı 117'yi bulmaktadır. Camide iki imam, bir hatip, dört müezzin ve diğer hizmetliler mevcuttu. Ayrıca imaret kıs­mında düzenli olarak yemek çıkarılıyor­du. Defterdeki kayıtlara göre imaret mutfağının senelik et sarfiyatı 16,627 ki­logram, buğday sarfiyatı ise 91,500 ki­logram idi. Burada yirmi kişi çalışıyordu. Dârülkurrâda dokuz, hankahta ise on üç derviş bulunuyordu. Medresede bir mü­derrisle bunun on talebesi vardı; tale­belere günde 2'şer akçe yevmiye verili­yordu. 1575 tarihli Vakıf Defterinde ca­miin batı yanında bulunan dârüşşifâda görevli personelle ilgili kayıtlara rastlan­maktadır. Buna göre burada baştabip, ikinci tabip, vekilharç, göz hekimi (keh-hâl), cerrah ve yirmi beş kadar da hiz­metli görevliydi (Emecen, s. 95-97).

Şehrin sosyal ve ekonomik tarihinde önemli bir yere sahip olan külliye daha XVI. yüzyılda birtakım olaylarla karşı kar­şıya kaldı. 1559'da buranın silâhlı talebe (suhte) eline geçtiği, vakıf mallarının top­lanmasında bazı suistimaller olduğu, vak­fa ait arazilere müdahale edildiği, İma­rete giden su yollarının harap olup tami-

rine çalışıldığı bilinmektedir (a.g.e., s. 97). Bugün külliyenin imaret ve hankah kısmı mevcut olmayıp harap haldeki di­ğer kısımları. Vakıflar Genel Müdürlü-ğü'nce 1969'da tamamlanan restoras­yon çalışmalarıyla eski durumuna uygun bir hale getirilmiştir.

Cami. Yapı, şehirdeki İvaz Paşa ve Ha-tuniye camileri gibi Edirne'deki Üç Şere-feli Cami'nin plan şemasını vermektedir. Bir sıra kesme taş, üç sıra tuğla ile Örül­müş duvarlar üzerinde basamak şeklin­de yükselen cami, 12,30 m. çapında mer­kezî kubbe ile örtülü harim, daha alçak tutulmuş ikişer küçük kubbeyle örtülü iki yan mekân ve beş gözlü son cemaat yerinden meydana gelmektedir. Payan­dalarla desteklenen yüksek kasnağın ta­şıdığı merkezî kubbe kare prizma gövde üzerine oturmakta ve bina bu haliyle tek kubbeli olduğu intibaını bırakmaktadır. Harim, ortada birer sütun üzerine basan ikişer kemerli açıklıklarla yan mekânla-

HAFSA SULTAN KÜLLİYESİ

ra bağlanmıştır; bütün kubbe geçişleri pandantifler ile sağlanmıştır.

Üzerinde ebced hesabıyla 929 (1523) tarihini veren dört mısralı Arapça sülüs kitabenin yer aldığı kapıdan girilen iç mekân ferah ve aydınlıktır. Kapı zarif ki­tabesi, kıvrık dallı rûmî süslemeleri ve renkli taş bordürleriyle, geç dönemlere ait göz alıcı barok süslemeler arasında asil bir görünüm sergiler. Mermerden yapılmış olan mihrap ve minber oldukça sadedir. Mihrabın iki yanındaki pencere­lerin alınlıklarında görülen lâcivert üzeri­ne beyaz rûmî, hatâyî, rozet, şakayık ve nar çiçeği bezemeli çiniler XVI. yüzyıl için karakteristik olup döneme uygun üslûp gösterirler. Girişin sağında beş direkli ahşap oyma bir hünkâr mahfili bulun­maktadır.

Son cemaat yerinin iki köşesinde yer alan ve sekizgen kürsülere oturan kes­me taştan yapılmış kalınca gövdeli mi­nareler 30'ar m. yüksekliğindedir.

Medrese. Caminin kuzeyine inşa edilen medresenin hücreleri cami avlusunun üç tarafına yerleştirilmiş, böylece avlu or­tak kullanılarak daha sonraki yıllarda Beşiktaş Sinan Paşa. Tbpkapı Kara Ah-med Paşa ve Kadırga Sokullu külliyele­rinde de uygulanan bir cami ve medrese terkibi meydana getirilmiştir. İki katlı dershane alışılmışın dışına çıkılarak ek­sene değil odaların sonuna konulmuş­tur. Avlunun doğu kenarındaki molla hüc­releri aynı ebatta olup kubbe örtülüdür. Kuzey ve batı yönündeki odalar ise çeşitli boyutlardadır ve kubbe veya tonozla ör­tülmüştür. Vakfiyeye göre kırklı payesin­de olduğu anlaşılan medrese daha sonra ellili payesine yükseltilmiştir.

Hamam. Âbidevî bir çifte hamam ola­rak inşa edilen yapı külliyenin kuzeydoğu köşesinde yer alır; kuzey kısmı kadınlar,

güney kısmı ise erkekler için planlanmış­tır. Mukarnaslarla geçilen kubbelerdeki yıldız pencerelerden bol ışık alan her iki hamam da soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve halvetlerden meydana gelir. Sıcaklık bö­lümleri sekizgen formda olup birbirle­rinden bazı detaylarda farklılık gösterir­ler. Her ikisinin de sıcaklık girişinin kar­şısında sivri kemerli bir eyvanla iki hal­vet bulunur. Erkekler kısmındaki yelpaze tromplu halvetin şehzadelere ait olduğu bilinmektedir.

Sıbyan Mektebi. Medrese ile hama­mın arasına inşa edilmiş klasik planda iki kubbeli bir yapıdır. Duvarlar alt kısımlar­da moloz, üst kısımlarda bir sıra kesme taş ve İki sıra tuğla ile örülmüştür. İki odadan meydana gelen mekânların üzer­lerini eşit büyüklükte ve sekizgen kas-naklı iki kubbe örtmektedir. Kubbelere geçiş için mukarnaslı tromplar kullanıl­mıştır.

Dârüşşifâ. Kareye yakın bir planda in­şa edilmiş olan yapı, tamamıyla moloz ve tuğladan örülen duvarlarının işçiliği ve çift sıra kirpi saçaklı, basık kubbeli örtü sistemiyle erken dönem eserlerine ben­zemektedir. Üzerinde sülüs hatla yazıl­mış altı mısralık bir kitabe bulunan basık kemerli ve tuğla alınlıklı cümle kapısın­dan iki devşirme sütuna oturan üç kub­beli revaka girilir. Revakın karşısına ge­len bölüm eyvan şeklinde ele alınmış, toplam on adet olan odaların ikisi reva-kın yanlarına, diğerleri avlunun doğu ve batı kenarlarına yerleştirilmiştir; köşe-lerdekiler Ötekilerden daha büyüktür. Her odanın tuğladan sivri kemerli bir ka­pısı ve dışarıya bakan yine tuğla kemerli ve mermer söveli bir penceresi bulun­maktadır. Vakfiyeden dârüşşifâda bir başhekim, bir cerrah, iki göz hekimi, bir akıl hastalıkları uzmanı, iki eczacı, iki

eczacı yardımcısı, ikisi gececi olmak üze­re dört hastabakıcı, bir İdareci, bir kâtip, iki aşçı ve bir çamaşırcının çalıştığı öğre­nilmektedir. Kalen Sağlık Müzesi olarak kullanılan dârüşşifâ, 1951 yılından beri halka dağıtma şenliklerinin tekrar can-landınldığı ünlü mesir macunu ile Türk tıp tarihinde özel bir yere sahiptir.

İmaret ve Hankah. Ne zaman yıkıldığı tam olarak tesbit edilemeyen aşhane-imaretin caminin batısındaki ağaçlı alan­da yer aldığı ve mutfak, kiler, ahır, odun­luk ve abdesthaneden meydana geldiği bilinmektedir. Yine aynı ağaçlı alanda bu­lunan ve aşırı haraplığı yüzünden 1935 yılında son kalıntıları ortadan kaldırılan hankahm aynı zamanda Tekke Medrese­si ve Dış Medrese adlarıyla da tanınma­sından anlaşıldığına göre sonraları ihti­yaç üzerine medreseye çevrilmiştir. Top­lanan bilgilerden faydalanılarak yapılan restitüsyonda, bir çevre duvarıyla müs­takil hale getirilen yapının ortası havuzlu bir avlunun etrafına dizilmiş, önleri re-vaklı on iki hücre ile bir tevhidhâneden oluştuğu ve revaklar dahil bütün mekân­ların kubbe örtülü olduğu görülmektedir (Konyalı, XIII 11981], s. 491).

BİBLİYOGRAFYA :

M. Çağatay Uluçay - İbrahim Gökçen. Manisa Tarihi, İstanbul 1939, s. 99; İbrahim Gökçen. Manisa Tarihinde Vakıflar oe Hayırlar, İstan­bul 1946, I, 121-131; R. Anhegger, "Moscheen vom Bauschema der Üç Şerefeli Cami in Edir­ne", Zeki Velidi Togan'a Armağan, İstanbul 1950, s. 317-320; Baltacı, Osmanlı Medresele­ri, s. 615; Mustafa Kocaman. Manisa Hafsa Suttan Camii ue Külliyesi (lisans tezi. 1981), İÜ Ed.Fak. Türk İslam Sanatları Kürsüsü; Ali Haydar Bayat, Manisa Mesir Bayramı oe Dâ-rüşşifası, Manisa 1981, s. 27-28; Oktay Asiana-pa, Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1986. s. 151; Feridun M. Emecen. XVI. Asırda Manisa Kazası, Ankara 1989, s. 95-97; Ersal-Neclâ Ya-vi. Manisa, İzmir 1995, s. 87-91, 150-156; İbra­him Hakkı Konyalı, "Kanunî Sultan Süley­man'ın Annesi Hafsa Sultan'ın Vakfıyyesi ve Manisa'daki Hayır Eserleri", VD, VIII (1969), s. 47-56; Nihat YÖrükoğlu. "Manisa'da Hafsa Sultan Hânkahı", a.e., XIII (1981), s. 489-492; Nusret Köklü. "Sultan Camii ve Külliyesi", Manisa, sy. 2, Manisa 1982, s. 9-22; "Manisa", YA VIII, 5610-5611, 5621-5622.

H

Doğan Yavaş



HAFSIYYE ~"

Haricîler'İn Ibâzıyye fırkasına mensup olan

Hafs b. Ebü'l-Mikdâm'ın görüşlerini benimseyenlere verilen ad

(bk. tBÂZTYYE).

L J

HAFSÎLER


İfrîkıye ve

Doğu Cezayir'de hüküm süren

Berberi asıllı bir hanedan

(1228-1574).


Hanedana adını veren Ebû Hafs el-Hintâtî(ö. 571/1175-76), Mağrib-i Aksâ'-daki (Fas-Moritanya) büyük Berberî kabi­lelerinden biri olan Masmûde'nin Hintâ-te koluna mensup olup Muvahhidler'in şeyhi Mehdî b. Tûmert'in davetini kabul ederek yanında yer almış ve onun nez-dinde büyük itibar kazanmıştı. Ebû Hafs'm Mehdî b. Tûmert'i desteklemesi, İslâmi­yet'in Masmûde kabileleri arasında sü­ratle yayılmasına vesile oldu. Muvahhid­ler'in gerçek kurucusu Abdülmü'min b. Ali e!-Kûmî döneminde de f 1130-1163) aynı itibarı gören Ebû Hafs, şûra heyeti­nin başkanlığına ve Mağhb-Endûlüs se­ferine çıkan ordunun kumandanlığına getirildi. Rûmî'nin Ölümünden sonra tah­ta onun çıkarılmasına karar verildiği, an­cak kendisinin Kûmî'nin oğlu lehine çe­kildiği rivayet edilir. Ebû Hafs'm oğulları gerek sağlığında gerekse ölümünden sonra Endülüs, Mağrib ve İfrîkıye'de emîr olarak görev aldılar ve önemli işler yaptılar. Bunlardan Ebû Muhammed Ab­dülvâhid, Muvahhidler'den Muhammed en-Nâsır tarafından İfrîkıye valiliğine ta­yin edildi ve ölümüne (618/1221) kadar on beş yıl Yahya b. Gâniye'nin isyanıyla uğraştı. Abdülvâhid, bu görevi sırasında bölgede yeni bir devletin doğuşuna ze­min hazırlamıştır.

Abdülvâhid b. Ebû Hafs'ın vefatından sonra Muvahhidî Hükümdarı Ebû Ya'küb el-Müstansır tarafından yerine oğlu Ebû Zeyd Abdurrahman getirildiyse de tayi­ninden üç ay sonra azledildi ve Hafsî aile­si takibata alındı. Bu durum Hafsîler'Ie onları destekleyenler üzerinde olumsuz

etki yaptı ve gelişmeler Yahya b. Gâniye'-yi İfrîkıye'de yeniden ayaklanma hususun­da cesaretlendirdi. Bu sırada Muvahhid-ler Devleti'ndeki bölünme ve ortaya çıkan karışıklıklarla Endülüs'te Mürsiye {Mur-cia) valisinin başlattığı isyan üzerine Hü­kümdar Ebû Muhammed Abdullah el-Âdil 1226'da, Ebû Zeyd Abdurrahman'ın iki oğlundan Ebû Muhammed Abdullah'ı İfrîkıye'ye, Ebû Zekeriyyâ Yahya'yı da Kâ-bis'e vali tayin etti. Ancak babasının Mu­vahhidler'den gördüğü fena muameleyi unutmayan Ebû Muhammed Abdullah'ın gizli niyeti İfrîkıye'ye kesin olarak yerleş­mekti. Bir müddet sonra kardeşi Ebû Zekeriyyâ Tunus üzerine yürüdü ve 24 Receb 625 (29 Haziran 1228) tarihinde şehre girip Ebû Muhammed Abdullah'ı oradan uzaklaştırmak suretiyle İfrîkıye'-nin tamamına hâkim oldu. Muvahhid Hükümdarı Ebü'1-Alâ İdrîs el-Me'mûn, Ebû Zekeriyyâ'nın kendisine sadık kaldı­ğını sanarak ona yardım etti ve emrinde çalışmak üzere adamlar gönderdi. Fakat Ebû Zekeriyyâ, 627 yılı başında (Aralık 1229) İdrîs el-Me'mûn'un inançlarının Ehl-i sünnet'e ters düştüğünü ileri süre­rek Muvahhidler'le irtibatını koparıp on­lar adına hutbe okunmasına son verdi ve "emîr" unvanıyla bağımsızlığını ilân ede­rek Hafsî hanedanının gerçek kurucusu oldu. Hemen arkasından İfrîkıye'nin sı­nırlarını genişletmek amacıyla Kosantîne (Kostantme) ve Bicâye'yi zaptetti (628/ 1230-31); daha sonra da Yahya b. Gâni­ye'nin elinde bulunan Kosantîne'nin gü­neyindeki toprakları ele geçirip onu orta­dan kaldırdı (631/1233-34) ve böylece İfrîkıye'nin yegâne hâkimi durumuna geldi.


Yüklə 1,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin