Hâfız-ı Acem, ilmî yönünden başka çok süratli yazı yazan bir hattat olarak da
şöhret yapmıştır. Daha İran'da iken Yâ-küt tarzında sülüs ve nesihi elde etmiş, Osmanlı ülkesine gelince de hayatının son yıllarını yaşamakta olan Şeyh Hamdullah'a yetişerek onun yanında sanatını daha da ilerletmiştir. Kendi el yazısı ile olan eserlerinden ve yaptığı istinsahlardan zamanımıza gelebilmiş örneklerde Yâkût ve Şeyh Hamdullah üslûbu kolayca belli olur.
Eserleri. 1. Hâşiyetü Şerhİ'l-Vikâye li-Şadri'ş-şerica. Sadrüşşerîa es-Sânî lakabı ile tanınan Hanefî fıkıh âlimi Ubey-dullah b. Mes'ûd el-Mahbûbî"nin, Tâcüş-şerîa lakabı İle mâruf dedesi Mahmud b. Ahmed el-Mahbûbî'nin kendisi için yazdığı Vi/fâyerü'r-rivöye fî me$âWl-Hi-dâye adındaki fıkha dair kitabına Şer-hu'î-Vikâye adlı, aynı zamanda kendi adına izafeten de Şadrü 'ş-şerîh diye tanınan eseri üzerindeki bu haşiyesi, Hâfız-ı Acem'in fıkıh sahasındaki derin bilgisini ortaya koyan ilk teliflerindendir [Keşfü'z-zunün, II, 2023; Flügel, Kasfal-Zunün Lexİ-con Bibliographicum et encyclopaedicum, VI. 462-463). 2. Haşiye hlâ Şerhi'1-Miş-bâtı. Sirâceddin Ebû Ya'küb es-SekkâkT-nin Miîtâhu'l-'uîûm adlı eserinin belagat ilmine dair üçüncü kısmına Seyyid Şerîf el-Cürcânî'nin el-Mişbâh adıyla yaptığı şerhe haşiyedir. Taşköprizâde, onun bu çetin işi beş ay gibi kısa bir zaman içinde tamamlayarak eserini ortaya koyduğunu özellikle belirtir (Keşfü'z-zunûn, II, 1763, 1766; Flügel, VI, 21-22). Cürcânî"-den, kendi el yazısı güzel bir ta'likie 918 Rebîülevveli başlarında (Mayıs 1512 ortaları) istinsah ettiği metnin kenarına ta'li-kat olarak İşlediği müsvedde mahiyetindeki nüshası Köprülü Kütüphanesi'nde-dir (Köprülüzâde Mehmed Paşa, nr. 1439; ayrıca bk. Köprülü Kütüphanesi Yazmalar Katalogu, II, 140). 3. Haşiye ülâ Şerhi Miftâhi'l-hılûm. Doğrudan doğruya Sek-kâkfnin Miftâhu'l-'ulûm'unun üçüncü kısmının metni üzerinde Hâfız-ı Acem'in çeşitli açıklamalar yaptığı bir telifidir. Yine Taşköprizâde'nin belirttiğine göre bu eseri de on beş gün gibi çok kısa bir zamanda meydana getirmiştir, laşköpri-zâde, Cürcânî'nin şerhine yaptığı haşiyeden farkını belirtmek için bunu "Sekkâ-kî'nin metnine haşiye" diye kaydeder. Müellifin Vezîriâzam Koca Mustafa Paşa adına kaleme aldığı kitabın bir nüshası onun diğer bazı eserleriyle birlikte Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ndedir (Veliyyüd-din Efendi, nr. 3264, vr. lb-61b). 4. Haşiye hlâ Şerhi'l-Mevâkıf. Hâfız-ı Acem, Seyyid Şerîf el-Cürcânî"nin kelâm ilminin en
seçkin eserlerinden biri olan Şerhu'1-Me-vâkif inin anlaşılması güç bazı kısımlarına yaptığı bu haşiyeyi Sultan II. Bayezid adına kaleme almıştır. Bursalı Mehmed Tâhir {Osmanlı Müellifleri, I, 275) eseri Ferhad Paşa adına yazılmış gösterir {Keş-fü'z-zunûn, 11, 1892; Flügel, VI, 238). Ta'lik yazı ile kendi elinden çıkma bir nüshası Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesi'n-de olup (Hacı Selim Ağa, nr. 607) TaTıka hlâ baczı mevâziH'l-Mevâkü ii'l-ke-îâm başlığını taşıyan bir nüshası da Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ndedir (Veliy-yüddin Efendi, nr. 3264. vr. 62b-93b; ayrıca bk. HediyyetûV'arifin, 11, 243). 5. Risale iî taşvîri'l-heyûiâ. Kelâm ilminin bahisleri İçine de giren "maddenin cevheri" (mattere premiöre), yani varlıkların ilk maddesi konusunu "mertebe" adını verdiği üç kademe içinde metodik bir şekilde işleyen felsefî bir eserdir. Birinci mertebede heyûlâ kavramı ve bununla ilgili delillerin ispatı ele alınmakta, ikincisinde mü-tekaddimîn ile müteahhirînin ortaya koydukları görüşler ve bunların münakaşasına geçilmekte, son mertebede ise Hâfız-ı Acem konu üzerinde kendi düşünce ve görüşlerini açıklamaktadır. Müellifin ilmî liyakatini ispat eden bu eseri onu büyük âlimler safına geçirmiş, müderrislikte payesinin birinci derecedeki medreselere yükseliş yolunu açmıştır. Eserin kendi el yazısı ile ve oğlu Ebül'ûlâ'-nın istishâb kaydını taşıyan nüshası Sü-leymaniye Kütüphanesi'ndedir (Lâleli, nr. 2513) {Keşfü'z-zunûn, I, 901; Flügel, III. 4158). 6. Mutıâkemâtü't-Tecnd. Nasî-rüddîn-i Tûsînin, yaygın ismi Tecridü'l-hkâ'id olan Tecrîdü'l-keîâm adlı ese-
rine haşiyedir. Taşköprizâde'nin el-Mu-hâkemâtü't-Tecrîdiyye, Mecdî'nin Mu-hâkemâtün Tecrîdiyye şeklinde kaydettiği eserin adını Bağdatlı İsmail Paşa Muhâkemâtü'l-ferîd fî Hâşiyeti't-Tec-rîd olarak verir. Burada Hâfız-ı Acem, Tûsfnin eserine red ve itirazda bulunmuş olan şerh ve haşiye üstadı konumundaki meşhur birçok müellife karşı, arada en küçük noktayı kaçırmamacasına red ve itirazlarını belirterek kelâm ilminin çeşitli konularını ele alır {Keşfü'z-zunûn, 1,351; FlOgel, II, 203; V, 416; Mecdî. s. 450). 7. Medînetü'1-Hlm. Sekiz bab üzerine tertip ettiği eserin her bir babını, fıkhın temel kitaplarından el-Hidâye sahibi Burhâneddin el-Merginânî, tefsirden ei-Keşşöf müellifi Zemahşerî, Beyzâvî, Tef-tâzânî ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî gibi sekiz büyük otoriteden birine ayırarak onlara olan itiraz ve tenkitlerini açıklar {Keşfü'z-zunûn, II, 1645; Flügel, V, 478; Mecdî, s. 450). Âşık Çelebi eserin ismini Medâ-yinü'l'
ulûm'u tarzında bir ilimler ansiklopedi-sidir. Eserin mûsikiye ait bölümü, müzik tarihçisi Kiesevvetter'in İslâmî Doğu mûsikisi için kullandığı kaynaklar arasındadır (Die Musik der Amber, Leipzig 1842, s. 17; Keşfü'z-zunûn, II, 1304; Flügel, IV, 483). 11. es-Seb'atü's-seyyâre. İlm-i hey'et ve nücûma dairdir. Bursalı Meh-med Tâhir {Osmanlı Müellifleri, I, 245) eserin adını. Molla LutfTnin buna yakın bir ad taşıyan ve Hâfız-ı Acem'in Medî-ne/ü'i-ti7m'indeyeryer adı geçen (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr 3264, vr. 94b-96a) eseriyle karıştırdığından yanlış olarak es-Seb\ı'ş-şidâd şeklinde göstermiştir {Keşfü'z-zunûn, II, 976; Flügel, III, 577; Hediyyetü'l-'ârifın, II, 243). 12. Nuktatü'l-Vm {Keşfü'z-zunûn, II, 1975; Flügel, vı, 380). Flügel'in okuyuşu ile eserin ismi Noktatü'l-hlem'ûir. 13. Risale fî mes'eleti'l-ikrâr bi'd-deyn. Bu başlıktan başka zahriyesine Risale fi'1-uşûl adı da konulmuş olan bu küçük risalede borcun borçlu tarafından ikrarı meselesi fıkıh ve usulü yönünden metodik bir şekilde işlenmektedir. Hâfız-ı Acem'in Veziriazam İbrahim Paşa'ya ithaf ettiği ve eş-Şekfâk ile Keşfü'z-zunûn da adı geçmeyen bu küçük risalenin Taşköpri-zâde Ahmed Kemâleddin eliyle istinsah edilen ve onun oğlu Taşköprizâde İbrahim'in vakıf mührünü taşıyan nüshası Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ndedir (Veliyyüddin Efendi, nr. 950). 14. Dâ*iretü'l-Hindiy-yeti'l-vâkıh fî Şerhi'l-Vikâye. Hey'etle ilgili bir risaledir (Süleymaniye Ktp., Serez, nr. 3933, vr. 60b-663). Tarihe ve geçmişin büyük şahsiyetleri etrafındaki menkıbelere büyük vukufu. Arap. Fars ve Türk edebiyatlarına ait şiirlerden hafızasında zengin bir bilgi serveti olduğu kaydedilen Hâfız-ı Acem'in bu ilmî teliflerinin dışında eş-Şekâ'ik'te yer verilmemiş şu eserleri vardır; bunlar ilkin Âşık Çelebi tarafından belirtilmiş, Mecdî de Şekâik Ter-cümesfne bunların adlarını ondan naklen ilâve etmiştir: 15. Nefsetü'l-masdûr. Âşık Çelebi'nin açıkladığına göre Hâfız-ı Acem'in başından geçen tuhaf bir gönül macerasını hikâye eden eserdir. Âşık Çelebi bunun, o zamana kadar aşk vadisinde yazılmış eserler içinde benzeri nâdir görülebilecek bir özellikte olduğunu ifade etmektedir {Keşfü'z-zunûn, II, 1966; Flügel, VI, 365-366). 16. Zafernâme Tercümesi. Şerefeddin Ali Yezdî'nin Timur hakkında çok sanatlı bir üslûpla yazdığı Farsça eserinin Türkçe'ye tercümesidir. Âşık Çelebi'nin. adını Tevârîh-i Timur
HÂFIZ-l ACEM
diye gösterdiği tercümeyi Mecdî Timur-nâme olarak zikreder. Kâtib Çelebi onu hem Târîh-i Timur hem de Zafernâme adıyla kaydeder {Keşfü'z-zunûn, I, 289-290; II, 1120; Flügel. II. 122-123; IV, 176). 17. Menâkıb-ı Ali bin Ebî Tâlib. Âşık Çelebi, Hz. Ali'nin menkıbelerini bir araya getirdiğinden bahsettiği eserin adını Hz. Ali'nin unvanlarından biri olan Ebû Türâb'a izafeten Şâhnâme-i Ebû Turâ-bî olarak verir. Eseri zikreden Kâtib Çelebi İse böyle bir ad kaydetmez {Keşfü'z-zunûn, II, 1844; Flügel. VI, 156). BİBLİYOGRAFYA :
Sehî, Tezkire, s. 45; Taşköprizâde. eş-ŞekâHk, s. 449-451 (Ömer Faruk Akün'ün özel kütüphanesindeki derkenar ilaveli yazma nüsha, vr. !68b-169b); Küçük Nişancı Mehmed Paşa. Târîh-i /Vi-şanct Mehmed Paşa, İstanbul 1279, s. 309; Âşık Çelebi. Meşâİrü'ş-şuarâ, vr. 64°", 96", 202"; Latîfî, Tezkire, s. 125; Mecdî. Şekâik Tercümesi, s. 449-451; Beyânî. Tezkire, İÜ Ktp.. TY, nr. 2568, vr. 22b; Âlî. Künhü'İ-ahbâr, Süleymaniye Ktp., Fâtih. nr. 4225, vr. 332"; Kınalızâde. Tezkire, i, 276-277; Kafrâde Fâizî, ZHbdetü'l-eş'âr, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1877, vr. 23" (eserin nüshalarından bazısında Hâfız-ı Acem maddesi yoktur); Riyâzî, Tezkire, Muruosmaniye Ktp., nr. 3724, vr. 50ab; Abdüllatff b. Muharrv-med Riyâzîzâde. Esmâ'ü.'t-kütûbi'1-mütem-mim li-Keşfı'z-zunûn (nşr. Muhammed Altûn-cî). Kuveyt 1975, s. 280-281; Gazzî, el-Keuâ-kibü's-sâ'ire, II, 26-27; İbnü'l-İmâd. Şezerat, Beyrut 1993, X, 457-458 (XI./XVU. asırda telif edilen bu son üç Arapça eserde Hâfız-ı Acem'le ilgili bilgiler, Taşköprizâde'den ona herhangi bir şey ilâve etmeyen değişik ölçüde birer nakil ve özetten ibarettir); Müstakimzâde,ru/ıfe s. 381; a.mlf., Mecelletü'n-nisab, Süleymaniye Ktp., Hâtet Efendi Eki, nr. 628, vr. 179»; Mehmed Tev-fik. Ka/îte-i Şuarâ, İstanbul 1291, s. 115; Kâmû-sü'i-â'lâm (1308), III, 1914; Faik Reşad, Eslâf, İstanbul 1311, 1,69-72; Sicili-i Osmânİ(\3\\\,
II, 97; Osmanlı Müellifleri [ 1333), I, 275; Hüseyin Hüsâmeddin, Amasya Tarihi, İstanbul 1927,
III, 246; HediyyetûVâripn, II, 243; Ziriklî, et-Aılâm{\955, 2. bs.),VI, 232; Dihhudâ.Luğatna-me, XI, 130; Kehhâle. Mu'cemü'i-mü'elUrın, VIII, 272; el-Kâmûsü'l-lstâmî, II, 17 (bu son üç eserdeki Hâfız-ı Acem maddesi Taşköprizâde'nin kısa bir özetinden ibarettir); Baltacı, Osmanlı Medreseleri, s. 159, 181, 328, 392, 477; Mehmed Çavuşoğlu, "Kanunî Devrinin Sonuna Kadar Anadolu'da Nevâyî Tesiri Üzerine Notlar", Atsız Armağanı, İstanbul 1976, s. 81-82; Turgut Karacan, "Hâfız-ı Acem". TDEA, 1981,
IV, 17 fbu madde, çok yetersiz oluşu bir yana. ] 55]'de ölen Hâfız-ı Acem'in, 1566'da tahta çıkan II. Selim devrinin şairi olarakgösterilmesi ve Merzifon'da onunla görüştürülmesi, eserlerinin bütünü ile tavsifi yolunda Âşık Çelebi'nin, "mâ lem-yekün âmiyyen şarkiyyen velâ vahşiy-yen gariben." ibaresini, son kelimenin "garbiy-yen" diye yanlış okunarak "her İlimden bahseden ilgi çekici bir eserinin adı" olarakgösterilmesi gibi fahiş hatalarla yüklüdür).
ffil Ömer Faruk Akün
83
HAFIZ AHMED PASA
F HAFIZ AHMED PAŞA
(ö. 1041/1632)
Osmanlı sadrazamı.
L J
Muhtemelen 971 (1564) yılında doğdu. Filibeli bir müezzinin oğludur. Babasının mesleğine izafetle Müezzinzâde diye de anılır. Küçük yaşlarda hıfzını tamamladı. On beş yaşında iken İstanbul'a gitti ve I. Ahmed zamanında sesinin güzelliği farkedilerek Enderun'a alındı. Şair tabiatı sayesinde kısa sürede burada padişah musahipliğine kadar yükseldi. 22 Şevval 1016'da (9 Şubat 1608) doğancıbaşılıktan kaptan-ı deryalığa getirildi. 1017de (1608-1609) İskenderiye'den Mısır irsaliyesini getirirken bir kısım gemileri Venedikli-İer'in eline geçti. Mısır dönüşü Tersâne-i Âmire'de donanma İşleriyle uğraştı; ancak Şubat 1609'da görevden alındı, yerine Kayserili Halil Paşa getirildi. Aynı yılın nisanında Şam beylerbeyiliğine tayin edildi. Şam'a giderken önce Akşehir'deki, ardından da Külek Kalesi'ndeki eşkıyayı dağıttı ve 14 Temmuz 1609'da Şam'a girdi. Bu görevi esnasında Havran civarındaki eşkıyayı sindirdi. 1610yılında İran seferine çıkan Vezîriâzam Kuyucu Murad Pa-şa'nın yanında yer aldı ve ordu ile birlikte Tebriz'e kadar gitti. Fakat kış mevsiminin yaklaşması üzerine tekrar Şam'a döndü. Daha sonra aldığı takviye kuvvetlerle Ma'noğlu Fahreddin üzerine yürüdüyse de Deyrülkamer'i ele geçiremedi; ancak Dür-zî topluluklarının önemli bir kısmını itaat altına almayı başardı. 1618'de Erzurum beylerbeyiliğine getirilmesi Dürzîler'e karşı giriştiği harekâtın yarım kalmasına sebep oldu.
İL Osman zamanında vezirlikle Diyar-bekir beylerbeyiliğine tayin edilen Hafız Ahmed Paşa 1622 yılı içinde padişah tarafından İstanbul'a çağrıldı. Maltepe'ye geldiğinde İstanbul'da II. Osman'a karşı büyük bir ayaklanma başlamıştı. Olayın faillerinden Sadrazam Kara Dâvud Paşa1-nın kendisini İstanbul'a sokmaması üzerine Diyarbekir'e dönen Hafız Ahmed Pa-şa'nın, 11. Osman'ın intikamını almak için Erzurum Valisi Abaza Paşa ile gizlice haberleştiği, yakın adamlarından olup o sırada Diyarbekir defterdarlığında bulunan tarihçi Peçuylu İbrahim'den öğrenilmekte, ancak Abaza Paşa'nın hedefini doğrudan Osmanlı hükümetine yöneltmesi üzerine onu yalnız bıraktığı anlaşılmaktadır (Târih. II, 391 vd.).
Bekir Subaşı, Bağdat beylerbeyiliği kendisine verilmediği için, hükümet tarafın-
84
dan Bağdat beylerbeyi olarak tayin edilen Süleyman Paşa'yı şehre sokmayınca Hafız Ahmed Paşa Bağdat üzerine gönderildi. Çeşitli eyaletlerin askerlerinden oluşan orduya serdar olan Ahmed Paşa, Süleyman Paşa'yı Bağdat'a vali yapabilmek amacıyla bu şehre yürümenin uygun olmayacağını belirtip Bağdat'ın geçici olarak Bekir Subaşı'ya verilmesini hükümete arzettiyse de bunun kabul edilmemesi ve ikinci bir fermanın gelmesi üzerine Musul'a doğru yola çıktı. 1622 yazını emrine verilen kuvvetlerin burada toplanmasını sağlamak için Musul'da geçirdi. Bu arada mevcut kuvvetinin yeterli olmadığını ileri sürerek bu seferden vazgeçilmesi yolunda bir teşebbüste daha bulundu. Kapı Kethüdası Cafer Ağa'-nın gönderdiği mektuplardan, hakkında Bekir Subaşı'dan rüşvet aldığı için Bağdat üzerine yürümediği şeklinde dedikodular dolaştığını öğrenince Bağdat'a yürüyüşünü sürdürdü; fakat gönderdiği öncü kuvvetler. Bekir Subaşı'nın yolladığı Osman Kethüda kuvvetleri karşısında başarılı olamadı. Hafız Ahmed Paşa bunun üzerine hızla yetişip savaşa müdahale ederek karşı tarafa büyük zayiat verdirdi. Bu başarısından sonra Bağdat'ı Kuşlar Kalesi tarafından muhasara etmek için Dicle'yi geçip İmammûsâ mevkiinde yer aldı. Bekir Subaşı ise şehrin abluka altına alındığını görünce bir yandan İran Safevî Hükümdarı Şah Abbas'tan yardım isterken öte yandan da Hafız Ahmed Paşa'ya başvurarak Bağdat valiliğinin kendisine verilmesi ricasını tekrarladı. Bunun üzerine Ahmed Paşa, Şah Abbas tarafından gönderilen Hemedan Valisi Safî Kulı Han'ın Bağdat'a yaklaştığını haber alınca şehrin
İranlılar'ın eline geçmesine engel olmak için Bekir Subaşı'nın tayin emrini yazdı ve kendisinden her türlü tehlikeye karşı Bağdat'ı korumasını istedi. Bekir Subaşı'nın cevabî teşekkür mektubunu aldıktan sonra şehrin gereği gibi savunulacağına kanaat getirerek Musul'a hareket etti. Daha sonra Bekir Subaşı'nın Bağdat'ı İran kuvvetlerine karşı iyi bir şekilde müdafaa ettiğini öğrendi ve Musul'dan ona erzak göndermekle kalmayıp Musul Beylerbeyi Kör Hüseyin Paşa'yı Bağdat'a yardım için yolladı. Fakat Hüseyin Paşa Karçıgay Han'ın tuzağına düşerek hayatını kaybetti. Onun öldürüldüğünü öğrenen Hafız Ahmed Paşa, Bekir Subaşı'nın ısrarlı yardım taleplerini karşılamak için yeterli kuvvete sahip olmadığından iki ay Mardin'de kalarak Sadrazam Kemankeş Ali Paşa'dan gelecek cevabı bekledi. Ancak İstanbul'dan herhangi bir cevap gelmediği gibi Bekir Subaşı'nın oğlu Derviş Mehmed'in ihaneti yüzünden Bağdat'ın İranlılar'ın eline düştüğü haberini aldı. Ayrıca Bağdat'ın düşmesinden sonra serbest kalan İran kuvvetleri karşısında Hafız Ahmed Paşa zayıf duruma düştü; Kerkük ve Musul şahın kumandanlarından Kasım Han tarafından zaptedildi. Ahmed Paşa bunun üzerine Diyarbekir'i tahkim etmek için Dağ-kapısı ile Rumkapısı arasındaki hisarı üç ay içinde tamamlattı. Kış ayları esnasında sadrazamdan aldığı emri yerine getirerek kumandanlarından Küçük Ahmed Ağa vasıtasıyla Musul'u Kasım Han'dan geri almayı başardı.
Abaza Paşa üzerine yaptığı başarılı harekâttan sonra Tokat'ta dinlenmeye çekilen yeni Sadrazam Çerkez Mehmed Paşa 28 Ocak 1625'te ansızın vefat edince Hafız Ahmed Paşa sadrazamlığa getirildi. Bu tayinde yeniçeri ağası Hüsrev Ağa ile Defterdar Baki Paşa'nın büyük rolleri olmuştu. Ardından Bağdat seraskerliğiy-le görevlendirilen Hafız Ahmed Paşa karargâhını Çermik sahrasına kurdu. Burada bir yandan kuvvetlerinin toplanmasını beklerken bir yandan da erzak tedari-kiyle meşgul oluyordu. Bu sırada Gürcü hâkimi Magrav'dan gelen bir mektupta kendisinin Gürcistan'a gelmesi halinde Karabağ, Gence ve Şirvan'ın itaat edeceği bildiriliyordu. Ancak Ahmed Paşa. Bağdat seferiyle görevlendirildiğini göz önünde tutarak Gürcistan'a Batum Beylerbeyi Ömer Paşa kumandasında bir miktar yeniçeri göndermekle yetindi.
Hafız Ahmed Paşa, bir süre Çermik sahrasında kaldıktan sonra eylül başlarında oradan hareketle önce Musul'a, ardın-
dan Kerkük'e vardı (1625). Burada yapılan istişarede topların azlığını hesaba katarak önce Derne ve Derteng boğazlarını tutup daha sonra Bağdat üzerine gitmeyi teklif ettiyse de bu fikri kabul görmedi. Bunun üzerine 13 Kasım 162S"te Bağdat'ı kuşattı. Hafız Ahmed Paşa askeri cesaretlendirmek için bizzat siperlere giriyor ve atılan lağımları denetliyordu. Kuşatmanın yetmiş ikinci günü patlatılan bir lağımın açtığı gedikten askerler Bağdat'a girdilerse de müdafıler tarafından kısa sürede püskürtüldüler. Öte yandan Şah Abbas'ın kuvvetleri Şat Suyu'ndan Osmanlı ordusuna getirilmekte olan erzakın yolunu kesince Osmanlı birlikleri çok zor duruma düştü. Kuşatma yine de devam etti; ancak şahın ordusunun 7 Hazi-ran'da yaptığı hücumda Osmanlı kuvvetleri büyük kayıplara uğradı. Buna rağmen Hafız Ahmed Paşa muhasarayı kaldırmadı. Hatta bazı tâvizlerle Bağdat'ı ele geçirmek üzere iken askerleri yiyecekleri kalmadığını bahane ederek onu kuşatmayı kaldırmaya mecbur ettiler. Sonucun böyle olmasında Hafız Ahmed Paşa'nın, maiyetindeki kimselerin fikirlerine gereğinden fazla önem vermesinin ve sıcaklar yüzünden askerlerin büyük bir kısmının hummaya yakalanmasının da etkisi olmuştur.
Hafız Ahmed Paşa, Bağdat'tan ayrıldıktan sonra Şah Abbas'ın hücumunu başarıyla püskürtüp önce Musul'a, oradan da Diyarbekir'e gitti ve kışı Halep'te geçirdi. O sırada IV. Murad'dan gelen bir hatt-ı hümâyunda, gayretlerinin takdir edildiği belirtildikten sonra kendisinden gelecek yıl Bağdat üzerine yapılacak sefer için hazırlıklara başlaması isteniyordu. Fakat birkaç ay sonra 12 Rebîülevveİ 1036'da (1 Aralık 1626) görevinden alındı. Bunun üzerine İstanbul'a gelen Ahmed Paşa padişahın kız kardeşi Ayşe Sul-
tan'la evlendi. Rütbesi önce ikinci vezirliğe, ardından üçüncü vezirliğe düşürül-düyse de 29 Rebîülevveİ 1041 (25 Ekim 1631) tarihinde Hüsrev Paşa'nın yerine ikinci defa sadrazamlığa getirildi. Ancak bu defaki sadâreti çok kısa sürdü. Zira sadâret kaymakamı Topal Recep Paşa, askerin Hüsrev Paşa'ya olan sevgisini istismar ederek yeniçerilerin Atmeydanf n-da toplanmasını ve Hafız Ahmed Paşa'nın kendilerine teslim edilmesini istemelerini sağlamıştı. Ahmed Paşa bunun üzerine padişahın huzuruna çıkmak istemiş fakat zorbaların hücumuna uğrayarak yaralanmıştı. Yaralı olarak huzura çıkıp sadâret mührünü IV. Murad'a teslim eden Hafız Ahmed Paşa padişahtan izin alarak Üsküdar'a geçmek istedi ve Yalı Köşkü'n-de bir kayığa bindi. Fakat eski sadrazamının hayatının tehlikede olduğunu anlayan IV. Murad onu geri çağırttı. Bir süre Bâbüssaâde'de padişahla konuşan Hafız Ahmed Paşa askerin yatışmayacağı, hatta sonunda işin IV. Murad'ın tahttan indirilmesine kadar gidebileceği endişesiyle askerin ortasına atıldı ve dövüşe dövüşe öldü (!9Receb 1041/10 Şubat 1632); vasiyeti üzerine Üsküdar'da Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.
İlk sadrazamlığı on bir ay, ikincisi üç buçuk ay kadar süren Hafız Ahmed Paşa, hazırcevap, cesur ve fedakâr bir kişiliğe sahipti. Ancak onun devlet idaresinde yeteri kadar dirayetli olmadığı anlaşılmaktadır. Aynı zamanda iyi bir münşî ve hanende olan Ahmed Paşa Hafız mahla-sıyla şiirler yazmıştır. Şiirlerinin toplandığı divanın bir nüshası Millet Kütüpha-nesi'ndedir (Manzum, nr. 799). Hafız Ahmed Paşa'nın özellikle Bağdat Seferi esnasında yazdığı "Şikâyetnâme"sî ünlüdür. Şam beylerbeyi ligi sırasında, aruz ilminde ikinci bir Halîl b. Ahmed kabul
HAFIZ AHMED PASA CAMİİ ve KÜLLİYESİ
edilen Zeynüddin'i imtihan ettikten sonra Şam Medresesi'ne tayini kendisinin bu ilimdeki bilgisinin en büyük delilidir.
BİBLİYOGRAFYA :
BA, MD, nr. 78, s. 247. 527, 836; nr. 79, s. 402; Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi, Târih, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2151, vr. 149", 157", 173b, 236", 239"; Peçuytu İbrahim, Târih, 11, 39İ vd., 419 vd.; Feridun Bey, Münşeat, [], 173 vd.; Mustafa Safî. Zübdetü't-teuânh, Beyazıt Deviet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 2429, vr. 96ab; Azmîzâde Mustafa Hâletî, Münşeat, İÜ Ktp., TY, nr. 1916, vr. 17', 24", 63*; İskender BeyMünşî, Târih, 111, 701 vd., 727 vd.;Atâî, Zeyl-i Şekâik, s. 768, 769; Nefî, Divan, Bulak 1252, s. 92-100; Hasanbeyzâde Ahmed, Târih, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2136, tür. yer.; Riyâzî, Riyâzü'ş-şuarâ, İÜ Ktp., TY, nr. 761, vr. 44"; Muhibbî. Huiâşatü'l-eşer, I, 380-385; Kâ-tib Çelebi. Fezleke, s. 40-42, 68 vd.; a.mlf., Tuhfetü't-kibâr, s. 101; Solakzâde, Târih, s. 740 vd.; San Abdullah Efendi. Düstürü't-inşâ, İÜ Ktp, TY, nr. 3110, vr. 274°-277b; Karaçelebi-zade Abdülaziz Efendi, Rauzatü'l-ebrâr, Bulak 1248, s. 512, 527-530, 549-550, 558, 561-565; Rycaut, The History of Turkish Empire, London 1680, s. 9 vd., 33; Evliya Çelebi. Seyahatname, IV, 352, 361, 400 vd.; Naîmâ. Târih, II, 23, 120 vd., 271 vd., 392-394; III, 83 vd.; Nazmîzâde Murtaza Efendi, Gülşen-i Hutefâ, İstanbul 1143, vr. 70b-71b; Hadîkatü'l-uüzerâ, s. 73 vd.; Belîğ, Tezkire, İÜ Ktp., TY, nr. 1182, vr. 15b; Şeyhî. Vekâyiu'l-fuzalâ, s. 67, 72, 112; Şehrîzâde Mehmed Saîd. Zübdetü't-ahbâr, İÜ Ktp., TY, nr. 2548, vr. 306b; Râmizpaşazâde Mehmed İzzet, Harîta-i Kapudânân-ı Derya, İstanbul 1261, s. 39-40; Hammer (Atâ Bey). VIII, 50, 213; IX, 138-140; Hayrullah Efendi, Târih, İstanbul 1289, XVII, tür. yer; Flügel, Handschrif-ten, I, 60; Hidâyet. Raozatü'ş-şafâ, IV, tür.yer.; Atâ Bey, Târih, II, 56 vd.; C. Huart, Histoire de Baghdad dans les temps modernes, Paris 1901, s. 52 vd.; Sİcilt-i Osman'ı, M, 98; H. Lammens, La Syrie, Beyrut 1921, II, 76 vd.; Danişmend. Kronoloji, III, 351, 352, 504, 505; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, lll/l, s. 153 vd.; III/2, s. 380-382, 384; N. Barozzi - G. Berchet, "Le Relazio-ni degli statî Europei lette al Senato dağlı am-basciatori Veneziani nel secolo decimosetti-mo, ser. 5", Turchta, Venica 1866-72, I, 146; II, 36-39; Orhan R Köprülü, "Hafız Ahmed Paşa", İA, V/l, s. 71-77; V. J. Parry. "Hâfiz Ahmed Pasha", B2 (Ing.). III, 58-59.
afel Orhan F. Köprülü
r „ -ı
HAFIZ AHMED PAŞA CAMİİ ve KÜLÜYESİ
İstanbul'da
XVI. yüzyıl sonunda yapılmış L_ külliye. .
Fatih'te, semte adını veren caminin batısında eski Karaman mahallesinde bulunmaktadır. Cami, medrese, dârülkur-râ, sebil, çeşme ve türbeden ibaret oian külliye, 1930'dan sonra belediyenin yaptığı düzenlemede Şeyh Resmî mahallesine dahil edilen Hâfızpaşa. Başhoca, Baş-
Dostları ilə paylaş: |