Dilin Fizyolojik Temelleri



Yüklə 15,3 Kb.
tarix28.10.2017
ölçüsü15,3 Kb.
#18301
növüYazı

Dilin Fizyolojik Temelleri

Dilin fizyolojik temelleri. Dil yazıdan bağımsız olarak düşünülebilir, ama konuşmadan bağımsız olarak düşünülemez. İnsan topluluklan yazıyı bilmeseler de yüzyıllar boyunca konuşarak anlaşabilmişlerdir. Bu yüzden, dilin yapısının kavranabilmesi, konuşmanın fiziksel ve fizyolojik koşullarının kavranmasına bağlıdır.

Konuşma, insan bedenindeki ses organları aracılığıyla seslerin oluşturulup çıkarılmasıdır. Daha kesin olarak, akciğerde kullanılmış havanın geri püskürtülmesi sırasında ses yolunda belirli organlann (gırtlak, ses telleri, dil, damak, dişler, vb) belirli konumlara girmesiyle değişik sesler çıkarma, bu sesleri yükseltip alçaltma ve belirli biçimlere sokma yeteneğidir. Ünlüler ünsüzlerden, kalın ünlüler ince ünlülerden, yumuşak ünsüzler sert ünsüzlerden ve değişik titremler (ton) birbirlerinden bu hareketlerle aynlırlar. Bu en küçük ses birimlerinin değişik bileşimler içinde birleştirilmesine eklemlenme adı verilir.

Konuşma seslerini çıkarabilme yeteneği açısından bütün özürsüz insanlar eşit durumdadır. İnsanların yüz, ağız, dil ve dişlerinin birbirine benzememesi, belirli bir dili öğrenme yeteneklerini etkilemez. Böyle fiziksel farklılıklar, insanların seslerinde farklılık yaratır; her insanın sesinin bir başkasından ayırt edilebilmesinin nedeni de budur. Ama bu farklılığa karşın, her insan aynı çevre koşullarında aynı dili öğrenir.

İnsan dilinin gelişmesi, iki ayak üstünde yürümeye bağlanmıştır. Bu görüşe göre, kolların yürümek için kullanılmayıp serbest kalması, insan türünü uzun süre "soluğunu tutma" zorunluluğundan kurtarmıştır, insanın atalarının iki ayakları üstünde doğrulup Homo sapiens'e dönüştükleri milyonlarca yıllık süre içinde beynin yapısında da bazı gelişmelerin gerçekleşmiş olması gerekir. 19. yüzyıldan bu yana sürdürülen araştırmalar, konuşma denetim merkezlerinin beynin görece "yeni" ve gelişmiş bir bölümünde toplandığını göstermektedir.

Bütün bu özellikler bütün insanlar için geçerlidir. Ama, insanın biyolojik kalıtımının konuşma yeteneğini ne ölçüde etkilediği konusunda kesin bir sonuca da varılamamıştır. Hiç kimse biyolojik olarak belirli bir dili öğrenme ve konuşma yeteneğine sahip olarak doğmaz. Ama bütün sağlıklı çocuklar, şu ya da bu dili öğrenme yeteneğiyle doğarlar. Hangi dili öğrenecekleri, biyolojik ve fiziksel özelliklerine değil, içinde yetiştikleri aile ya da çevreye bağlıdır. Bu çevrenin dili, insanın anadilidir. Örneğin bir Arap ailesi içinde emeklemeyi, yürümeyi ve konuşmayı öğrenmiş olan Fransız kökenli bir çocuğun anadili Arapçadır.

Dil öğreniminin, sözcükleri ve cümle kalıplarını öğrenmenin dışında çok önemli bir boyutu daha vardır: Çocuğun belli bir ana değin işitmiş olduğu cümlelerden farklı, dilbilgisi kurallarına uygun, yeni sözler söyleme, yeni cümleler kurma yeteneği. İnsan dilini papağanın "sözleri"nden ayıran bu çok temel özellik, günümüzde insan beyninin doğuştan var olan bir cümle kurma, anlam üretme yeteneğiyle açıklanmaktadır.

Dilde anlam ve üslup. Dilin amacı, anlaşmayı sağlamak, anlam iletişimini gerçekleştirmektir. Anlam iki kategori içinde incelenebilir: Yapısal (ya da dilbilgisel) anlam ve sözlük anlamı.

Yapısal anlam, bir cümledeki tek tek sözcüklerin sözlük anlamlarının ötesinde, cümle içindeki yerleri ve kullanılma biçimle-riyle belirlenen anlamdır. Örneğin "aslan fareyi kovaladı" ve "fare aslanı kovaladı" cümleleri aynı sözcükleri içerdiği halde anlamları farklıdır, çünkü "aslan" ve "fare" sözcüklerinin yerleri ve biçimleri farklıdır. Yapısal anlamı belirleyen başka bir etken de cümle içindeki vurguların yerleri ve sesin yüksekliği ya da alçaklığıdır. Çoğu zaman bu üç etken (sözdizim, sözcük biçimi ve vurgu) anlamı birlikte belirler. Dilleri birbirinden ayıran en temel nokta, yapısal anlam farklılıklarıdır.

Sözlük anlamı, bir cümle içindeki sözcüklerin çıplak biçimlerinin (eğer eylemse, eylemliklerin) anlamıdır. Dillerin sözcük dağarcıklarını birbirleriyle karşılaştırırken düşülen en büyük yanılgı da bu noktada doğar. Her dildeki sözcüklerin ya da hiç değilse adların, eylemlerin ve sıfatların aynı nesneleri, işlemleri ve özellikleri karşıladığı sanılır. Bu, "güneş", "bulut", "taş" gibi görece sabit, doğal nesneler için geçerlidir. Ama daha karmaşık ve belirsiz nesneler ve durumlar söz konusu olduğunda, diller arasında bire bir denklik aramak yanlış olur. Örneğin Malezya dilinde kita sözcüğü, konuşulan kişiyi de kapsayacak biçimde "biz" ya da "sen ve ben" anlamına gelir. Kami sözcüğü ise, birinci tekil kişiyi (konuşanı) ve üçüncü kişi ya da kişileri kapsayan ama ikinci tekil kişiyi (konuşulan kişiyi) dışarıda bırakan bir "biz"dir. Sözlük anlamlarının farklılığı, bağıntı, duygu ve kültür özelliklerini belirten sözcüklerde daha da fazladır.

Dil nasıl ses yönünden en küçük birimlere bölünebiliyor ve eklemlenebiliyorsa, anlam yönünden de bölünüp eklemlenebilir. En küçük ses birimlerine sesbirim (fonem), en küçük anlam birimlerine de anlambirim (monem) adı verilir. (Bazı dilbilimciler, anlambirimleri de anlambirimciklere sem ayırırlar). Sınırsız zenginliğinin kaynağı da dilin bu iki düzeyde eıJemlenebilmesidir. Buna çift eklemlilik adı verilir.

Dil, değişmez bir varlık değildir. Tarih içinde toplumların sözcük dağarcıkları da değişmiştir. Bazı sözcükler kullanımdan çıkar, bazılarının da anlamı değişirken, dağarcığa yeni sözcükler eklenir. Bu değişme, nüfus hareketleri, göçler, ekonomik değişmeler, yeni siyasal ve toplumsal koşullar, teknolojik dönüşümler gibi etkenlerce belirlenir.

Bir insanın konuşması, yüz ifadeleri ve jestlerle desteklendiğinde, söylenen sözün belirtik, açık içeriğinin dışında ek anlamlar da taşır, insanlar ses perdelerini yükseltip alçaltarak ve sözlerinin bazı noktalarını vurgulayarak, sözcüklerin sözlük anlamlarında bulunmayan duyguları, tavırları, istekleri de dile getirebilirler. Aynı şey yazı dili için de geçerlidir. Buna üslup adı verilmektedir. Üslup, yalnızca süslü ya da duygulu söz demek değildir. Çok önemli, duygusal içeriği yoğun bir konuyu aşırı yalın, serinkanlı, duygusuz bir dille anlatmak da bir üslup tavrıdır. Üslup, dilin en değişken, en bireysel, en kültürel öğesi sayılabilir. Üslup incelemelerinde, genel dilbilim, göstergebilim, dilbilgisi, sesbilgisi, anlambilim gibi dilsel araştırma yöntemlerinin yanı sıra, yaşamöyküsü, tarih, kültür tarihi gibi disiplinlerden de yararlanılması, bu değişkenlik ve karmaşıklığın bir göstergesidir.

Dil ve kültür. Antropolojik anlamıyla kültür, insan yaşamının toplumsal ilişkilerden doğan bütün yönlerini kapsar. Bu anlamda kültürle dil, özdeş sayılmasa da, birbiriyle iç içe geçmiş olgulardır. Dil öğrenme yeteneği kalıtımsal olsa bile, bu yeteneğin gerçekleşmesi ve kullanılması, toplumsal ilişkilerin varlığına bağlıdır. Toplum dışı bir ortamda, örneğin ormanda hayvanlar arasında büyüyen insanların konuşmayı öğrenemediği bilinmektedir.

Bir toplumun kültürü, değerleri, becerileri ve bütün bilgisi bireylere dil yoluyla aktarılır. Öğrenim sürecinde öykünmenin rolü, sözlü eğitim ve öğretimle karşılaştırılamayacak kadar küçüktür. Hayvan türlerinin davranışlarının ancak biyolojik değşinim ya da evcilleştirme sonucunda ve ancak çok uzun süreler sonunda değişmesine karşılık, insan kültürlerinin hem zaman içinde, hem de belli bir anda büyük değişiklik göstermesinin temelinde dilin bu değişken, "kaygan" niteliği yatmaktadır. Dille kültürün ilişkisi şöyle tanımlanabilir: Dil, bireylere kültürün bir parçası olarak aktarılır, ama kültür de gene dil yoluyla aktarılır.

Bireylerin toplumsallaşmasını sağlayan dildir. Toplumsallaşma, bir anlamda bireylerin birbirine benzemesi, birbirleriyle ortak anlamlar, davranışlar ve değerlere sahip olmasıdır. Bunu dil birliği gerçekleştirir. Ama toplumsallaşma, bir yönüyle de bireyselleş-me, kendine özgü bir kişilik sahibi olma demektir. Bunu sağlayan da gene dildir. Dilin sınırsızca yeni anlamlar üretme, yeni bağıntılar kurma yeteneği, bireylere de birbirlerinden farklı anlam dünyaları kurma, farklı sözcüklerle, farklı üsluplarla konuşma ve yazma olanağını verir.



Bu, toplumlar için de geçerlidir. Kültürleri birbirinden ayıran, sayısız çeviri güçlükleri ve olanaksızlıkları doğuran etken dildir. Ama ortak bir kültür temeli de ancak bu farklılıklar içinden kurulabilmiştir: Tarihöncesi çağlarda iki yarı topluluk ya da sürü içinde yaşayan iki dilsiz "insan"ın birbiriyle anlaşması, bir Lapon ile bir İtalyan'ın anlaşmasından daha güç olmalıdır. Çevirinin gerçekleşebilmesi için ortada iki anlamın, birbirine uzak ya da yakın iki anh bulunması gerekir; anlam diye bir şeyin vail olması ise dilin varlığına bağlıdır.
Yüklə 15,3 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin