Din Ticareti Yapanlar



Yüklə 0,51 Mb.
səhifə10/11
tarix07.01.2019
ölçüsü0,51 Mb.
#91761
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

CENGİZ NUMANOĞLU

Sözünde Durmak

Sözünde Durmayanların Vay Haline... Söz namustur, sözünde durmayan namussuzdur

    Ben bir Müslüman ve insan olarak diyorum ki söz namustur, sözünde durmayan namussuzdur... Sözünde Durmayanların Vay Haline.... Belki çok iddialı ve radikal bir cümle oldu ama daha radikalını bulamadım.  Bu sözümü de kimse için söylemiyorum, kendim için, kendime söylüyorum.  Yani ey kadir söz çok önlemlidir diyorum. Söz namustur, sözsünde durmayan namussuzdur, yani çok ağır bir sorumluluktur.  Ya hiç söz verme ya da verdiysen, ölüm ve hastalık dışında sözünü ne pahasına olursa olsun mutlaka tut. Sözünü tutamayacak çok önemli bir gelişme ve mazeretin olduysa şayet ara karşı tarafı, söz verdiğin kişiyi, ondan izin iste, izin verirse ne ala. Şayet vermezse sözünü yinede tutmak zorundasın, yoksa sözünden dönen, sözlerini unutan, ahitlerini yerine getirmeyen bir adama adam demezler, insan bile demezler, bu şekilde insanların arasında dolaşamazsın diye kendi kendime nasihat ediyorum.

    Çünkü günümüzde ne sıkıntılar ve zorluklar çekiyorsak hep insanların sözlerine, yaptıkları anlaşmalara bağlı olmamalarından kaynaklanmıyor mu.  Sözünde durmayan insanların çok darbesini yedim.  Hala da yemeye devam ediyorum. Bir insan ya söz vermemeli, ya da verdiği sözü tutmalı. Kimseyi kendine güvendirerek, bağlayarak zor duruma düşürmemeli.  İnanın bir gün  özel olarak deneme ve araştırma yaptım. Tam 10 kişiyle sözleştik, hepsini tek tek not aldım yazdım. Bakalım kaç tanesi sözünde duracak, sözünün eri olacak diye

    Allah Allah, ne olsa iyi gün bitti gitti, 10 kişiden bir tane sözünde duran, yerine getiren yok. Artık, arkadaşlara dedim ki,  yahu bi tanesi de yanılsa da sözünde dursa bari dedim. O gün hiç yanılıp ta sözünde duran olmadı. Hiç biri de arayıp, mazerette bildirmedi. Hepsi de adam gibi açık açık söz vermişlerdi. Ama ne bileyim, hepside adama benziyordu, adam adam konuşuyorlar, mangalda kül bırakmıyorlardı. Yahu söz müminin tutunacak kulpudur.  Müminin ağzından çıkan söz senettir, namustur. Onu yerine getirmekle mükelleftir. Verdiği sözden cayan kıyamet günü sorumludur. Hem bu dünyada, hem öbür dünyada kurtuluşu yoktur.  Bu kişi eğer mazeret uydurarak değil, mazeretsiz olarak olarak yerine getirmiyorsa yerin dibine girmelidir, adamım diye ortalıkta dolaşmamalıdır. Ama ortalıkta dolaşan ne kadar adam müsveddesi var değil mi.

        Sözünde durmak,  yapılan anlaşmaya sonuna kadar sadık kalmak müslümanın özelliğidir. Münafığın özelliği ise bol bol söz verip sonra hiçbirine uymamaktır.

               Söz Müslüman için namustur, şahsiyettir, ahlâktır,  söz çok önemlidir. Söz Müslüman’ın kulpudur. Müslüman verdiği sözden asla caymaz, sözünün eridir, söz senettir.

Bakınız Kuranı Kerim Ne Emrediyor.

               Maide 1: ”Ey iman edenler! Allah ve insanlar arasında verdiğiniz söz ve yaptığınız bağlantıları yerine getirin”.

               İsrâ 34: ”Bir de ahdi (yapılan sözleşmeyi) yerine getirin. Çünkü verdiği sözden cayan (kıyamet günü) sorumludur”.

             Sözünden dönmek, anlaşmayı bozmak (hainlik, ihanet ve nankörlük etmek)                                                                                                                                                                      

               Nâhl 92: ”Bir ümmet diğer bir ümmetten daha ziyadedir, diye (kâfirlerin çokluğuna bakıp) yeminlerinizi aranızda hile edinerek, o ipliğini sağlamca eğirdikten sonra bozan kadın gibi olmayın. Gerçekten Allah sizi bununla (ahde vefa ile) imtihan eder; ve Dünyada ayrılığa düştüğünüz şeyi, kıyamet gününde muhakkak size açıklayacaktır”. 


“Ve sözleşme yaptığınızda Allah’ın sözleşmesinin yerine getiriniz ” (Nahl: 16/91)

“Ey İman edenler! Bağlandığınız akitlerinizi titizlikle yerine getirin ” (Maide: 5/1)

“Ey İman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında en nefret edilen şeydir ” (Saff: 61/2-3)

 Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Münâfığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler Söz verince sözünde durmaz


Kendisine bir şey emanet edilince hıyanet eder ”[1]

Müslim’in bir rivayetinde şu ilâve vardır:

“Oruç tutsa, namaz kılsa, Müslüman olduğunu söylese de”[2]



* Münafık içinden kafir, dışından Müslüman görünen kimse demektir. Bu hadis ikinci bölümüyle de açıklamaktadır ki, bugün camilerde namaz kıldığı halde yalan söyleyen, verdiği sözde durmayan ve hainlik yapan kimseler vardır 1400 sene önce Medine’de peygamber mescidinde de aynı şekilde peygamberimizin ardında namaz kılıp Müslümanların kuyusunu kazan Abdullah ibn-i Übey ve benzeri kimselerin olduğu gibi; münafık deyince bizlerin dışında başka kimseleri algılamaktayız ve aramızdaki münafıkları görmemekteyiz “Oruç tutsa, namaz kılsa ve kendisini Mü’min zannetse bile” yalan söyleyerek sözünün bozuk oluşu, sözünden dönerek niyetinin bozuk oluşu, hıyanet ederek de davranışın bozuk oluşu kişiyi münafık hükmüne sokar. Münafıklık ta gerçekten kafirlikten beterdir ve ceza yönünden de Cehennemde daha berbattır (Nisa: 4/145’de olduğu gibi) Bize yani Müslüman’a yaraşan odur ki sayılan bu alametleri kendisinde bulundurmamak üzere bir gayretin içine girmek, hangi iş ve konumda olursa olsun böyle muamelelere asla yanaşmamak ve inanç yönünden en tehlikeli durum olan münafıklık durumuna düşmemektir.

 Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Dört huy kimde bulunursa, o adam tam münafık olur Bir kimsede bu huylardan biri bulunursa, o huydan vazgeçinceye kadar onda münafığın özelliklerinden biri var demektir O dört huya sahip olan kimse:

Kendisine bir şey emanet edilince hıyânet eder Konuşunca yalan söyler Bir antlaşma yapınca sözünde durmaz Düşmanlık yapınca da aşırı gider ”[4]



Bir sahabe anlatıyor. Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana:

“Eğer Bahreyn’den zekât malı gelirse sana şöyle şöyle şöyle doldurup veririm” buyurdu Fakat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem vefat edene kadar Bahreyn’den mal gelmedi

Bahreyn’den mal geldiği zaman Ebû Bekir radıyallahu anh:

– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in birine va’di veya borcu varsa bize başvursun, diye ilân etti Bunun üzerine onun huzuruna vararak:

– Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana böyle böyle demişti, dedim

Ebû Bekir elini ganimet malına daldırıp bir avuç aldı Bunları sayınca 500 tane olduğunu gördüm O zaman Ebû Bekir bana:

– Bunun iki mislini daha al, dedi [5]

* Verilen söz mutlaka tutulmalıdır Söz veren va’dini yerine getirmeden vefat ederse vekili, yakını ve mirasçısı onun va’dini yerine getirmelidir [6]

Söz ile ilgili mevzuumuz şimdilik bu kadar.  Aslında söz ile ilgili söylenecek çok şeyler var. Kitap ve ansiklobidiler bile yazılabilir. Ancak biz arif olan anlar diyoruz ve bu kadarla yetiniyoruz.

 Tepeleyecekler di, Tepelendiler



Silivri’deki Plan Seminerleri

Bazı atasözleri aklıma geliyor “ava giden avlanır”, “ alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste”, “ keser döner sap döner gün gelir hesap döner”. Evet, gün geldi keserin sapı döndü ve hesaplar geriye tepti.  Yani silah geriye tepti.  Halkın vergileriyle aldıkları silahı, halkın vergileriyle maaş alanlar,  halkın çocukları eliyle halka sıkacaklardı, yani halkı tepeleyeceklerdi. Halka sıkmanın yasal gerekçesini hazırlamak için de cami bombalayacaklar, kendi uçağımızı düşürecekler, ülkeyi kan revan içinde bırakacaklardı. Hesap yapanlar bes belliki hiç düşünmemişler,  Allah’ın hesabının üzerinde hiçbir hesap yoktur.  Allah hesap yapanların hesaplarını, tuzak kuranların tuzaklarını başlarına kakıvericidir, yıkıvericidir, geçirivericidir. Allah hesap yapanlara bir fırsat veriyor, süre tanıyor,  düşünürler, vazgeçerler diye. Ama belliki düşünmemişler, vazgeçmemişler. 1960, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 de yaptıkları plan seminerleri ve tepelemeler yetmemişti, tepelemeye doymamışlar ve 2003 de de yapmaya kalkmışlardı. Hiç hesap vermemişler, hep sormuşlar, asmışlar, kesmişler, kırmışlar dökmüşler di. Çünkü İsrail ve Amerika diye saygın ağabeyleri, akıl aldıkları mossad ve mason lobileri vardı.. Yani diğer bir tanımla onların çocuklarıydılar.

Şu sözlere bakın…”tepelemek var, toparlamak var, acımak yok.” Sokaklara tanklarla gireceğiz diyor du, mikrofonik, gür ve kendinden emin bir ses.  Sanki - haşa - alçak dağları ben yarattım diyordu. Daha ne saçmalıklar duyduk tüylerimiz diken diken oldu.

Şairin dediği gibi, imansız paslı yürek sinede bir yüktür. İmansız yüreklerinde tepeleme ve her şeye hükmetme egoları vardı. Çünkü imanlı bir yürekte merhamet ve acıma duygusu vardır. Acıma ve merhamet duygusu olanlar ile yüzlerinde secde izleri görülenleri de bir kurumdan temizleyecekler, sonra halkın tepesine inecekler, kendilerine ve yandaşlarına makamlar, mevkiler, menfaatler, saltanatlar dağıtacaklardı. Allah firavun zihniyetinin hesaplarını ters yüz ediverdi.

Hadi şimdi Silivri de yapın plan seminerlerinizi. Hiçe saydığınız anayasamız size söz hakkı tanıyor, çıkın kürsüye, konuşun bakalım İstanbul’u bana bırakın, sokaklara tankla gireceğiz, çökerim tepesine deyin.

 Öyle derler mi, yapmadık, etmedik, ben darbeci değilim, hukukun adamayım, uydurma, tezgâh, iftira, fasa fiso diyorlar. Yani kelimelerin de anlamını yitirdiler, içine ettiler. Yahu ne rezaletler görüyoruz. O malum… ların sesleri inanın hala kulağımda çınlıyor. İzlemeyenler STV nin haber bültenlerini izlesinler.  Yahu koca koca adamlar,  o kadar deliller, belgeler, ses kayıtları, 60-70 çuval evrak,  görgü şahitleri, 19 tane ses kayıt CD si ve orijinal sesleri ortadayken, tüm ülke ve dünya bile bunları duymuş ve dinlemişken, gözümüzün içine baka baka yalan söylüyorlar, inkar ediyorlar. 

Yahu insan biraz dürüst olur, davası olan mert olur. Madem bir davanız vardı, söz de ülkünüz ve ülkeniz adına böyle bir darbeyi yapmaya kalktınız, sonra yapamadınız ve kıskıvrak yakalandınız, bari o davanız ve ülkünüzün de bir onuru olmalı değil mi. Yaptık deyin, doğrudur deyin. Niye milletin gözünün içine baka baka gerçekleri çarpıtıyorsunuz, yalan söylüyorsunuz. Örgüt mensupları bile yakalanıp, suçundan dolayı 20 yıl hapis cezası alacağını bile bile kameraları görünce zafer işareti yapmıyor mu. Madem siz de ihtilal ile ülkenin zafere ulaşacağına inanıyorsunuz siz de 15-20 yıl ceza alacağınızı bile bile zafer işareti yapın.

Geçen yazımda demiştim ki büyük şeytan Amerika ve yerli işbirlikçileri veya yerli vatan hainleri. Erbakan hocanın Başbakanlığında 28 Şubat posmodern darbesi olmuştu. Geçen gün Erbakan açıkladı belgeyi. 28 Şubatın olmasını ABD ve İsrail planlamış,  mason mahfilleriyle birlikte bizim yerli, gönüllü uşaklar da tatbik etmiş.

Koalisyon hükümetleri hep iktidarsızlık ve huzursuzluk getirmiştir bu ülkeye. Her şey açık ve net. Erbakan 1996 da yüzde 47  ve 370 vekil ile  meclise ve iktidara gelseydi  28 şubatı tezgahlamak biraz sıkardı. Belli oluyor ki, 2003 de de sıkıyı görmüşler ve dümenleri ters dönmüş. Yahu hep Amerikanın ve İsrailin dediği mi olacak bu ülkede. Artık dirilmeliyiz, silkinmeliyiz ve kendimize gelmeliyiz. Türkiye’de son 4 yıl içinde yapılan operasyonlara fasa fiso deme acizliğine düşeceğimize, bu toplu arınma, temizlenme ve demokrasiyi rayına ve sağlam temeller üzerine oturtma harekâtını fırsat bilelim ve arkasında sağlam duralım.

Ben bu ülkede yamuk işlerin ve adamların olduğuna ve şu anda da doğru işler yapıldığına inanıyorum.

Tabiî ki inanırken sadece televizyonlardan ve gazetelerden gördüklerimle de amel etmiyorum. Biz de bu devletin bir zamanlar anlı şanlı polisiydik. Birçok görevlerde ve hizmetlerde bulunduk.  Kenan Eren gibi darbe yapmış birisinin Cumhurbaşkanı iken devlet büyüklerini koruma göreviyle işe başladık. Ardından Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut Özal’ın yanında çalışmak nasip oldu.  Daha sonra Süleyman Demirel,  başbakanlardan Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller dönemlerinde de bu zatların teknik korumalığında görevler aldık ve yakınlarında bulunduk. Bu fırsatlar dolayısıyla her şeyi kaynağından anlama imkânına sahip olduk. Tabiî ki herkes aynı fırsatlara sahip olacak diye bir şey yok. Anlamak, bilmek isteyen anlar ve bilir.

 

 İşte görüyorsunuz tek başına iktidarın güzeliklerini, bolluklarını ve bereketini.  Halk istemezse hiçbir şey olmaz. Biz önce kendimizi düzeltmeliyiz.  Bir toplum kendini düzeltmediği sürece Allah da o toplumu düzeltmez, huzura erdirmez. İçimizde yamuklar ve yanlışlar olacaktır ve çıkacaktır da. Belki de bu yazıyı okurken ne saçmalıyor bu adam deyip bana diş bileyen bile  olacaktır. Ak Parti hükümetini beğenmeyen, hatta nefret eden, hatta ve hatta ülkeyi satıyor diyenler bile vardır. Ama aklın yolu birdir, doğru tekdir. Yanlışlar ve eksikler vardır ama görünen köy kılavuz istemez. Ben şu dönemde başka bir alternatif göremiyorum.



 Tek başına iktidar demek, darbelerin tarihe, darbecilerin Silivri plan seminerlerinde toplanması demekmiş.  Acımak yok, tepelemek var, toparlamak var diyenleri, şu necip milletin iradesiyle tepelenip, toparlanması ve hesap sorulması varmış.

Ben ümitliyim, benim ülkemin üzerine bir güneş doğmaya başladı. Aydınlık günler, karanlık bulutların dağılmasıyla geliyor, yaklaşıyor.

Dua edelim ki karanlık bulutlar dağılsın ve yerini berrak bir gökyüzüne bıraksın.  Dua edelim ki Allah bir daha çetelere, darbecilere, Ergenekonculara, ergenakona fasa fiso diyenlere, Ergenekoncuları milletin meclisine taşıyıp kurtarmaya çalışılanlara fırsat vermesin.

Dua edelim ki, içimizdeki yerli işbirlikçiler ve vatan hainlerinin kurdukları tuzakları Allah başlarına yıkıversin.  Hainlerin karanlık planlarını ve kirli çamaşırlarını gün yüzüne çıkaran başta STV, Taraf ve Akit gazetelerine biraz daha iş düşüyor. Demek ki halk isteyince ve destekleyince her şey olabiliyormuş.

Sizlere bundan sonraki her yazımda bir hediyem olacak. Kendisini tanırsınız, emekli bir albay. Şair, Bursa Orhangazi’de yaşıyor.  Adeta Kuran şairi. Şiirlerini okumamak, okuyunca anlamamak, anlayınca gözlerden yaşların gelmemesi mümkün değil.  Şiirleriyle 1995 de Ankara’da tanıştım, bir tane şiirinden çok etkilendim. Mektup yazdım ve bana hemen dönerek bir şiir kitabını hediye etti. O zamanlar mektup vardı tabiî ki, şimdi ise mail var, cep mesaj var, Facebook var.

 Hangi Televizyonları İzlemeliyiz



STV ve Ülke TV yi İzleyin Size Yeter

İyi bir televizyon izleyicisi değilim. Televizyon izlemeye vaktim de yok. Ancak ülkemde ve dünyada neler olup bitiyor onları bir vatandaş ve tabiî ki bir Müslüman olarak takip etmem lazım. Yani habere ve bilgiye ihtiyacım var. Bilgi bizim için yani insan için ekmek ve su kadar önemli bir araç ve gerekliliktir.

 İşte bu bilgi ve haberleri elde edebilmek ve hem de vaktimi değerlendirebilmek içim akşamları televizyonların haber kuşaklarını ve bazı programları izlemeye çalışıyorum. Bazen de merak edip elime kumandayı alıp uydudan yayın yapan bütün kanalları ne var ne yok diye tarıyorum.

Son zamanlarda bu televizyon mevzusunu iyice kafama taktım.  Hangi televizyonu açsam bir partinin  hizip ve kurultay kulisi haberleriyle,  diğer bir parti liderinin asık suratlı, kabadayı tavırları, sert yüz ifadesi ve nutuklarıyla karşılaşıyorum. Siz de bıktınız mı bilemiyorum. Gazeteler aynı, televizyon kanalları ve program içerikleri hep aynı kişiler, aynı konular. Ülkenin bütün enerjisi bir partinin kurultayına, diğer bir partinin bölücülük girişimi tartışmalarına mı harcanacak. İnanın televizyonlarda izleyecek bir haber, program ve bir film bulamıyorum. Belgesel hiç yok desem yalan olmaz. Hele hele şu şifalı bitki satış reklâmları yok mu iyice nefret ettirdi insanları. Televizyonlardaki program akışını özetlemek gerekirse şunu diyebilirim; bayat film, soytarı filmi, reklâm, tanıtıcı reklâm. İşte bütün kuşakları aynen bu şekilde, başka kuşak yok. Bir de ticaret ve pazarlama kanalları var ki sormayın. Gündüzleri insanların çalıştığı saatlerde reklâm, tanıtıcı reklâm, geceleri, yani insanların uyuduğu, televizyon izlemediği saatlerde de hatim yayınları. Yine aynı televizyonların bütün gün boyunca kerameti kendinden meçhul demirbaş hocaları. Yeter dedim artık. Rütük mü, meclis mi, hükümet mi, halk mı kim dur diyecekse bu televizyon yayınları rezaletlerine bir dur demeli.  İnanın saydım sonra bıktım da bıraktım. Uydudan yayın yapan tam 150 civarında yerel ve ulusal televizyon kanalı var. Neredeyse 150 kanalın içinde bir tane izleyecek bir şey bulamıyorum. Yirmi  tane televizyon var tamamı müzik ve reklâm.  Köy ve tarım adına yayın yapan bir kanal var, tamamı reklâm, tanıtıcı reklâm ve bir hoca efendinin menkıbeleri, sohbetleri. Bir de meşhur bir hoca efendi var ki sormayın. Bütün yerel televizyon kanallarını kiralayıp,  canlı yayınla, iki üç tane sunucuyla sohbet ediyor. Hep aynı sorular, aynı konular, aynı sohbet, inşallah, maşallah. Varsa yoksa mehdilik, varsa yoksa evrim teorisi başka bir şey göremiyorum.  Bir cemaatin tam 5 tane, diğer bir cemaatin de 7 tane, bazılarının da bir iki tane televizyon kanalları var.

Hep aynı yüzler, aynı demirbaş kişiler ve özel tanıtıcı reklâm programları, kerameti kendinden meçhul herbalistler, hocalar, uzmanlar. Yine şifalı bitki reklâmları tam bir rezalet. Meğer ne büyük iş görüyormuş bu reklâmlar. Hangi kanalı açsam tanıtıcı reklâm, şifalı bitki menkıbeleri, birbirinden değerli doktorlar, uzmanlar, herbalistler ve daha beler neler. Adamım biri İstanbul’dan yayın yapan x TV ye çıkmış, tanıtıcı program, yani gizli reklâm yapıyor. Karşısına almış yarı açık bayan bir sunucuyu, koymuş önüne şifalı bitki kutularını,  ekranın altında da sipariş bilgi iletişim telefonları.  Bayan sunucu soruyor, efendim bu ne işe yarıyor diyor, adam anlatıyor, bu erkeklik iksiridir, maksimum güç, mutlu son falan, şöyledir, böyledir diye daha ne saçmalıklar. İnanın tam bir rezalet, ailenizle veya misafirlerinizin yanında yüzünüz kızarmadan nasıl izleyebileceksiniz bu televizyonu. Ben utandım da televizyonu kapattım, onlar anlatmaya devam ediyorlardı.  Yani bir nevi özgürlük ve şeffaflık rezaleti.

Tam bir sömürü ve kandırmaca.  Hep şifalı bitkinin fayda verdiği kişilerin övgülerini yansıtıyorlar, faydasını görmedim diyenleri de çıkarsalar ya. İşte yanıltıcı reklâm buna denir.  Bütün televizyonların baş reklâmı o malum mucize krem.  Ne kremmiş be. Neredeyse yeryüzündeki bütün hastalıklara şifa, dertlere deva sanki. Kargosunu da karşılıyorlarmış, 139 TL cik miş. Vay be ne büyük lutuf kargo parası da vermiyorsun. Kargo parası nedir, anlaşmalı oldukları için 3 TL.

 

Şunu anladım, televizyon kanallarının neredeyse tamamına yakını, özellikle yerel kanallar bu televizyonculuk işinin cılkını çıkarmışlar. Tamamen ticarete, pazarlama kanalına dönüştürmüşler. İyi ki şifalı bitkiler varmış, iyi ki insanlar bunları kullanıyorlar. Yoksa ülkemizde yayın yapan bir tek televizyon kanalı kalmayacakmış. Şifalı bitkiler uzmanı Sadi Eroğlu anlatıyor ve isyan ediyor adam. Yahu diyor, benim burada kendim hazırlayıp yaptığım ve 10 TL ye sattığım bir küçük şişe ilacı, televizyon reklâmlarıyla 69 TL ye satıyorlar diyor. Evet, aynen öyle 10 TL ye veya en fazla 20 TL ye  satılması gereken bir ilaç ambalajlayıp, allayıp, pullayıp, süsleyip, sarmaladıktan sonra televizyonda da ballandıra ballandıra anlatıldıktan sonra tam 5 – 6 katı fiyatına müşterilere kakalanıyor. Bu gidişata bir dur denilmeli.  Bu televizyonlardaki reklâm, tanıtıcı reklâm, kepaze magazinler ve demirbaş hoca ve uzman kirliliğine bir son verilmeli.



İnanın keşif isimli bir belgesel haber bilim araştırma programı yapıyorum. Üç yıldır 3-4 televizyon kanalında zorla da olsa yayınlanmasını sağladım. Yayın parası yetiştiremedim sonra bırakmak zorunda kaldım.  TV 58, Toprak TV  ve Rumeli TV inanın yayın için aylık 5.000 TL ve civarında paralar istediler.  Yani senin programının içeriğine, topluma faydasına, zararına  bakmıyorlar. Halka, ülkeye faydalıymış, değilmiş onu dikkate almıyorlar..   Neredeyse TRT haricindeki bütün kanallar sadece paraya bakıyorlar. Ver parayı istediğin programı ve soytarılığı yap. Yaptığım programları 20 tane video kanalı ile 17 tane internet televizyonunda yayınlıyorum. Tam 3.000 adet program yapmış ve internet ortamında yayına, paylaşıma sunmuşum. Bir hesapladık inanın tam 18 milyon kişi tarafından programlarımız izlenmiş. Bu tabiî ki bir rekor. Belki gelecek internet televizyonculuğunun olacak.

Bu konuda yapmış olduğum araştırmanın sonucu olarak sizlere tavsiyelerim şunlardır. Bu kanalları izlemeyelim, herkese  de izlememelerini tavsiye edelim. Yine bu kanallardaki rezillikleri Rütüğe, Meclise, tüketici derneklerine, ilgili sivil toplum kuruluşlarına, tabii ki başta o televizyon kanalına şikâyet edelim, tepki gösterelim. Yani sorumlu ve bilinçli bir vatandaş olursak her şey kendiliğinden düzelir.

Farkındaysanız televizyon kanalları iletişim bilgilerini vermezler, internet üzerinde de bulamazsınız. Yani halkın tepki göstereceğini bildikleri için kendilerine ulaşmanın kanallarını  zorlaştırmışlardır. Sadece reklâm almayı bilirler ve satış ve pazarlama kanalları devamlı açıktır.

 

İzleyecekseniz Ülke TV, STV, Habertürk, Kanal 7 ve TRT size yeter diyorum.



Bunlar inanın mükemmel televizyonlar. Özellikle Ülke TV ile STV tam bir bilim, haber, belgesel ve demokrasi kanalı. Ben de zaten bu iki kanalı izliyorum bana yetip artıyor. Özellikle Ülke TV de yok yok. Tam bir okul ve üniversite gibi. Hani vücudun bütün vitaminleri alması gibi bir şey. Ülke TV yi izlediğinizde almanız gereken bütün bilgi ve haberleri eksiksiz alıyorsunuz.

Zaman sermayemiz çok kıymetli. Kesinlikle boşa harcamamalıyız. Özellikle bazı kartel televizyonlarına bir bakın. Bağımlılık yapan, aile yapısını olumsuz yönde etkileyen, insanları suça ve şidde de yöneltmede etkin rol oynayan televizyonlar. Hanımlar izliyorlar, izlerken de kimseyi konuşturmuyorlar. İzlemesini engelleyemiyorsun.

Bazı kanallara göstermelik ceza uygulanmış. Kuralları uygulayan, takan sallayan yok. Artık reklâm arası film ve haber vermeye başladılar. Eğlence, dedikodu magazin ve toplum maneviyatına yabancı diziler. Arkadaşlık ve fuhuş kanalları, müzik kanalları.  Şimdi de şifalı bitki kanalları türedi. Hep aynı adam, hep reklâm ve yine reklâm.

Bazı televizyonlarda da eski bayat filmler.  Kanalın birisi bir dizi yapmış, gece gündüz bütün kuşaklarında hep aynı dizi. İnternet kanallarında bende öyle yapıyorum. 20 tane filmi yükleyip, otomatik pilota yani yayına alıyorum günlerce, hatta yıllarca dönüp duruyor. Şimdiki televizyonlar da aynı olmuşlar. Haklı gerekçeleri var tabii. Aylık 25 bin dolar uydu kirası, 20 bin dolar da personel ve diğer masraflar 45.bin dolar en az maliyet oluyor. Bunu çok çeşitli program ve reklâm yelpazesiyle yapabilirler ama nerede o kişiler ve anlayış.

  Adamlara diyorum ki ben size gezi belgesel haber ve bilim araştırma konusunda öyle malzemeler,  proje ve tespitlerim var ki mükemmel programlar yapacağım. Bütün masraflarımı da kendim karşılayacağım, sizden de beş kuruş talep etmiyorum. Benim programımı yayınlayın diyorum cevap veren yok.

Tekrar arıyorum, yeni bir teklifte bulunuyorum bari aylık 1.000 TL de üste para vereyim diyorum, yok diyorlar 5.000 den aşağı yönetim kabul etmiyor diyorlar.  Her yayına reklâm gözü ve anlayışıyla yaklaşıyorlar.  Gönenli bir müzisyen müzik klipini yayınlatmak istediğinde günde 5 yayın ile 3 aylığına 10 bin TL istemişler. Yine ben de program teklifi yapıyorum, aylık 3 bin TL den fiyat açıyorlar. Sadece TRT para almadan program yayınlıyor, ona da torpillilerden fırsat gelmiyor. TRT ye de 2 tane program teklifi verdim hala sonuç yok.

Akşam İnsanların evde olduğu ve yoğun televizyon izlediği saatlerde bir tek işe yarar program yok. Hep eğlence ve reklâm. İnsanlar yattıktan sonra da belgesel ve hatim koyuyorlar, kimse seyretmesin diye. Tam bir rezalet. Yasak savma kabilinden. Televizyonların neredeyse % 90 ı pazarlama kanalı haline gelmiş. Bakın Avrupa kanallarına bu rezaletleri göremezsiniz. Televizyonla ilgili niye bu kadar ilgileniyorsun derseniz, benim işim, mesleğim bu. Sinema ve televizyon ile ilgili bilmeyenler için söyleyeyim 3 tane kitabım var. İki tanesi iletişim fakültelerinde ders ve ya yardımcı ders kitabı olarak okutuluyor. Neredeyse bütün televizyon kanallarının çoğunda benim kitaplarımdan var. Yani hem sıcak belgesel haber programcısıyım hem de bu konuda yayınlanmış telif eserlerimiz var.  Yani bu işi seviyoruz, gönüllü yapıyoruz, işimiz bu. Kendimi aynı zamanda televizyon eleştirmeni olarak ta kabul ediyorum. Beni yakından tanıyan değerli bir ağabeyim dedi ki, kadir aslında seni bir televizyon kanalına program müdürü yapmak lazım. Televizyonum olsa ben kesinlikle seni televizyonun en tepesine koyarım dedi. Ben de ona dedim ki, televizyonun olursa benim fikirlerim ve çalışmalarım senin işine gelmez ve kovarsın beni dedim. Şimdiki televizyonculuk o kadar basit ki, aylık 25 bin dolar uydu kirasını ödeyecek reklâmı buldun mu tamam.  Toplumu, halkı, kültürü, sanatı düşünen yok. Dinleri imanları para olmuş.   Üç tane kanal sahibi ve yetkilisinin yüzüne bunları açıkça söyledim, tık diyemediler. O zaman haklı olduğumu ve tespitlerimin doğru olduğunu iyice anladım. Bu yazıyı yazdıktan sonra Hakan Eracar ve Nursen Baykuş isimli iki arkadaşa da okudum. Onlar da bütün yazdıklarıma katıldıklarını söyledikten sonra yazıyı yayına gönderdim. Televizyonun temel amacı eğitmek ve eğlendirmek olmalıdır. Şimdi ki televizyonlardaki yayınlar ise eğlendirmek ve reklâm. Rayından çıkmış bir televizyon yayıncılığının yeniden gözden geçirilmesi şart. Ben buradan Rütük yetkililerine, meclise, hükümete, muhalefete,  sivil toplum kurumlarına ve halkımıza sesleniyorum. Gelin bu televizyonları zararlı olmaktan çıkarıp faydalı olmaya yöneltelim. Herkes televizyon kuramamalı. Bunun kuralları olmalı. Televizyon kuran kira ödeme ve tabiî ki reklâm toplama derdine düşmemeli. Gerekirse devlet bu konuda da nasıl tarıma, sanayiye, ticarete destek veriyorsa bu alandaki girişimcilere de destek vermeli diyorum.

Sürçü lisan eylediysek veya istemeyerek birilerini incittiysek af dileriz. Amacımız üzüm yemek bağcıyı dövmek değil tabiî ki. Duyarlı ve sorumlu vatandaş olmalıyız.



Yüklə 0,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin