REFORMLA YATIP REFORMLA KALKIYORLAR
Malezya’da İslam Konferansı’nın 10. Dönem toplantısı yapıldı. Çoktan beri, İslam aleminin bugünkü perişan hali için suçlu aranıyordu. Nihayet bu suçlu bulundu. Malezya başbakanı Dotuk Mahathir Bin Muhammed, konferansın açılış konuşmasında suçluyu ilan etti. Kimmiş biliyor musunuz? Osmanlı... Bakınız Osmanlının suçu neymiş:
“Osmanlılar Rönesansa eşlik etmediler. İslamda reform yerine, pantolon, fes, şapka İslama uygun mu, değil mi? gibi meseleler ile uğraştılar. Bir milyar 300 milyonluk insan gücü 50 İslam ülkesine rağmen Müslümanların ağırlığı yok.İkinci dünya savaşında, 12 milyon Yahudi vardı. Altı milyonu öldürüldü. Bugün yine de geriye kalan Yahudiler bütün dünyayı yönetiyor.”
Biliyorsunuz sık sık bu köşede dinde reform konusunu işliyorum. Zannetmeyin ki sadece Türkiye’de “Dinde Reform” sendromu yaşanıyor. Bütün dünya bununla yatıp bununla kalkıyor. Aslında bu reform fikri kendiliğinden girmedi İslam alemine. Batı’nın uzaktan kumandalı İslam kılığına soktuğu sözde ilim adamlarının vasıtasıyla girdi. Kırk defa bir adama deli denilince deli olur derler ya. Bunlara kırk değil kırk bin defa “Sizin kurtuluşunuz için dinde reform lazım” dedikleri için takıntı oluştu yeterli din bilgisi olmayan Müslümanlarda.
Batı, Osmanlıyı yıkmak için asırlarca uğraştı. Nihayet bunda muvaffak oldu. Osmanlıdan boşalan bütün İslam ülkelerini istila etti. Sadece maddi varlıklarını sömürmekle kalmadı manevi değerlerini de yok etti. Bakın bugün bütün İslam ülkelerinde gizli açık bir Osmanlı düşmanlığı vardır. İlkokuldan itibaren çocuklara bu düşmanlık aşılanıyor.
Batı Osmanlıdan öyle korkmuş ki, tekrar Osmanlı kültürü hakim olur diye ödleri kopuyor. Bunun için devamlı Osmanlı düşmanlığını gündeme getiriyorlar.
Şimdi sormak lazım sayın Başbakana: Osmanlı altı asır bütün dünyada söz sahibi oldu. Dünyanın her tarafına İslamiyeti yaydı. Üç kıtada at koşturdu. Dünyanın neresinde olursa olsun, gücü ne olursa olsun, devletler bir iş yapmaya kaltıkları zaman, “Osmanlı bu işe ne der!” diye düşünür; hesabını buna göre yapardı.
Bütün bunları tek başına yapıyordu. Siz 50 devlet bir araya gelmiş bir örgüt kurmuşsunuz. Toplam bir milyar üçyüz milyon müslümanı temsil ediyorsunuz. Osmanlıdan sonra ne yaptınız? Sizi adam yerine koyup hangi konuda görüşünüz alındı.
Bütün dünyada Müslümanlar inim inim inlerken siz nerede idiniz. Bugüne kadar. Filipinler’de, Burmanya’da, Çin’de, Bosna-Hersek’te, Filistin’de milyonlarca Müslüman bütün dünyanın gözü önünde katledilirken kılınız kıpırdadı mı? Bırakın bir araya gelip güç kullanmayı, zalimleri kınamaktan bile korktunuz. Niçin korktunuz? Çünkü ipiniz Batı’nın elinde; ipiniz çekilecek, mevki makam gidecek diye olup bitenlere başınızı çevirdiniz. Deve kuşu gibi başınızı kuma gömdünüz.
Şimdi de kalkmış faturayı Osmanlıya çıkartmaya kalkışıyorsunuz. Şunu unutmayın, eğer Osmanlı altı asır bütün haşmetiyle ayakta kalabildiyse, bunun en önemli sebeplerinden biri, dinde reform yapmamaları, dini Resulullah efendimiz ve Eshabı nasıl anlamış nasıl yaşamış ise bunu aynen muhafaza etmeleridir. İslamiyete bid’atleri, felsefi düşünceleri sokmamalarıdır.
Osmanlının nasıl başarılı olduğu, Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’ye yaptığı şu vasiyette gizli: “Oğul, biz bidat nedir bilmeyiz. Bizim yolumuz, Allah yoludur. Maksadımız Allahü teâlânın dinini yaymaktır. Yoksa kuru bir cihangirlik da'vâsında değiliz.”
Bunu insaf ehli gayri müslim ilim adamları da dile getirmektedir. Meselâ, meşhur tarihçi Gibbons bu husûsta şunları yazmaktadır: "Osman Gâzi, dîninde o kadar saf ve temiz idi ki, sanki, büyük adaşı halîfe Osman'ın ve daha evvelki halîfelerin ikinci nüshası idi. Dînî gayreti ile heyecanlı olmak ve dînî, hayatta en birinci ve evvelki gâye yapmak ma'nâsına alınırsa; dinden tâviz vermezdi.”
Şimdi sormak lazım; Müslümanları temsilen oraya gelmiş temsilcilere: Bu şuurun, bu dindarlığın binde biri sizde var mı? Sizin Osmanlıyı kötülemek değil yatıp kalkıp Osmanlıya teşükkür etme mecburiyetiniz vardır. Eğer Osmanlı olmasaydı, bugünkü perişan hale asırlar öncesinden düşecektiniz. Belki de, bugün Müslümanlığın eseri bile kalmayacaktı.
Gözle görülmeyen Kilise ( İnvisible Church )
Toplantıda Malezya başbakanı sayın Dotuk Mahathir Bin Muhammed’in mesnetsiz suçlamasından ziyade, en çok üzüldüğüm husus, 50 ülkenin temsilcisinden ve Ülkemizdeki sözde müslümanların sözcülüğünü yapan basından en ufak bir tepkinin gelmemesidir. Çoğu gazete tepki göstermeyi bırakın, Osmanlıya hakaret bölümünü yayına bile sokmadı. Batı’nın sömürge ülkelerinde yıllardır yaptığı Osmanlıyı kötüleme, propagandasından Türkiye’nin de payına düşeni aldığı anlaşılıyor.
Bilmiyorum sizin dikkatinizi çekti mi? Bu toplantı sebebiyle bir de şu husus dikkatimi çekti. Malezya başbakanının dinde reform talebine tepki olmadığı gibi, Türkiye’yi temsilen giden Cumhurbaşkanı Sezer “ İslam dünyasında ciddi bir yenilenme ve reform sürecine ihtiyaç var. Cesur kararlar alınıp İslamın çıtasını yükseltmeliyiz” sözleri ile destek verdi.
Aynı gün Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakçıoğlu gazetelere boy boy “Dinin modernize edilmesi gerekir. Dindarlığımızı içinde bulunduğumuz ortama uydurmak gerekir. Dini biraz hafifletmek gerekir.Yapacağımız şey, insanların din algılamasını düzeltmek, tarihten bulaşmış şeyleri ayıklamak. Sarıklı cüppeli bir dini otorite istemiyoruz. Dinde aslolan Allahı sevmektir. Onun dışındaki, namaz kılma, oruç tutma... gibi şeyler bireysel tercihtir.” türünden demeçler verildi.
Gazetelerdeki, açıklamaları yetmedi, Bardakçıoğlu aynı gün canlı televizyon programlarına çıkarak refom fikri vurgulandı: “ Bugün yaşanan İslam, Emevi, Osmanlı İslamıdır. 21. Asırdayız, eski uygulamalara bağlı kalamayız. Zamanımız şartlarına göre, İslamı yeniden dizayn etmeliyiz. Dinimiz neleri yiyeceğimizi, içeceğimizi bildirmez. Sadece iyi bir insan nasıl olur onu bildirir. ” türünden açıklamalarla “Reform” arayışlarına destek verildi. Ertesi gün gazete ve TV muhabirlerini toplayıp yayınlayacakları kitapçıklarla , “ Müslümanlara yeni bir İslam elbisesi giydireceğiz!” mesajını verdi.
Arkasından, GOETHE INSTITUT, Alexander von Humboldt ve Konrad Adenauer Vakıfları, İstanbul Armada otelinde, “Türkiye ve Avrupa’da Din, Devlet ve Toplum- Dinlerarası Barışçı bir Ortak Yaşam için Olanaklar ve Engeller” adı altında bir konferans düzenlediler. Toplantıya Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu ve dinlerarası diyalog faaliyetlerinin önde gelen temsilcileri katıldı. (Son zamanlardaki diyalog toplantılarında olduğu gibi, bu toplantıda da, “Yahudi temsilcileri” göremedim. Yahudiler uyanık. Baktılar bu iş birliğinde kendilerine bir fayda yok, parsayı Hıristiyanlar toplayacak, bunun için diyalog projesine mesafeliler.)
Sizce bu üst üste yapılan konuşmalar, konferanslar yönlendirmeler bir tesadüf müdür yoksa, belli bir merkezden düğmeye basma ürünü müdür? Bana sorarsanız ikinci şık daha kuvvetli. Hepsi söz birliği etmişcesine aynı şeyleri söylüyorlar çünkü.
Söylenenler de, Batı’nın, Vatikan’ın el altından İslam âlemine enjekte ettiği fikirler. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, artık İslam alemi isimleri Müslüman da olsa, Batı gibi düşünmekte, Batı gibi yaşamaktadır. Batının da istediği zaten budur. Duydunuz mu bilmiyorum Hıristiyan aleminde, “ İnvisible Church” yani “Gözle görünmeyen Kilise” diye bir kavram vardır.
Vatikanın iç yüzünü anlatan, Müslümanları Hıristiyanlaştırmak için çevirdikleri dolapları belgeleri ile ortaya koyan Aytunç Altındal “Vatikan ve Malta Şövalyeleri” (Yeni Avrasya Yayınları) kitabında kendi dillerinde bu tabirin ne mana ifade ettiğini şöyle bildirir: “ Şahısların Müslümanlıktan Hıristiyanlığa geçmesi gerekmez. Oldukları yerde, oldukları gibi kalsınlar. Ama bizim istediğimiz gibi düşünsünler. Müslüman gibi düşünmesinler. Fakat müslüman gibi düşündüğüne,Müslüman gibi yaşadığına inansınlar”
Bugünkü İslam âleminin durumuna bakınca, bu hususta ne kadar mesafe aldıkları açıkca görülüyor değil mi? Şimdi gelelim yukarıdaki iddialara: Daha önce bahsettim, varlık sebebi İslamiyeti yaşamak ve yaşatmak olan, bu konuda hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan Osmanlının yaşadığı İslam yanlış; bunların ki doğru, öyle mi? İslama Batı’nın penceresinden bakan kimselerin getireceği İslamın doğru olma ihtimali var mı sizce? Maksat, sadece Allahı sevmekmiş. Sevmenin alameti namaz kılmak, oruç tutmak değil mi? Papanın, papazın cübbesi takkesi; elektronik çağda iki bin yıllık ibdidai çan çalması gericilik değil: imamların cübbesi, sarığı gericilik öyle mi?
Daha önce de bildirdiğimiz gibi, Batı’nın dolayısı ile bunların borazanlığını yapan sözde aydınların yeni, modern İslamdan anladıkları, emir ve yasağı olmayan, (aynen Hıristiyanlıkta olduğu gibi) nakle yani vahye dayanmayan insanların düşüncesine dayalı felsefi bir sistem.
Amaçları; böylece, ismi İslam olan gerçekte İslamla ilgisi olmayan yeni bir din ortaya koymak.
Dostları ilə paylaş: |