VI. Bölüm İSLAMIN PROTESTANLAŞTIRILMASI
MARTİN LUTHER’İN ÖRNEK ALINMASI Batı dünyası, yani Hıristiyan âlemi, ilk zamanlar İslamiyeti pek ciddiye almadı. Arabistan yarımadasında, Araplar arasında dini bir mücadele olarak baktı olaya. İslamiyet Arabistan dışına taşıp, doğuya, batıya, özellikle de Anadolu kapılarına dayanıp, Bizansı, Avrupayı tehdit eder duruma gelince Hıristiyan âlemi telaşlandı.
Haçlı seferlerini başlattılar. Kudüs’e kadar ulaşıp binlerce müslümanı kılıçtan geçirdiler. Fakat, Müslümanları yıldıramadılar, Müslümanlar tekrar toparlanıp, Haçlı sürüsünü, Kudüs’ten ve Anadoludan attı.
Hıristiyan âlemi bu yenilgiyi bir türlü hazmedemedi. Her fırsatta saldırıya devam etti. Ancak, asırlar süren savaşlara rağmen bir netice alamamaları onları farklı taktik uygulamaya sevketti. Kaba kuvvetle bir yere varamayacaklarını anlayarak, Müslümanları içeriden yıkmaya karar verdiler.
18. asırda bu yeni planı uygulamaya koydular. Yetiştirdikleri casuslarla (Hempher gibi) ve Müslümanların arasından satın aldıkları kimselerle İslamın esaslarını bozmaya, yani protestanlaştırmaya karar verdiler.
Yapılmak istenilenin iyi anlaşılabilmesi için protestanlık nedir, buna kısaca bir göz atalım:
15. yüzyıla kadar, Hıristiyanların üzerinde Katolik Kilisesi, yani Papa hakimdi. Merkezi bir din otoritesi vardı. Keşiflerden sonra, ortaya çıkan burjuva sınıfı, zenginliğin verdiği güçle, kontrolsuz bir şekilde, haram günah tanımadan zenginliğin tadını çıkarmak istediler. Fakat, bozulmuş da olsa, kendine göre emir ve yasakları olan Hıritiyanlığın ahlaki kuralları ile çatışınca, isteklerini rahat bir şekilde yapabilmenin yollarını aramaya başladılar.
Mesela, zenginleşen tüccarlar faiz ile çalışmaya başladılar. Hıristiyanlık buna müsaade etmedi. 1517’de Alman papazı olan Martin Luther çıkıp her türlü isteğe izin verince burjuva sınıfı yani zenginler rahatladı. Din baskısından kurtulmuş oldular. Dini kendi âdi isteklerine alet etmeye başladılar.
Şimdi, Protestanlığın esası olan maddelere bir bakıp, zamanımızda İslama karşı yapılanlarla mukayese edelim:
1- Dinin yorumlanması ve anlaşılması tek otoritenin ( Katolik Kilisesinin) tekelinden çıkartılmıştır.
(Günümüz Luther’leri de, 14 asırdır, Müslümanların dinlerini öğrendikleri, akaid ve fıkıh kitaplarını bir tarafa atıp, herkesin dinini doğrudan meallerden öğrenip, istediği gibi inanıp ibadet etmesi ve belli bir mezhebe bağlı kalınmaması için Müslümanları yönlendirmiyorlar mı? Dinin belli bir kaynaktan öğrenilmesini savunanları, çağdışılıkla, gericilikle suçlamıyorlar mı? İlahiyat fakültelerinde öğrencilere, her biriniz birer Luther olmalısınız, telkininde bulunulmuyor mu? )
2- Dinin yorumlanmasında vahiy değil akıl ön plana alınmıştır. Akıl, dini istediği şekilde yorumlayacaktır. Din, kamusal alandan uzaklaştırılarak birey alana çekilecek.
(Günümüz Lutherleri de, Hadis-i şerifleri, âyeti kerimeleri yorumlarken, aklı ön planda tutmuyorlar mı? Herkesin aklı farklı olduğuna göre, herkesin anlayışı farklı olacağından, akıl sayısı kadar görüş, din, yani dinsizlik ortaya çıkmayacak mı? Getirilmek istenen nokta da bu değil mi zaten.)
3- Ayinler, (ibadetler) dinin esası değildir. Tanrının ibadete ihtiyacı yoktur. Dinde esas olan, kalbin temiz olmasıdır, dinde bu kafidir.
( Günümüz reformcuları da, namaz kıldırmamak, ezanı kaldırmak ve diğer ibadetleri yaptırmamak için uğraşmıyorlar mı? İbadeti, emir ve yasağı olmayan hiç din olur mu? Sen her türlü pisliği işleyeceksin, kanalizasyon çukurundan çıkmayacaksın, sonra da ben tertemizim diyeceksin! Böyle kalb temizliği, böyle inanç olur mu? )
4- Latince olan İncil diğer dillere çevrilerek yaygınlaştırılacak.
(İslam tarihi boyunca, son senelerdeki kadar meal, tefsir basılmadı. Her önüne gelen Kur’an-ı kerim meali, tefsiri yazıyor ve bu mealler gazetelerde promosyon olarak verilerek mukaddes kitabımız ayağa düşürülüyor. Anadille ibadet öne sürülerek, Kur’an-ı kerimin orijinali unutturulmaya çalışılıyor. )
Bu kadar benzerliğe ne dersiniz? Herhalde kimse buna bir tesadüf diyemez. Bu protestanlaştırma projesini, İngiltere’nin yönlendirdiği Avrupa yürütüyordu. 11 Eylül olayından sonra ABD de açıkça aktif bir şekilde projeye destek vermektedir.
11 Eylül olayı belki de, Müslümanlara gösterdiği toleransı kırmak ve ABD’yi de projeye dahil etmek için hazırlanan sinsi bir plandır.
PROTESTANLAŞTIRMAYA DESTEK VERENLER
Önce şunu ifade edeyim, Ehli sünnet inancına sahip İslam âlimlerinin dışında kalan bütün Müslüman aydınlar bilerek veya bilmeyerek; az veya çok bu sinsi faaliyetine destek vermişler ve vermektedirler.
İslam dünyasında protestanlaştırma hareketlerine ilk destek, Muhammed Abduh, Cemalettin Efgani, Mercani, Musa Carullah... gibi reformistlerden geldi. İslamın yeniden yorumlanması fikrini ortaya atarak protestanlaştırmaya öncülük ettiler. (Ülkemizdeki, günümüz Refomcularını, Luther’lerini herkes bildiği için bunların isimlerini zikretmeği luzumsuz görüyorum. Arife tarif gerekmez.)
Kulvarları farklı da olsa, Hasan el Benna, Seyyit Kutup, Mevdudi, Raşit el Gannuşi, Hasan Turabi, Malik bin Nebi, Muhammed İkbal, Hamidullah gibi kimselerin ortaya attıkları “Kur’an’a” dönüş hareketi de Protestanlaşmaya katkı sağladı. Ayrıca, isyancı terörist faaliyetleri ile insanları islamiyetten soğuttular, ürküttüler.
Türk dünyasında; Türkçülüğü, Turancılığı esas alan, Yusuf Akçura, Gaspralı İsmail, Ziya Gökalp gibi “Türk Yurdu” mecmuası etrafında toplanan aydınların faaliyetleri de, İslamın Protestanlaştırılması hareketinin ekmeğine yağ sürdü. Çünkü bunlar da Hıristiyanlık gibi, İslamın da değişime ayak uydurmasını, reformu savundular.
İçeride ise, protestanlaştırma çalışmalarına ilk ciddi destek, 10 Haziran 1928 tarihinde, İlahiyatçıların yayınladığı beyanname ile geldi. Köprülü Fuâd, Şerâfeddin (Yaltkaya), İzmirli İsmail Hakkı, İ. Hakkı (Baltacıoğlu), Halil Halid, Halil Nimetullah, Arapkirli Hüseyin Avni, Hilmi Ömer, Yusuf Ziya (Yörükan) ve Mehmed Ali Aynî’nin imzaladığı, İbadeti zamana uydurmak ve İslamiyeti ıslah projesi adı ile yayınlanan bu beyanname protestanlaştırma hareketine açık bir destekti.
Bu beyanname ile ibadetlerin biçiminde ve dilinde reform yapılarak; camilere müzik âletleri konulmasını, hutbeleri filozofların okumasını, ibâdetlerin ana dille yapılması isteniyordu.
İzmirli İsmail Hakkı’nın şu ifadeleri Protestanlığın kurucusu Luther’in düşüncelerinden farklı değildi: “ Hayır ve sevap, insana has olan kanuna itaat ve hayırlı ameldir. Kalbimizin, Allah ve insan sevgisi ile dolu olması, üzerimize vacip olan vazifeleri yapmakta ve cenab-ı Hakkın hayırlı amel irade etmesi için gereken vazifeleri yerine getirmekte irademizin bulunması namazın kendisidir... İbadetler bir takım vesilelerden ibarettir. İnsana, kendine has iradesi ile ibadet ve din lazımdır...Bu İbadetler kalpleri temizlemeye vesiledir. Bizzat istenen maksatlar değildir... Akıl asıl, din ona dayanır. (İslam Dini ve Tabii Din, 42-63)
Dikkat ederseniz, İzmirli de, Luther gibi ibadetlere önem vermiyor, aklı esas alarak vahye inanmıyor. Halbuki din vahye dayanır, akla dayanmaz.
“Dinlerarası diyalog” da Protestanlaştırma projesi kapsamındadır. Diyalog faaliyetinde bulunanların niyeti ne olursa olsun, hatta iyi niyetle bile yapılması bu neticeyi değiştirmez. Zaten Vatikan maksadını saklamıyor, açıkça ifade ediyor. Nitekim, Papa 2. Jean Paul da, Sen Pietro Kilisesinde, 25. 6. 2000 günü pazar ayininde, “Kilise ile diğer dinler arasındaki diyaloga evet. Ama aynı zamanda tek kurtarıcının İsa olduğunu ilan etmek gerekiyor’’ diyerek diyalog sonunda nerede birleşileceğinin adresini de vermiş oluyor.
Batı diyalog çalışmasını bu maksatla başlattı. Böyle bir diyalogtan, zarardan, yıkımdan başka ne beklenir?
Diyanetin “Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantıları” da protestanların kararları ile örtüşüyor. İşte toplantıda ele alınan konulardan bazıları: Dîni metinleri okuma, anlama ve yorumlama; din ve sosyal değişme ile ilgili konular; tarihte ve günümüzde kadının toplumsal konumu ve rolü, ana dil ile ibadet, Kuran ve hadislerin anlaşılmasında, yorumlanmasında yöntem, Hz. Peygamberin dindeki konumu, Akıl vahiy ilişkisi vb. Luther’in yaptığı gibi hep, “Yeniden yorum” üzerine bina ediliyor. Sanki din yeni geldi, bugüne kadar hiç yaşanmadı!
Kimsenin kalbini okuyamadığımız için tabii ki, bütün bunların art niyetle mi iyi niyetle mi yapıldığını kesin olarak söylemek zor. Ancak, her olayda olduğu gibi burada da gelinen noktaya bakmak gerekir. İyi niyet her zaman iyi netice vermez. İyi niyetli olmak insanı vebalden kurtaramaz. Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir. Cehennem iyi niyetlilerle doludur. (Dinde Reform faaliyetleri hakkında geniş bilgi için, Hakikat Kitabevi’nin yayınladığı, “Faideli Bilgiler” kitabına müracaat edilebilir.)
Dostları ilə paylaş: |