Dinlerarasi diyalog tuzağI ve Dinde reform



Yüklə 1,16 Mb.
səhifə67/67
tarix21.12.2017
ölçüsü1,16 Mb.
#35568
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   67

Misyonerlik faaliyetleri...


SAMSUN (A.A) - 17.01.2004 - Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölüm Başkanı Doç. Dr. Mustafa Köylü, son yıllarda ''dinlerarası diyalog'' adı altında sürdürülen çalışmaların bir amacının da ''misyonerlik faaliyetlerini yürütmek'' olduğunu söyledi.

Köylü, Anadolu Ajansı muhabirine yaptığı açıklamada, Hıristiyanlık dünyasının misyonerlik faaliyetlerinden vazgeçmediğini, bu kapsamda entelektüel, sosyal ve ekonomik sömürgecili ğin bugün büyük boyutlarda devam ettiğini belirtti.

Her din mensubu gibi Hıristiyanların da kendi dinlerini yaymak istediğini belirten Doç. Dr. Köylü, ''Günümüzde dinler arası diyalogun bir amacı da misyonerlik faaliyetleridir. Burada önemli olan kendi inanç ve yaşantımızla güzel ve çağdaş bir model olu şturarak, bu tür faaliyetlere meydan vermemektir'' diye konuştu.

Dünyada konuşulan toplam dil sayısının 6 bin 528 olduğunu belirten Köylü, şöyle dedi:

''Günümüzde tercüme faaliyetleri, artarak devam etmektedir. 1990 yılı itibariyle Kitab- ı Mukaddes 51 milyon 410 bin, Yeni Ahit ise 76 milyon 865 bin basılıp dağıtılırken, son yıllarda ise 70 milyon Kitab-ı Mukaddes, 110 milyon Yeni Ahit basılmıştır.'

Köylü, dünyada son yıllarda 517 bin civarında misyonerin görev yaptığını, sadece Protestan misyonerlerin sayısının ise 296 bini bulduğunu söyledi.

Hıristiyanlığı yaymak için harcanan paranın 1990 yılında 157 milyar doları bulduğunu ve son yıllarda bu rakamın 220 milyar dolara çıktığını öne süren Köylü, sadece Hıristiyanlığı yaymak için hazırlanan yıllık planlara harcanan paranın 45 milyar dolar olduğunu ifade etti.

Köylü, ''Türkiye'de, yılda ortalama 25 bin İncil dağıtıldığını'' sözlerine ekledi.

Allah kendi İslâm’ını başka İslâm’lardan korusun

Günümüz insanı ve Müslümanı, ilimleriyle cahiliyyeyi kutsayanlarca Allah’ın gönderdiği İslâm’a mukabil uydurulmuş bir sürü sahte İslâm’la karşı karşıyadır. Resmi İslâm, irsi İslâm, geleneksel İslâm, modern İslâm, radikal İslâm, sivil İslâm, askeri İslâm vb. Bütün bunlar, Allahû Teâlâ’nın gönderdiği İslâm’dan berî olan İslâm’lardır.


İslâm, İslâm’dır; başkası olamaz. İslâm’ı başkasıyla karıştırmak, ilahlık iddiasında bulunan sahte rablerle barışmaktır. Sahte rablerle barışanlar, Allah’ın gönderdiği İslâm’ı yanlış anlamaya mahkûmdurlar. Tabii ki, İslâm’ın yanlış anlaşılması, hayatın yanlış yaşanmasıdır. Hayatın yanlış yaşanması demek, hayatın Allahû Teâlâ’dan gayrısına bağışlanması demektir. Bu nedenle diyoruz ki; Allah’ın arzında Müslüman insanın en mühim meselesinden birisi de, “İslâm’ı Allahû Teâlâ’dan geldiği gibi anlamak ve olduğu gibi yaşamak meselesi” dir.
Allah’ın arzında zorba güçleri en çok rahatsız eden mesele, işte Müslüman insanın bu meselesidir. Yani zorba güçleri en çok rahatsız eden şey, İslâm’ın geldiği gibi anlaşılması ve olduğu gibi de yaşanmasıdır.
Allah’ın arzında İslâm’ın geldiği gibi anlaşılmasından ve olduğu gibi yaşanmasından rahatsızlık duyanlar, şeksiz ve şüphesiz bu asrın Ebu Cehil ve Ebu Leheb’leridir. Bunların işleri güçleri, ilimleriyle cahiliyyeyi kutsayanlar vasıtasıyla Allahû Teâlâ’nın gönderdiği İslâm’a mukabil birtakım kul patentli yeni İslâm’lar uydurmaktır.
Zorbalara karşı İslâmî diriliş ve direnişi bizzat Kur’an’la engellemek, Allah’ın gönderdiği İslâm’a mukabil sahte bir İslâm’ın uydurulmasına katkıda bulunmaktır. Altını çizerek diyoruz ki; aklın putlaştırılmasına dayanan rasyonalizm cenderesinde terbiye edilen İslâm, Allah’ın gönderdiği İslâm’a muhalif olan İslâm’dır. Böyle bir İslâm’dan Allahû Teâlâ’ya sığınmak gerekir.
Allah’ın gönderdiği İslâm’ın yükselişini sahte İslâm’larla engellemek, dünyanın en büyük cinayetini işlemektir. Şunu bilelim ki; Allah’ın İslâm’ını kullanarak sahte İslâm’larla insanları aldatmak, hevalarını kendilerine ilah edinen zorbaların kadim geleneklerindendir. Allahû Teâlâ buyuruyor:
“Bir de zarar vermek, inkâr etmek, mü’minler arasına tefrika sokmak ve daha önce Allah ve Resûlü’ne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescid kuranlar ve ‘Bununla iyilikten başka bir şey istemedik’ diye mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Halbuki Allah, onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.” (Tevbe/107)
Dikkat edilirse, Allahû Teâlâ’ya secde edilmek üzere yapılan camilere, mescidlere karşı aynı cinsten camiler, mescidler vasıtasıyla savaş veriliyor. Zarar, küfür, nifak ve tefrikaya hizmet eden mescidler, camiler bir terör karargâhı sayılırlar. Böyle mescidlerden, camilerden de Allahû Teâlâ’ya sığınmak gerekir.
Allah’ın İslâm’ına karşı yeni bir İslâm uyduranlar, elbetteki insanlara ve Müslümanlara “Sizi yeni bir dine, Allah dışında sahte bir ilaha davet ediyoruz” diyerek konuya girişmezler. Onların karakteri, Hz. Musa (as)’nın döneminde yaşayan Samiri’nin karakteridir. Allahû Teâlâ (cc) buyuruyor:
“Bu adam (Samiri) onlar için, böğürebilen bir buzağı heykeli yaptı. Bunun üzerine (Samiri ve ona uyanlar) işte dediler, bu sizin de, Musa’nın da ilahıdır. Fakat o unuttu.” (Taha/88)
Şimdi bu âyet-i kerimenin ışığında düşünelim. Günümüzde Ezherlerde, Zeytuniyyelerde, İlahiyatlarda kitabı, sünneti, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukahayı dışlayan, devre dışı bırakan bir İslâm’ı gündeme getirenlerle, yaptığı buzağı heykeline; “İşte bu buzağı, Musa (as)’nın ilahıdır” diyen Samiri arasında ne fark vardır? Samiri’nin buzağısı aramızda dolaşıyor. Resûlullah (sav)’ın sünnet ve siretini devre dışı bırakan İslâm tarifleri, anlayışları, yorumları, Samiri’nin günümüze kadar gelen buzağı heykelinin temsilcileridir.
Günümüzde genelde dünyada, özelde ise İslâm coğrafyasında Allah’ın İslâm’ı dışında bir hayli sahte İslâm ortalıkta dolaşıyor. “Çağdaş Samiriler” vasıtasıyla Kur’an ve sünnetin tarihselliği ispat edilmeye çalışılarak, Allah’ın İslâm’ı tarihin belli bir dönemine münhasır kılınıp hapsedilmek isteniyor. Müsteşriklerin teşviki ile yeni sahte İslâm’lar oluşturuluyor.
Müsteşriklerin, “Allah’ın indirdiğini bırak, sen kendi dinini kendin yaz” kampanyasına katılanlar, “Allahû Teâlâ bugün Kur’an-ı Kerim’i inzal etseydi, bence şu hususta böyle değil de şöyle buyururdu” diyerek, beşer patentli bir İslâm’ı Allahû Teâlâ’ya nispet etmeye çalışıyorlar. Elbetteki bunların bu sahte İslâm’larına karşı mücadele edeceğiz. Ama şu duayı da etmeden geçmeyeceğiz: “Allah kendi İslâm’ını başka İslâm’lardan korusun.” Şunu unutmayalım ki; kişi, İslâm’ın İslâm’dan başka bir şey olmadığına inanmakla Müslümanlaşır. Aksi halde Müslüman olmaz. (Vakit, 30.3.2004, Mustafa Çelik)


Hıristiyanları Müslümanlaştırmak dinsizlikmiş



Yıl 2000... 3-7 Mayıs tarihleri arasında The Marmara Oteli’nde, Diyanet İşleri Başkanlığının Uluslararası Avrupa Birliği Şûrası yapılıyor. Konuşmalar hep alışık olduğumuz cinsten. İlahiyatçılardan kimisi eskiden beri bilinen İslâm dininden yakınarak, “Bu gelenek dini başımızın belâsı; bunun bir şekilde üstesinden geleceğiz” dedi; kimisi en kuvvetli hadis kitabı Sahih-i Buhâri’ye bile dil uzatarak, “Hadisler kafa karıştırıyor” dedi.
Böyle ilahiyatçıların tavrı zaten bu. Aksine, ehl-i sünnete uygun konuşsalardı hayret ederdik.
Gazetemizden İbrahim Acar da haber yapmak üzere orada. Yemek vakti otelin üst katındayız. Karşımızda iki kişi oturuyor. İzmir İlahiyat’tan iki doçentmiş. Şimdi Diyanet’in bağlı olduğu Devlet Bakanı Mehmet Aydın da o zaman İzmir İlahiyat’ta idi.
Ben, doçent arkadaşlara, Sayın Aydın’ın Hıristiyan ve Yahudiler hakkındaki tavrından duyduğum rahatsızlığı dile getirdim. İkisi de itiraz etti ve “Yanılıyorsunuz; Mehmet Bey Hıristiyanlık hakkında doğru kanaat taşıyor” dediler. Halbuki, biri Konya, diğeri İzmir İlahiyat’taki iki Mehmet Aydın’ın da diğer dinler hakkındaki düşünceleri aynı idi ve müsbet değildi.
Bakın ne oldu? Yemek yendi, konuşmalar başladı. Kürsüde S.Ü.İ.F.D. Prof. Mehmet Aydın var. Aaaa! Çok güzel şeyler söylüyor. Biraz önce konuştuğumuz doçentlerden birisi, “Bak görüyor musun? Demin söylediklerin yanlış değil miymiş!” dercesine mânâlı mânâlı yüzüme bakıyordu. Sustum, cevap vermedim. Az sonra Mehmet Bey konuşmanın şeklini değiştirdi. Hıristiyanlık hakkında öyle şeyler söylemeye başladı ki, neredeyse insanın Hıristiyan olası geliyordu. Bu sefer ben o doçent arkadaşa döndüm ve “Şimdi anladın mı profesörümüzün vaziyetini?” demek istedim. Bu sefer de o “evet” dercesine sustu.
Ama iyi niyetli ve samimi bir arkadaşımızmış. Konuşma bittikten sonra Mehmet Aydın’a şunu sordu: “Sayın Hocam! Siz Hıristiyanlığı böyle anlatıyorsunuz. Peki bizim çocuklarımız bu konuşmaları duyup, ‘Madem Hıristiyanlık böyleymiş, biz de Hıristiyan olalım’ derlerse ne olacak?”
Bu çok haklı soruya Sayın Aydın’ın cevabı sadece şu oldu:
-Konumuz o değil.
Ne kadar samimi bir cevap değil mi?
O günden beri, bu ibretlik manzarayı bir yazıda dile getirmek istememe rağmen, o doçentin ismini not edemediğim için yazamıyordum. 7 Mart tarihli Vakit’teki bir haber imdadıma yetişti. Haber, 9 Eylül Üniversitesi’nden Doçent Ali İhsan Yitik’in, Antalya Serik’te yaptığı misyonerlikle ilgili konuşmadan bahsediyordu. Fotoğrafını görünce tanıdım. Yukardaki soruyu soran işte bu samimi doçentimizdi. Kendisi de hatırlayacaktır, sohbetimizde, evli ve bir kızı olduğunu da söylemişti.
Devlet Bakanımız Sayın Mehmet Aydın’a dönelim...
Sayın Bakanım! Diyanet’in tertip ettiği II. Din Şûrası’nda, bir söz sarf etmiştiniz. Daha sonra Marmara İlahiyat’ta yaptığınız bir konuşmada, o sözünüz hatırlatılınca, “Ben öyle bir şey söylemedim” diye reddetmiş, bunun üzerine, “Bu sözü söylediğinize dair şahit var; hatta o şahit bir gazetecidir” denilince de, “Gazetecilerin şahitliği kabul edilmez” demiştiniz.
Diyanet, o Şûra’da yapılan konuşmaları kitaplaştırdı. Haliyle sizin konuşmalarınız da bu kitapta. “Ben öyle bir şey söylemedim” dediğiniz sözleriniz orada var. Bunu yazıya dökenler üstelik gazeteci de değil, emriniz altındaki Diyanet. Artık reddedemezsiniz, çünkü belgelenmiş oldu.
Gelelim ne dediğinize: Bazı Müslümanlar, Hıristiyanlarla diyalog yaparken, “Yahu bir fırsat doğdu. Müslümanlığı anlatalım Hıristiyanlara” diyorlarmış. Siz, Müslümanların bu tavrını şiddetle tenkit ederek diyorsunuz ki, “Bu, bir din mensubuna yapılacak en dinsizce bir hakarettir.” Hızınızı alamıyor, “Dinsizce diyorum” diyerek ikinci bir vurgu yapıyorsunuz.
Kaynak: (II. Din Şûrası Tebliğ ve Müzakereleri c. 2, s.322)
Müslümanların, Hıristiyanların Müslüman olmalarına yönelik söz-hareketlerini en dinsizce bir hareket olarak gördüğünüz artık belgelendi. Bir de Hıristiyanların Müslümanları Hıristiyan yapmalarına yönelik misyonerlik faaliyetlerini değerlendirseniz de onu da öğrensek. Bekliyoruz... (Ali Eren – Vakit)


Ilımlı İslam ve ABD


Diyanet İşleri Başkanı geçtiğimiz günlerde ABD'ye, zihinlerde birçok soru işareti bırakan bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaretin açık gündeminde "Ilımlı İslam" vardı. Utah Üniversitesi Ortadoğu Araştırmalar Merkezi'nde bu konuda bir sempozyum düzenlenmiş, Sayın Bardakoğlu da orada bir konuşma yapmıştı.

Ziyaretin tek gündeminin bundan ibaret olmadığı anlaşılıyor. Çünkü daha sonra Bardakoğlu ABD'deki birtakım resmi ve yarı resmi kurum ve kuruluşların yetkilileriyle ikili görüşmelerde bulunmuştu. Bunlar arasında Ulusal Güvenlik Konseyi'nin yetkilileri de bulunuyordu.

Basında yer alan açıklamalardan anlaşılan o ki, ABD "Ilımlı İslam" projesine destek istemiş, Bardakoğlu da bu desteğe hazır olduklarını söylemişti. ABD bu desteği isterken, bunun karşılığında da "Türkiye örneği"ni İslam dünyasına pazarlamayı teklif ediyordu. Hatta 'Başkan'ın demecine bakılırsa, bu konuda Diyanet'ten "somut projeler" bile istenmişti.

Anlaşılan o ki, Bardakoğlu ABD'lilerin bu konudaki taleplerine hiç de mesafeli yaklaşmamış. Ne mesafelisi, "Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bu gibi önerilere hazırız" bile denmiş.

Düşünsenize bir, dünyaya dayılık etmeye kalkan iri güç kendi kendine dünyaya nizamat vermek için senaryolar yazacak ve sizi rol almaya çağıracak. Siz bu teklifin altında bir bit yeniği olup olmadığını düşünmeyeceksiniz. Bir "acaba" bile demeyeceksiniz.

Çağlayangil miydi "Büyük devletlerle iş tutmak ayıyla yatağa girmeye benzer" diyen? Irak savaşında hem dünyayı hem kendi kamuoyunu aldattığını kendisi dahi itiraf eden bir azman güçle iş tutarken, işin bu tarafı hiç akla gelmez mi?

Hakkını yemeyelim, Bardakoğlu hepten de 'teslimiyetçi' değil ABD'ye karşı. Hatta bir konuda Amerikalılar'ı terslediği bile söylenebilir. Hani şu ABD'nin hazırlattığı insan hakları raporunda yer alan "Türkiye'de din özgürlüğünün bir ölçüde kısıtlandığı" tesbiti konusunda. Başkan "Dini özgürlükler anayasal çerçevede korunuyor" bile demiş.

Peki, şimdi bu oldu mu?

Elin oğlu size "Biz bir elbise diktik, adını İslam koyduk, bunu da Müslümanlar'ın tümüne zorla da olsa giydirmek istiyoruz. Sizden de terzi çırağı olmanızı, bu elbiseyi teyellemenizi, ütülemenizi istiyoruz" diyecek, siz de buna "hay hay efendim" diyeceksiniz. İş sizin de sorumluluk alanınıza giren ülkenizdeki dini özgürlükler aleyhindeki uygulamalara gelince tavana bile bakmayacak, özgürlüklerin korunduğunu söyleyeceksiniz. Neyse…

Bu işte bir yanlışlık var. Hatta, bu iş baştan ayağa yanlış.

Birincisi, projenin sahibi yanlış. Bu proje ABD'nin projesi ve ABD bir avuç kendini bilmez tarafından kötü yola düşürülmüştür. Kendi halkına hesap veremeyen bir güruhun kirli tezgahına tezgahtar olmanın âlemi var mı?

İkincisi, din açısından yanlış. Hani Türkiye laik bir devletti? Nerede kaldı laiklik? Bardakoğlu "Türkiye'deki laik demokrasinin tablodaki payını bildiklerini" ifade etmiş. Başbakanı'na iftar daveti verdi diye atmadığı kötek kalmamış bir ülke, nasıl oluyor da başkalarına belli bir din anlayışı pazarlamaya çalışıyor? Bu dini siyasete alet etmek olmuyor mu? ABD'ye laik olduğumuz burada da hatırlatılamaz mıydı? Devlet eliyle din ihraç etmenin rejim ihraç etmekten ne farkı var? Hem İslam dini, Türkiye'nin "malı" mı ki, onu istediği gibi boyayıp ona buna ihraç etmeye kalkıyor?

Üçüncüsü, Diyanet açısından yanlış. Diyanet şimdiye kadarki yanlış uygulamalarıyla bu halkın nezdinde hayli düşük olan kendi itibarını yükseltmeli. Diyanet-Sen Genel Başkanı Ahmet Yıldız bu probleme dikkat çekiyor ve "Halkın % 56'sı Diyanet'e ve resmi din görevlileri sınıfına güvenmiyor" diyordu. Diyanet kendi halkının gözünde kaybettiği itibarı ta ABD'lerde aramıyor herhalde. ABD'yle iş tutmak, Diyanet'e zaten kaybettiği itibarını hepten kaybettirir.

Dördüncüsü, "Ilımlı İslam" projesinin kendisi yanlış. Yanlış, çünkü dinin yorumlarından birini mahkum etmenin yolu, bir diğer yorumu dayatmak değildir. Bu olaya bilimsel değil, yüzeysel bakmaktır. Tabiî ki sorunu doğru teşhis edememektir. İslam'ın şiddet intac eden yorumları "dini" olmaktan daha çok başka sebeplerin eseridir ve bu ayrı bir bahistir.

İngilizler'in 19. yüzyılda Hidivler ile Vahhabiler arasındaki ikili oynama taktiğini bugün revize edilmiş haliyle ABD uygulamaktadır. Bu taktik Osmanlı'ya hiçbir şey kazandırmamış, kaybettirmiştir. Müslümanlar arasına kin ve kan (Taif katliamı gibi) girmiştir.

Netice belli: 80'li yılların "Amerikancı İslam"ının başına ne geldiyse, 2000'li yılların "Amerikan İslamı"nın başına da aynısı gelecektir. İlle de rol arıyorsak, kendi senaryomuzu yazalım. Ama önce "biz" kimiz, ona bir karar verelim. (Yenişafak, 8.3.2004)


Abant Platformuna Fukuyama gölgesi


Washigton’da düzenlenen Paul Wolfowitz, Alan Makovsky, Mark Parris, Morton Abromowitz ve Marc Grosmann gibi ABD’ye hatta dünyaya yön veren kimselerin katılımı ile Abant Platformu’nun bu yılki mesajları, Türkiye kamuoyunda geniş yankılar uyandırmaya başladı. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından Abant Platformu adı altında her yıl düzenlenen uluslararası toplantının bu yıl ABD’nin başkenti Washington’da yapılacağının açıklanmasından bu yana, gözler Abant Platformu’nun Washington’dan vereceği mesajlara çevrilmişti. Washington’da Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası Araştırmalar Bölümü’nde (SAIS) yapılan bu yılki Abant Platformu, tepkilere sebep oldu. “İslâm, Demokrasi ve Laiklik: Türkiye Tecrübesi” konulu toplantının “ev sahibi” olarak tanıtılan ve açış konuşmasını da yapan CIA’nın siyaset bilimci uzmanlarından Japon asıllı Amerikalı Francis Fukuyama’nın kişiliği, misyonu ve verdiği mesajlar, bu yılki platforma şimdiden damgasını vurdu.

Fukuyama, ABD’nin 11 Eylül sonrasında askeri olarak da yürürlüğe koyduğu “medeniyetler çatışması” tezinin mimarı bir başka CIA uzmanı Huntington’la birlikte “Büyük Ortadoğu Projesi”nin de mimarları arasında yer alıyor.

ABD’nin temsil ettiği “Evrensel Homojen Devlet”in “tarihin sonunu” ilan ettiği ve bundan sonra Komünizm, Faşizm ve İslâm’ın Amerikan hegemonyasına ve temsil ettiği değerlere muhalefet edemeyeceğini savunan Fukuyama, 1989’da yayımladığı “Tarihin Sonu” adlı makalesiyle bütün dünyada fırtınalar koparmıştı. Fukuyama, “Evrensel Homojen Devlet’in tek düşmanı İslâm kaldı” şeklinde özetlenen “Tarih Yeniden Başladı mı?” adlı son makalesinde ise, şu fikirleri ileri sürüyor: “ABD ve müttefikleri tarafından üretilmiş olan Ilımlı İslâm yanlısı grupların dışındaki ‘kişi ve kitleler zor kullanılarak bertaraf edilecektir. Bunlar ezilirken, demokrasi ve laikliği benimsemiş fikirler ve gruplar desteklenecektir. ”

Fukuyama, İslâm’ın modernlik, demokrasi ve laiklikle temel problemleri olduğunu belirterek, şunları söylüyor: “Bunun asıl sebebi, radikal veya fundamentalist hareketler. Çünkü, bunlar modernliğin en temel ilkesi olan dini hoşgörüye karşıdırlar. Dini hoşgörünün kurumlaşmış şekli olan laiklikten nefret ediyorlar. Karşı karşıya olduğumuz temel çatışma, teröristlerden çok daha büyük bir grupla, yani ‘fanatik Müslümanlar’la ilgilidir” (Washington Haber Forum, 21 Nisan 2004)






Yüklə 1,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   67




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin