Bu da mı diyalog?
'DİYALOG' karşılıklı konuşma... 'Dinlerarası diyalog' deniliyor ama gerçekte 'Müslümanlık-Hıristiyanlık' diyaloğu... Ara sıra hahamlar katılsalar da, onların pek diyalogla ilgileri yok...
Diyaloğu en çok Hıristiyanlar ve özellikle de misyonerler seviyor... Onların tam aradıkları iklim...
Sovyetler Birliği döneminde ateizmin resmi ideoloji olduğu dönemlerde anlaşılabilir bir yanı olan bu 'diyalog' şimdilerde kime gerekli?
Sanırım Hıristiyan misyonerlere... Müslümanlar'ın direncini kırmak için bire bir...
Diyalog? Nasıl?
Müslüman konuşuyor:
- Biz Hazreti İsa'yı Allah'ın büyük elçilerinden biri olarak biliriz ve ona inanırız.
Hıristiyan konuşuyor:
- Biz İsa'yı Tanrı'nın oğlu olan Tanrı olarak biliriz ve ona inanırız.
Şimdi burada dinler nerede buluşacak? Daha dinin temeli olan Allah anlayışında 'uzlaşmaz çelişki' başladı. İslam'a göre 'Kul huvallahu ehad.' Hıristiyanlığa göre: 'Allah üçtür: Tanrı, oğul ve ruhülkudüs.' Müslüman, Hıristiyanlar'ın dediğini kabul etse dinden çıkar... Hıristiyanlar, Müslümanlar'ın inancını onaylasa Hıristiyan olmaz... Peki bu neyin diyaloğu?
Hazreti Muhammed son nebi
DÖNELİM İslam Peygamberi'ne: Müslüman konuşur:
- Hazreti Muhammed, Allah'ın kulu ve elçisidir. Elçilerin en büyüğüdür. Son peygamberdir. 'Hatemül Enbiya'dır.
Hıristiyan konuşur:
- İsa'dan sonra peygamber gelmemiştir. Muhammed peygamber değildir.
Peki nedir? Yalancı mı? Peki ben bir Müslüman olarak peygamberime hakaret eden Hıristiyan'la neyin diyaloğunu yapacağım? Ne güzel ortaklık değil mi? Sadece kara ortak Hıristiyanlar...
Sadece zarara ortak Müslümanlar...
Dahası, biz Hazreti İsa'ya inanıyoruz. Allah'ın seçkin kulu ve elçisidir. Ama bizim inanışımıza göre Hıristiyanlar onun getirdiği dini bozmuşlardır.
Evanjelist Hıristiyanlığın bütün gücüyle insanlığın başına çöktüğü ve Müslümanlar'ın ciddi bir tehlike ile karşı karşıya olduğu bir dönemde yapılan işe bakınız?
Diyalog bile değil 'diyaloğ.' Bütün hayatı İslam'ı anlatmakla geçen ve geçimini bu görevden sağlayan bir insan için hazırlanan kitabın adı da 'Diyaloğa Adanan Hayat.'
Bırakın artık bu diyalog saçmalığını... Çözüm Kuran-ı Kerim'dedir:
'Senin dinin sana, benim dinim bana...'
Siz yüreklerinize ve beyinlerinize gerçek anlamda 'müsamaha' kavramını yerleştirin yeter. (N. Kemal Zeybek -Tercüman, 14.2.2004)
Allah’ın varlığına inanmak yeterli mi?
Fethullah Gülen hocayla yapılan röportajın yankıları devam ediyor. Üsame b. Ladin’in “dünyada en sevmediği insanlardan bir tanesi” olduğunu söylerken onu ortaya çıkaran şartların hazırlayıcıları hakkında susmayı tercih eden, bir arkadaşına İsrailliler tarafından teklif edilen “barış komisyonu” yönetim kurulu üyeliği teklifine Filistinli bir silah tüccarının mani olduğunu söyleyerek barışı Filistinliler’in baltaladığını söylemeye getiren Hocaefendi daha başka şeyler de söylüyor. Ancak bugün onun söyledikleri üzerinde değil, onun söyledikleri üzerine yapılan bir yorum üzerinde durmayı tercih edeceğim.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Bekir Karlığa, Hürriyet’e verdiği mülakatta aynen şöyle demiş:
“İslam’ın temel anlayışı, Allah’ın varlığı ve birliğine dayanır. Birliği konusunda değişik spekülasyonlar olsa da, varlığını kabul ettikten sonra, gerisi üzerinde fazla durmaz İslam. Hatta, Allah’ın varlığından da öte, Hz. Peygamber’i kabul etmeyenlere bile hoşgörülü davranır. Nitekim bir hadiste, ‘Allah’tan başka ilah yoktur diyenler cennete girecektir’ denilir. Bu hadisten dolayı İslam bilginleri Hıristiyanların, Yahudilerin, Zerdüştilerin, hatta Budist gibi herhangi bir şekilde bir tanrıya inananların cennete gireceklerini kabul ederler. Halbuki, Kur’an tanrıtanımazlığa karşı derin bir hassasiyet göstermektedir. (...). Her çağ, dini metinleri kendisine göre yorumlama yetkisine ve imkânına sahiptir...”
Prof. Dr. Karlığa’nın sözlerinden anlaşılan şu:
1. Allah’ın varlığını kabul etmekle birlikte, O’nun yanında başka ilahların varlığına da inanarak “şirk”e düşmüş olmak İslam’ın ehemmiyet verdiği bir husus değildir.
Hoca bunu söylerken “Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında olanları dilediği kimse için bağışlar” (4/en-Nisâ, 48) ayetinin varlığından ve dahi “müşrik”te de “Allah inancı” bulunmakla birlikte, bu inancın “şirk”e bulandığı için muteber olmayacağından elbette habersiz değildir.
Öyleyse Kur’an’ın ve Hz. Peygamber ilk ve en önemli mücadelesinin müşriklere karşı verilmiş olmasını, yukarıda yer alan, “Her çağ, dini metinleri kendisine göre yorumlama yetkisine ve imkánına sahiptir” yargısında aramak durumundayız. Yani demek ki Kur’an’ın temel hedefi olan “şirkle mücadele” ile ilgili ayetler bu çağın “kendisine göre” yorumuna tabi tutulduğunda tersyüz edilebilecektir!!!
2. İslam’ın, Hz. Peygamberin peygamberliğini tanımayanlara hoşgörülü davranması, onların da cennete buyur edileceği anlamına geliyor Hoca’ya göre. İşte burada işler birbirine iyice karışıyor. Benim Hoca’nın yukarıdaki paragrafından anladığım şu: Allah’a şirk koşanlar cennete gideceği gibi, Hz. Peygamber (s.a.v)’e inanmayanlar da cennete gidecektir.
Meseleyi böyle “cımbızlama” yöntemiyle ele alacak olursak Hoca’nın fena halde yanıldığını söylemek durumunda kalacağız. Zira Kur’an, ebedî kurtuluş için ne Allah, ne de Peygamber inancı arar ve şöyle der: “O gün ne mal fayda verir, ne de evlatlar. Ancak Allah’a selim bir kalp ile gelen müstesna.” (26/eş-Şu’arâ, 87)
Öyleyse Karlığa hoca’nın “İslam’ın temel anlayışı, Allah’ın varlığı ve birliğine dayanır” demesinin herhangi bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Bu durumda birisi kalkıp da, bu ayete dayanarak “Din taassubuna gerek yok; İslam’a göre de her kim kalbi temiz olarak Allah’a kavuşursa paçayı kurtarmış demektir” iddiasını dillendirecek olursa kim ne diyebilir?
İşin bu kısmı bir yana, yukarıdaki paragrafta benim anlamadığım bir nokta var: Hıristiyanlar’ın, Yahudiler’in, Zerdüştîler’in, hatta Budistler gibi herhangi bir şekilde bir tanrıya inananların cennete gireceklerini kabul eden, aklını peynir ekmekle yemiş bu “İslam bilginleri” kim ola ki?! (Ebu Bekir Sifil, Milli Gazete, 20.4.2004)
Dostları ilə paylaş: |