DİNLETİ/SENARYO
Salon karanlıktır.
Piyanodan güzel bir ezgi yükselir.Bir dakika kadar sürer.Oyuncular karanlıkta yerlerini alırlar. Her biri birer heykel katılığındadır.
Piyano sesi alçalırken lokal ışıklar oyuncuların yüzüne düşmeye başlar.
(Erkekler siyah – kızlar beyaz giysiler içindedir)Kızların elbiseleri sahneye dönük bir vantilatör yardımıyla hafifçe uçusmaktadır.
Yukarıdan aşağıya sarkıtılmış ipler ve uçlarında çeşitli objeler : Mektup,zarf,şapka,çiçek,çerçeve…
(Bir eski koltuk –belki paravan,salıncak sahnede bulunabilir.)
Oyuncular teker teker repliklerini söylerler :
1.Oyuncu: OZAN VE SESLER
Her gün böyle gelip dünyadaki yerini alıyor.
“Zor olan,diyor,şiirin hayatını yaşamaktır.
Yazmak sonra gelir hep.” Bir bardak su ister
Gibi kolay çıkıyor bu sözler ağzından.
Kendiyle daha bir içli dışlı olmak için sonra
Her zamanki eski koltuğuna gidip oturuyor.
Göz göze geliyor ağaçlarla denizle gökle .Bir top
Karanfilde gezdiriyor ellerini.İyi akşamlar diyen
Yolda geçen bir sesi.Gürültülerle inen sabahı.
Sessiz otları.Düşen günü.
Sesleri,sesleri,sesleri.
Böyle bütün gün sesleri dinleyip
Çekiliyor sonra,
Dünyadaki yerine.
Şiir okunurken bir erkek oyuncu sahneye gelip eski bir koltuğa oturabilir.İçeriğe uygun davranabilir.
2.Oyuncu :
Ada adamlarıdır ozanlar.Kendilerine ta baştan yaşayabilecekleri adalar kurarlar.Gününde kimilerine sık sık gemiler uğrar,kimilerine de arada bir.Ama çoğu kez arada bir uğranan yarın adalarındadır ozanların gözü.
Bu,bugünü önemsemediklerinden değildir,yarını,bugünden ayırmadıklarındandır.
3.Oyuncu :
Zor olan şiirini hayatını yaşamaktır, yazmak sonra gelir hep.
Bir şiir yazılıp yeryüzüne çıkmışsa, dünyada bir şeyler değişmiştir.
4.Oyuncu : .Ama onların yuvaları kalptir. Orada konaklarlar.Gökyüzünün çılgın mavisinden geçerken,oralara yavaşça bırakıverirler ağızlarının yükünü.
Aşağılarda bir yerlerde, bazı bazı duyulan o seslerdir hep.Duyulup kalan.
ÇOCUKSUN SEN / II
Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar
Dursam ölürüm paramparça olur dünya
Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm
Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir
Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna
Tutunabileceğim tüm umutları görmeyeyim için
Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak
(Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu
Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç)
Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte
Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan
Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle
Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su
Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç
Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı
(Soluğunun elma kokması bundandı belki)
Bir elma kokusuna tutundum düşerken
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Çocuksun sen, çocuğumsun AHMET TELLİ
5.Oyuncu : Aşk yalnızlıklarla (bir kıyıda çiçeğe durmuş süsenler,dana burunları,yıkıntılar,kapalı odalar,akşamüstleri,eski fotoğraflar,bırakılmış evler, balkonlar,büyük küçük sular,iç avlular,kuş ölüleri,çakıllar,ıssız kıyılarla) büyür.
Aşık yalnızdır çünkü.
ELDE VAR HÜZÜN
söyleşir
evvelce biz bu tenhalarda
ziyade gülüşürdük
pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha kuşlarının
ne meseller söylerdi mercan köz nargileler
zamanlar değişti
ayrılık girdi araya
hicrana düştük bugün
ah nerde gençliğimiz
sahilde savruluşları başıboş dalgaların
yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller
elde var hüzün
o şehrâyin fakat çıkar mı akıldan
çarkıfeleklerin renk renk geceye dağılması
sırılsıklam âşık incesaz
kadehlerin mehtaba kaldırılması
adeta düğün
hayat zamanda iz bırakmaz
bir boşluğa düşersin bir boşluktan
birikip yeniden sıçramak için
elde var hüzünAttila İLHAN
6.Oyuncu:
Şiir her şeyi aşka dönüştürmektir. Şiir budur.
Bir tragedyadır şiir, hep tek bir kişiye gelip dayanır.
SEVGİ ÜSTÜNE
Bütün kitapları yakmalı
Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır
Kitaplara göre insan
Karanlıkta yüzüne bin mumluk lâmba tutulmuş
Gözleri, yüreği kamaşmış insandır
Aptaldır, hastadır, kahramandır
Bütün kitapları yakmalı
Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır.
İçinde bir tek suret yaşayan yüreğe yürek mi derler
Bir tek yaprak veren dalın boynun burarlar
Bir tek meyve veren dalı keserler
İnsan dediğin bir buğday tarlası gibi olmalı
Esti mi rüzgâr bir değil milyonlar için esmeli
Bir tek meyve veren dalı kesmeli
İnsan dediğin derya misali
Üstünde milyonlarca dalga
İçinde kıyametler kopmalı
İnsan dediğin derya misali
Uçsuz bucaksız olmalı.
Gel çıkalım sevgilim gel
Gel kurtaralım birler hanesinden
Çekelim gidelim bir uçtan uca
Açalım yüreğimizin kapılarını sonuna kadar
Sevelim sevelim sevelim
Sevebileceğimiz kadar Bedri Rahmi EYUBOĞLU
7.Oyuncu
Kimi şiirler bir zaman gelir bir kıyıya çekilirler.Yeniden göründüklerinde, gök o gök değildir artık.
Ozanlar ceplerinde insanlar, kentler,nehirler,sokaklar,taşırlar.Onlarla dolaşırlar.
ŞİİR 4 :
SEVDA BAHÇESİ
Bir gül mahzun durur bahçede
Yaprakları yorgun.
Sen pembe güllerin en pembesi!
Hasta solgun.
Bir gül taze durur bahçede
Yaprakları diri.
Sen beyaz güllerin en beyazı
Sabahlar kadar iri.
Bir gül baygın durur bahçede
Yaprakları serin.
Sen sarı güllerin en sarısı
Yağmur gibisin.
Pembe gül hülyandır açılmış,
Beyaz gül yanakların,
Sarı gül dağınık saçlarındır,
Ve mahzun kalbim ateş gibi
Yanan dudaklarındır. Cahit KÜLEBİ
8.Oyuncu :
Şairin toprağı : İnsanlar ,sıradan bitkiler,hayvanlar, dur durak bilmeyen gökyüzleri,çığırından çıkmış güneşler,sevgilinin yüzü,demirin ,tiftiğin işlenişi,yüreğin derin ırmağı,bir yaprağın hayatı,denizler,labirentler,kargaşa,emeğin ve yosunlar ve akşamüstleri ve ormanlar ve günbatımları ve acının ve ölümün ve karasevdanın yatağıdır.
Nuh’un gemisine aldıklarıdır.
YERÇEKİMLİ KARANFİL
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce. Edip CANSEVER
9.oyuncu :
Nice küçük, bir kıyıya atılmış,adsız sansız şeylerin adamlarıdır şairler.
Kim onlardan başka nice horlanmış şeylerin elinden tutmuştur?
UNUTULMUŞ BİR YAZ İÇİN
anımsa bizim unutulmuş bir yazımız vardı
kıyısından çocukların dokunarak geçtiği
yaz kirli denizlerin körfezine çekildi
biten o yaz mıydı düşün istersen
bir taşra melankolisine kaptır kendini
-şimdi anımsanması gereken birşeyler vardır
bir çığlık kadar sessizlik de anımsanır
hoyrat sevinçlerle sularında yüzülen
olağan duygularla yüreği örten
bir aştan geriye suskunluk kalır-
yazdan ne kaldı sana yazdan ne kaldı
birkaç dize ölü ozanların gezindiği
kimsesiz romanlara sığınan yürek ağrısı
denizle aranızda ortak dil gibi
usulca çoğalan yaz kederleri
-her zaman paylaşılan duygular vardır
yeri gelince ölümler de paylaşılır
bölüşmek bir ölümü dostluğu ve şiiri
benzemez beyaz evlerden mavi sulara
aynı pencereden iki yabancı gibi bakmaya-
yaz bitti mi diye sorma yaz çoktan bitti
yedeğinde karartılmış sevgiler taşıyarak
nasıl özlendiğine tutkunlar gibi şaşarak
korkarak geldiği yollardan geri dönmeye
sıradan geçen bir yazın yanına gitti
-bir aşkta sıradan yazlara da yer vardır
sıradan bir aşkın sözlüğü gittikçe daralır
artık ne fısıltı gibi ilk ürpertiler
ne gece yarısının büyülü güzelliği
ayrılıklar gelir kapımıza dayanır-
incelik gibi bu şiiri bıraktı yaz giderayak
bir ozan olsam bana sorulmaz derdim
sorulsa da o yazdan inceliğin hesabı
yazık ödenmemiş bir borç gibi karşımda
uçucu bir yazdan kalanların toplamı
-de ki o umutsuz duruşunun ardında
kendinden bile sakladığı yaraları
gün gelir onulmaz özlemler gibi
ıslıkla söylenen bir aşk türküsü olur
unutulmuş yazın kırgın yolcusu
sevdalı yüreğini kıyıya vurur. Haydar ERGÜLEN
10. oyuncu:
Aşk, ayın karanlık yüzüne vurmak, üçgenler, daireler, koniler çizmek; tarihsiz nesnelerin iyeliğini yapmak, kulaklarında adları yazılı çocukların yanı sıra yürümek; en derin sarıyı bulmak; onmaz bir gurbet duygusuyla yaşamak; engin ve lekesiz yolculuklar yapmak; denizin yorgun çağlarının fotoğrafını çekmek; solgun bir kasımpatıyla dolaşmak, sabahları sarı, akşamları nefti geçen Pera tramvaylarına asılmak; aşkı ( o sulusepken) örgütlemek; Çin’de uyanmak; sıradan insanlar, kuşlarla yarenlik etmek; ölüme gemici düğümleri atmak; yatağına uzanmış çocuk İsa ile güzelim kirpikli Muhammed’le çölde bir aşağı bir yukarı dolaşmaktır.
MIRILDANDIKLARIM
Kırdın mı incittin mi birilerini
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler?
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
Yeniden düşünmeliyim
Dostluklarımı, ilişkilerimi
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
Borçlarımı ödedim mi?
Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış,
Giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
Geri verdim mi aldıklarımı:
Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları,
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?
Yokladım mı duygularımı
Hâlâ sevebiliyor muyum insanları?
Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma
Ovmalı umutları
Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan
Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım
Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar
Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar
Gece telefonları, ıssız konuşmalar
Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler
Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey
O kadar çok anlattım ki
Kendime kaldım anlatmaktan...
Bunaldım kendisiyle boğuşmasını
Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan
Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan,
Ofset duyarlılıklardan
Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum
'İçtenliğin' ya da 'dünya görüşünün' kirletmediği
Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum
Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları
Vitrin camlarına yansıyan yüzlerde
Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar
Hâlâ bir umut var mıdır
Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde
Ne çıkmaz sokaktayım ne de mutsuz
Sadece rüzgârlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar
Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken
Kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız
Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim
Senin ve benim , yani bizim için... Murathan MUNGAN
…. Oyuncu:
Bir çeşit dervişlik, keşişliktir aşk. Yıllarca küçük bir yeraltı suyu gibi yaşayacaksın; bir gün yeryüzüne çıkma özlemini de yitirmeyeceksin; sonra da bunu büyük bir alçakgönüllülükle kabul edeceksin. Günün birinde bir gün ışığını gördüğünde de, bir kıyıya çekilip oradan bakmasını bileceksin.
Bir çilehane adamıdır aşık. Hayatı yoktur.
HAYAT
GÜL KOKULU BİR SAĞANAK YİNE
gözlerimin önünde ıslak dağların kabaran yalnızlığı
ne varsa uçurumlar eşiğinde
hüzünlerle yalpalayan ne varsa
gözlerimin önünde
ve hayat gül kokulu bir sağanak yine
birşeyler anlatmak istiyor hayat
ve alıp götürmek bir şeyleri kurt sofralarına
gün batıyor
gün batıyor bukağısı paslı bir sevinç oluyor yalnızlığım
unutuyorum sevgilim suretini
durgunluğun “niçin”di unutuyorum
gün batıyor ürkek yıldızlar dolanıyor yalnızlığıma
umurumda değil ne yağmur ne ayaz
ne de kerpiç kokusu havada
unutuyorum/sabaha/kadar/ gün batıyor
sonra bir akasyayı okşuyor gözlerim
geciken sabahlara koşuyor kuşlar
gözlerimin önünde
ve hayat gül kokulu bir sağanak yine Yılmaz ODABAŞI
Şaşırtıcıdır aşık: Onmaz yolculuklar yapar; kuşlara, sokak adlarına, kuşatılmış aşka, ölüme takar aklını; yalnızlığa, coğrafyaya, altın çocukluğa soyunur , sık sık sevda çıkmazlarına girer, solgun bir taverna çocuğuna güler; Sirkeci’de çadır kurar, vebalılarla dolaşır.
Kimsesiz bir ateşböceğiyle konuşur; yoğurtçu, şekerci, eskici dükkanlarına uğrar; kasabalarda bando yönetir
BÜYÜK OLSUN
Ben büyük şarkıları severim; büyük olsun,
Deniz gibi, gökyüzü gibi her şey ve mahzun.
Seviyorsam seni aşk ölümsüzdür gönlümce,
Âşıksam kadınım değil tanrıçasın, ece.
Denizler yolculuğa çağırır durur da beni
Gitmem düşünerek geri döneceğim günü.
Ben büyük rüzgârları severim; büyük olsun
Aşkım da, özlemim de hepsi, her şey ve mahzun.
İnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı,
Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı. Ahmet Muhip DRANAS
… Oyuncu:
Ne mi yapmalı insan?
Sabahları okula giden çocukların elinden tutmalı, kızların saçlarını karıştırmalı, otlar, kuşlar, hayvanlar yetiştirmeli, küçük sokaklar, evler, alanlar kurmalı, ıssız dağları şenlendirmeli, kervanlara yol göstermeli, deniz kıyılarına inmeli, sokaklarda dolaşmalı, böcek koleksiyonları yapmalı, kitaplara girmemiş otların elinden tutmalı, gazete okumalı, yeşil som ipekler dokumalı, keçe çadırlarda oturmalı, artık değer öğrenmeli, aşkı örgütlemeli, bilinç altına uzun yolculuklar yapmalı, otağını bütün yasak bölgelere kurmalı, insana yabancı olan her şeyin üstünü çizmeli.
UZAK KADERLER İÇİN
Birgün, bir yağmurla garip garip
-Çoluğu çocuğu terk edeceğim.-
Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım
Alıp başımı gideceğim.
Asır yirminci asırdır, amenna
Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım
Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi
Uzaklar daha uzaklaşır
Bir define çıkarır gibi kayalardan, Ademden beri
Sımsıcak sevgilere muhtacım.
Bir gün alıp başımı gideceğim
-Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar...-
Belimi bir ılık şal sarsın, mavi
Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız
Rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin
Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında.
Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm
Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde
Diyarı gurbette kanlı bir aşk
Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde
En uzak beyazlar,
En yakın ikindilerde, duygulu
Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam
İçip içip ağlasam...
Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum?
Herkesin derdinden pay isterken.
Uzak kaderlerin suları çağlar simdi
Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden.
Birgün, bir parkta otururken, biliyorum
Bir el yağmurla dokunacak omuzuma
Bir çift göz, bir davet, bir kalp
Çoluğu çocuğu terk edeceğim.
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak
Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak
Toprak ve insan kokularıyla,
Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için
Başımı alıp gideceğim. Turgut UYAR
… Oyuncu:
Ne mi yapmalı insan?Terkisinde denizler, ucu selvi ağacından yapılmış oklar, al atlar, ırmaklar, kadınlar, gök süvarileri, iyilik çiçekleri taşımalı.
… Oyuncu:
Akşamları işçilerin evlerine inmeli, onlarla sofraya oturmalı, kadınlara beyaz güller armağan etmeli, yeni çayırları sulamalı, Ölüm’le yarenlik etmeli,
OLVİDO
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
Gün saltanatıyla gitti mi bir defa
Yalnızlığımızla doldurup her yeri
Bir renk çığlığı içinde bahçemizden,
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan
Lavanta çiçeği kokan kederleri;
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
Unutuşun o tunç kapısını zorlar
Ve ruh, atılan oklarla delik deşik;
İşte, doğduğun eski evdesin birden
Yolunu gözlüyor lamba ve merdiven,
Susmuş ninnilerle gıcırdıyor beşik
Ve cümle yitikler, mağlûplar, mahzunlar...
Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
Kağıtlarda yarım bırakılmış şiir;
İnsan, yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar bir gün bir camı açtığını,
Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu,
Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı...
Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir.
Aşklar uçup gitmiş olmalı bir yazla
Halay çeken kızlar misali kolkola.
Ya sizler! ey geçmiş zaman etekleri,
İhtiyaç ağaçlı, kuytu bahçelerden
Ayışığı gibi sürüklenip giden;
Geceye bırakıp yorgun erkekleri
Salınan etekler fısıltıyla, nazla.
Ebedi âşığın dönüşünü bekler
Yalan yeminlerin tanığı çiçekler
Artık olmayacak baharlar içinde.
Ey, ömrün en güzel türküsü aldanış!
Aldan, geçmiş olsa bile ümitsiz kış;
Her garipsi ayak izi kar içinde
Dönmeyen âşığın serptiği çiçekler.
Ya sen! ey sen! Esen dallar arasından
Bir parıltı gibi görünüp kaybolan
Ne istersin benden akşam saatinde?
Bir gülüşü olsun görülmemiş kadın,
Nasıl ölümsüzsün aynasında aşkın;
Hatıraların bu uyanma vaktinde
Sensin hep, sen, esen dallar arasından.
Ey unutuş! kapat artık pencereni,
Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni;
Çıkmaz artık sular altından o dünya.
Bir duman yükselir gibidir kederden
Macerası çoktan bitmiş o şeylerden.
Amansız gecenle yayıl dört yanıma
Ey unutuş! kurtar bu gamlardan beni.
Ahmet Muhip DRANAS
… Oyuncu:
Her insan arkasında girip çıktığı büyük küçük sokakları, daha çok da küçük, arka sokakları, çıkmazları ( dünya böyle sokaklarla doludur) sürüye sürüye ilerler. Bunu da yoluna çıkan insanları, bitkileri, hayvanları, kuşları hep ilk görüyormuş, aralarından ilk geçiyormuş gibi büyük bir sessizlik içinde yapar. Eşyayı da önce adıyla, sonra da nice adlarla çağırmayı böyle yolculuklarda öğrenir. Yolu da hiç bitmeyecekmiş gibi uzundur. Lanetli tökezleye tökezleye gittiği bir yoldur bu. Hep elinde tuttuğu çetelesine de gördüklerini işlemek için arada durur. Nice saatler, haftalar, aylar, yıllar sonra bir gün (teptiği bu büyük küçük sokaklardan sonra) bir caddeye çıktığında , işte o zaman bütün yolculuğu böyle bir caddeye çıkma adına yaptığını kavrar.
YALNIZCA KANATLARINA GÜVEN
aşkımız bir gün uçup giderse aramızdan sevgilim
sırt çantalı bir duman gibi
bir melekle çarpışan kelebeğin kanadından dökülen toz
bir çağlayanda sürüklenen bir dal parçası gibi
istemediğimiz yerlere giderse aşkımız
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven
kendi yarattığımız boşluğun ucunda
sıkı sıkı tuttuğumuz bir kapı koludur yaşam
ve aşk, en derin kuyumuza düşen keman
yürüdüğümüz yollar daralırken
çökerken altımızdaki merdivenler
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven
sevdalılar bilir
bir kuş yağmurudur ilkbahar
sevmeyi beceremeyenlerin koyduğu yasaklar
çözülüp gider çocuk gölgelerinde yazın
ve ağzımızın içinde dağılır aşk
sapsarı bir şeker gibi erirken sonbahar
bitmeyen bir kıştan söz açılırsa sevgilim
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven
elimi uzattığımda sana gemileri göstermek için
dümende kan kokusuyla bayılmış bir kaptan
ateşin yüreğine sürüklenen bir ülke ufukta
ve çekirge sürüleri yolcu bavullarından çıkan
sevgilim
dökülürken tüyleri
savaş uçaklarına çarpan güvercinlerin
her gün değişen atlasların içinde tara saçlarını
ve yalnızca kanatlarına güven
götürürlerse bir gün beni ellerim iplerle bağlı
şiirlerimin bilmediği yerlere ve hiç kimsenin
alnımdan fırlayacak göçmen bir kuş gibi dur
dünyanın paslanmış sırtında
ve bensizliğe havalanırken
korkma sevgilim
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven Akgün AKOVA
… Oyuncu:
Her insan arkasında işte böyle gizli uzun bir tarih,gizli bir coğrafya bırakır.İnsanın bu yolculuğunu anlamak için de,ruhunu,ruhunun bu gizemli filmini şiirlerle ışığa tutmak yeter.
HER DİLDE TÜRKÜLERİN MERAMI BİR
Her dilde türkülerin meramı bir
Sıla, iki gözlü bir ev, bir gelin
Kovboyun dilinde yavuz bir at, bir kement
Doğuda, bizim çobanların dilinde
Taze ekmek, taze peynir
Mutlu olmak her vakit elimizdedir
Bütün istediğimiz bundan ibaret
Köylüye toprak, kovboya kement
Her şeyin başında, her şeyden önce
Hürriyet
Necati CUMALI
Dostları ilə paylaş: |