A- Devrimci Yol
Devrimci Yol, 1980 öncesinde, canlı bir sosyal dinamik üzerine oturmuş, politikaya, sınıf mücadelesine ve örgütlenme sorunlarına bakışı, bu toplumsal dinamiğin etkisi altında şekillenmiş bir hareketti. Genel küçük-burjuva ilerici hareketliliği karşısında faşist terörün yoğunlaşması, kitlesel bir anti-faşist mücadelenin de nesnel zeminini oluşturmuş, faşist teröre tepki duyan kitlesel bir taban oluşmuştu. İşte Dev-Yol bu anti-faşist demokratik küçük-burjuva tepkinin siyasal plandaki en dolaysız temsilciliğini üstlendi.
Kendiliğinden gelişen bu mücadelenin siyasal temsiciliğini üstlenmesi, Dev-Yol’un parti, sosyalizm, sınıf mücadelesi vb. anlayışlarında da doğrudan yansımalarını buldu. Dev-Yol süreç içerisinde, THKP-C çizgisini bu “yeni ihtiyaçlar” doğrultusunda yorumladı. Silahlı öncü mücadelesi ile kitle mücadelesi arasında, THKP-C çizgisindeki birincisi lehine ağırlık, Dev-Yol çizgisi tarafından kitle mücadelesi lehine değiştirildi. Öncü savaş, PASS gibi tezler, iç savaş görüşünün devreye sokulmasıyla zımni olarak terkedildi.
Küçük-burjuvazinin dağınık, yerel, kendiliğinden anti-faşist demokratik mücadelesi, Dev-Yol’un örgütlenme anlayışına da, yerellik ve kendiliğindencilik.. doğrultusunda etkilerde bulundu. Tam da bu özellikleri nedeniyle Dev-Yol, Türkiye solunda haklı olarak partileşme sürecini kronik bir sürece dönüştüren bir yapı olarak değerlendirilir. Aşağıda, Dev-Yol çizgisini değerlendiren iki ayrı pasaj bu “kronik” anlayışı yeterli açıklıkta resmetmektedir.
”... (Dev-Yol’un-E.E) kendi örgütlenmesi, parti haline dönüşmesi bir sürece yayılmış, halkın kendi örgütlenmesinin ele alındığı, halk örgütlenmelerinin yaratıldığı bir sürece bağlı kılınmıştır..”(T. Akçam, Sosyalist Birlik dergisi, Ekim 1989, s.7)
”... Dedik ki, bizim amaçladığımız parti, bugünkü SBKP gibi revizyonist bir parti haline gelmesin. Bunun ideolojik, teorik, pratik düzeyde önlemlerini biz şimdiden ele alalım ki, biz devrimi başarıya ulaştırdıktan sonra fasit bir daire içinde aynı noktaya gelmeyelim. Bizim parti anlayışımızın yanı başında, kitleleri örgütlemekteki temel yaklaşımlarımızın somut ifadesi olan direniş komiteleri tezlerimiz yatmaktadır.”(İşte Röportaj, M. Pekdemir, s.44 )
Genel planda örgütsüzlüğün ve kendiliğindenciliğin teorisi olan bu sözler, Devrimci Yol’un demokrasici karakteriyle doğrudan bağlantılıydı. Devrimci Yol için demokrasi sorunu son derece kritik bir öneme sahipti. Zira geleceğin(139)“demokratik sosyalizmi” ancak bu sürecin içinden, onun bir ürünü olarak ortaya çıkabilirdi. Dolayısıyla;
’’Türkiye’ de faşizme karşı mücadelenin esası (....) Avrupa’ daki gibi mevcut demokrasilerin faşist karşı devrime karşı korunması değil, Avrupa’daki gibi demokrasilerin gerçekleştirilmesi için toplumdaki demokratikleşmenin üst yapıda böyle bir politik düzen gerçekleştirebilecek düzeye yükseltilmesi hedefine yönelmiş bir demokratik devrim sürecini tamamlamayı esas alan bir mücadeleye bağlı kılınması gerektiği ortaya çıkmaktadır." (DY savunması, Faşizmle Mücadelede İkili Görev, dil bozukluğu savunmaya ait- E.E.)
Örgüt sorununa yaklaşımı “örgütsüzlük” olan, demokrasi sorununa yaklaşımı ise “Avrupa’daki gibi demokrasilerin” Türkiye’ye yerleştirilmesi olan bir akım için, “zor dönemde” yönelinecek tek bir yol vardı. Tasfiyecilik! Nitekim öyle de oldu. Bu akımda tasfiyecilik, daha 12 Eylül’ü izleyen ilk yıllarda hakim bir çizgiye dönüşmüş bulunuyordu.
Dev-Yol, dağınık, yerel bir anti-faşist mücadele üzerine yükseldiği ve bu zemin üzerinde kendiliğindenci bir örgüt anlayışına sahip olduğu için, tüm “gözkamaştırıcı” yığınsallığına karşın, 12 Eylül’de en kolay darbe yiyen ve bir kaç ay içinde dağılan yapılanma oldu. Anti-faşist mücadelenin, kitle hareketliliğinin gerilediği 12 Eylül’ün hemen ardından, ciddi bir siyasal ve ideolojik bunalımla yüzyüze geldi. Artık uzun bir tasfiye dönemi başlamıştı...
1982’de ilan edilen toparlanma süreci, 1983’de bizzat ilan edenler tarafından tasfiye edildi. Bu süreci örgütlenme görevlerine yan çizildiği, dahası “örgüt” fikrine karşı savaşımın açıldığı uzun bir dönem izledi. Halk hareketliliği üzerine yükselmeyen bir örgütlenmenin “bürokratik” olacağı iddiasıyla, örgütlenmek halk hareketinin yükseleceği döneme dek ertelendi. Ne var ki, “demokrasi mücadelesi” taşıdığı kritik önemden dolayı ertelenemezdi; örgüt olmadığına göre demokrasi mücadelesi kitle örgütlerinde ve sosyal-demokrat partiler içerisinde verilecekti. Böylece örgütsüzlüğün teorisi yapıldığı gibi, pek çok kadronun sosyal-demokratlaşmasının yolu açıldı.
Sınıf ve kitle hareketinde başlayan nispi canlanma döneminde, Dev-Yol’da yeniden kısmi de olsa toparlanma çabaları görüldü. Ne var ki bu toparlanma çabaları yaşanan yenilginin ideolojik-sınıfsal temellerini kavramak çabası üzerinde yükselmedi. Bu alanda bir değerlendirmeden uzun dönem ısrarla kaçınıldı. Daha sonraki süreçte Dev-Yol yenilginin nedenini keşfetti! Yenilginin nedeni ideolojikti ve bu Marksizmin yaşadığı evrensel krizle doğrudan bağlantılıydı. Dolayısıyla, Dev-Yol, yenilginin ardından kendini değerlendirmekten ziyade, Marksizmi “değerlendirme” çabalarıyla uğraştı. Bu yaklaşımın kendisi ise Dev-Yol’un kendi geçmiş mücadelesini temelde aklamaya, ama sosyalizmin sorunlarına inkarcı bir bakışla yaklaşmaya götürdü. Dev-Yol nezdinde liberal bir demokratizm, sosyalizm eğilimi karşısında kesin bir otorite sağladı.
Bu sürecin ardından, TBKP’yi andıran argümanlarla, solun kendisini yenilemesi gerektiğinden, eski tarzla kitlelere seslenilemeyeceğinden sözedilmeye ve “marjinallikten kurtulma”nın yolu olarak saf bir demokratizm platformu önerilmeye(140)başlandı.(Bkz: “Muhafazakar” Sol ve “Modernist” Sağ, Demokrat dergisi, Başyazı,)
Bugün Dev-Yol, parti sorununun “nasıl bir sosyalizm?” sorusuna verilen yanıta bağlı olarak çözüleceğini;( “... ne tür bir örgütlenmenin amaçlandığının belirlenmesi, ne tür bir parti yine ne tür bir iktidar (devrim) ve ne tür bir sosyalizmin amaçlandığının belirlenmesiyle birlikte yapılmalıdır.’’ (İşçilerin Sesi, 26. sayıya ek.))demokratik bir sosyalizmi inşa edebilecek bir “parti modeli”nin gerekli olduğunu savunmaktadır. Parti daha bugünden “sosyalizm”in nüveleri olacak, kitlelerin yönetme alışkanlıklarını geliştirecek halk örgütlülükleri üzerinde yükselebilir. Kitlelerin yönetme alışkanlıkları ise ancak “gizlilik ve zorlukların sınırlarına takılmayan” örgütlenmelerde ve demokrasi şartlarında mümkün olabilir vb...
Dev-Yol dün de sivil toplumcu Birikim çevresinin önemli ölçüde ideolojik etkisi altındaydı. Ne var ki bir kitle dinamizmi üzerinde yükseliyor olmak, fiili bir anti-faşist mücadelenin varlığı, bu ideolojik argümanların arkasındaki reformist damarı tali plana bırakabiliyordu. Oysa anti-faşist mücadele koşullarının ortadan kalktığı, küçük-burjuva hareketliliğinde genel planda bir durgunluğun yaşandığı bugün, bu demokrasici bakışın reformist karakteri daha da belirginleşmektedir.
Dev-Yol kitle tabanını yitirdiği gibi, kadroları açısından da ciddi bir ideolojik-siyasi erozyonla yüzyüze kalmış durumdadır. Geçmiş küçük-burjuva pratiğin şekillendirdiği, uzun bir tasfiye döneminin derin bir manevi erozyona sürüklediği bu kadrolar, bugünkü ideolojik-politik bunalımı köklü bir şekilde üzerlerinde taşıyorlar. İşçilerin Sesi'ne göre “... öncülerin önündeki engel de demoralizasyondur, öncü kadrolar açısından sorun yalnızca politik değil, psiko politiktir." (26. sayıya ek)
Dev-Yol’un kendini ideolojik-sınıfsal planda aşamamasının, daha da ötesi, demokrasici yaklaşımı derinleştirmesinin bugün onu getirdiği nokta, daha derin bir ideolojik-siyasal krizin ötesinde, tümden bir yokoluştur. Demokrasi, sosyalizm ve örgüt sorununa yaklaşımı liberal küçük-burjuva bir bakışaçısını aşamayan Dev-Yol açısından; öncü kadroların “psiko-politik” bir sorunla karşılaşması ne denli kaçınılmazsa, bugün kendi kadrolarına yönelik olarak düzenlediği ankette “Marksizm geçerli midir?” sorusunu sorması da o denli kaçınılmazdır.
Dostları ilə paylaş: |