*dipnotlar yazıda nerede kullanılmışsa oraya parantez içinde yapıştırılmıştır


*********************************************



Yüklə 1,45 Mb.
səhifə40/119
tarix07.01.2022
ölçüsü1,45 Mb.
#89558
növüYazı
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   119
*********************************************

Emperyalist metropollerde güçlenen faşizm

İlhan GÖKDEMİR

Faşist akımların güçlenmesi son bir kaç yıldır emperyalist metropollerde politik yaşamın abartmasız başlıca konularından biri haline gelmiştir. Buna 1993 yılı sonunda nihayet Rus örneğinin de eklenmesi faşist akımların yükselişine yeni boyutlar kazandırdı. Bu nedenle, yarım asrı aşkın bir aradan sonra, yeniden örgütlü bir tarzda uç veren ve güçlenen faşizm, kuşkusuz dönemin en belirgin siyasi gelişmelerinden birisi sayılmalıdır.

Avrupa’nın bir çok ülkesinin günlük yaşamında tanık olunan gelişmelerin yanısıra, klasik politik göstergeler de faşizmin güçlenme seyrini sürekli kanıtlıyorlar. Örneğin 1992 yılında Fransa, İtalya, Almanya, İngiltere ve Avusturya gibi Avrupa’nın bir çok ülkesinde milletvekili, senato, eyalet, bölge, belediye vb. türden seçimler yapıldı. ABD başkanlık seçimleri de aynı yıl içinde sonuçlandı. Bu seçimler öteki yönleriyle nasıl yorumlanırsa yorumlansınlar, ortaya çıkardıkları tartışmasız sonuç var. Bu, ortak ve genel bir eğilim olarak burjuva gericiliğinin güçlenmesi ve faşizmin yeniden hortlamasıdır.

O dönemden bu yana Avrupa’nın değişik ülkelerinde şahit olunan ve faşizmin giderek güçlendiğini kanıtlayan gelişmelerin yanısıra, Rusya’da Jirinovski’nin başını çektiği hareket ile ’93 Aralık ayında İtalyan faşistlerinin belediye seçimleri vesilesiyle elde ettikleri başarı, faşizmin yükselişinin yeni somut göstergeleri oldular.

Tekelci burjuva medyanın olayı geniş kitleler nezdinde yalın ve dolayımsız(154)bir biçimde ortaya koyması ve irdelemesi elbette beklenemez. Ne de olsa sözkonusu ülkelerde, kitlelere evrensel bir model olarak dayatılan o sözde alternatifsiz burjuva demokrasisi yürürlüktedir. Onun gücüne gölge düşürmek olacak şey değil!

Kapitalizmin hem anavatanı ve hem de vitrini sayılan Avrupa’da faşizmin çıplak iktidarı yakın geçmişte yaşandı, faturası ödendi. Aradan geçen zaman pek fazla sayılmaz. Her ne kadar insanlığın kollektif hafızası önemli ölçüde erozyona uğratıldıysa da, asrın ortasında yaşanılanlar tamamen unutulmuş değildir. İnsanlık tarihi bir çok açıdan revizyondan geçirilmiş, olayın ideolojik boyutu önemli ölçüde iğdiş edilmiştir. Ancak buna rağmen faşizmin açtığı yaraların anısı hafızalarda hala canlılığını korumaya devam ediyor.

Başka bir ifade ile burjuva düzenin bağrında filizlenip çıkan ve iktidar olan faşist ideoloji ve hareket, kurulu kapitalist düzenin alnına ebediyen kazınmıştır. Tüm çabalara rağmen bunu unutturmak kolay değildir. Dolayısıyla tekelci burjuva medya kurumlarının burjuva düzenin bir türevi olan faşist akıma genel olarak yaklaşımları, onu tanıtma biçimleri, burjuva düzenin genel gereksinimlerini karşılamak ve onu her fırsatta aklamak durumundadır.

Faşizmin yarım asır aradan sonra yine aynı mekanda, yani dünyanın her bakımdan en gelişmiş, en ileri, en zengin ve “kültürlü” kapitalist ülkelerinde yeniden türemesi bir tesadüf müdür?

Bu ülkelerde toplumun siyasal nabzı, periyodik seçimlerden önce son yıllarda neredeyse günübirlik hazırlanan ve egemen güçlerin elinde etkili bir yönlendirme aracı işlevi gören kamuoyu araştırmalarıyla ölçülüyor. Son yıllarda gerçekleşen seçimler, söz konusu kamuoyu araştırmalarının sonuçlarını doğrulamanın yanısıra, bu toplumların genel siyasi ruh hallerini de ana hatlarıyla ve görece berrak bir biçimde gün ışığına çıkarmış oluyorlar.

Kuşkusuz seçim sonuçları, kamuoyu araştırmaları ve siyasal tahminler toplumsal yaşama ilişkin olarak bir çok açıdan irdelemeyi gerektiren yığınla faktör içeriyorlar. Fakat her konuda olduğu gibi faşist tırmanış konusunda da, burjuva medya kurumunun yorumları genellikle esas olanı tali olana boğduruyor, gerçeği karartıyor.

Konumuz olan faşist hareketin gelişmesi de bu örneklerden birisidir. ABD dahil, Batı Avrupa toplumlarında son bir kaç yıldır gözlemlenen, yaşanan, yer yer şiddet aracılığıyla kendisini ifade eden, dolayısıyla genel bir seyir kazanan ve burjuva gözlemcilerinin çoğu kez "politik radikalleşme" olarak değerlendirdikleri faşist tırmanışı bu açıdan incelemek önemlidir.

Her ne kadar burjuvazi iletişim araçları aracılığıyla "faşist tırmanışı" kitleler nezdinde olağan göstermeye, çoğulcu liberal demokrasinin doğal bir ifadesi ya da cilvesi olarak kabul ettirmeye çalışıyorsa da, bazı gözlemciler, olayın kazandığı boyutlar ve yaptığı tarihsel çağrışım karşısında, yer yer 1930’lu yıllardaki faşist dalga ile parallellik kurmak zorunda kalıyorlar.

Zira, 1930’lu yılların başında İtalya, Almanya ve İspanya’da başlayarak, önce Avrupa’yı saran ve giderek dünyayı ikinci emperyalist savaşla yüzyüze(155)bırakan, insanlığa tarihinin en büyük vahşetini yaşatan faşizm, o dönem, konjonktürel ve özel bazı toplumsal nedenlerden dolayı yaşanış biçimi önemli ölçüde farklı da olsa, özünde aynı mekanda ve benzer koşullarda, görece benzer bir gelişim sürecinden geçerek hedefine ulaşmış, iktidar olmuştu.

1930’lu yıllarda olduğu gibi, yarım yüzyılı aşkın bir aradan sonra bugün de, faşist ideolojinin çıkış kaynakları, dayanak noktaları, istismar ettiği sorunlar ve ona objektif olarak güçlenme olanakları sunan faktörler aşağı yukarı aynıdır. Yanısıra, faşist partiler bugün de kapitalizmin yıkımına uğramış ve uğrama endişesiyle yaşayan benzer bir toplumsal tabana dayanarak gelişiyor.

Kapitalizmin 20 yıldır sürmekte olan ve bugün giderek ağırlaşan son iktisadi bunalımı, faşizmin yeniden güçlenişinin temel ve objektif nedenini oluşturuyor. ABD ve Avrupa ülkelerinde beliren ve tüm ekonomik sektörleri kapsayan, giderek derinleşen kapitalist iktisadi buhran uzun yıllardır tüm dünya ekonomisini kapsamış bulunuyor. Faşizm sistemin bunalımını aşmak için bir karşı devrimci alternatif olarak güçlendiriliyor ve bizzat tekelci emperyalist burjuvazi tarafından hazırlanıyor. Çünkü bunalımın önüne olağan yöntemlerle bir türlü geçilemiyor ve düzeniçi hiçbir reçete onun pozitif anlamda dizginlenmesine yetmiyor.

Ne var ki ve ne yazık ki, bu bunalımın neden olduğu sosyal hoşnutsuzluk bugün henüz düzen karşıtı devrimci bir alternatife de dönüşmüyor, dönüştürülemiyor. Toplumsal hoşnutsuzluk kendisini ancak periyodik olarak Paris’te, Berlin’de, Liverpool’da ortaya koyan ve en son olarak da, daha geniş ölçekte Los Angeles’te gösteren, biçimsiz, ufuksuz, perspektifsiz bir kendiliğinden patlama aracılığıyla ifade ediyor.

Kapitalist sistemin ürettiği ve dolayısıyla doğrudan sorumlu olduğu bu sosyal hoşnutsuzluk, gerçek muhatabı burjuva düzene yöneleceğine, zaman zaman sonuçta ona hizmet eden bir araca, ona dönem dönem nefes aldırtan bir emniyet sübabına bile dönüşebiliyor. Böylelikle etkisini ters yönden daha somut bir biçimde kanıtlayan bunalım, faşizmin ilk basamağı ve can damarı olan ırkçılık, şovenizm ve yabancı düşmanlığı duygularını besleyip geliştiriyor. Karşı devrimci bir dinamiğin zeminini, koşullarını hazırlıyor.

Almanya’da dünün abalıları Yahudilerdi. Kapitalizmin krizinin sorumluları olarak suçlanıyorlardı. Hitler faşizmi 6 milyonunu toplama kamplarında, gaz odalarında, sabun fırınlarında imha etti. Bugün ise, tüm zindeliğine rağmen yine bunalımda olan Alman ekonomisi, burjuvaziyi yeni “Yahudiler” keşfetmeye zorluyor. Alman burjuvazisi bu kez de mültecilere, göçmen işçilere sarı Yahudi yıldızını yapıştırmak istiyor.

İktisadi durgunluğun sorumlusu dıştan gelen ticari rekabettir; işsizliğin kaynağı göçmen işçilerdir; hızla artan adi suç işlemenin, uyuşturucu tüketiminin failleri “ikinci nesil” denen ve entegre olmamakla suçlanan genç yabancılardır, deniliyor. Yani bunalımdaki kapitalist düzenin yarattığı her olumsuz sorunun sorumluluğunu yıkacak birileri, bu aşamada tercihen yabancılar aranıyor ve mutlaka bulunuyor. Kısacası Almanya da tüm kapitalist metropoller gibi düzenin(156)bunalımına düzen dışında “sorumlu” arıyor.

Burjuvazi iktisadi bunalımın toplumdan dıştaladığı veya dıştalamakla tehdit edip telaşlandırdığı toplumsal katmanları, sistemin krizine, çıkmazına, yarattığı iktisadi, sosyal, siyasal ve kültürel sorunlara, düzenin kendi dışında sorumlu aramaya teşvik ediyor, onların hedefini şaşırtıyor. Böylece ekonomik bunalımın yarattığı sonuçlara karşı duyulan tepki dini, etnik, ırkçı, milliyetçi vb. faktörlerle yoğrularak, radikal ama irrasyonel politik bir cereyanın dinamiğine dönüştürülüyor. Burjuva düzeni şiddet yoluyla savunmayı öngören kanallara akıtılıyor.

Bu karşı devrimci dinamiğin besleyip geliştirdiği cereyan, faşizm, iktisadi çıkmaza geçmişte olduğu gibi şimdi de düzeniçi otoriter bir alternatif öneriyor. Bu nedenle bunalımı aşmakta burjuva demokratik mekanizma yeteneksizlikle, laçkalıkla suçlanıyor, horgörülüyor. Düzen, aile ve ulus kavramları yüceltici temelde ama ikiyüzlüce işlenerek geri kitlelerin duygularına hitabediliyor, onların kaba önyargıları okşanıyor.

Benzer nedenler genellikle benzer sonuçları doğurur. Batı Avrupa’da faşizmi bünyesinde besleyip doğuran ve geçmişte ona iktidar yolunu açan ekonomik yapının, yani kapitalist sistemin, ayakta kalması ihtiyacı, aynı tehdidin yenilenmesinin temel kaynağıdır.Kapitalizmin çıkmaza girip sıkıştığı her durumda, burjuvazi kendi düzeniçi alternatifini koşulların oluşmasına bağlı olarak hazırlamak durumundadır. Bu nedenle kapitalist sistem potansiyel olarak her zaman faşizme gebe konumdadır. Bu potansiyel tehlike, iktisadi bunalımın derinleşmesine, kökleşmesine ve sosyal sonuçlarının kronikleşmesine paralel olarak, son bir kaç yıldır bir çok mekanda ve aynı anda, karşılıklı birbirini etkileyerek ve destekleyerek, iyiden iyiye kabarıyor, güçleniyor, kök salıyor. İkinci emperyalist savaşın ardından bürünmek zorunda kaldığı uysal, suskun görünümü terkediyor.

Bazı büyük sermaye çevrelerinin cömert mali desteğiyle ve ultra-liberalizmin ekonomik ve sosyal yaşamdan dışladığı toplumsal kesimlerin oylarıyla seçim sandıklarında boy gösteren, klasik burjuva partilerinin birbirlerini karşılıklı yıpratmada demagojik bir seçim malzemesi olarak kullandıkları kahverengi akım, neo-faşizm, eğer mevcut gelişim seyrini korumaya devam ederse, tıpkı 1930’lu yıllarda olduğu gibi, büyük sermaye çevrelerinin açıktan desteğini alarak, yeniden kara bir dalgaya dönüşmenin olanaklarını bağrında taşıyor.

Burjuvazinin faşist gruplara verdiği destek ve sağladığı olanaklar hakkında çok şeyler söylenebilir. Bunlardan en etkili olanı iletişim araçlarıdır. Örneğin, burjuva medya kurumları periyodik olarak gerek televizyon, gerekse yazılı basın aracılığıyla, faşist akımların gelişip güçlenmesine ilişkin değerlendirmelerde bulunuyorlar. Bu değerlendirmeler genellikle sözkonusu neo-faşist grupların bir saldırıda bulundukları, bir seçim başarısı elde ettikleri veya herhangi bir vesileyle adlarını duyurdukları bir zamana denk gelmektedir.

Eğer faşistler bir yahudi mezarlığına saldırmışlarsa, sokakta bir yabancıyı öldürmüşlerse, yüzkarası bir avuç serseri ya da marjinal bir şebeke olarak nitelendirilir, ama uzun uzadıya tanıtılır, bir türlü reklamı yapılır ve olay sonuçta yine de bir adi polisiye vakaya indirgenerek geçiştirilir. Eğer herhangi bir(157)faşist grup politik bir etkinlik gösterir, bir toplantı veya bir yürüyüş düzenler, nazi sembolleriyle süslü bir gövde gösterisinde bulunursa, tekelci medya bu kez sözkonusu faşist mihrakı tarihsel kökeninden soyutlayarak sıradan bir politik güçmüş gibi sunar. Yarım yamalak negatif terimlerle inatçı mücadelesini, kararlılığını ön plana çıkarır.

Fakat sözkonusu vesile eğer bir seçim başarısı ise, terminoloji hemen değişir. Kesinlikle faşist, ırkçı veya şovenist gibi sıfatlar kullanılmaz; “aşırı sağ” diye nitelendirilir, başarının bir mucize olduğu, hareketin marjinallıktan kurtulup nihayet “halkoyu” ile meşrulaşma sürecine girdiği ve artık “demokrasi”nin de bir gereği olarak olağan bir politik güç muamelesi yapılması zorunluluğu doğduğu vaaz edilir.

Burjuvazinin medya aracılığıyla faşist akımlara karşı takındığı ve özetle ifade etmeye çalıştığımız bu tavır, ilk bakışta pek fazla bir anlam ifade etmiyor olabilir. İleride burjuvazinin faşist gruplarla olan dolaysız ilişkileri hakkında başka somut örnekler verilecektir. Ancak burada dikkatleri çekmek istediğimiz nokta şudur: Eğer, örneğin Berlin’de bir dazlak grubun bir Türk’e saldırısı sonucu olay basında enine boyuna tanıtılıyor ve teşhir ediliyorsa, bu tavrın burjuva basının demokratlığından veya objektifliğinden kaynaklanmadığı açıktır.

Burjuva basının yaydığı her imaj, sarfettiği her söz bilinçli bir hesabın ürünüdür. Önceden saptanmış bir amaca hizmet için kullanılır. Her ne kadar bu yöntemle faşistler toplumun bir kesiminin nefretini alıyorlarsa da, zaten bu asıl faşist şefler tarafından göze alınmaktadır. Nitekim toplumun öteki bir bölümünün de sempatisini kazanıyorlar. Onları ilgilendiren bu toplumsal kesimdir. Bunlara hitabedebilmek, kazanabilmek ve örgütleyebilmektir.

Burjuvazi ve faşist gruplar arasında, medya kurumu aracılığıyla, deyim yerinde ise bir eylem birliği sözkonusudur. Burjuva basın faşist partilerle o partilere potansiyel taban olabilecek toplumsal katmanlar arasında bir tür aracı rolünü oynamaktadır. Burjuvazi tarafsız ve masum pozlara bürünerek, basın ve yayın kurumlarını faşistlere bir propaganda kürsüsü olarak sunuyor, bilinçli olarak kullandırıyor. Ve onlar da bu olanaktan bol bol yararlanıyorlar. Zaten amaçlanan da budur. Nitekim bu yöntemle, yani manipulation médiatique sayesinde, kısa sürede önemli başarılar elde ettiler.

***

Konunun bir başka yönüne geçiyoruz. Kapitalist dünyanın politik panoramasını son bir kaç yılın kamuoyu araştırmaları ve onları her defasında doğrulayan seçim sonuçlarının ışığında değerlendirdiğimizde, faşizmin yeniden toparlanıp gelişmesinin objektif ortamını ve koşullarını oluşturan genel bağlamı üç ana noktada toparlayabiliriz.




Yüklə 1,45 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   119




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin