*
**
Cengiz Aytmatov’un Dişi Kurdun Rüyaları isimli eserini teknik açıdan inceledikten sonra şimdi de romanlarında pek çok konuya temas eden yazarın bu romanında işlediği bazı konulara temas etmekte fayda görüyoruz.
B. ESERİN MUHTEVA AÇISINDAN İNCELENMESİ
1. Çevre ve Tabiat:
Tabiat dengesinin bozulması günümüz dünyasının en büyük problemidir. Isık-Göl Forumu'nun da başkanlığını yürüten Aytmatov, romanlarında bozulan tabiat dengesine büyük önem verir. O, tabiat dengesinin insanlar tarafından bozulmasını engellemeyi amaç edinmiş birisidir. Kendisiyle yapılan bir mülakatta insan ve tabiat ilişkisi hakkında şunları söyler:
"İlk problem insandır. İnsanlar tabiatı korumak için bir yol bulmalı. Tabiatın kaynakları bellidir. İnsanın bir kendi egoizmi var, bir de insanların birbirleriyle bağlantılı olan egoizmleri var.
Tabiat ve insan problemi, zaman problemi değildir, o, eskiden kalan bir problemdir ve insanların iç dünyası ile bağlantılıdır. İnsanlar içleri bozuldukça tabiatı da daha çok bozuyor ve daha çok zarar veriyorlar. Özellikte savaşta hiçbir şey göze gözükmüyor, tek hedef var: Karşıdaki düşmanı yok etmek, bu arada tabiat da yok edilmiş, pek önemli değil."9
Bu düşüncelerin sahibi Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel romanında kısmen okuyucuların dikkatine sunduğu ekolojik dengenin bozulmasında insanın rolünü Dişi Kurdun Rüyaları'nda daha da genişleterek işler ve onu romanın temel konusu haline getirir. Gerçi Dişi Kurdun Rüyaları'ndaki çevre Kırgız bozkırları ve Kırgız tabiatıdır, ama çevrenin bozulması sadece Kırgız Türklerinin değil bütün dünyanın meselesidir. Bu sebeple yazarın millî çizgiden evrensel çizgiye sıçrama yaptığını söylemek mümkündür. Aytmatov, çevrenin bozulması gibi bütün dünyayı ilgilendiren bir konuyu ele aldığı için romanları her kesime hitap edebilmekte ve her kesimden okuyucu bulmaktadır.
Romanda tabiatın düzenini bozan, yani fizikî dünyayı çirkinleştiren insanlar kurtları kurban etmişler, manevî dünyayı bozanlar da Abdias'ı kurban etmişlerdir.
İnsanların tabiat dengesini bozmasını rejim açısından ele alan romanda, her şey yerli yerindeyken, bütün hayvanlar normal hayatlarını sürdürürken, Kırgız bozkırlarında "gündüz hava, dağların güneşe dönük yamaçlarında bir çocuk nefesi kadar yumuşak ve güzel" (s. 7) olduğu görülür. Çok geçmeden bu gidiş, bu sessizlik, bu ahenk rejim köleleri tarafından bozulur.
"Büyük bir helikopterin sürüp giden ve inatla yaklaşan gürültüsü bozuyordu sessizliği. Helikopter, günün bu ilerleyen saatinde, Uzun-Çatı kanyonundan, Ala-Mengü dağının rüzgarlı yüksek yamaçlarında saçaklanan bulutlarla puslanmış soğuk vadisine doğru uçuyordu. Her geçen dakika daha da yaklaşarak, homurtusunu arttırarak havayı şişiriyor, sonunda bütün gökyüzünü dolduruyor, zorba bir kükreyişle tepelerin, dorukların ve yalnız ses ve ışığın ulaşabildiği ebedî kar yığınlarının üzerinden geçiyordu. Uğultusu, sürecindeki vadilere ve kayalara çarparak yankılanıyor, büyüyor, karşı gelinmez bir güçle yırtıp parçalıyordu gökyüzünü. Tıpkı deprem öncesindeki gibi korkunç bir olayın eşiğindeydik." (s. 7-8)
Arazideki "küçük sarsıntı" "büyük bazı kayaların kopma"sına ve "gittikçe artan bir hızla yamaçlardan yuvarlanmalarına yetmiştir." (s. 8)
Aytmatov, romanlarında sanayileşmiş ülkelerin yönetim kadrolarındaki insanları çevre meselesinde eleştirir; Mujumkum bozkırının en uzak köşelerine kadar gidebilen insanoğlunun amacını kurtların gözüyle irdeler ve anlamaya çalışır:
"Bozkır kurtları, yerel yönetimlerin telofon üstüne telofon aldıklarını, onlardan plan hedeflerinin gerçekleşmesi için ne pahasına olursa olsun et bulmaları istendiğini nasıl bilebilirlerdi." (s. 30)
Uç noktaya varan bu terörde, bu kıyamette yöneticilerin "el atılmamış mahallî kaynaklar" diye adlandırdıkları resmî görüş doğrultusunda saygalar avlanmaktadır. Böylelikle beş yıllık plana göre ucuz et elde edilmiş olacaktır. Bu "İlah-varlıklar", "bu kasaplar, açık jeepleriyle derhal saygaların içine dalıp makineli tüfekle yaylım ateşini başlattılar." Böylelikle dengenin alt üst olduğu ifade edilir. Katliamda "terör uç noktasına varmış, kıyamet kopmuştu." (s. 33)
Her ne kadar rejimden bahsetse de yazar insanoğlunu suçlar. Çünkü "sönmüş ateşten kalanlar, konserve kutuları, kırık şişeler, kamyon tekerleklerinin açtığı çukurlarda sert maden ve lastik kokuları, pis pis kokan boş şişeler" (s. 235) insanların artıklarıdır.
Kurtlar ise, "artık yaşanılır olmaktan çıkan bu yerleri tamamen terketmeye karar verirler." (s. 235) ve Akbar bu ayrılışın acısıyla kurtların tanrıçası Börü Ana'ya şikayet eden bir sesle şöyle seslenir:
"Aşağılara in kurtların tanrıçası. Seni doğduğum topraklara götüreyim, artık kurtların orada, o bozkırda yaşama hakları yok. Bu hakkı aldılar bizden. Dağlarda yaşama hakkımız da yok.. Hiçbir yerde kurtlara yaşama hakkı yok." (s. 304)
İnsanoğlunu suçlayan yazar, insanın çıkarı uğruna "yerküreyi bir limon" (s. 236) gibi sıkabileceğine inanır. Ayrıca, bu katliama uzaydan bakan birileri olsaydı muhakkak anlayamazdı, der.
"Keskin bir göz uzaydan dünyamıza baksaydı, neler olup bittiğini görür, Mujumkum'u ağlatan, yakıp yıkan, mahveden o av faciasını seyreder, ama daha sonra olacakları bu tabiatüstü gözlemci bile göremez, anlayamazdı." (s. 236)
Gücü elinde tutan insanoğlunun bir temsilcisi olan Abdias, farkında olmadan bir itirafta bulunarak "Bozkır benim kusmuklarımla kirlendi." (s. 118) der.
Dişi Kurdun Rüyaları'nı okuyanlar rejimden çok, rejimi meydana getiren insanın pragmatist yaklaşımını ve kendinden zayıf olanlara karşı olan tavrını suçlayacaktır. Yazara göre bütün düzensizliklerin temel sebebi insandır. Yazar, resmî görüşten bahsetse de aslında suçladığı, yeryüzünün ahengini bozan insandır.
2. Din:
Cengiz Aytmatov, pek çok eleştiriler aldığı bu romanında, din konusunu geniş olarak işleyerek asıl Hristiyanlığin dinî anlayışını sorgular. Yazar, eserdeki din anlayışından dolayı Rusya'da olduğu gibi Türkiye'de de eleştirilere maruz kalmıştır. Herşeyden önce eserde, niçin İslamiyetin değil de Hristiyanlığın anlatıldığı eleştiri konusu yapılmıştır. Yoksa yazar bir nevi misyonerlik faaliyetine mi soyunmuştur. Bu konuya dikkat çeken Abdurrahim Karakoç şunları söylemektedir:
"Cengiz Aytmatov bu son romanında karşımıza tam inanmış bir Hristiyan misyoneri hüviyetiyle çıkmaktadır. Belki de öyledir. Aksi olsa yazdıklarını yazmaz, yazamazdı."10
Abdurrahim Karakoç'un bu düşüncesine katılmak mümkün değildir. Eleştirmen bu düşüncelerini serd ederken romancının muhayyile gücünü ve onun yaşadığı coğrafyanın niteliğini dikkate almamıştır. Hem yazar, her yazdığı eserinde eserin muhtevası ve kahramanıyla özdeşleşmek zorunda değildir. Esas itibariyle, zaten yazarın din anlayışını sorgulamak edebî eser incelemesinin sınırlarını aşar.
Dişi Kurdun Rüyaları romanında, kendine özgü fikirleri sebebiyle papaz okulundan atılmış olan Abdias'ın vasıtasıyla kilise ve papazlar eleştirilip, bir nevi 'kurban-peygamber' olan Hz. İsa'nın zamanına dönüşler yapılarak, iyi-kötü çatışması, kader ve ilahî adalet kavramları irdelenir.
Romanda geçen kader inancı ile ilgili görüşleri yorumsuz olarak şöyle sıralamak mümkündür:
"Varlığımızın tanımını yapmak zordur. Sayısız ilişkiler arasında sayısız kombinezonlar kurulur." (s. 37)
"Genel olarak kaderin akıl ermez bir akışı, özel olarak da herkesin ayrı ayrı kaderi ve olayları meydana getiren sayısız durumların üzerinde biraz düşünmek yerinde olacak. Çünkü Allah bu durumların sahibi ve hakimidir." (s. 40)
"Kaderi okumak mümkün değildir." (s. 41)
"Bütün olaylar bir araya geliyor, kaderi tamamlamak için." (s. 41)
"Gerçekte Yüce Yaradan'ın paradoksları da sınırsızdır." (s. 152)
"Hangi suçun cezasıydı bu." (s. 345) (Boston'un küçük oğlu Kence'yi kazaen öldürmesiyle ilgili olarak söylenmiştir.)
Roman boyunca iyi-kötü çatışmasından sonra ilahi adaletin gerçekleştiğini görürüz. Çevrenin dengesini bozan insanlar hem çevreye hem de kendilerine zarar verirler. Abdias'ı ölesiye dövenler yakalanarak cezalarını bulurlar. Kurtların yavrularını kaçıran Bazarbay ise romanın sonunda Boston tarafından öldürülür. Bütün bu olaylar ilahi adaletin gerçekleştiğini gösterir.
Dişi Kurdun Rüyaları'nda Hz. İsa ile Abdias'ın kaderleri birbirine benzeştiği görülür. Hz. İsa'yı Roma imparatoru adına Vali Pontius Pilatus, Abdias'ı ise iki defa kötü insanlardan kurulu bir mahkeme yargılar. Bu mahkemelerin sonucunda Hz. İsa Golgotha Tepesi'nde, Abdias ise Mujumkum bozkırında çarmıha gerilir. İkisinin de çarmıha gerilme sebebi Allah'ı inkar etmeye yanaşmamalarıdır.
Aytmatov, insanı ve dini bir bütün olarak ele alır. Bir mülakatta "Din, insanoğlunun hayatını düzenleyen vazgeçilmez bir değerdir.(...) Dinin özü insanı insan yapmaya yöneliktir."11 diyen yazarın bu görüşlerini roman boyunca güçlü bir şekilde işlediğini görmekteyiz. O, inançsızlık ve uyuşturucu kıskacında bulunan insanlığa inanmayı önerir. Bunu da Hz. İsa ve Abdias'ın şahsında vermeye çalışır. Hz. İsa, insanlığa manevi huzura erişmeleri için Allah'a inanmaları gerektiğini söyler; Abdias ise roman boyunca gerçeği aradığından dolayı insanlar tarafından yadırganır. Her ikisinin de amacı gerçek dini yaşamaya çalışmaktır.
"Aytmatov, Abdias tipiyle çağdaş bir İsa yaratmıştır. Bu İsa, ilhamını vahiyden değil, insanın ve toplumun ihtiyaçlarından alır. Bilimi ve insanlığın ulaştığı medeniyet seviyesini kendine rehber edinir."12 Gerçek Hristiyanlığın peşinde olan Abdias, Hrıstiyanlığın özünden ayrılan kiliseyi eleştirir. Abdias, "Ben kendimin kilisesiyim, başka bir kilise de tanımıyor, kabul etmiyorum. Papazları da hele bugünkü halleriyle hiç kabul etmiyor, tanımıyorum" (s. 94) diyerek resmî kiliseye bağlı kalmadan Allah'ı insanlara anlatacaktır. O, paradan başka kuvvet tanımayan ve dine inanmayan insanlar arasındadır. Her seferinde büyük tepkiler toplayan Hz. İsa ve Abdias, Allah'ın kudretine, karşılarındaki güçler ise dünyevî güçlere dayanmaktadırlar. Abdias'ın arayışları içinde romancının Hz. İsa dönemine dönüşü şuurlu bir fikir yürütmedir aslında. Kahramanları vasıtasıyla kiliseyi bir tarafa bırakan yazar, asıl dini bulmaya ve dini tekelci bir düşünceden kurtarıp asıl konumuna yerleştirmeye çalışır. Romanda geçen dualar ile Allah'ın mutlaklığının özellikle vurgulanmasından bunu anlamaktayız. "Her şeyi bilen Yargılayıcı Tanrı", "İyiliğin, gerçeğin, adaletin aslı Yüce Tanrı", "Ey bağışlaması bol Tanrım" yakarışları Allah'a samimi inanışın ifadeleridir.
Sonuç olarak; bu romanındaki din anlayışından dolayı Hristiyanlık propogandası yaptığı ileri sürülerek eleştirilen Aytmatov hakkındaki bu görüşlerin bütünüyle haklı olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü yazarın romandaki din konusuna yaklaşımları İslam'ın temel esaslarıyla açıkça çelişmez. Eserde, kader inancı ve ilahî adalet kavramı oldukça tutarlı anlatılmıştır. Mesele dinî inançları kabullenmeyen bir rejimde insanlara dini anlatmaksa, Aytmatov'u eleştirmek doğru olmasa gerek.
3. Dünyaya Bakış:
Cengiz Aytmatov düşünen aydın bir insan olarak tüm eserlerinde olduğu gibi, Dişi Kurdun Rüyaları'nda da günümüz dünya insanlarına bazı eleştiriler getirmekten geri durmaz. Yazar, uyuşturucunun insanlar üzerindeki kötü etkisi, savaşların insanlar üzerinde yaptığı menfi tesirler ve tabiat dengelesinin bozulması gibi düzeni bozan her şeyden yakınır.
Dünyada olup bitenleri anlayamayan yazar, hayretini gizleyemez ve bir ara romandaki bir nevi sözcüsü olan Abdias'a şunları düşündürür:
"İnsan burada gezegenimizin ne kadar büyük olduğunu anlıyor, diyordu kendi kendine. Ama yine de insan kendini, yer ve yiyecek bulamamak, benzerleri tarafından rahatsız edilmek korkusuyla sıkışmış hissediyor. Korku, kin ve önyargı, o geniş âlemi bir stat kadar küçültüyor ve bu stadın ortasında iki zorlu ekip atom bombasıyla bir maç yapıyorlar. Seyirciler rehinelerdir. Hırsın kör ettiği taraftarlar ise ısrarla avaz avaz bağırıyorlar: Gol! Gol! Gol!.." (s. 108)
Yazar, uyuşturucu tehlikesinden bahsederken, "az sayıda kişilerin bu başarısı, aslında evrensel bir kötülüğün, bir facianın zaferidir." (s. 121) der. Akabinde de "sun'i, temelsiz fikirler, insanlığı sarsan, yıkan dar görüşlerden" yakınır (s. 121).
Dünyanın geleceğinden pek ümidi olmayan Hz. İsa, şöyle konuşur romanda:
"Kötü bir şey için her zaman mazeretler bulunur, ama kudret sahibi olma isteğinin insan türünde ilk uğursuzluğu, ilk felaketi oluşturduğunu pek az kişi düşünür. Ve, pazarlardaki çöpçü başından en kudretli imparatorlara kadar hepsi yakalanır bu hastalığa. İşte bu fenalık, fenalıkların en büyüğüdür. Ve insanlık bir gün bunu çok pahalıya ödeme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Daha üstün, en üstün olmak ve yeni topraklar edinme susamışlığını dindirmek için mücadele eden bütün milletler mahvolup gidecekler, birbirlerini mahvedeceklerdir." (s. 178)
Bu ifadeler günümüz dünyası için yerinde düşüncelerdir. Yazar, "yeni din, yeni ve eşsiz kudretteki din, yakında bütün dünyaya hükmedecek yeni din, en müthiş silahlarla donatılmış askeri güç"tür. "Sunaklarında, insanların tapması için bomba maketlerinin sergilendiği ve duaların generaller portresi önünde yapıldığı bir tapınağın kurulması düşünülmedi henüz... Ama, çağımıza uygun kiliseler işte bunlar olacak." (s. 190)tır. Kuvvetlinin hükmedeceği böylesi bir dünyada neler olacaktır? Aytmatov, bu sorunun cevabını şu şekilde verir:
"Yeryüzü egemenliği için, kardeşin kardeşi öldürdüğü bir kavgaya girişecekler ve sonra bütün galaksiye bütün evrene hükmetmek isteyeceklerdir. Sonsuz olmasına rağmen evren onlara dar gelecek. Başarısızlıklarının, yenilgilerinin öcünü almak için sınırsız ihtiraslarını tatmin etmek için, senin üzerinde doğruluk dininin kardeşliği yaymak istediğin bu gezegeni yerinden uçurmak, toz duman halinde savurmak isteyeceklerdir. Düşün: 'Tanrı' yakında anlamsız bir kelime haline gelecek, çünkü onlar kendilerini Tanrı'dan da üstün görecekler." (s. 193)
Yukardaki görüşler dünyevî kuvvet ile hakkın arasındaki mücadeleyi yansıtır. Günümüzde onca savaşlar yapılırken, inançsız ve haksız insanın neye dayandığı ortaya çıkar. Bu cümlelerde yazar, tanımı herkese göre değişen hümanizmden bahsederken de bütün insanlığa bir eleştiri getirir. İnsan haklarını savunanlar, günümüzde de bir zulmün başlatıcıları ve devam edicileridir.
4. Kırgız Kültürü:
Cengiz Aytmatov, romanlarında Manas Destanı'ndan ve Kırgız kültüründen faydalanır. Aytmatov, "Benim köklerim, masallar, halk hikâyeleri ve okyanus kadar zengin olan Kırgız destanı Manas'ın yapısında var olan halk şiirinde."13 diyerek kaynaklarını açıklamaktadır.
Köklerini Kırgız destanında bulduğumuz Aytmatov'un "Nesirinde efsanevî motifler, folklor ve hayal unsurları bol ise de, yazarın ana konusu, çağdaş dünya insanıdır. İnsan karakteri, psikolojisidir. Kendisinden, çevresinden âlemden sorumluluk derecesidir."14 Galina Guseva'ya göre. Gerçekten de Aytmatov eserlerinde çağdaş dünya insanının problemlerine eğilir. Bunu yaparken de geçmiş kültürle göbek bağını kesmez. Atasözlerinden, türkülerden, efsane ve destanlardan faydalanır.
Dişi Kurdun Rüyaları'nda kurtların hayatından, çobanlık kültüründen, halk atasözlerinden ve halk hikâyelerinden bahsedilir. Fakat bunların yazarın diğer eserlerine kıyasla fazla olduğu söylenemez. Kanaatimizce yazar, bu romanında kendisine dini tem olarak seçmesinden dolayı böyle bir yola başvurmuştur. Yine de romanda atasözlerinden, Gök Tanrı inancından, Börü Ana'dan, isim koyma geleneğinden ve geleneksel kültür unsurlarından faydalanıldığını görürüz. Mesela romanda geçen atasözlerini şöyle sıralayabiliriz:
"Kurtlarda soyunu sopunu, dölünü koruma içgüdüsü vardır." (s. 10)
"Her avın bir mevsimi vardır." (s. 18)
"Kadın gündüz bir kedidir, gece yılan." (s. 24)
"Mal, can amanbı?" (s. 292)
"Baharda otlar da güçlenir, atlar da" (s. 327)
Romanda geçen isimler ise dikkat çekicidir ve çoğu ismin bir anlamı vardır. Mesela kurt yavrularının sevimlisine Gözde, iyi koşana Hızlı, geniş alınlı olana ise Kocabaş denir. Kadın isimleri de bu açıdan ilginçtir. Gülümhan, Aslıgül, Arzıgül ve Gök Tursun gibi... Bu isimlerin arasında Gök Tursun'a verilen isim dikkati çeker. Çünkü Gök Tursun'a bu isim, yüzü gözü dayaktan mos mor olduğu için verilmiştir.
Halk hikâyelerine, destanlara ve efsanelere de yer verilen romanda 'Altı Adam ve Yedincisi' isimli bir Gürcü hikâyesinden bahsedilmektedir. Abdias'ın kilisede müzik dinlerken aklına gelen bu hikâyede, Gürcülerin SSCB rejimini kuruluşuna karşı çıkmaları anlatılmaktadır.
Romanın bir başka yerinde de eski bir Kırgız inancına yer verilmektedir. Boston ve Ernazar'ın yeni otlak bulmak için geçmek zorunda oldukları Ala-Mengü dağında okudukları 'Geçit duası' da bir efsaneye dayanır. Bu efsaneye göre eskiden Ala-Mengü dağını aşan çobanlar soğuktan korunmak için bir 'Geçit duası' okurlar. Ala-Mengü dağında bu duayı okuyan Boston ve Ernazar Gök Tengri'ye şöyle seslenirler:
"Ey Gök Tengri! Ey bu soğuk göklerin Tengrisi! Buzlu geçidi aşarken yolumuzu açık tut! Yardımını esirgeme!
Sürülerimizi ölüm kargaşasına düşürme! Onların yerine havada uçan kara kargayı al!
Çocuklarımızı soğuktan öldürme! Onların yerine havada uçan guguk kuşunu al!
Eyerlerimizin kolonlarını iyice sıkacağız, öküzlerimizin sırtına semerleri sıkıca bağlayacağız ve sonra yüzümüzü sana döndüreceğiz.
Yolumuza engel çıkarma ey Tengri! Geçiti aşmamıza, yeşil otlaklara, serin sulara ulaşmamıza yardım et. Bizi öldürme. Canımız yerine bu duamızı kabul et, ey Tengri!.." (s. 298)
Aytmatov'un, insan geçmişinden koparak yaşayamaz, fikrini romanına işlediği görülmektedir. Ayrıca, eski destan geleneğini ve halk kültürünü de romanına başarılı bir şekilde yansıttığı da söylenebilir.
5. Müzik:
Tabiat dengesinin bozulduğu, kötülüklerin etkili olduğu bir dünyada musikinin ahengine kulak vermek anlamlı olsa gerek. Roman kahramanı Abdias'ın kilisede dinlediği konser, hem çevreye ahenk özlemini hem de dinin kendini hissettirmesini, inanmaya olan ihtiyacı sembolize eder. Kilisede dinlenen müzikte bir ahenk vardır. Dışarıda ise ihtiraslar, düşmanlıklar, kötülükler, dinsizlik, uyuşturucu kaçakçılığı, kısaca bir dengesizlikler yığını... Müziğin ahengi romanda ayrı bir mesajı yüklenir. Konserin bitmesini istemeyen Abdias, dışarıdaki dengesiz hayata yeniden başlamaktan korkar. Abdias'ın bu korkusu çağımız insanının kaygısını da ifade etmesi açısından önemlidir. Romanda bu düşüncelerin yansımasını bulmak mümkündür:
"Bu ilahiler hayatın çığlığı idi. Kaderini iyice yönetmek, dünyanın engin alanlarında bir dayanak noktası bulmak ihtiyacındaydı insanoğlu. Bu evrende Tanrı'dan başka güçlerin bulunabileceğini ümit etmek gibi feci bir yanılgının çığlığı. Çok büyük bir yanılgı. Çünkü insanın kendini Yüce Tanrı'ya duyurma arzusu da büyüktür. İnsan, imanı açıklamak, tövbekar olduğunu bildirmek için ne enerjiler harcamış, ne kadar çok düşünmüştür. (...) Tanrı bu korocuları 'bir'miş gibi bütünleştiriyordu. Sonra bizi kendimizden ve alemden kurtarmak, var olmanın güzelliğini ve anlamını duyurmak, harikulade güzel düzeninde sevgiyi buldurmak için yapıyordu bunu." (s. 65) "Bu saf ruhun beyaz yelkenleriyle donatılmış kilise ezgileri gemisi ile varlık okyanusunun sonsuzluğuna açılan benim için, bu hikâyenin sonu yedi adamın bir ağızdan söyledikleri o şarkıların derin anlamına, hepsinin aynı dinden oluşlarına çok uygun düşmektedir. İnsan kendinden önemli bir şey keşfederse huzura kavuşuyor ve ruhu aydınlanıyor." (s. 77)
'Altı Adam ve Yedincisi' hikâyesinde vatanlarından ayrılmak zorunda kalan Gürcülerin hazin hikâyesi anlatılmaktadır. Kahramanlar vatanlarında geçirecekleri son geceyi şarkılarla geçirmek isterler; aralarındaki ajan da onlara "içtenlikle bütün kalbiyle" eşlik eder. "Çünkü şarkılar herkes içindi. Bunda kıralın, sokaktaki basit adamdan daha fazla hakkı yoktu. Şarkı söyle, oyna neşelen, istersen kendini kaygılara bırak ve ağla! Hayatta olduğun süre insanî olan her şey elinin altındadır: Kalbin çarparak beklediğin ve seni terk eden kadın, verdiği acılar yüzünden son şarkını dinlettikten sonra ölmek isteyişin... Henüz küçük bir çocukken annenin şefkatli okşayışı, babanın ölümü, dostların kanlı bir dövüşe girişmesi.. Temiz ve içten bir anlatımla ruhunu açtığın ilahlar.. Tabiatın sırrı ve seni hiç terk etmeyen ölüm ve öldükten sonra da onun seni terk etmeyişi.. Her şey, her şey şarkılardadır." (s. 74)
Girdikleri savaşı kaybetmiş olsalar da sevgilinin şerefi için, 'hiç' olmamak için savaşmışlardı. Şimdi ise vatanlarından ayrılmak zorundaydılar ve "Hayat, bütün hiçliklerden daha kuvvetlidir ve dünyada ondan daha kutsal bir şey yoktur. İşte bunun için insan öldürülemez, bunun için öldürmemek zorundayız. Ama düşman gelip senin toprağını işgal etmişse, dövüşülür, savaşılır. Ve, sevgilinin şerefi de insanın anavatanı gibi korunmalıdır. Ayrılık acısı taşınamayacak kadar ağırdır, omuzlarına çöken bir dağ gibidir. Çünkü o sevgili olmadan güzellik yoktur, renkler yoktur, ışık, neşe ve gelecek gün yoktur.. İşte bunlardır şarkılar. İnsan bütün şarkıların içeriğini sayıp dökemez." (s. 74) Bunun için de "son bir şarkı daha" diyorlardı, ama son olması gereken o şarkı biter bitmez bir yenisine başlıyorlardı. Tekrar birbirlerine sokuluyor, gözlerini yere dikiyor, düşünceli olduklarını belli eden ve yer yarıklarından çıkan gürlemeler gibi gür sesleriyle söylüyor, söylüyorlardı." (s. 75)
Aytmatov, çok uzak bir gelecekte de olsa bu ilahî müzikleri dinleyecek, dinlemeyi arzu edecek insanın kalmayacağının farkındadır, bunun için de Abdias'a şunları düşündürür:
"Çok uzak bir gelecekte, bu ilahileri dinleyecek kişi ya da kişiler, yeryüzünde yegâne düşünen varlık olan insanların ne kadar çelişkili, nasıl hem dahi hem kurban ya da şehit olduklarını anlayabileceklerdir. Koroyu dinlerken bunu düşünmekten ve bu düşünceye inanmaktan büyük bir zevk alıyordum.
Hayat, ölüm, aşk, merhamet ve özlem.. müzikte duyulabilir. Çünkü müzik sayesinde, bilinç sahibi olduğumuzdan beri ve tarihimiz boyunca elde etmek için mücadele verdiğimiz hürriyetin en yüksek derecesine ulaşma imkânı verilmiştir bize. Hürriyetin bu yüksek derecesine başka hiçbir şeyle ulaşamayız. Her yüzyıla özgü dogmaların ötesinde sürekli olarak geleceğe uzanan ve ulaşan tek şey müziktir... Kelimelerle ifade edemediğinizi onun duyurabilmesi de bundandır." (s. 78)
Ayrıca, romanın kahramanı Abdias müzik eğitimi almıştır; müzikten, bilhassa dinî musikiden hoşlanır. Abdias'ın babası ise "kilise ilahilerini çok sever, onları dinlerken heyecanlanır ve ağlar. (...) Bu 'ruh dökümanı' dediği metni genç Abdias'a yüksek sesle okutarak dinlemekten çok hoşlanırdı. Küçük Abdias da bunu, daha çok eski piyanonun başında, ikonaların yanında, ayakta durarak ve her kelimesini berrak çocuk sesiyle heceleyerek okurdu." (s. 196)
Cengiz Aytmatov'un diğer romanlarından Gün Olur Asra Bedel ve Toprak Ana'da da müziğe verilen önemi görmek mümkündür. Bu geleneksel müziktir. Yani türküler ve şarkılardır.
Gün Olur Asra Bedel'de anlatılan Raymalı Ağa efsanesinde geçen Raymalı Ağa ile Begimay'ın aşk hikâyesinde bu kişiler birbiriyle türküler vasıtasıyla konuşur ve sevgilerini ifade ederler. Bu efsanede, Begimay ile evlenmesini istemeyen küçük kardeşi Abdilhan'a Raymalı Ağa şu türküyü söyler:
"Gece biterken son karanlığını da alıp götürür,
Güneş doğar, gündüz olur yeniden,
Ama benim ışığım yok artık, hiç olmayacak,
Sen söndürdün güneşimi, içi kara mutsuz kardeşim
Abdilhan!
Beni ömrümün kışında Tanrı'nın lûtfettiği
O aşktan mahrum ettin diye övünme, sevinme!
Yüreğimin son atışına, son nefesine kadar duyacağım
mutluluğu,
Sen ne bilirsin, ne anlarsın Abdilhan"15
diye devam eden bu türküde sevdiğine kavuşamamanın acısı, hüznü vardır. Pek çok türkünün kaynağı da ayrılık acısı değil midir? Bunun farkında olan Aytmatov, sık sık halk kültürünün en önemli unsurlarından olan türküleri eserlerinde kullanır. Yine Toprak Ana'da da türkülerin yer aldığını görürüz. Romanda Tolunay, oğlu Caynak'ın türkü söylediğini duyunca kendi kendine şunları söyler:
"Sesler arasında oğlum Caynak'ın sesini tanıdım. Akordiyon da çalıyordu. Onun sesini duyunca, 'söyle oğlum,' dedim kendi kendime, 'gençken, bildiğin bütün türküleri söyle. Türküler yüreğini arıtır adamın, insanları birbirine yaklaştırır. Bir gün bu türküleri duyarsın da onları söylerken yanında kimler vardı, hepsini anımsarsın."16
Görüldüğü üzere Aytmatov, romanlarında müzik unsurunu kullanmaktadır. Bu, Dişi Kurdun Rüyaları'nda dinî musiki olurken, Gün Olur Asra Bedel ve Toprak Ana gibi romanlarında halk müziği halinde görünmektedir.
Dostları ilə paylaş: |