Dediler oğlın gibi hiç bir oğul
Yaradılalı cihan gelmiş değil
vacip:Farz derecesine yakın bulunan,yapılması gereken
cümle:Bütün
asan ider:Kolaylaştırır
ana:Ona
dürr:Inci
eyyam:Günler
Hayrü’l-beşer:Insanların en hayırlısı
habib:Sevgili
acep:Acaip
berk:Şimşek
nagehan:Ansızın
alem:Bayrak,sancak,işaret
dahı:Dahi
eyitmek:Söylemek
mağrıb:Batı
maşrık:Doğu
yeğ:Üstün
yakin olmak:Kat’i olarak bilme
ayan:Açık,belli,meydanda
muştu:Müjde
NECATİ BEY (15. yüzyıl)
Şair Necati Bey, Fatih Sultan Mehmed’in dikkatini çekmek istemektedir. Padişahın sohbet arkadaşı ve sadrazam Mahmut Paşa’nın akrabası olan Yorgi Amiruki’nin külahına, padişahla satranç oynamaya giderken bir gazeleni sıkıştırır. Külahtaki kağıt padişahın dikkatini çeker. Okur ve çok beğenir. 17 akçe ve Divan Katipliği ile Necati Beyi mükafatlandırır. Daha sonraları Necati Bey’in Fatih’e üç kaside daha yazdığı bilinir.
Eser itmez nidelüm ah-ı sehergah sana
Meğer insaf vire dostum Allah sana
Hoş olur sohbet-i mey gecede mehtap olıcak
Nur saç meclise gel kim demişüz mah sana
Nidelüm devr sunarsa sana şerbet bana zehr
Bu cihan böyle olur gah sana gah sana
Levh-i çehremde okumağa hikayat-ı gamı
Geceler subha değin şem’ tutar ah sana
Göz yaşı encümeni rehber idünmezse eğer
Şeb-i gamda iremez aşık-ı gümrah sana
Gece gelmeyeceğin sohbete ey dil biliriz
Hele var gör ki ne yüzden toğar ol mah sana
............
Ey Necati taş iken lal ide hurşid gibi
Bir nazar eyler ise himmet ile şah sana.
ah-sehergah:Seher vakti inleme
sohbet-i mey:Içki sohbeti
olıcak:Olunca
mah:Ay
gah:Bazen,kah
levh-i çihre:Yüz
hikayat-ı gam:Acı,keder hikayeleri
subh:Sabah
şem:Mum
encüm:Yıldızlar
şeb-i gam:Gam gecesi
aşık-ı gümrah:Yolunu şaşırmış aşık
toğar:Doğar
la’l:Kırmızı ve değerli bir süs taşı
hurşid:Güneş
himmet:Gayret, emek
nazar eylemek:Bakmak
AHMET PAŞA (15. yüzyıl)
XV. yüzyılda yaşamış olan Ahmet Paşa, dönemin konuşma dilini şiirlerine yansıtmış olmanın yanında bir devlet adamıdır. Fatih Sultan Mehmed’in hocası ve sohbet arkadaşıdır. Osmanlı Sarayı’nda görev yapmış vezirmliğe kadar yükselmiştir.
Şiirlerinin çoğunda aşk ve tabiat güzelliklerini işleyen şairin gözdelerinden birine aşık olduğu söylenir. Fatih Sultan Mehmed, Ahmet Paşa’yı çok sevmesine rağmen olan bitenden rahatsız olmuş, bu davranışı Saray gelenek ve göreneklerine hakaret saymış ve Ahmet Paşa’yı Yedi Kule Zindanlarına kapattırmıştır.
Yedi Kule Zindanlarında ölüm korkusuyla yaşamış olan şair, çok zor ve acı günler geçirir. Orada aklına bağışlanmak için bir kaside yazmak gelir. Ve ünlü kerem kasidesini yazar.
Ey muhit-i keremin katresi umman-ı kerem
Bağ-ı cud ebr-i kefinden dolu baran-ı kerem
.......
Ayağı toprağıdır cevher-i iksir-i hayat
Asitanı tozudur sürme-yi ayan-ı kerem
Açılır hulk-ı nesimiyle gül-i gülşen-i cud
Bezenir lütf-i zülaliyle gülistan-ı kerem
.........
Gün gibi saltanatın topu göğe ağsa ne ta’n
Sana sunuldu bu meydanda çü çevgan-ı kerem
Kul hata etse nola aff-ı şehinşah kanı
Tutalım iki elim kandayımış hani kerem
Ahmedim gam makası kesti dilim şem’ gibi
Sana ruşen diyemez halini sultan-ı kerem
Ahmet Paşa son arzusu olarak zindan görevlilerinden şiirin, padişaha ulaştırılmasını ister. Şiirden iyi anlayan, kendisi de şair olan Fatih Sultan Mehmed, kasidenin güzelliği karşısında duygulanır, yanındakilere “Böyle güzel şiirler yazabilen bir aşk adamına biz zarar vermemeliyiz” diyerek, şairi affeder.
Ahmet Paşa bundan sonra Saray’daki eski yerini alamaz. Bir rivayete göre de Fatih tarafından Tuti Hatun biriyle evlendirilmiştir.
muhit-i kerem:Cömertliği ile etrafı kuşatan
katre:Damla
umman-ı kerem:Cömertlik denizi
bağ-ı cud:Cömertlik bağı
ebr-i kef:Yağmur bulutu
baran-ı kerem: Cömertlik yağmuru
cevher-i iksir-i hayat:Hayat iksirinin özü
astan:Eşik
sürme-i ayan-ı kerem: Cömertlik meclisinin sürmesi
hulk-ı nesim: Rüzgarın tabiatı, huyu
gül-i gülşen-i cud: Cömertlik bahçesinin gülü
lutf-ı zülal: Soğuk, güzel suyun lutfu
gülistan-ı kerem: Cömertliğin gül bahçesi
ta’n: Yerme, ayıplama
ağsa:Yükselse , çıksa
çü:Çünkü
cevgan-ı kerem:Cömertlik değneği, bastonu
kanı:Hani
şem:Mum
ruşen:Açıkça
Bu bahsi, daha sonra Fatih’in de nazire yazdığı Ahmet Paşa’nın güzel bir dörtlüğü ile bitirelim:
Bizi hak etti heva yoluna sevda nidelim
Pay -mal eyledi bu zülfü seman-sa nidelim
Kul edinmezdi güzeller bizi illa nidelim
Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül..
hak:Toprak
heva:Heves, istek
pay-mal:Ayak altında kalmış, çiğnenmiş
zülf-i semensa:Sevgilinin yasemin kokulu saçı
MİHRİ HATUN (15. yüzyıl)
XV. yüzyılın hanım şairlerinden Mihri Hatun, şairlikte Necati Bey’i kendisine örnek almış, ona benzemek istemektedir. Her yazdığı şiiri şaire gönderir fikrini almak ister. Bir rivayete göre Necati Bey, bundan hoşnut değildir. Kızdığını ve şu mısraları yazdığını Latifi söyler:
Ey benüm şi’rime nazire diyen
Çıkma rah-ı edepten eyle hazer
Dime kim işte vezn ü kafiyede
Şiirüm oldu Necati’ye hem-sar
Harfi üç olmağ ile ikisünün
Bir midür filhakika ayb u hüner
diyen: Söyleyen, yazan
nazire:Örnek , karşılık
rah-ı edeb:Edeb yolu
hazer eyle : Sakın, çekin, dikkat et
hem-sar :Arkadaş, yakın
filhakika:Hakikaten, gerçekten, doğrusu
ayb :Ayıp
II. Bayezid’in oğlu Şehzade Ahmed’in Amasya Valiliği sırasında Amasya’da yaşayan, güzelliği ve şairliği ile ünlü Mihri Hatun’un Necati Bey’e hissi yakınlığı olduğu ve duygularını mısralarla ifade etmeğe çalıştığı bilinir.
Ben umardım ki seni yar-ı vefa-dar olasın
Ne bileydim ki seni böyle cefa-kar olasın
Reh-i aşkında neler çektüğüm ey dost benüm
Bilesin bir gün ola aşka giriftar olasın
Beni azade iken aşka giriftar itdün
Göreyim sen de benim gibi giriftar olasun
Beddua etmezem amma Huda’dan dilerim
Bir senin gibi cefa-kara heva-dar olasun
Şimdi bir haldeyüz kim, ilenen düşmanına
Der ki, Mihri gibi sen dahi siyeh-kar olasun
yar-ı vefadar:Vefalı sevgili
cefa-kar:Cefa, eziyet eden
reh-i aşk:Aşk yolu
giriftar:Tutulmuş, yakalanmış,esir
heva-dar:Yar, dost, aşık
ilenmek:Beddua etmek
siyeh-kar:Günahkar, günaha giren
azade:Hür, serbest
Necati Bey’in de Mihri Hatun için “Mihr u Mah” adlı bir mesnevi yazdığı söylenir ise de eserin hiç bir nüshası ele geçmemiştir.
AŞIK PAŞAZADE (15. yüzyıl)
F a t i h’ i n Ö l ü m ü
Fatih Sultan Mehmed çağ açıp çağ kapayan, sanatkar, alim ve büyük devlet adamı. Bu büyük padişahın hayatıyla olduğu kadar, ölümüyle ilgili rivayetler var. Aşıkpaşazade, Fatih’in suikaste kurban edildiğini şöyle anlatıyor:
“Vefatına sebep ayağında zahmet vardı. Tabipler ilacından aciz oldular. Sonra bütün tabipler toplandılar. Oy birliği ile karar verdiler. Ayağından kan aldılar. Sancısı daha da arttı. Şarab-ı fariğ verdiler Allah’ıh rahmetine vardı.
Tabibler şerbeti ki verdi Han’e
O han içti şarabı kane kane
Ciğerin doğradı şerbet o hanın
Hemin dem zari etti yane yane
Didi neyçün bana kıydı tabibler
Boyadılar ciğer-i canı kane
Isabet etmedi tabib şarabı
Tımarları kamu vardı ziyane
Tabibler hane çok taksirlik ittü
Budur doğru sözüm düşme gümane.
hemin:Hemen
zari etmek: Ağlayıp sızlamak
isabet etmedi :Iyi gelmedi, fayda vermedi
tımar:Yara bakımı
kamu:Bütün
taksirlik etmek :Kusur etmek
güman :Şüphe
şarab-ı fariğ :Sakinleştirici
şarab:Ilaç
CEM SULTAN ( 15.yüzyıl )
Şehzade Mustafa vefat ettiğinde Şehzade Bayezid 34 yaşında Isstansul’da tahta oturur. 23 yaşındaki Konya valisi Şehzade Cem , Bursa üzerine yürüyerek adına hutbe okutup...ke bastırır ve ağabeyine elçeler göndererek kendisinin Anadolu’da , onun da Rumeli’de hükümran olmasını teklif eder. Sultan II. Bayezid devletin taksim kabul etmeyeceğini söyleyerek teklifi reddeder.
Sultan II.Bayezid Bursa üzerine yürür , Cem Sultan yenilir ve Konya’ya çekilir. Daha sonra Kahere’ye geçer . Orada iken hacca gitmeye niyet eder. Hacı olan ilk Osmanoğlu’dur.Duygularını şiirlerinde şöyle ifade eder.
Olsan şahenşah-ı Rum olmazdı hacc nasibin
.......................................................................
Kabetullah’a varıp bir kez tavaf itdüğin
Bin Karaman bin Acem bin mülk-i Osman’dur
şahenşah-ı Rum :Anadolu’nun hükümdarı
Acem:Iran
mülk-i Osman:Osmanlı ülkesi
Cem Sultan böyle söyler ama , devlete sahip olma iddiasından da vazgeçmez.Konya’yı Ankara’yı kuşatır. Sultan Bayezid “Kudüs’te otur , tahsilatını vereyim, saltanat davasından vazgeç.” Diye elçi gönderir. Kabul etmez . Daha sonra Rodos’a geçer.Şövalyeler onun Fransa’ya götürürler.Rodos şövalyeleri , Sultan’ı Fransa kralı ile anlaşmış olan Papa’ya teslim ederler. Roma’ya getirilir.Papa Cem Sultan’a Hıristiyanlık teklif eder . Büyük bir Haçlı ordusunun hazırlandığını, Istanbul üzerine yürüyeceğini , kendisini de padişah yapacaklarını, bunun için onlara yardımcı olması gerektiğini söyler. Cem Sultan “Ben dinimi , değil Osmanlı Sultanlığı için , dünya padişahlığı için bile değişmem. “Cevabını verir.Yaptığı yanlışın farkına varan Sultan , varlığının Osmanlı aleyhine kullanılamasına engel olmak için , öldüğü haberini etrafa yaymağa çalışır. Bu hazin hikayenin bilinen yönü. Bir de iki düşman kardeşin birbiriyle mısralar vasıtasıyla mektuplaşması vardır.Cem Sultan, Bayezid Han’a
Sen bister-i gülde yatasun şevk ile handan
Ben kül döşenem külhan-ı mihnette sebeb ne
diye sorar. Hakan ağabeyi cevap verir.
Çün zur-ı ezelde kısmet olınmuş bize devlet
Takdire rıza vermeyesün böyle sebeb ne
Haccü’l-haremeynüm deyüben davi kılırsun
Bu saltanat-ı dünyeviye bunca talep ne
Birbirleriyle atışmaları da kavgaları da nezaket içinde.Elbette saray ehline yakışan da budur .
bister-i gül:Gül gibi yatak
şevk:Keyif, neşe, sevinç
handan:Sevinçli, gülen
külhan-ı mihnet:Gam, keder, dert ocağı
ruz-ı ezel:Başlangıç (kaderin yazıldığı gün)
Haccü’l-Haremeyn:Zamanında şeri merasime uyarak Mekke ile Medine’yi ziyaret eden kimse
diyüben:Diyerek
davi kılmak:Iddia etmek
saltanat-ı dünyevi: Dünya saltanatı
YAVUZ SULTAN SELİM ( 15.-16.yüzyıl )
Osmanlı hanedanının şair padişahlarından biri de Yavuz Sultan Selim’dir. Alimlere ve şairlere her zaman iltifatlarda bulunur, el üstünde tutar , çıktığı seferlerde bile alimleri , şairleri yanından ayırmazdı.Yavuz’a ait olmadığı iddia edilen ama yıllardır ona yakıştırılan bir dörtlük vardır ki ; güya padişah bir seferden dönerken Adana Kozan yaylasında mola verir, bir çeşme başında su içmek ister. Orada bulunan köylüler arasından bir genç kız padişaha bir testi ile su ikram eder. Bu köylü güzelinin bakışları , endamı padişahı çok etkiler , büyülenmiş gibi şu mısraları söyler.
Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etti felek
Giryemi kıldı füzun eşkimi hun etti felek
Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan
Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek
merdüm-i dide: Gözbebeği
füsun: Sihir, büyü
felek:Kader
girye:Gözyaşı,ağlayış
füzun:Çok fazla
eşk:Gözyaşı
hun:Kan
şir:Aslan
pençe-i kahr:Mahveden el, kahır pençesi
lerzan:Titreyen
ahu:Ceylan( sevgili)
zebun:Aciz, zayıf
VİZELİ BEHİŞTİ
Eskiler de Allah’ın yeryüzüne en güzel armağanı, kadını , insanı seviyorlar. Güzel , onlara herşeyden üstün bir varlık olarak gözüküyor. Sultan şehre geliyor ,halk da sultanı görmeye çıkıyor.Tabii ki içlerinde bir çok güzel de var. Fakat aşıklar sultana değil güzellere bakıyorlar. Şair Behişti bunu veciz bir şekilde şöyle ifade ediyor.
Hünkar şehre geldi deyu seyre çıkdılar
Her kuşe mehlika dolu hünkara kim bakar
hünkar:Padişah
kuşe:Köşe
mehlika:Ay yüzlü sevgili
ZATİ (16.yüzyıl )
16.yüzyıl Divan şairlerindendir. Balıkesir’de doğdu.Iyi bir eğitim görmediği , mesleğinin ayakkabıcılık olduğu bilnmektedir. II.Bayezid zamanında Istanbul’a gelmiş, caize adı verilen ihsanlardan faydalanmak için padişaha şiirler söylemiştir.Yavuz sultan Selim ve Kanuni SultanSüleyman zamanlarında da devlet adamlarına kasideler sunarak hayatını sürdüren Zati’nin, Bayezid Cam’nin avlusunda bugünkü Çınaraltı’nda bir dükkanı olduğu , burada misk , tespih, misvak,Kuran-ı Kerim sattığı, fal bakıp, muska yazdığı ,para karşılığı kadınlara ve erkeklere küçük gazeller , mektuplar yazdığı anlatılır.Ayrıca dönemin genç şairlerine ders verip hocalık yapmıştır.80 yaşlarına kadar yaşamış olan şairin ömrünün son günlerini ihtiyaç içinde geçirdiğini Aşık Çelebi şöyle anlatır.” Merhumun evi Sarı Gürz Hamamı Mahallesi’nde , dükkanı da Bayezid Camii avlusundaydı. Her gün dükkanına yürüyerek giderdi. Elinde bir asa taşır , yollar çamur olduğu zaman ona dayanırdı.Bir gün dükkanına giderken yolda rastgeldim.Beli bükülmüş ve dermansız bir haldeydi.Ama dudağı kımıldıyor ve dili söylüyordu.
-Bu ne hal ? dedi.Cevap olarak şunları söyledi .
Yiğitlik cevherin elden yitürdüm hasreta kanı
Eğlip ararım şimdi bulamam neyleyim anı “
hasreta :Hasretle
kanı:Hani
anı:Onu
BAKİ ( 16. yüzyıl )
16. yüzyıl Divan şiirinin gerçek Türk kimliğini bulduğu ,yerli bir nitelik kazandığı, parlak dönemlerin başlangıcıdır.Baki bu dönemin büyük şairlerindendir.
Kanuni’nin ölümüyle şair Baki , en büyük desteğini, velinimetini kaybetmiştir. Şair, bir medrese odasına kapanarak duyduğu acıyı bir mersiye ile dile getirir.Mersiye, bilindiği gibi Divan Edebiyatı’nın ölüm acısını, ıstırabını dile getiren şiirleridir.Muhteşem Süleyman’ın inanılmaz ölümü karşısında bütün varlıkları ağlar görmek isteyen şair, duygularını gözyaşları ile şöyle ifade eder.
Olsun gamunda bencileyin zar u bi-karar
Afakı gezsün ağlayarak ebr-i nevbahar
Tutsun cihanı nale-i mürgan subh-dem
Güller yolunsun ah u figan eylesün hezar
Sümbüllerini matem edüp çözsün ağlasun
Damane döksün eşk-i firavanı kühsar
...............................................................
Gül hasretünle yollara tutsun kulağını
Nergis gibi kıyamete kadar çeksin intizar
Deryalar etse alemi çeşm-i güher-feşan
Gelmez vücuda sencileyin dürr-i şah-var
Ey dil bu demde sensin bana olan hem-nefes
Gel nay gibi inleyelüm bari zar zar
Aheng-i ah u naleleri edelüp bülend
Ashab-ı derdi cuşa getürsün bu heft bend
Başı Nef’i kadar derde girmese bile Baki de dilini tutamayan şairlerdendir.Zaten kaside ile hicviye daima beraber yürüyen nazımlardır.Ancak Baki’nin Nef’i’den farkı kendisine zarar vereceği ne inandığı kimseleri hicv etmemesidir.O ancak arkadaşlarını , kendi seviyesindeki kişileri hicveder.Bu konu ile ilgili bir hikaye şöyledir .
Baki bir gün tayin olunduğu vazifeye giderken Edirne’ye uğrar.Orada eski okul arkadaşı olan Edirneli Emri ve arkadaşları tarafından Edirne bağlarına ziyafete çağırılır. Kendisine “ Edirnemizi nasıl buldunuz ? “ diye sorarlar. “Doğrusu Cennet gibi yer , fakat içinde adem yok .” diyerek hepsini gücendirir.
Bunun üzerine başta Emri olmak üzere o mecliste bulunan şairler , Baki’yi hicv etmişlerdir.
Tuti Hanım , Kanuni Sultan Süleyman’ın haremindeki cariyelerden biridir. Bir gün bir boğaz gezintisine çıkılacağı sırada saraydan kayığa binerken birden ayağı kayar , sendeler , düşecek gibi olur. Baki hemen yetişir ,güzel cariyeyi ayağa kaldırır. Baki’nin bu hareketi , yardımı bir müddet sonra sarayda bir dedikodunun çıkmasına sebeb olur. Güya Tuti Hanım , Baki’nin ilgisini çekebilmek için böyle bir “ kaza” geçirmiştir.Yine bir rivayete göre de güzel ve kültürlü cariye şiirler yazıyor ve şiirlerini Baki’ye gönderip düzeltmesini istiyordur. Aralarında bir gizli gönül ilişkisi vardır.Saray bu dedikodularla çalkalanırken elbette olanlardan padişahın da haberi olur. Söylenilenlerin ne kadarının doğru, ne kadarının yakıştırma olduğu bilinmez ama çok sevdiği ve takdir ettiği bir şair olan Baki’yi, padişah , güzel cariyesini armağan ederek mükafatlandırır.
Baki ,Tuti Hanım için şu mısraları yazmıştır.
Giryan ol Leyli-veş n’ola sahraya salsa Baki’yi
Mecnun’un ab-ı çeşmine hak-i beyaban teşnedir
giryan:Ağlayan
Leyli-veş:Leyla gibi
ab-ı çeşm:Gözyaşı
hak-i beyaban:Çöl toprağı, kum
teşne:Susamış
Baki’ye patavatsızlıklarından dolayı kızan arkadaşları hicivlerinde bir çok kereler bu evliliği malzeme olarak kullanmışlardır.
Baki çirkince bir adammış.Bundan dolayı arkadaşları “Karga Baki “ derlermiş. Hanımının adı da Tuti (papağan) olunca çokça mizahi rivayetler çıkmış ortaya . Bir rivayete göre şair ile hanımı arasında geçimsizlik meydana gelmiş, sormuşlar “Tuti Hanım ne alemde ? “diye. Baki cevaben “ Birader , Tuti ,Tuti diye şunu uçurup durmayınız !O da beni m gibi karganın biri !” demiştir.
Arkadaşları Baki’nin bu sözlerini vesile tutarak hicviyeler yazmışlardır.
“Ne garip bir tesadüf Tuti (papağan) ile kargayı hemser (arkadaş) eylemişler de yine şikayeti karga etmektedir.”
Dostları ilə paylaş: |