Divan edebiyari



Yüklə 123,04 Kb.
səhifə2/3
tarix05.09.2018
ölçüsü123,04 Kb.
#76845
növüYazı
1   2   3

Mey süzülmüş şîşeden ruhsâr-ı âl olmuş sana

               dizelerinde sevgiliye, imbikten geçmiş nezaketle hitap edenNedim’in, onun gül yanaklarını, şarap rengiyle bir tutma inceliği ve zarafeti;

veya,

Erişdi nev-bahâr eyyâmı açıldı gül ü gülşen



Çerâğân vakti geldi lâlezârın dîdesi rûşen

Çemenler döndü rû-yı yâre reng-i lâle vü gülden

Çerâğân vakti geldi lâlezârın dîdesi rûşen

               dizelerinde ilkbaharın gelişiyle neşelenip coşarak gül bahçesinde açan güllerin, sevgilinin yüzüyle bir tutması, lâle bahçesini müjdeleyerek eğlence vaktinin başlayacağına sevinmesi, kısacası coşkulu ve arzulu ruh hâlini, öğrencilere hissettirmek, onları Lâle devri eğlenceleriyle bilgilendirmek hem zevk verici hem de öğretici olabilir.

               Gazel, kaside, mesnevî ve şarkı şekillerinde unutulmaz şiirleriyle günümüze kadar gelebilen, sanatsal yetenek ve güçleriyle Divan Edebiyatını zenginleştiren Fuzûlî,Bâkî, Nef’î, Nedim ve Galip’i tanımak, bir anlamda da saf şiiri (pure poem) tanımak, şiirin ne olduğunu da anlamak demektir. Divan şiirinin seçkin beyitleri, bu anlayışa uygun en güzel ve en anlamlı örnekler olup bilinmesi gerekir.

               “... Fuzûlî çok derin ve tesirli lirizmiyle bu edebiyat içinde bir zirve olarak yer alıyor. Bâkî, renkli hayat tablolarıyla gözleri kamaştırıyor. Nef’î muhteşem ahengiyle parlak kahramanlık sahneleri yaşatıyor ve sanatkârın psikolojik âlemini tasvirde dehâya varıyor. Nedim sevimli edası ve ince ruhuyla Divan şiirini neredeyse halka mal edecek derecede millîleştiriyor ve bugünkü saf şiiri telâkkisine uygun mükemmel şiirler veriyor. Galip, modern sembolizmi andıran olgun mısralar işliyor. Bütün bunlar Türk edebiyatı içinde Divan şiirine ihmal edilemeyecek bir zenginlik kazandırıyor. Bu bakımdan Divan şiirinin hiç olmazsa seçilmiş mısralarını tanımak bizim için zaruridir”(20).

                 Divan Edebiyatının sözü edilen parıltılarını, geçmiş yıllarda, liselerde iyi bir edebiyat kültürü almış, şimdi avukat, mühendis, doktor, banka müdürü gibi toplumda önemli görevlerde bulunan kişiler zevkle okurdu. Bir Su Kasidesini, bir Kanunî Mersiyesini, bir Nedim şarkısını tamamen bilirdi veya en az bir iki beyit ezberinde kalırdı.

               Ancak, son yıllarda, çeşitli gerekçelerle eğitim sistemindeki ölçme-değerlendirme ölçütlerinin kolaylaştırılması, kimi öğretmenlerin eski edebiyat metinlerini, dili ve konuları sebebiyle gereksiz görüp üzerinde yeterince durmaması, sadece programdaki zorunluluk nedeniyle geçiştirerek vermesi, günümüz öğrencilerinin eski metinlerdeki özellikle şiirdeki sanatlı söyleyişin, ince ve zarif duyguların, orijinal imajların ve estetik değerin farkına varmasını âdeta engellemektedir. Buna, liselerde üç yıl boyunca ağırlıklı ders saatiyle okutulan Edebiyat dersine, üniversite giriş sınavlarında üç beş soru kadar yer verildiği de eklenirse öğrenciyi eski edebiyatı sevmiyor diye suçlamak haksızlık olur.

               ÖNERİLER

               1. Divan Edebiyatı hakkındaki önyargılı, küçümseyici ve karalayıcı tavrı ile anlayışı değiştirmek gerekir. Bu edebiyatı, günümüz anlayışı ve ölçütleriyle değil de kendi döneminin tarihî, toplumsal ve kültürel koşulları içinde kendine özgü sanat anlayışıyla kabullenmek, bin yıllık bir medeniyetin kültür varlığı olarak değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

               2. Geleneksel öğretimde olduğu üzere, metinleri, kronolojik sıra gözeterek vermek, giderek terk edilen bir yaklaşımdır. Her yüzyıldan,Divan Edebiyatının özellikle nazım türlerinde -gazel, kaside, mesnevî, rubaî, terkib-i bend, terci-i bend, şarkı- önemli eserler vermiş büyük şairler veya nesir üstatları çıkmayabilir ve öğrencinin ilgi alanına girmeyebilir. Artık, yeni yaklaşımda öğretim programlarında şairden değil de eserden hareket edilmektedir. Eser merkezli yaklaşım giderek kabul görmektedir. Öğrenci düzeyine uygun, onu, duygu, düşünce ve hayal yönüyle geliştiren, sanat değeri taşıyan eserler, onun hem zevk almasını sağlayacak hem de, kitap okuma alışkanlığı kazanıp kültürü, eski-yeni ayrımı yapmadan bir bütün olarak görüp tanımasına olanak sağlayacaktır.

              3. Zamanın,Divan Edebiyatı üzerindeki aşındırıcı ve yıpratıcı etkisi dikkate alınarak öğrenciyi bu edebiyatın metinlerini anlamaya düşünsel ve ruhsal açıdan hazırlamak yararlı olur.

              4. Öğretim programlarına, öğrencilerin ilgi, ihtiyaç, zevk ve beklentilerine cevap verebilecek, dili ve anlatımı yalın, estetik ve didaktik değer taşıyan metinlerin seçilmesine özen gösterilmelidir.

              5. Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenlerinin Divan Edebiyatıyla ilgili birikimleri, öğretme yöntemleri ve bu edebiyata yaklaşımları, öğrencilere bu edebiyatın metinlerini sevdirip öğretmede büyük önem taşır. Öğretmen “Metinler eski, dilleri anlaşılmaz” zihniyetiyle konuları geçiştirerek veya tek başına özetleyerek vermek yerine okutacağı metni döneminin veya yüzyılının kültürünü, zevkini, anlayış ve duyuşunu, dil ve anlatım özelliklerini, kısacası, bir sanat olayı olarak tanıtmayı amaçlamalıdır. Metni, soru-cevap tekniğiyle -eğer bağdaşıyorsa- günümüz yaşamıyla bağlantı kurarak öğrenciyle birlikte işlemesi etkin ve yararlı bir yoldur.

             6. Özellikle aruz kalıplarını öğretmede izlenen ezber yöntemi terk edilmelidir. Öğrenci, aruz kalıbı ezberlemekle korkutulmamalı, önemli sayılan ve çok yaygın kullanılan aruz kalıpları, en güzel beyit ve dizelerde uygulamalı olarak verilmelidir. Bugün bazıları şarkı formunda okunan bazı beyitler, bellekte kalıcılığı açısından öncelikle tercih edilmelidir.

             7. Sınavlarda, dili ağır, anlatımı mecazlı ve sanatlı, fikir dokusu karışık metinlerden sorular sorarak bu edebiyatı, öğrencinin başarısızlığına neden olabilecek bir malzeme yapmamalıdır.

             8. Divan Edebiyatının en güzel beyitlerinden oluşan, öğrencinin anlama-kavrama kapasitesine uygun, dili yalın örneklerden oluşan, çevirisi sağlıklı, Millî Eğitim Bakanlığı tavsiyeli bir antoloji oluşturarak öğrencinin yararına sunulabilir.

(*)Doğu Akdeniz Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

(1)İsmail Ünver,“Eski Türk Edebiyatıyla İlgili Sorunlarımız”, Türk Dili Dergisi, Ağustos, 1993, Sayı:500, s.119-121.

(2)Kenan Akyüz, “Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri”, Türkoloji, C:II,Ankara, 1965, Sayı:1, s.17.

(3) Kenan Akyüz, a.g.m., s.24.

(4)Ünver, a.g.m., s.123.

(5)Âgâh Sırrı Levent, Dil Üstüne,T.D.K.Yayınları, Ankara, 1973, s.111.

(6)Levent, a.g.m., s.111.

(7)MehmetKaplan, Kültür ve Dil, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1993, s.160.

(8) Mehmet Deligönül,“Divan Şiirinden Günümüze”, Türk Dili Dergisi,Aralık, 1976, s.94.

(9) Adnan Siyadet Tarlan, “Ali Nihat Tarlan Hayatı ve Eserleri”, KültürBakanlığı Yayınları, Ankara, 1995, s.96.

(10) Ünver, a.g.m., s.123.

(11)Ünver, a.g.m., s.124.

(12)Rüştü Şardağ, Klâsik Divan Şiirimiz, İstanbul, 1976, s.10.

(13)Hikmet Dizdaroğlu, “Divan Şiirini Sevdirmek”, Türk Dili, Aralık 1976, s.688.

(14)Ünver, a.g.m., s.122.

(15)Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, MEB Yayınları, İstanbul, 1969, s.187-188.

(16)Nurullah Ataç, Günlerin Getirdiği,Akba Kitapevi, İstanbul, 1946, s.34.

(17)Yahya Kemal, Edebiyata Dair,İstanbul Fetih Cemiyeti,Baha Matbaası, İstanbul, 1971, s.259.

(18) Ahmet Hamdi Tanpınar, a.g.e., s.186-187.

(19)Tanpınar, a.g.e., s.147.

(20)Vasfi Mahir Kocatürk, Divan Şiiri Antolojisi,Varlık Yayınları,İstanbul, 1947, s.5

--------------------------------------                  ----------------------------------               ------------------------------           ------------------

Milletlerin kendi özgeçmişleriyle,kültür yapılarıyla doğru orantılı edebiyatları vardır.

Türk milleti olarak bizim edebiyatımız ve onun bir bölümü her ne kadar zaman zaman inkar edilmiş,anlaşılamamış,yok sayılmış olsa bile dünyanın sayılı edebiyatlarındandır.

Türk milletinin varoluşundan bu yana yaşadıkları,hayat tecrübesi,sanat anlayışı, medeniyeti edebiyatına yansımıştır.Edebi eserler,yüzyıllardan bu güne kadar her dönemin toplumsal ve kültürel özelliklerini,insanlığı ve insani değerlerini farklı açılardan ele almış,anlatmıştır.             

          Bir milletin geçmişteki düşünce yapısını,hayat tarzını,kültür ve medeniyet birikimini, dünya görüşünü gelecek nesillere aktaran en önemli araç edebi eserlerdir.Dolayısıyla eserlerin incelenmesi,yazılış maceraları bize geçmişteki bilmediğimiz dünyaların kapısını açacaktır.Hayat şartlarının ve düşünce sisteminin değişmesi,Osmanlıya ait herşeye iyi-kötü ayırdetmeden karşı tavır koyan bir sözde aydın kitlesi sayesinde insanımız yıllardır eski edebiyatımızı tanıyamamış veya yanlış tanımıştır.Ancak son yıllarda yapılan objektif çalışmalar bize atalarımızı anlatan geçmişle bağımızı tekrar kurmamızı sağlayabilecek bir adım niteliğindedir.

          Milletleri en güzel bir şeklide tanıyabilmenin yolu onların edebiyatlarını öğrenmekten geçer. Edebiyatımız da toplumun duygu , düşünce , kültür ve medeniyet değişimine ayak uydurmuş , zaman içinde farklı özellikler göstermiştir.

          Divan Edebiyatı Türklerin 11.yüzyılda Islam dinini kabul etmesiyle Maveraünnehir’de başlamış , 13. yüzyıldan itibaren gelişmesini Anadolu’da sürdürmüştür.

          Bu edebiyat Islam kültürüne dayalı olarak Arap ve Fars edebiyatlarının tesiri altında meydana geldiğinden “ Islami Türk Edebiyatı “ diye de anılır.Belirli bir kültür seviyesine ulaşmış ,eğitimli kişilere hitab etmesi sebebiyle “ Yüksek Zümre Edebiyatı “ da denilmektedir.

          Divan Edebiyatı, Islam dininin tesiri ile ortaya çıkmış olsa da , Iran ve Arap edebiyatlarının ve onların medeniyetlerinin izleri görülse de, zamanla bu tesirden kurtulmuş , kendine has bir takım özellikler kazanarak millileşmiştir . Türk kimliğini bulmuş ,bağlı olduğu medeniyet ve kültür dünyasının zevkini , estetiğini , sanat anlayışını aksettirmiştir. Yine aynı şiirlerde halkın örf ve adetleri , hayat bakışı , kılık-kıyafet , düğün ,sünnet eğlenceleri , devletin işleyişi ,bazı aksaklıklar dile getirilmiştir.

          Divan Edebiyatı’nın halktan ve günlük hayattan kopuk olduğu iddiasının ne kadar boş olduğu verilecek örneklerde görülecektir.Şu inkar edilemez bir gerçektir ki Divan şiiri , bir hayaller dünyasıdır.Stilize edilmiş bir tabiat anlayışı hakimdir. Tabiat tasvirleri , hayvan , bahar,yaz ,kış ,yaz mevsimlerini tasvirleri şairlerin hayal gücü ile süslenmiş , kalıplaşmış motifler halindedir.Bu bir gelenektir ve daha sonra gelen şairler aynı hayalleri daha güzel söylemek için yarışırlar.

          Aşk bu edebiyatın vazgeçilmez konusudur.Aşık daima bahtsız ,sevgili ise vefasız ve zalimdir.Acı çektirir.Bu, platonik bir aşktır. Bu şiir anlayışında ideal insan , maddeye değer vermemeli, dünya nimetlerine itibar etmemelidir . “ Rind “ adı verilen , malda mülkte gözü olmayan , insanların ilgisinden rahatsız olan , hoşgörülü bu insan tipi, hep itibar görmüştür. Şair de kendisini böyle gösterir.

          Divan Edebiyatı , şiir ağırlıklı bir edebiyattır.Nesirden çok nazma değer verilmiş, bu alanda söz ustalığı yapmak gayretine düşülmüştür . Divan şiiri beyitlerle kurulur . Beyit sayısına , kafiye düzenine ve konularına göre isimler alan şiir şekilleri ; gazel ,kaside , mesnevi, musammat , terkib-i bent , terci-i bent , rubai ,kıta , mürfed...dir.

          Divan Edebiyatı’nın bir imparatorluk edebiyatı olduğu unutulmamalıdır.Çok geniş bir sahaya yayılmış bir bahçede elbette değişik renkler , değişik tad ve kokular bulunacaktır . Burada güzeller hep selvi boylu , kirpikleri ok, kaşları yay, gözleri ahu ,saçları sümbül ,ağızları gonca ,yanakları gül olsa da , öyle hayal edilse de bizim insanımız bizim dilimizle anlatılır.

          Agah Sırrı Levend, Divan Edebiyatı’nı başlı başına bir alem olarak nitelendiriyor ve şöyle diyor : “Her gün biraz daha kesifleşen bir sis tabakası altında örtülüp giden bu alemin karanlık köşelerini aydınlatmak , bu suretle artık tarihe mal olmuş bulunan bu fikir , his ve hayal dünyasını tespite çalışmak en büyük emelimizdir.”

          Divan Edebiyatı üç beş eserden müteşekkil değildir.Bu dönemin dili hakkında bir kaç esere bakarak hüküm vermek yanlış olur.Süleyman Çelebi’nin Mevlid ‘i , Nabi’nin Hayriyye’si gibi dili sade, yazıldıkları zaman ve sonrasında halk tarafından çok okunan eserler mevcuttur.Bu edebiyatın içinde meydana getirilmiş olan Kuran tefsirleri , Hadis tercümeleri , mevlidler, siyerler, miraciyeler ,dini-destani halk hikayeleri, seyahatnameler, o gün halkın, dilini kolayca anlayabildiği eserlerdir . Divanların içindeki şiirlerin hemen hepsi yazıldıkları dönemde insanımızın anlayabildiği ve zevk alarak okuyabildiği sadeliktedir. Divan şiirinde bize yabancı gelen kelimeler, bugün kullanılmadığı için anlaşılamamaktadır.           Halbuki çağında bu eserler halkın ekseriyeti tarafından okunup anlaşılıyordu.

          Biz bu çalışmamızda Divan şiirlerinden bir olaya dayalı olanları, hikayeleri ile birlikte vermeye çalıştık.Anlatılanların çoğu elbette rivayetlerdir . Kayda geçmiş olanları olduğu gibi , söylenti halinde yayılmış , bu arada değişmiş , bir kaç şekilde anlatılan hadiseler de vardır.

AHMEDI ( 14.yüzyıl)

          Ahmedi , 14.yüzyılda yaşamış Anadolu Türkçesi’nin en başarılı şairlerindendir.Öğrenimine Kütahya’da başlamış, sonra Mısır’a giderek tahsil hayatını orada tamamlamış , ilmini geliştirmiştir. Anadolu‘ya döndüğünde Sultan I.Murad’ın himayesine girmiş , sonraları Yıldırım Bayezid’in sohbet arkadaşı olmuş, padişahtan büyük iltifat görmüştür.

          Yıldırım Bayezid ile Timur arasındaki çekişmeyi ve savaşı gören, sevdiği padişahın yenilgisine çok üzülen şair , Timur tarafından da takdir edilmiş , fakat bu zalim hükümdarı bir türlü sevememiştir.

           Bazı kaynaklarda Nasreddin Hoca’ya atfedilen meşhur bir hikayenin aslında şair Ahmedi ile Timur arasında geçtiği rivayet edilir .

          “ Şairin olgunluğuna ve tespitlerinin isabetine güvenen Timur , bir hamama bir gün bir çok güzeli toplamış . Bunları teker teker Ahmedi’nin önünden geçirip ,

          -Molla , sen güzelden anlarsın ,bunlara bir değer biç ,der.

          Ahmedi , her güzele , kimisi şu kadar altın ,kimisi şu kadar gümüş diyerek doğru değer biçince Timur ,

          -Bre Ahmedi , bana da bir değer biç, benim değerim ne kadardır ? der.

          Ahmedi ,” Sen seksen akçe edersin .” cevabını verir . Timur ,

          -Nasıl olur ? diye itiraz eder.Şu belimdeki peştamalın değeri seksen akçedir .

          Ahmedi ise ,

          -Benim de değer biçtiğim odur , yoksa sen beş para etmezsin , cevabını verir .”

          Timur’un bu cevaba hiddetlenmediği , aksine cesaretinden dolayı şaire iltifatlarda bulunduğu söylenir .Fakat şair Ahmedi’nin yıldızı Timur ile hiç bir zman barışmamıştır.

Timur’un ölümü dolayısı ile şu mısraları söylemiştir .

          

          Felek yire gövürüben Temur’u

          Konukladı et ile mar u muru

felek:Dünya,kader

gövürüben:geçirerek

konukladı :ziyafet verdi

mar u mur :yılan ve karınca

ERZURUMLU KADI DARİR ( 14.yüzyıl)

          Doğuştan kör olmasına rağmen hafızası çok kuvvetli olan ve bu sayede Islam ilimlerini ve Arapça’yı çok iyi öğrenen Darir , aynı zamanda iyi bir şairdir . Darir , gözleri görmeyen ama demektir.

          Şair , 1377 yılında Mısır’a gitmiş ,Mısır sultanlığına bağlılığını bildirip , intisap etmek istemiştir.Ilminin genişliği , sohbetinin güzelliği sayesinde sultanını meclisine kabul edilen şair, kendisi hakkında şunları söylüyor .” Gerçi gözsün kişinin gözü yoktur ,ancak hafızası kuvvetli olur ; sözü gönlünde toplamaya , hatırda tutmaya kuvvetinin tesiri olur.”

          Darir , Mısır’da hükümdarın yanında beş yıl kalmış ,sultanın toplantılarına, şiir meclislerine katılmıştır . Hükümdar bir gün Darir’e demişti :

          Gel ey gözsüz bana bir sire söyle

          Kim anda suret ü hem siret olsun

          Hem anda ilm anılsın adl anılsın

          Içinde ma’ni vü ma’rifet olsun

          Bize eğlence olsun dinlemekde

          Yüregümüze dahı kuvvet olsun

          Darir , hükümdarın bu isteği üzerine Kitabu Siretü’r-Resulullah adlı Arapça bir kitabı Türkçe’ye çevirmiş ve Türk diline kıymetli bir eser kazandırmıştır.

sire:peygamberin hayatından kısa bir anekdot

suret :görünüş,kılık

siret:bir kimsenin içi,hali,tavrı,ahlakı.Hal tercümesi

adl:adalet

ma’ni :mana

ma’rifet:herkesin yapamadığı ustalık

dahı:dahi

ŞEYHİ (15.yüzyıl)

          Sultan I.Murad,Yıldırım Bayezid,Çelebi Mehmed ve II.Murad ‘ın padişahlıkları zamanında yaşamış olan Şeyhi, Iran’da hekimlik, tasavvuf ve hikmet tahsili yapmıştır.Osmanlı sarayında itibar görmüş, sonra Kütahya’ya dönerek bir aktar dükkanı

açmış,eczacılık ve hekimlik yapmıştır.Bilhassa göz hekimliği alanında büyük şöhret yapmış,Çelebi Sultan Mehmed’i iyileştirmiştir.Bu hadise üzerine padişah,şaire büyük

ihsanlarda bulunmuş,hususi doktoru tayin etmiş,Tokuzlar adındaki bir köyü Şeyhi’ye

tımar olarak vermiştir.Şeyhi,köye giderken,köyün eski sahipleri şairin yolunu keserler ve onu döverler.Şeyhi saraya geri döner ve halini anlatmak için “Harname” adlı mesneviyi yazar.Padişah da yol kesen köylüleri cezalandırır,şaire ihsanlarda bulunur.

          Harname,hiciv türünün başarılı örneklerinden biridir.Şeyhi,bu eserinde ince bir mizah ile insani zaafları hicvetmiştir.Eserin kahramanı bir eşektir.Hakettiğinden fazlasını ister.Çayırda gördüğü ....lere özenir.Onlar gibi olmayı ister.Fakat bu hatasının sonunda kulaklarından ve kuyruğundan olur.

          Hikaye şöyledir;

          Bir eşek var idi zaif ü nizar

          Yük elinden katı şikeste vü zar

          Gah odundu vü gah suda idi

          Dün ü gün kahr ile kısuda idi

          .........

          Arkasından alınsa palanı

          Sanki it artığıydı kalanı

          Birgün ıssı ider himayet ana

          Yani kim gösterir inayet ana

          Aldı palanını vü saldı ota

          Otlayarak biraz yürüdü öte

          Gördü otlatda yürür ....ler

          Odlu gözler ü gerlü göğüzler

          .........

          Boynuzı bazısının ay bigi

          Kiminün halka halka yay bigi

          ........

          Var idi bir eşek firasetlü

          Hem ulu yollu hem kisayetlü

          Ol ulu katına bu miskin har

          Vardı yüz sürdü dedi ey server

          .........

          Bugün otlakda gördüm ....ler

          Gerüben yürür idi göğüzler

          Yok mudur gökde bizim ıldızımız

          K’olmadı yeryüzünde boynuzumuz

          ........

          Böyle cevab verdi pir eşek

          K’ey bela bendine esir eşek

          Dün ü gün arpa buğday işlerler

          Anı otlayıp anı dişlerler

          Bizim ulu işimiz odundur

          Od uran içimize o dundur

          .........

          Gezerek gördü bir göğermiş ekin

          Sanki dutardı ol ekin ile kin

          Yiyerek toydı karnı çağnadı

          Yuvalandı vü biraz ağnadı

          Çıkarır har çün enkerü’l-esvat

          Ekin ıssına arz olur arasat

          Ağaç elinde azm-i rah etdi

          Tarlasını göricek ah etdi

          Yüreği soğumadı söğmeg ile

          Olımadı eşeği döğmeg ile

          Bıçağını çekdi kodı ayruğunu

          Kesdi kulağını vü kuyruğunu

          Uğrayu geldi pir eşek nagah

          Sordı halini kıldı derd ile ah

          Batıl isteyü hakdan ayrıldım

          Boynuz umdum kulakdan ayrıldım

          

          Insanların imkanlar bakımından eşit olmadıkları,kiminin doğuştan imtiyazlı olduğu, kiminin ise ne yapsa yoksulluktan kurtulamadığı ana fikrinden hareketle şair şu mesajı verir:Herşeyin mutlaka bir bedeli vardır.

zaif:zayıf

nizar:zayıf,halsiz

katı:çok

şikeste:kırık

zar:ağlayan,inleyen

gah:bazen,kah

kısu:üzüntü

palan:eşeğe vurulan eğer

ıss:sahip

himayet:koruma

ana:ona

inayet:yardım,iyilik



odlu:ateşli

gerlü:gerili

firasetlü:anlayışlı,bilgin

bigi:gibi

kiyasetlü:akıllı,zeki

har:eşek


server:başkan,reis

ıldız:yıldız

dun:alçak

göğermiş:yeşermiş

toydı:doydu

çağnadı:şarkı söyledi

ağnadı:yattı

çün:çünkü

enkerü’l-esvat:seslerin en çirkini

arasat:mahşer yeri

azm-ı rah:yola çıkmak

ayrug:başkası

pir:yaşlı

nagah:ansızın

batıl:Hak olmayan

          SÜLEYMAN ÇELEBİ ( 15.yüzyıl)

          Mübarek günlerin vazgeçilmez bir parçası haline gelen Mevlid’in yazarı Süleyman Çelebi 15.yüzyılda Bursa’da yaşamış,Yıldırım Bayezid devrinin ünlü şeyhi Emir Sultan’a intisab etmiştir.Bursa’da Ulu Cami’in imamıdır.Mevlid’in asıl adı “Vesiletü’n-necat” tır.

          Süleyman Çelebi “Vesiletü’n-necat” ını bir dava ve bir iddia üzerine yazmıştır.1409 yıllarında Ulu Cami’in imamı olduğu sırada Iranlı bir vaizin “La nuferriku beyne ehadin min rusulihi”(Biz Allah’ın peygamberlerinden hiçbirini ötekinden ayırmayız.) ayetini yanlış yorumlaması Süleyman Çelebi’yi çok kızdırdı.Vaiz bu ayete dayanarak Allah’ın, peygamberleri arasında hiç fark gözetmediğini,o halde Hz.Muhammed’in Isa Peygamber’den daha üstün tutulamayacağını söyledi.Halbuki bu ayet Allah’ın değil,kulların dilinden söylenmişti.Aslında Acem vaiz,Fetret devrini yaşayan Osmanlıları yıpratmak,halkı birbirine düşürmek maksadıyla bilhassa böyle söylüyordu. Müslümanların Hz.Muhammed’e olan saygı ve sevgisini zedelemeye çalışıyordu.Işte Süleyman Çelebi bu kötü niyetlileri susturmak,Hz.Muhammed’in bütün peygamberlerden üstün,en son peygamber olduğunu isbatlamak,şii-batıni akımlara karşı ehl-i sünnet görüşünü savunmak için “Vesiletü’n-necat” adlı eserini yazmıştır.

          Mevlid’den

          Allah adın zıkredelim evvela

          Vacip oldur cümle işte her kula

          Allah adın her kim ol evvel ana

          Her işi asan eder Allah ana

          ............

          Aşk ile her ikm ki dinlerse bunu

          Açıla gönlünde rahmet gülşeni

          ...................

          Amine hatun Muhammed anesi

          Olsadeften doğdu ol dür danesi

          Çünki Abdullah’tan oldu hamile

          Vakt erişti hafta vü eyyam ile

          Hem Muhammed gelmesi oldı yakin

          Çok alametler belirdi gelmedin

          .............

          Ol gece kim doğdı ol hayru’l-beşer

          Anesi anda neler gördü neler

          .............

          Dedi gördüm ol habibün anesi

          Bir acep nur kim güneş pervanesi

          Berk urup çıktı evimden nagehan

          Göklere irdi vu nur oldı cihan

          Indi göklerden melekler saf saf

          Ka’be gibi kıldılar evim tavaf

          Hem heva üzde döşendi bir döşek

          Adı Sündüs döşeyen anı melek

          Üç alem dahi dikildi üç yere

          Her birisi eydeyim nire nire

          Mağrib u başrıkta ikisi anın

          Biri damında dikildi Ka’be’nin

          

          Bildim anlardan ki ol halkın yeği

          Kim yakın oldu cihana gelmeği

          Çünki bu işler bana oldı yakın

          Ben evimden otururken yalnızın

          Yarılıp divar çıktı nagehan

          Üç bile huri bana oldı ayan

          Çevre yanıma gelip oturdılar

          Mustafa’yı bir birine muştılar


Yüklə 123,04 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin