III. BÖLÜM 3.TEDRİCİLİĞİN PSİKOLOJİK VE SOSYOLOJİK BOYUTU
3.1. PSİKOLOJİK FAKTÖRLER VE FERDİ FARKLILIKLAR
Toplum, birbirinden farklı fertlerden meydana gelmiştir. Eğer insanlar birbirlerinden ayrı vasıflara sahip olmasalardı, psikologların işi çok basitleşir, bir kişinin incelenmesi ile varılan neticeler, kolaylıkla diğerleri için de geçerli olurdu.290
Eğitim çalışmalarında başarılı olabilmek için, insanın temayüllerini, mizaç ve kabiliyetlerini bilmek gereklidir. İnsanın bilgi derecesini, hırsını, tatmin noktasını veya tatminsizlik sebeplerini, heyecanlarını, sevincini, endişesini, ümit ve korkularını, direnme ve dayanabilme gücünü sebep ve neticeleriyle bilmek şarttır.291 Ferdi farklılık, modern psikolojinin en çok üzerinde durduğu konudur.292 Eğer ferdi farklılıklar dikkate alınmazsa, insanlara büyük adaletsizlik yapılmış olur. Bu adaletsizlik her sahada kendini gösterir. Me- sela; insanları yönetmek, problemlerini tanımak ve çözmek, kişiliklerine uygun düşen iş ve davranışlara sevk etmek mümkün olmaz.
Ferdi farklılık, bugün üzerinde en çok durulan eğitim prensiplerindendir. Batılı eğitimciler bu gerçeği çok geç kavramışlardır. İslam eğitimcileri ise, bu tabii vasfın daima farkında olmuşlardır.293 İbn-i Sina (980/1037), öğretimde öğrencinin kabiliyetlerine dikkat edilmesini, hangi sahada kabiliyetli ise, o tarafa yöneltilmesini müdafaa eder.294 İbn-i Haldun (1332-1406), ırk, cinsiyet, çevre, irsiyet ve yaş gibi ferdi farklılığın bütün unsurlarına dikkat çeker. Bilhassa öğretimde çevre faktörünün meydana getirdiği farklılığın önemi üzerinde durur.295 Gazzali (1055-1111) ise, eğiticinin vazifelerinden birinin de öğrenciye, kabiliyeti ölçüsünde hitab etmesi, aklının kavrayamayacağı ve nihayet nefret edeceği incelikleri açmaması olduğunu ifade eder.296
İslam eğitimcilerinin bu gerçeğin farkında olmalarının sebebi; bu esası Kur’an ve Sünnet’te görmeleridir. Çünkü Kur’an ve Sünnet’te öğrencilerin kabiliyetlerinin farklılığına işaret edilerek eğiticiler uyarılmıştır. Bunun manası, kabiliyetlerin bilinmesi ve ferdin kabiliyetine uygun düşen konulara - zorlama ve baskı yapılmadan - yöneltilmesidir.297
Kur’an da Hz. Muhammed (sav)’e Ashap’la istişare yapması emredilmiştir.298 İstişare, bir konu hakkında fikirlere başvurmaktır. Bu da gerçeğin ortaya çıkarılması için farklı görüşlere işaret edilmesinin gerekliliğini ortaya koyar. Farklı görüşler ise, farklılığı bulunan kişilerce ortaya atılabilir.299
Yine Kur’an da, herkesin kapasitesi ölçüsünde mesul olduğu bildirilmektedir.300 Söz konusu ayette; “Rabbimiz! Güç yetiremediğimizi bize yükleme” 301 şeklinde bir duanın öğretilmesi de dikkat çekicidir. Yani; ferdi farklılığın dikkate alınması için dua etmek, bir nevi Kur’an’ın tavsiyesidir.
Birbirlerinden bir çok yönlerden ayrılıklar gösteren fertlerin varlığını kabul etmek, eğitim işinin bir takım esaslar dahilinde yapılmasını zorunlu kılar.302 En azından öğretimde kullanılan çeşitli metotların esnek olmasını gerektirir.303
Hz. Peygamber’in sünnetinde de ferdi farklılığı gözetme önemli bir prensip olarak karşımıza çıkmaktadır. Biz bu prensibin tedric’le ilişkisi üzerinde duracağız. Bizim değerlen- dirmemize göre Hz. Peygamber, hem fert planında, hem de cemiyet planında, tedric metodu uygulamıştır. Bu konuda, ferdi farklılıkları gözetmede tedric prensibinin uygulanışını inceleyeceğiz.
Hz. Peygamber bu meseleyi bi’set’in başlarından beri göz önüne almıştır. Şu rivayet bu hususla ilgilidir: “Resulullah (sav) bir ziyaretinde, Hz. Cebrail (as)’a : “Ben ümmi bir ümmete gönderildim. İçlerinde yaşlı kadınlar, ihtiyar erkekler var, genç kızlar, delikanlı oğlanlar, hiç kitap okumayan katı adamlar var! Ne yapacağım?’ diye endişesini açıklar. Hz.Cebrail: Kur’an yedi harf üzerine inmiştir” der.304
Böylece Kur’an’da bütün muhatapların anlayışına uygun gelecek üslup ve mana derecelerinin olduğunu haber vererek Resulullahı teskin eder.305
Bu meziyete sahip Kur’an-ı insanlara tebliğ eden Hz. Peygamber, cemiyetin fertlerini İslamiyet’e davetinde, söz ve fiilleriyle Kur’an’daki meselelere getirdiği açıklamalarda, onların sahip olduğu seviye, mizaç ve kabiliyetlerini, içinde bulundukları zaman ve mekan şartlarını gözetmiş, uygulamalarıyla bir takım kaideler ortaya koymuştur. Şimdi bu kaideleri tek tek ele alarak inceleyeceğiz:
İnsanlar yaradılıştan bazı farklılıklara sahihtirler. Bunlardan birisi zihni kabiliyetler arasındaki farklılıklardır. Zihni kabiliyet, fertlerin sinir sistemlerinin yapıları arasındaki doğuştan gelme farkları ifade eder. Bütün insanlar eşit yaratılmamışlardır. Hiç bir terbiye sistemi ve tahsil derecesi zihni kabiliyetteki bu biyolojik farkı tamamıyla giderememektedir. Her cemiyette, muhakkak zihni kabiliyet bakımından daima diğerlerine üstün gelen, onların önünde giden, cemiyetin problemlerini daha iyi kavrayan insanlar bulunacaktır.
Yaradılıştan gelen zihni kabiliyetin gelişmesi, bilgi ve idrak seviyesinin ilerlemesi üzerinde içinde yaşanılan çevre ve kültürün de önemli tesirleri vardır. Akıl ile tabir ettiğimiz anlama, kavrama ve doğru hükme ulaşabilme kabiliyeti, bu vasfını büyük ölçüde doğuştan getirir. Ancak, ilerleme ve seviye kazanmasında bahsi geçen unsurların da önemli rolleri vardır. Bilgi dediğimiz zihindeki manevi malzeme ise, tamamen doğumdan sonraki hayat safhalarında kazanılır.
Muhataba bir meseleyi anlatırken, onun akıl ve bilgi seviyesi göz önüne alınmalıdır. Seviyesine göre hitab edebilmek için de muhatabı tanımak gereklidir. Eğitim açısından insanı tanımanın önemi büyüktür. İnsanların bilgi ve idrak seviyelerini hesaba katmadan herkesten aynı anlayışı bekleyerek herkese aynı metodu uygulamak, gerçekleri hiçe saymak demektir.306
Seviyelerin bilinmesi, problemlerin çözümünü kolaylaştırır. Seviyeler dikkate alınmadan yapılacak rehberlikler de bir fayda temin etmez. İnsanlara, bir şeyin doğrusunu söylemekle iş bitmiş olmaz; akıllarını da vardırmak gerekir. Böyle öğrenilen bilgiler, kişilere güven duygusu kazandırır.307
İşte, muhatabın akıl ve bilgi seviyesine göre hitap, Hz. Peygamberin risalet vazifesini yaparken takip ettiği bir metottur. Bunu kendi uyguladığı gibi ashabına da emretmiştir. Hz. Aişe (ra)’dan gelen bir rivayet şöyledir: “Aleyhissalatu ve’s-Selam halka, akıllarının derecesine göre konuşmamızı emrederdi.308 İbnu Abbas (ra)’dan gelen bir rivayet de şöyledir: “Ümmetime hadislerimden akıllarının alabileceklerini rivayet edin! Aksi halde onları fitneye atarsınız.”309 Bir başka rivayette sebep olunacak fitnenin ne olduğu açıklanmıştır: “İnsanlara anlayacakları şeylerden konuşun. Aksi takdirde, bu, onları Allah ve Resulünü yalanlamaya sevk eder. Herhalde bundan hoşlanmazsınız.310 İbnu Abbas, Hz. Peygamber’in bu ihtarı sebebiyle, halktan, pek çok meseleyi gizlemiş, onları sadece ilim ehline rivayet etmiştir.311
Bu hususta mevcut çok sayıdaki misallerden birkaç tanesini burada zikredelim:
1- Resulullah Ehl-i Kitab olan Necran papazlarına yazdığı mektuba şöyle başlar: “Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakub Aleyhimu’s-Selam’ın ilahının adıyla...” Resulullah bu ifadesiyle, onların haklarında bilgi sahibi oldukları peygamberlerin isimlerini zikretmiş, aynı zamanda onların peygamberliklerini tasdik makamında bir ifade kullanmış, onları bu vazifeyle gönderen İlah’ın kendisini de aynı vazifeyle tavzif ettiğini ima etmiş, böylece onlarla birleştikleri bazı ortak noktalara işaret etmiştir. Bu tür bir üslup, muhatapların İslam’a yakınlaşmasını sağlamaya yöneliktir.
2- Ebu Temime el-Cüheyni: “Hangi şeye dua ediyorsun?” diye sorunca Resulullah, onun anlayacağı sıfatları zikrederek cevap verir: Sana bir zarar gelince, onu kaldırması için dua ettiğin, arazine kuraklık vurduğu zaman bitkini çıkarması için yalvardığın, herhangi bir şeyin çölde kaybolunca onu sana iade etmesi için yakardığın Zat-ı Zül celal’e dua da bulunuyorum.312 Arazi ve hayvanlarla meşgul olan bu şahsa, günlük hayatta iç içe bulunduğu, alışık olduğu ve haklarında bilgi sahibi olduğu varlıkların tasviriyle cevap vermiş ve meseleyi anlamasını kolaylaştırmıştır.
3- Beni Fezare’den Damdam ibnu Katade gelip karısının siyah bir çocuk doğurduğunu söyleyerek hanımından zina şüphesini ima eder. Rasululalah’la aralarında şu konuşma geçer:
-Senin develerin var mı? -Evet! -Renkleri nedir? -Kır. -Aralarında boz renkli de var mı? -Evet, boz olanlar da var. -Peki bu bozlar için ne dersin (nereden geldiler)? -Belki de bir damara çekti. -Öyleyse senin çocuğun da bir damara çekmiş olabilir.313
Hz. Peygamber burada, adamın bilgi seviyesine azami derecede dikkat etmiştir. Her gün meşgul olduğu, pratikte ilgilendiği develerden misal getirmesi, problemin çözümünü kolaylaştırmıştır.314
Selef büyükleri bu meselede oldukça ihtiyatlı davranmışlardır.315 İbn Mes’ud: “Sen, bir cemaate akıllarının anlamayacağı bir şey söylersen, mutlaka bu, bir kısmına fitne olur” demiştir.316 Ebu Hureyre: “Ben Rasulullah’tan iki kap dolusu hadis belledim. Bunlardan birini halka yaydım. Ötekine gelince, şayet onu yaymış olsam şu gırtlak kesilirdi.” demiştir.317 İmam Malik, Cenab-ı Hakkın sıfatlarıyla ilgili hadisleri; Ebu Yusuf, “Garaib”e giren hadisleri ulu orta rivayet etmeyi mekruh saymışlar, hoş karşılamamışlardır.318 Hasan-ı Basri, Resulullah’ın Ureyneliler’e verdiği ceza ile ilgili hadis, Enes’in Haccac’a rivayetini hoş karşılamamıştır. Zira Haccac, Müslümanların kanını dökmede onu esas almış, hiçbir fıkhı usule dayanmayan hükümler çıkarmıştır.319
Görülüyor ki Rasulullah, fertlerin akıl ve bilgi seviyesine göre hitap etmeye azami derecede dikkat etmiştir. O’nun bu uygulamalarından biz, tedric açısından şunu anlıyoruz: Fertlerin akıl ve bilgi seviyesi gelişmeye tabidir. Her ferdin, hem seviyesi farklıdır, hem de akıl ve bilgi seviyesinin gelişme seyri farklıdır. Bu gelişme seyri, ferdin fıtratı, çevre şartları ve içinde bulunduğu imkanlara göre değişik farklı sürelerde gerçekleşir. Müddeti ne olursa, her fertteki gelişme tedricen olur. Ferdin akıl ve bilgi seviyesindeki bu tedrici gelişme göz önüne alınmalı; seviyeye göre konuşulmalı, bilgiler verilmeli ve seviyenin ilerlemesine paralel olarak hitap ve bilgilendirmede derece yükseltilmelidir.
3.1.2. Fertlerin Dil ve Kültürüne Göre Hitabetme
Hz. Peygamber bütün peygamberler gibi, kavminin dilini çok iyi bilmekteydi.320 Şüphesiz bu, O’nun tesirini arttırmaktaydı. Çünkü iletişim vasıtaları arasında en güçlüsü dildir.321 Bundan dolayı Allah Resulü muhataplarına hitab ederken, onların anlayacağı bir dil kullanmıştır.
O’nun muhatapları gerçi Arap idi, hepsine Arapça ile hitab ediyordu. Ancak, Arapların kendi aralarında lehçe farkları vardı. Günlük olarak kullanılan kelimeler ve hatta kelimelerin kullanılış tarzı bir lehçeden diğerine, zaman zaman birbirlerini anlamada zorluk çıkaracak kadar ciddi farklılıklar arz ediyordu. Rasulullah her defasında muhatabının anlayacağı üslup ve kelimeleri kullanıyordu. Hz. Ali, O’nun, Beni Nehd heyetine konuşmasını dinleyip anlamada zorluk çekince şöyle demişti: “Ey Allah’ın Resulü, Sen ve ben; biz aynı babanın evlatlarıyız ( Aynı beldede yetiştik ). Fakat senin Arap heyetlerine, çoğunu anlamadığımız bir dille konuştuğuna şahit olmaktayız!”322
Fertlere hitab ederken, “kültür” ile tarif ettiğimiz; insanların duygu, düşünce ve zevkleriyle bunların ortaya çıkmasına vasıta olan varlık ve hadiseleri, değer ölçülerini, meşgul oldukları iş, sanat ve eşyayı, kısacası, onların hayatlarının bir parçası olan ve hayatlarına bir tarz, bir üslup veren şeyleri bilmek de gereklidir. Fertlerle konuşurken maksadı anlatmak için bunların bahse konu olması, diyaloğun daha kolay sağlanmasını, bir yakınlaşma ve samimiyet atmosferinin meydana gelmesini temin eder.
Her iki hususa da işaret eder mahiyette şu ifadelere yer verilebilir: Rasulullah, Araplara aşiret ve kabile farklarına, oymak boy ve hatta hanedan ayrılıklarına göre farklı hitab eder, her birinin anlayabileceği hususları ve bildikleri şeyleri mevzubahis ederek onlarla konuşurdu.
Yine burada, Rasulullah’ın gösterdiği davranış örneklerine yer verelim:
l- Beni Sa’d heyetiyle Rasulullah’a gelen Muhammed b. Atiyye: “Allah Resulü (sav) bana, bizim lehçemizle hitabetti.”323
2- Habeşistan’da doğmuş Ümmi Halid’e bir hırka giydiren Rasulullah, “Yakıştı, yakıştı!” makamında: “Senah, senah!” ifadesini kullanmıştır. Şarihler, kelimenin Habeş’çe olduğunu ve “Çok güzel!” manasını taşıdığını belirtirler.324
3- Abdu’l-Kays Kabilesi’nin elçileri gelip kendilerine uygun içeceklerin hangisi olduğunu sorarlar. Hz. Peygamber: “Nakir’de bulunanı içmeyin” der. “Nakir”i bilip bilmediğin sorulunca: “Evet, biliyorum; hurma ağacından yapılan, ortası delik bir kaptır” şeklinde cevap verir.325 Burada, onlar tarafından yapılıp kullanılan ve onların kültüründe mevcut olan bir kaptan bahsederek meseleyi anlatmıştır.
4- Bir keresinde Tayy Kabilesi’nden Adiyy b. Hatem eman dilemek üzere Hz. Peygamber’in huzuruna gelir. Hz. Peygamber O’na üç kere: “Ey Adiyy! Müslüman ol ki, selamette olasın” der. Adiyy ise: “Benim dinim var” diye karşılık verir. Hz. Peygamber’in ; “Ben senin dinini senden daha iyi bilirim” demesi üzerine Adiyy; “Dinimi benden daha iyi biliyorsun öylemi?” diye hayrete düşer. Bunu üzerine Hz. Peygamber : “Sen Rakusiyye ( Hrıstiyanlık ile Sabiilik arası bir din) dininde değil misin ve sen, kavminin elde ettiği ganimetin dörtte birini almıyor musun?” diye sorunca, “Evet, öyle!” der. Sonra Hz. Peygamber: “Halbuki bu yaptığın senin dininde caiz değildir” şeklinde bir açıklama yapar Neticede, Adiyy Müslüman olur.326 İnsanların sahip oldukları inançlar ve onların gerekleri, bunların fiiliyata geçirilmesi kültür içinde mütalaa edilen şeylerdir.327 Bunların doğru olup olmadığı ayrı bir meseledir. Allah Resulü, bu misalde; muhatabının sahip olduğu kültüre ait bazı hususlardan bahsederek bunları İslam’a davet için bir vasıta yapmıştır. Muhataba konuştuğu dil ve lehçe, sahip olduğu kültüre göre hitabetme meselesinin tedric’le ilişkisini de şu şekilde değerlendiriyoruz: Kendine has yüksek bir mana ve ifade üslubuna sahip dini meseleleri, her ferdin dil ve kültür seviyesine inerek uygun bir tarzda anlatma; dolaylı olarak, fertlerdeki tedrici gelişmeyi gözetmek demektir. Çünkü zamanla fert birtakım şeyleri kavradıkça, bu yüksek seviyedeki mana ve ifade tabakalarına yavaş yavaş çıkarılmaya çalışılacaktır. Meseleyi ikinci bir bakış açısıyla da şu şekilde değerlendiriyoruz: İslamiyet insanlar arasında yayıldıkça, insanlar eski hayat tarzlarını yavaş yavaş terk etmişler, dini bir hayatın içine girmeye başlamışlardır. Nüzulü parça parça gerçekleşen Kur’an’ın insanlara verdiği malumat ve indirdiği hükümlere paralel olarak da Sünnet bir takım açıklamalar ve uygulamalar getiriyordu. Bu iki kaynaktaki esaslar insanlarca yaşanmaya başladıkça, kendiliğinden yeni bir kültür ortaya çıkmaya başlamıştır. İnsanlar, İslam’a aykırı olan bir takım örf, adet, gelenek, giyim-kuşam, yiyecek içecek, düşünce inanış gibi şeyleri terk etmişlerdir. İnsan psikolojisinde bir şeyin terki ve kazanılmasının tedrici olarak gerçekleşmesi esası vardır. İnsanlar tedrici olarak istenilen seviyeyi yakalayana kadar, onlara tedrici olarak kendi dil, lehçe ve kültürlerine göre hitabetmek gereklidir.
3.1.3. Fertlere İçtimai Seviyelerine Göre Muamele Etme
Cemiyet içindeki fertlerin sosyal statüleri farklı farklıdır. Bunun içindir ki, ferdi farklılıklara riayetin bir diğer prensibi; “muhataba, ikramda, ihsanda, ağırlamada içtimai seviyelerine, temsilcilik durumlarına ve ekonomik seviyelerine, kısacası; maddi ve manevi makam ve mevkileri ne uygun davranmaktır.”328
Hz. Peygamber, bu hususta şu prensibi ortaya koymuştur: “İnsanlar, hayır ve şerden nasıl bir makamda iseler, bu makamlarına göre davranın, hepsine muamelede güzel ahlakı esas alın.”329 Bu hadis’te, herkese iyi muamele esas kılınmış olmakla birlikte, “iyilik yapmada eşit olmamak” da emredilmektedir.330 Bu konuda sıralan bazı misaller şöyledir:
1- Hz. Aişe’nin anlattığına göre; Rasulullah yatakta dizleri açık yatmakta iken, Hz. Ebu Bekir huzura girmek üzere kapıyı çalar. Rasulullah, o halini bozmadan izin verir, bir müddet sohbet ederler. Derken Hz. Ömer kapıyı çalar, aynı hal üzere O’na da izin verilir, bir müddet de O’nunla sohbet edilir. Derken yine kapı çalınır. Rasulullah bunun Hz. Osman oldu- ğunu öğrenince yatağına oturur, üstüne başına çeki-düzen verir, dizlerini örter, ( Hz.Aişe’yi yanından uzaklaştırır ), sonra izin verir, Hz. Osman girer. Sohbet bitip misafirler gittikten sonra, Hz. Aişe: “Ebu Bekir girdi, istifini bozmadın, Ömer girdi, yine bozmadın, Osman gelince kalktın, kendine çeki-düzen verdin…) diyerek sebebini sorar. Rasulullah; Hz. Os- man’ın, kendisinden meleklerin bile teeddüp edecekleri kadar edebe riayet eden haya sahibi birisi olduğunu, O’na karşı titiz davranmasının tabii olduğunu, (bir rivayette); aksi takdirde, çok haya sahibi olan Hz. Osman’ın isteğini arz etmeden geri döneceğinden korktuğunu belirtir.331
2- Hz. Peygamber: “Size bir kavmin ileri gelenleri geldiğinde onlara ikram ediniz (değer veriniz)” buyurmuştur.332 Tayy kabilesi esirleri arasında yer alan cömertliği ile meşhur Hatem-i Tai’nin kızı Seffane’ye, O’nun kabile mensupları arasındaki itibar ve hürmetini göz önüne alarak esir muamelesi yapmaz. Mescid’in kapısına yakın kurduğu deriden yapılmış bir çadıra yerleştirerek hususi bir şekilde ağırlar, giyecek, binecek ve diğer yol ihtiyaçlarını vererek emniyet içinde yurduna gönderir.333 Yine, kabile reisi durumunda olan bu kadının erkek kardeşi Adiyy b. Hatem’i, müşrik olarak yanına geldiği zaman biricik minderini ikram edip kendisi yere oturacak kadar bir kısım ikram ve iltifatlarda bulunmuştur. Başkasına böyle davrandığınızı hiç görmedik diye hayret ifade edenlere de: “Evet, ama bu kavminin büyüğüdür” cevabını verir.334
Bu konunun tedric’le ilişkisini şöyle değerlendiriyoruz: Ahlaki vasıflar ve manevi faziletler açısından insanların dereceleri farklı farklıdır. İnsanlarla muhatap olurken bu farklı derecelenmeyi göz önüne almak lazımdır. Bununla beraber konuşma ve davranışları ferdin gelişen ve olgunlaşan ahlak ve maneviyat yönüne göre ayarlamak bir tedric metodudur. İlk misaldeki Rasulullah’ın davranış ve konuşmalarından bu prensipleri anlıyoruz.
İkinci misalde ise, Rasulullah şu prensipleri öğretmektedir: Dünyevi makam ve mevkileri bulunan şahıslara bu imtiyazlı vasıflarına göre davranılmalıdır. Bu durum göz önüne alınmazsa, bunun mahzurlu neticeleri ortaya çıkacaktır. Kendi çevresinde hürmet ve hizmete alışmış insanları, bir anda normal insanlar gibi karşılamak ve muamele etmek insan psikolojisine ters bir davranıştır. Rasulullah, bu insanlara verdiği değer ve yaptığı ikramlarla kalplerini İslam’a ısındırmak istemiştir. Bu insanlar, ancak İslam’a girip İslam ahlakı ile ahlaklandıktan sonra kendilerini normal bir insan olarak hisseder ve farklı muamele beklemezler. Sahabeler içerisinde bunun misallerine çok rastlanmıştır.
Aynı zamanda bu şahısların, o an için sahip oldukları ve İslam için şer ve zarara dönüşebilecek kuvvet ve nüfuzlarından emin olunup, ilerleyen zaman içerisinde İslam’a girmeleriyle, bunları İslam’ın faydasına kullanıp kanalize etmek için de bu prensibe uymak önemlidir.
3.1.4. Fertlerin İçinde Bulunduğu Duruma Göre Davranmak
Rasulullah, fertlerin içinde bulunduğu farklı durumlara göre de farklı davranışlarda bulunmuştur. O’nun sünnetinde bu hususta da çok sayıda misallere rastlıyoruz:
1- “Amellerinin hangisi daha faziletlidir?” sorusuna, her ferdin içinde bulunduğu ruh hali ve İslam’ı kabul ve yaşama hususunda kazandığı seviyeye göre değişik cevaplar vermiştir:
a- Az da olsa devamlı olandır.335 b- Allah için sevmek; Allah için sevmemektir.336 c- Oruca devam et, çünkü onun dengi yoktur.337 d- Allah’a ve Resulüne imandır.338
2- “Sadakanın hangisi daha üstündür? Diye soran Ebu Hureyre’ye: Fakir olanın güç ve kuvvetiyle yardımda bulunmasıdır” derken, benzer soruyu soran Sa’d b. Ubade’ye: “Su çıkartmaktır.”339 demiştir. Ebu Hureyre’nin son derece fakir, diğerinin ise, bir kabile reisi ve zengin bir kişi olduğu düşünülürse, cevapların şahısların vasıflarına uygun olduğu anlaşılır.340
3- “İçimizden söylemeye dilimiz varmayan kötü şeyler geçiyor (bunun günahı var mı? ) diye soranlara: “Bu (endişe duymanız), sizdeki açık bir iman(ın alameti)dir.” dediği halde, içten geçecek vesvese hakkında bir başka fırsatta: “Kim içinde bu çeşit vesveseler bulursa, amentubillah (Allah’a iman ettim ) desin” emreder.341 Yine bu cevaplar da soruyu soranın durumuna göre değişmektedir.
4- Rasulullah, haklarındaki şahsi bilgisini esas alarak ganimetten bazılarına pay verirken, bazılarına vermeyip onları imanlarına tevkil etmiş, nazarında daha muhterem ve sevgili olan bazılarını terk ederken Allah’ın ateşe atacağında endişe ettiği bazılarına ikramda bulunmuş, İslam’a madde ile ısındırmaya çalışmıştır.342 Nitekim, müellefe-i kulub ( kableri İslam’a ısındırılmak istenen, henüz Müslüman olmamış şahıslar)’a ganimetten mal ve güzel develer vermek suretiyle, onların İslam’ı kabullenmelerini kolaylaştırmıştır.343 Allah Resulü, fertlerin İslam’a göre eğitilmesinde, insanın mal ve makama karşı olan bu hırs ve zaafından istifade etmiş344 insan fıtratında mevcut olan bu duyguyu rencide etmek yerine, onu, iyi bir eğitim için vasıta olarak kullanmıştır.
Görüldüğü gibi Allah Resulü, insanların taşıdıkları ruh hali, İslam’ı anlamada aldığı mesafe, ibadetleri yerine getirmede sahip olduğu şevk, din için fedakarlık konusunda dayanabileceği yük gibi durumları da göz önüne almış ve herkese seviyesine göre tavsiye ve tekliflerde bulunmuştur. Rasulullah’ın prensibinde; fertlerin seviyesi yükseldikçe, tedrici olarak, onlara yüklenilen mesuliyetlerin de o nisbette arttırılması ve ağırlaştırılması, manası mevcuttur.
Netice olarak: Hz. Peygamber’in ferdi farklılıklara uygun hareket etmesinin gayelerinden bir tanesi de; İnsanın psikolojik yapısındaki tedrici gelişmeyi gözetmektir.
Dostları ilə paylaş: |