A. Namaz ve Zekat Hakkında:
Kur’an-ı Kerim’de, namaz ve zekat,
“واقيموا الصلوة و اتوا الزكوة ”
“Namazı kılın, zekatı verin” ve
“ويقيمون الصلوة و يؤتون الزكوة”
“Namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ” cümleleri, çeşitli sure ve ayetlerde farklı şekillerde tekrarlanmıştır:
- Bakara: 2/3-110-277.
- Nisa: 4/103.
- Maide: 5/12-55. - En’am; 6/ 72.
- A’raf: 7/170. - Enfal: 8/3.
- Tevbe: 9/5-11-18-71. - Yunus: 10/ 87.
- Hud: 11/114.
- Ra’d: 13/22.
- İbrahim: 14/31-37-40. - İsra: 17/72.
- Enbiya: 21/73. - Hacc: 22/35-41-78. - Nur: 24/37-56. - Neml: 27/3.
- Ankebut: 29/45.
- Rum: 30/31.
- Lokman: 31/17. - Ahzab: 33/33.
- Fatır: 35/18-29. - Şura: 42/38.
- Mücadele: 58/13. - Müzzemmil: 73/20.
- Beyine: 93/5.
Namaz ve zekatın bu ibarelerle 38 yerde tekrarlanması, onların ne kadar önemli bir ibadet olduğunu göstermektedir. Bu ibarelerin tefsirinde alimler bazı yorumlarda bulunmuşlardır. Mesela, “واقاموا الصلاة ”, “namazı dosdoğru kıldılar” sözündeki “dosdoğru kılmak” tan maksat, tadili erkanına riayet ederek, farzları, sünnetleri ve adabına zarar verici şeylerden namazını muhafaza etmekten ibarettir.
İkinci bir yorum olarak, namazın devamlı olması murat edilmiştir. Nitekim Allah Teala şu ayetlerde de aynı durumu vurgulamıştır. Şöyle ki:
“والذين هم على صلواتهم يحافظون ”
“(Öyle müminler) ki onlar namazlarına devam ederler. ”194
“الذين هم على صلاتهم دائمون ”
“(Öyle müminler ) ki onlar namazlarına devam edenlerdir.”195
Bu konuda üçüncü bir yorum ise, namazı eda ederken, dünya ile ilgili bütün düşüncelerden sıyrılıp sadece namazı düşünerek yerine getirmektir.
“Namazı ikame etmek” hakkında ileri sürülen dördüncü görüş ise, onu eda etmektir ki, “eda” manası “ikame” ile ifade edilmiştir. Çünkü kıyam namazın rükünlerinden biridir.196
El-Hazin (741/1340) bu konuyu şöyle tefsir ediyor:
“Beş vakit namazı, vakitlerine, hudutlarına ve bütün rükünlerine riayet ederek kılınız. Mallarınız hakkında üzerinize farz olan zekatı veriniz.”197
Burada müslümanların namazı ve zekatı kastedilmiştir. Namaz ve zekatın dışındaki hükümler onlar gibi değildir. Çünkü insanlara İslam’ın furuu, usulünden sonra emredilmiştir. Bu husus da gösteriyor ki, kafirler dahi bu ayetle muhataptırlar. Zekat, ziraatın daha da artmasına vesile olan amillerin başında yer alır. Malın kazancından ayrılan zekat hakkı maldaki bereketi artırır. Gönüldeki fazilet hissini meyvelendirir. Zekat, temizlemek demektir ki, malı pislikten, nefsi de cimrilikten arındırır.198
İşte, bu önemlerine binaen namaz ve zekat, yukarıda görüldüğü şekilde Kur’an’da defalarca tekrarlanmıştır.
B. İbadette Ruhsat Hakkında:
Kur’an’ın, muhataplarına karşı tutumu zaruret hallerinde değişmektedir. Bu husus bazı ayetlerde tekrar metodu ile yerine getirilmiştir. Konuyu örneklerle görelim:
“فمن كان منكم مريضا او على سفر فعدة من ايام اخر ”
“Sizden biriniz hasta veya yolcu olduğu zaman tutamadığı günler sayısınca başka günler (orucunu kaza etsin).”199
Bu, oruçtaki ruhsat konusu, Bakara suresinde peş peşe iki kere tekrarlanmıştır.
Taberi (310/922) bu ayeti şöyle tefsir etmiştir:
“Oruç tutmakla mükellef olup da hasta olan yahut sıhhatli olmasına rağmen yolcu olan kimse, isterse oruç tutmayıp, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde oruç tutarlar. Diğer günlerden kasıt ise hasta veya yolcu olmadığı, yani hastalıktan ve yolculuktan kurtulduğu günlerdir. Buradaki ruhsat, hastalık ve yolculukla sınırlandırılmıştır.”
Ebu Leyla, kendisinden rivayet edilen bir haberde şöyle demiştir. “Bir ramazan günü Ata (r.a) ın yanına girdim. O yemek yiyordu. Dedi ki, “ben çok yaşlı bir ihtiyarım. Oruç ayeti nazil olmuştur. İsteyen oruç tutar, isteyen iftar eder ve yoksulu yedirir.” Bunun üzerine bu ayet “sizden biriniz ramazan ayına erişirse oruç tutsun. Ancak hasta ve yolcu olanlar tutamadığı günler sayısınca başka günler oruç tutsun” şeklinde nazil oldu. Bunun üzerine hastalardan, misafirlerden ve yaşlılardan her biri üzerine de oruç vacip oldu. Öyle ki, bu mazeretleri ömür boyu devam edecek olsa bile, yine de üzerlerinden sakıt olmaz. O zaman fidye yoluyla bu vecibe yerine getirilir.200 ayet-i kerime bu sebeple ikinci defa tekrarlanmıştır.
En’am ve Nahl surelerinde “murdar olduğunda şüphe olmayan domuz, ölü hayvan eti ve Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen hayvanların ancak zaruret halinde ölmeyecek kadar yenilebileceği” konusunu ihtiva eden ayet tekrarlanmıştır. Şöyle ki:
“فمن اضطر غير باغ ولاعاد فان الله غفور رحيم …”
“O size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkasının ismiyle kesilmiş olanı haram kılmıştır. Ancak herkim mecbur olursa, aşırı gitmemek ve başka zaruret sahibinin hakkına tecavüz etmemek üzere (bunlardan yiyebilir). Artık şüphe yok ki, Allah gafurdur, acıyıcıdır.”201
Bu ayetle, insanlara verilen rızıklardan yemekle emrolundukları şeyin helalliğine sebep gösterilmiştir. O zaman mana şöyle olur: “Sizin zannettiğinizin dışında Allah Teala bunları haram kılmıştır. Yalnız zaruret içinde olan bir kimse ondan bir miktar alabilir. Ancak bunu alırken diğer zarurette olanı da düşünmeli, zaruret miktarına tecavüz etmemelidir. Senin Rabbin bağışlayıcıdır, acıyıcıdır, bu sebeple o kimseyi sorguya çekmez.”202
Bazı zaruri durumlarda insana ruhsat tanıyan ayetlere örnek olarak bu iki hususu açıklamaya çalıştık. Bu ayetleri misal olarak göstermekteki gayemiz onların aynı ibareler halinde tekrarlanışıdır. Su bulunmadığı takdirde teyemmüm yapılması gerekliliği de Nisa 4/43 ve Maide 5/6. ayetlerde tekrarlanmıştır.
C. Allah’a İbadet Hakkında:
Allah’ın gönderdiği her peygamber, gönderildiği toplumu Rablerine ibadete davet etmişlerdir. Bu konuyu belirten bazı ayetler çeşitli yerlerde tekrarlanmıştır. Birkaç örnekle meseleyi anlatmaya çalışalım:
والى عاد اخاهم هودا قال يا قوم اعبدوا الله ما لكم من اله غيره افلا تتقون
“Ad kavmine de kardeşleri Hud’u (peygamber gönderdik). O dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka ilah yoktur. Hala sakınmayacak mısınız?”203
Bu ayet Hud suresinde de “افلا تتقون” , “hala sakınmayacak mısınız?” yerine,“ان انتم الا مفترون ”, “siz ancak iftiracılarsınız ”204 değişikliği ile tekrarlanmıştır.
“…والى مدين اخاهم شعيبا قال يا قوم اعبدواالله ”
“Ve Medyen’e de, kardeşleri Şuayb’ı gönderdik, O dedi ki: Ey kavmim! Allah’a ibadette bulunun” dedi.”205
“ ....والى ثمود اخاهم صالحا قال يا قوم اعبدوا الله ”
“Semud kavmine de, kardeşleri Salih’i (gönderdik). O (onlara): “ Ey kavmim! Allah’a ibadet ediniz” dedi.”206
Zemahşeri’nin tefsirine göre bu ayetlerde geçen “onların kardeşleri” sözünden murad, “onlardan biri” demektir. Mesela, bir kimsenin, Araplardan birine: “يا اخا العرب ” , “Ey Arap kardeş” demesi gibi. O kişi kendi içlerinden birisi olarak gönderilmiştir. Çünkü her kavim, kendi içlerindeki bir kimseyi daha iyi tanır ve daha iyi anlar. Doğruluğu ve emaneti hususundaki halini en iyi onlar bilir. Mesela, A’raf suresinin 65. ayetinde zikredilen peygamber; yine o kavmin kendi içlerinden olan Hud b. Salih b. Erfahşez b.Sam b.Nuh’dur.207
Bütün peygamberlerin kulluk etmeye davet ettikleri ilah, “Alemlerin Rabbi” olan Allah’ tır. Kıyamet gününde insanların muhasebesini yapacak da O’dur. Hiçbir peygamber, insanları, herhangi bir kabilenin veya milletin ilah kabul ettiği hurafelere davet etmemiştir. Hiçbir peygamberin dininde totemcilik, yıldızperestlik, ruhlara tapma ve putperestlik gibi inançların asla yeri yoktur. Kendilerine “Dinler Tarihi Bilgini” adını takan bir grup insan, muhtelif cahiliyet devirlerini ve o devirlerin inançlarını ele alırlar, “işte o devirlerde yaşamış insanların dini budur” derler. Asıl dini inançları dikkate almazlar. Halbuki peygamberler peyderpey gelmişler, halis tevhidi telkin etmişler, alemlerin Rabbinın yeğane ilah olduğunu ve ahiret gününde hesap soracağını öğretmişlerdir.208
D. Allah’ın İndirdikleriyle Hükmetmeme Hakkında:
Kur’an-ı Kerim’de el-Maide süresinin 5/44-45-47. ayetlerinde:
“ومن لم يحكم بما انزل الله فاؤلئك هم الكافرون”
“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir ”,
“ومن لم يحكم بما انزل الله فاؤلئك هم الظالمون”
“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir ” ve
“ ومن لم يحكم بما انزل الله فاؤلئك هم الفاسقون”
“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir” cümleleriyle bu konu dile getirilmiştir.
Ebu Hayyan el-Endülüsi (745/1344): “Her ne kadar ayetin siyakından anlaşılan, buradaki hitabın Yahudilere ait olduğu görülürse de, bu hitap Yahudi ve onun dışındakiler hakkında umumidir”209 demiştir. Fakat tekrarlanan bu ayetlerin hepsi de kafirler hakkında varit olmuştur, devamıyla de isyankar müminleri kendine çekmektedir.210
Bu ayetlerin hükmü, “toptan inkar ve Allah’ın indirdiklerinin, ilahi hüküm olduğunu reddetmekle beraber hilafıyla hükmederse kafir olur” demektir. Ayetlerin manasında birçok tevcıhat varsa da asıl olan mana budur. Eğer maksat bu olmasa, Kur’an’ın hilafında bir şey işleyenlerin kafir olması gerekirdi. Halbuki; hak olduğuna inanmakla beraber, onun aksine hareket etmek küfür değildir. Çünkü bütün günahlar Kur’an’a muhaliftir. Günahtan da arınmış bir fert düşünülemez. Eğer her günahı işleyen kafir olsaydı, alemde artık mümin kalmazdı, bu ise batıldır. Binaenaleyh, Ebussuud Efendi’nin tefsiriyle “Fethu’l-Beyan”da, “Allah’ın inzal ettiği ahkamla hükmetmemek, hakir görme ve inkar yollarıyla hilafında hükmün küfür olacağı, hak olduğunu tasdik ve ikrarla beraber hilafında hükmün küfür olmadığı beyan olunuştur.”211
E. Kıblenin Değiştirilmesi Hakkında:
Kıble, aslında herhangi bir yere yönelme haline derken, namaz kılınacağı sırada yönelinen yere isim olmuştur.212
Kabe, insanlar ve herkes için mübarek ve hidayet olmak üzere yeryüzünde kurulmuş olan ilk mabeddi.213
Ebü Zerru’l-Gıfari, “Ya Rasullullah! Yeryüzünde ilk kurulan mescit hangisidir?” diye sormuştu.
Peygamberimiz: “Mescid-i Haram’dır” buyurdu.
Ebu Zerr: “Ondan sonra hangisidir?” dedi.
Peygamberimiz: “Ondan sonra Mescid-i Aksa’dır” buyurdu.214
Mekke’de bulunduğu sırada, Peygamberimize önceleri Kabe’ye, sonra da Beytü’l-Makdis’e doğru namaz kılması emredilmiştir. Peygamberimizin Medine’ye hicretinden önce Ensarın da namazlarını iki yıl kadar Mescid-i Aksa’ya yönelerek kıldıkları rivayet edilir.215
Hz. Peygamber Mekke’de namaz kılarken Beytü’l-Makdis’e doğru yönelir, Kabe de kendisinin önünde bulunurdu. Medine’ye hicret edince kıbleyi böylece birleştirmek mümkün olmadı. O zaman Kabe tarafına yönelerek namaz kılmayı arzular dururdu.
Kıblenin Mescid-i Aksa’dan Mescid-i Haram'’a çevrilişi Peygamberimizin Medine’ye hicretinin onsekizinci ayının başlarında şaban ayında vuku bulmuştur.
Kıblenin Mescid-i Aksa’dan Kabe’ye döndürülmesini Yahudiler bir dedikodu aracı yaparak Hz.Peygamberi rahatsız etmişlerdi. Onların “Muhammed ve ashabı, biz gösterinceye kadar kıblelerinin de neresi olduğunu bilmiyorlardı” diyerek sinsi sinsi söylenmeleri, kendisini büsbütün rahatsız ettiği için, Peygamberimiz bu yolda Cebrail’in vahiy getirmesini bekliyor, başını sık sık semaya doğru çevirip duruyordu. Bir gün Cebrail gelince O’na: “Ya Cebrail! Allah’ın yüzümü Yahudilerin kıblesinden Kabe’ye çevirmesini arzu ediyorum” dedi. Cebrail: “Ben, ancak bir kulum. Sen Rabbine niyaz et! Bunu O’ndan iste!” dedi. Peygamberimiz de Beytü’l-Makdis’e doğru namaz kılacağı zaman başını semaya doğru kaldırmaya başladı. Bunun üzerine Bakara suresinin 2/144. ayeti nazil oldu.216 Şöyle ki:
“Biz senin yüzünü çok kere semaya doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Artık Seni herhalde hoşnut olacağın bir kıbleye döndüreceğiz. Haydi namazda yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir...”217
Bakara suresinin 2/144-149-150. ayetlerinde kıblenin değiştirilmesi konusu:
“O halde yüzünü (Mescid-i Aksa’dan) Mescid-i Haram’a çevir” ibaresiyle üç kere tekrarlanmıştır.
Böylelikle eski kıble mensuh ve Mescid-i Haram tarafına yönelmek farz oldu. Yüzün dosdoğru çevrilme, bedenin ön tarafından tamamen yönelmesi demektir. Lakin uzakta bulunanlar için kabenin bizzat kendisine isabet edecek şekilde yönelmek de şart değildir. Bunun için, bizzat Kabe denilmeyip Mescid-i Haram tarafına buyurulmuştur. Mescid-i Haram ise Kabe’nin kendi değil, etrafındaki Harem-i Şeriftir. Burada kıtal, taarruz yasak olduğu ve “emn-i kamil” matlub olduğu için “haram” veya “harem” denilmiştir.218
Kıble meselesi gayet mühim ve kıblenin değiştirilmesi ise büyük bir emir, özellikle bunun ihtiva ettiği nesih meselesi şeytanların fitne ve fesat için aldatma vesilesi edinebilecekleri ince bir konu olduğundan çeşitli şekillerle tekrarlanarak tekit olunmuştur. Bununla beraber, ihtiva ettiği bazı hikmetler de açığa vurulmak suretiyle bu tekid ayrıca müstakil bir mana ifade eder. Şöyle ki:
“ ومن حيث خرجت ”
“Ya Muhammed! Her nerede olursa olsun, uzağa veya yakına, gerek harbe gerek diğer bir maksat için sefere çıkarsan dahi;
“ فول وجهك شطر المسجد الحرام ”
“Namazda yüzünü Mescid-i Haram’a çevir ”
“ وحيث ما كنتم ”
“Ve ey müminler! Siz yeryüzünün herhangi bir yerinde gerek mukim ve gerekse misafir olarak bulunursanız”
“فولوا وجوهكم شطره “
“Hepiniz namazda yüzünüzü Kabe tarafına çeviriniz, o tarafa yöneliniz.219
F. Cihad Hakkında:
Kur’an’da cihatla ilgili birçok ayet bulunmaktadır. Bunlar içinden birbirinin tekrarı olan bir ayeti örnek vererek açıklamaya çalışalım:
“يا ايها انبى جاهد الكفار والمنافقين واغلظ عليهم وماًواهم جهنم وبئس المصير ”
“Ey Peygamber! Kafirler ve münafıklarla mücadelede bulun ve onların üzerlerine şiddetli davran. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü bir dönülecek yerdir.”220
Kafirlere ve münafıklara karşı cihad etmenin gerekliliğini ifade eden bu emir Tevbe ve Tahrim surelerinde aynı ibarelerle tekrarlanmıştır.
Celaleyn Tefsiri’ne haşiye yazan es-Savi şu bilgilere yer veriyor:
“Allah Teala, Rasulullah’ın münafıklara karşı cihadını lisan ve delil gösterme ile özelleştirmiştir. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) kılıçla öldürmekle emrolunmamıştır. Çünkü onlar zahirde müslümandırlar. İslam, kılıçla kıtali tehir etmiş, en son çare olarak da kılıçla muharebeye baş vurmuştur. Ancak onları ayıplamayı ve Hz. Peygamberin, onları meclisinden çıkarmasını emretmiştir. “Onlara sert davran” sözünden: “hitapta şiddetli ol ve onlara yumuşak muamele etme” manası murad edilmiştir. Suyuti’nin tefsirinde “el-İntihar” dan kasıt sakındırma, “el-Makt” ile de buğz ve kovup tardetme anlamı ifade edilmiştir.221
İmamlar, münafıkların, sadık Müslümanlar gibi şer’i hükümlerle muamele gördükleri hususunda ittifak etmişlerdir. Onlar ancak Müslüman cemaate düşmanlık ettikleri ve irtidat ettikleri zaman kendileri ile muharebe edilirdi. İslam’ın yayılmasına ve erkanına mani olacak hareketlerde bulundukları tespit edilirse yine onlarla muharebe edilirdi.
İbn Abbas: “Kafirlerle cihad kılıçla, münafıklarla ise lisan iledir. Lisanla cihattan maksat, hüccet ve burhandır” demiştir.222
Onların yeri ebedi cehennemdir ve orası ne kötü bir mahaldir. Onlar ancak azap evine girerler ki, oraya yerleşen hiç ölmez ve iyi bir hayat yaşamaz ki, “o cehennem pek kötü bir karargah, bir ikametgahtır.”223 Hülasa onlar için iki tane azap vardır. Birisi, dünyada onları cihad ve şiddetli davranma yoluyla azaplandırma; ikincisi de ahirette onları cehenneme atmak suretiyle azaplandırmadır.224
G. Hakka Davetin Sınırı Hakkında:
Kur’an-ı Kerim’de, bütün insanları hak yola davet etmek, bu önemli vazife de onların her birine, kendi halet-i ruhiyelerini göz önünde bulundurarak hikmet, güzel öğüt ve tatlı dille muamele etmek gerekliliği çeşitli ayetlerde anlatılmıştır. Fakat bütün davet metotlarına rağmen hala hakka karşı kör ve sağır olanlar vardır. Bu konudaki ayetler:
“انك لاتسمع الموتى ولاتسمع الصم الدعاء ازا ولوا مدبرين”
“Şüphe yok ki sen ölülere duyuramazsın ve arkalarına dönüp kaçan sağırlara da davetini işittiremezsin.”225
Allah’ın emirlerine karşı sırt çeviren kimselerin kalben ölü ve sağır oldukları hususu, Neml ve Rum surelerinde aynı ayet halinde tekrarlanmıştır. Bundan sonraki
“وما انت بهادىالعمى عن ضلالتهم ان تسمع الا من يؤمن باياتنا فهم مسلمون”
“ve sen o körleri sapıklıklarından hidayete erdirici değilsin, sen ancak bizim ayetlerimize inananlara işittirirsin, işte Müslüman olanlar da onlardır ”226 ayeti de yine aynı surelerde tekrarlanmıştır.
Yani, sen onlara fayda verecek bir şeyi kendilerine işittiremezsin. Çünkü onların kalplerinde bir perde, kulaklarında da küfürlerinden zuhur eden bir ağırlık vardır. Sana ancak işiten ve gören kimse icabet eder. İşitmek ve görmek kalbe fayda verir, Allah’a boyun eğdirir.227
Sağırlar yeryüzüne geldikleri zaman işaret ve tariften bir şeyler anlarlar. Fakat arkalarına dönüp gittikleri zaman ne kadar yüksek sesle çağrılsa bile yine bir şey duymazlar. Ayet-i celilede kafirlerin imandan yüz çevirmeleri, arkalarını dönüp giden sağırlara teşbih edilmiştir. Onlar nasıl bir şey anlamazlarsa, imandan yüzlerini dönen kafirler de Peygamberin hak dine davetinden bir şey duymazlar.
“(Ya Muhammed! Kafirler ölüler demektir.) Sen ölülere bir şey duyuramazsın. Arkalarını dönüp gittikleri zaman da daveti sağırlara işittiremezsin. Hem de sen, körleri dalaletlerinden kurtarıp da doğru yola iletemezsin: Sen daveti ancak ayetlerimize iman edenlere duyurursun. İşte onlar Müslümanlardır.”228 Yani, Allah’a itaat edenler, emirlerini tutanlar ve O’na teslim olanlar işte ancak onlardır.229
Görüldüğü gibi, Rasulullah'ın, kafirleri ve kalbi mühürlenmiş kimseleri hakka davet etmesinin bir fayda vermeyeceği konusu, bu ayetler vasıtasıyla tekrarlanmıştır.
H. Tevbe Hakkında:
İnsan, beşer olması münasebetiyle çeşitli günahlar işlemiş olabilir. Bir Müslüman günah işlediği zaman, bu günahtan arınabilmesi için kendisine adeta bir imkan sağlanmıştır ki, bunu “geçmiş günahlardan pişmanlık duyup bir daha tekrar etmemeye söz verme” manasına gelen “tevbe” kelimesiyle ifade ediyoruz. Bu husus bazı ayetlerde “tekrar üslubu” ile ele alınmıştır. Şöyle ki:
“الا الذين تابوا من بعده ذالك واصلحوا فان الله غفور رحيم”
“Bundan sonra tevbe (ve rücu),eden ve (nefslerini) ıslah edenler müstesna. Çünkü Allah (kusurları) örten çok esirgeyicidir. ”230
İnsanları tevbeye ve nefislerini terbiye edip düzeltmeye teşvik eden bu ayet Al-i İmran ve Nur surelerinde tekrarlanmıştır.
Zemahşeri, Nur süresinin 5.ayetini şöyle tefsir etmiştir:
“Namuslu bir kadına zina suçu iftira eden kimseleri şahitler reddettiği ve yalanladığı zaman onlara sopa vurun. Onlara sopa vurulması, şahitliklerinin reddedilmesi ve fıskları hususunda icma edilmiştir. Ancak, yapmış olduğu iftiradan tevbe edip ıslah-ı nefs edenleri Allah bağışlar ve onlar artık sopalananlardan, şahitlikleri reddedilenlerden ve fasıklıklarına hükmedilenlerden sayılmazlar.”
Kafir bir kimse namuslu bir kadına iftira etse ve sonra da küfründen tevbe etse, icma ile onun şahadeti kabul olunur. Müslüman bir kimse bu kazfi yapsa, sonra bu günahından dolayı tevbe etse, Ebu Hanife’ye göre şahitliği kabul edilmez. Sanki küfürle beraber yapılan kazif, İslam’la beraber yapılandan ehvendir. Çünkü müslümanlar kafirlerin sövmelerine değer verip karşılık göstermezler. Çünkü kafirler, müslümanlar hakkındaki düşmanlıklarını ve tanlarını batıl bir yolla teşhir ederler. Kafirin kazfiyle iftiraya uğrayan kimse ayıplanmaya ve rezil sayılmaya müstehak değildir. Ama müslümanınkiyle iftiraya uğrayan bir kimse ayıplanmaya ve kınanmaya layık görülür. Müslümanlardan bir kimse namuslu bir kadına iftira ederse, kınanmaya layık görülmekten onu alıkoymaya çalışmak imkansız olur.231
Yukarıda görüldüğü gibi Nur suresindeki bu tevbe ayeti, kendisinden önceki konuya bağlı olarak gelmiştir. Al-i İmran suresinin 89. ayeti de, Fahreddin er-Razi’nin beyanına göre şöyle açıklanmıştır:
“Islah-ı hal; kalbini ihlas ve zahirini ibadetle süslemek, hakkı tazim ve halka güzel muamele ederek haklarına tecavüz etmeyip herkesin hakkını kendi hakkı gibi muhafaza etmektir. Günahtan temizlenmek için yalnız tevbe kafi olmayıp ıslah-ı hal etmek de lazım olduğuna işaret için, tevbe ile beraber nefislerini terbiye ederlerse bağışlanacakları beyan olunmuştur. Bu minval üzere tevbe ederlerse dünyada günahlarının setriyle mağfiret ve ahirette azaptan affedilip merhamet olunacakları açıklanmıştır.232
Kur’an-ı Kerim’de amleli konular, değişik ayetler yoluyla defalarca tekrarlanmıştır. Biz burada bazılarından örnekler vermekle yetiniyoruz.
Dostları ilə paylaş: |