ZAMAN...
Zaman, bir durumdan başka bir duruma geçiş sürecinde, aradaki ivmeli hareketle birlikte oluşur. Dış kuvvetin etkisiyle birlikte, “ilk durumdan” başlayıp, “son duruma” ulaşılıncaya kadar devam eden etkileşmeler esnasında gerçekleşir. Yani, zamanın gerçekliği, bir dış etkiye karşı cevap verilirken ortaya çıkar. Değişim, etkileşimle birlikte, sistemin bir noktadan başka bir noktaya ulaşmasıysa, zaman da bu eylemin gerçekleştiği izafi “süre” oluyor. Buradaki “eylem” dışardan gelen etkiye (girdi) karşı oluşan reaksiyondur; sistemin cevabıdır. Zaman ise, girdinin içerdeki bilgiyle işlenmesi, sistemin reaksiyon modelinin aktif hale getirilmesi ve sonra da bunun gerçek-leştirilmesi süresidir. Eğer etkileşme değişime yol açmasaydı (her etki bir değişime yol açmaz) zaman da olmazdı! Bir etkileşmede bir şeyin değişmesi için aşılması gereken eşik onun kuantize yapısından kaynaklanır. Yani ancak belirli enerji muhtevasına sahip paketlerin (girdi) alınıp verilmesiyle olur değişim . Zaman da bu kuantumların-paketlerin alınıp verilmeleri esnasında gerçekleştiğinden, o da aynı şekilde kuantize bir yapıya sahiptir.
Zamanın, enerjinin uzayda yer-durum değiştirmesiyle oluştuğunu söyledik. Örneğin, eğer sonsuz hızla hareket etmek mümküm olsaydı, bir durumdan diğerine geçiş sonsuz hızla gerçekleşebilseydi, böyle bir durumda zaman da olmazdı.
Zaman, değişimle, izafi objektif bir gerçeklik olarak var oluşla birlikte ortaya çıktığı için, ondan ayrı düşünülemez. Ama buradan, öyle her yeri kaplayan (sahne gibi) bir uzayın var olduğu ve zamanın da böyle bir uzayda, madde-enerjinin bir yerden başka bir yere nakledilmesi esnasında, bunun “süresi” olarak oluştuğu sonucu çıkmaz! Çünkü, ne öyle mekanik bir sahne, ne de öyle sürekli akan bir zaman ve onu ölçen bir saat vardır! Hepsi de kendi içinde kuantize birer enerji alanı olan, içiçe geçmiş “sahnelerin” oluşturduğu bir yapıdır evrensel oluşum. Zaman da, bunların kendi aralarındaki ilişkilerle oluşuyor.
Zamanın, bir durumdan başka bir duruma geçilirken, yani madde-enerji-bilgi biçim-şekil değiştirirken gerçekleştiğini söyledik. Bir durumdan başka bir duruma geçmek ise, son tahlilde, informasyon işleme süreci dediğimiz etkileşme olayıdır. Belirli bir madde-enerji şeklinde kodlanmış olan bir informasyon geliyor, sistemin içinde daha önceden depo edilmiş olan bilgiyle işleniyor-etkileşiyor. Bu işlemin-etkileşmenin sonunda da madde-enerjinin yeni bir biçimi olarak yeni bir bilgi oluşuyor. Bilgi, her durumda, madde-enerjinin belirli bir yoğunlaşma biçimi olduğundan, bir durumdan başka bir duruma geçiş de, son tahlilde dış dünyayla bir enerji-informasyon alış verişi olayı olarak gerçekleşiyor. Enerji alışverişi ise, enerjinin yoğunlaşmış olduğu belirli paketlerin alınıp verilmesi olayıdır. Çünkü enerji, öyle bir yerden başka bir yere su gibi akan, “sürekli” bir akışkan değildir. Kuantize enerji paketlerinden oluşan bir alan şeklinde gerçekleşir. Bu paketlerin ve alanın oluşumu ve değişimi de özünde bizzat uzayın yapısının değişmesi olayıdır. Çünkü her yeni yapı kendi uzayıyla birlikte oluşur. Daha önceden varolan bir uzaya sonradan paraşütle iner gibi inilmez! Madde-enerji-bilgi-obje-uzay, bunların hepsi bir ve aynı şeye ilişkindir. Zaman da bu “bir ve aynı şeyin” değişiminin ve “var oluşunun” bir boyutu olarak gerçekleşiyor. Yani, olaylar-süreçler ve nesneler-objeler, su gibi akıp giden mutlak bir zamanın içinde, belirli “an”larda belirli noktalarda bulunarak gerçekleşmiyorlar!...
Peki, ya atalet hareketi?...
Zamanın bir durumdan başka bir duruma geçiş aralığında oluştuğunu söyleyince insanın aklına tabi hemen, zamana bağlı olmayan bir ortamda gerçekleşen atalet hareketi geliyor.
Eğer bütün dış kuvvetlerin sıfır olduğu kapalı bir sistem mümkün olsaydı, ancak bu durumda atalet hali zaman dışı-mutlak bir hareket olarak karşımıza çıkardı! Bu ise, beraberinde mutlak uzay dışılığı da getirirdi ki, bütün bunlar metafiziktir! Bu yüzden, atalet haline gerçeklik kazandıran şey, hiç bir zaman ortadan kalkması mümkün olmayan o kuantum dalgalan-malarıdır. Ama, bu kuantum dalgalanmaları nesnelere uzay-zaman içinde kesin belirlilik, gerçekleşme, sınırlılık kazandırmazlar, bunu da unutmayalım. Bunlar sadece, belirli bir konfigürasyon uzayındaki izafi-potansiyel varoluşa ilişkin sınırlı bir zaman kavramını ifade etmeye yardımcı olabilirler. Bu durumda örneğin bir elektron, kendi konfigürasyon uzayında “bulunduğu süre içinde” her hangi bir “an”da herhangi bir yerdedir deriz o kadar...
EKLER: 1- KUANTUM NEDİR, KUANTİZE OLMAK NE DEMEKTİR?...
Bu evrende varolan herşey-her nesne ayni anda hem bir dalga, hem de bir “parçacık” olarak, kendi içinde “kuantum” adı verilen (gene dalga-parçacık özelliklerine sahip) madde-enerji paketleriyle kuantize alt birimlerden oluşur.
Biraz açalım; “kuantize olmak” ve “kuantum” ne anlama geliyor bunu biraz daha somutlaştırmaya çalışalım?
Herşey bir sistem demiştik... Bu, aynı anda, bir bütün olarak hem bir dalga, hem de parçacık olarak varolan izafi maddi bir gerçeklik... Ama o, aynı zamanda, kendi içinde gene dalga ve parçacık özelliğine sahip kuantumlarla kuantize alt-yapılardan-enerji seviyelerinden de oluşuyor. O halde, “kuantum” kavramıyla bir sistemin belirli bir enerji seviyesindeki dalga-parçacık yapısının temel birimini ifade ederken, “kuantize olmak” kavramıyla da, bütün alt sistemlerin dalga-parçacık özelliğine sahip belirli temel birimlerden oluştuğunu ifade etmiş oluyoruz...
Örneğin, bir bütün olarak kendisi hem bir dalga, hem de bir parçacık karakterine sahip olan bir hidrojen atomu, aynı anda, kendi içinde kuantize bir sistem olarak herbiri gene dalga-parçacık özelliğine sahip kuantumları ihtiva eden belirli enerji seviyelerinden oluşur...
Elektro-magnetik bir alanın-dalganın kuantumu ise, gene dalga parçacık özelliklerine sahip olan bir fotondur. Bundan anlaşılması gereken, bu alanın-dalganın her biri aynı anda hem bir dalga hem de bir parçacık olan, belirli enerji muhtevasına sahip (E=hv) çok sayıda unsurun-elementin (ki bunlara foton deniyor) süperpozisyonuyla oluştuğudur. Bu durumda, bir elektromagnetik alanın-dalganın foton adı verilen temel yapısal birimlerle kuantize olduğunu söyleriz79.
Peki bu neden böyledir, nereden-nasıl ortaya çıkıyor bu kuantumlar, neden kuantize oluyor fiziksel bir büyüklük?...
Bir gölün kenarında durmuşuz, parmağımızı suya sokarak elimizi hareket ettiriyoruz! Ne oluyor o an? Elimizin hareketiyle suyu etkilemiş oluyoruz ve suda dalgalar meydana geliyor, öyle değil mi?...
Bu bir etkileşmedir, elimizle su arasındaki bir etkileşme. Elimizle neyi kastettiğimiz açık! Peki su nasıl katılıyor bu etkileşmeye, tek tek su molekülleri olarak mı? Yani, elimizle suyu etkileme olayı direkt olarak su molekülleriyle elimiz arasındaki bir etkileşme olayı mıdır?...
O an, yani etkileşme ve su dalgalarının meydana geldiği an, “su” artık sadece su moleküllerinden oluşan bir yığın, bir patates çuvalı değildir! Su molekülleri arasında oluşan lokal bağlar onun belirli bir yapıya sahip olmasına yol açarak ona lokal düzeyde bir sistem olma karakteri kazandırırlar. Nasıl mı?
Bir dış unsurla (burada elimiz) etkileşme anında, etkiye maruz kalan belirli su moleküllerinden oluşan lokal gruplar-sistemler- bu etkiyi “girdi” olarak alıp sistemin içindeki bilgiyle (su molekülleri arasındaki bağlar) değerlendirip işleyerek ortak bir reaksiyon-çıktı oluştururlarken izafi objektif bir gerçeklik olarak ortaya çıkarlar. Bizim “su dalgası” dediğimiz etkileşme sonucu oluşan “çıktı”, su moleküllerinden oluşmuş belirli lokal grupların kollektif salınımından-hareketinden ibarettir. Küçük küçük sarkaçların belirli bir frekansla-dalga boyuyla salındıklarını düşünün! İşte, bu salınımlar gerçekleşirken varolan-ortaya çıkan- molekül gruplarınadır ki, biz bunlara o an oluşan su dalgalarının kuantumları diyoruz.
Bu nokta çok önemli! Daha önce elektromagnetik dalgaların ve onların kuantumları olan fotonların nasıl oluştuklarını anlatırken de su dalgaları örneğini vermiştik. Bu nedenle bu örneği çok iyi kavramak gerekiyor. Su dalgalarını gerçekleştiren kuantumlar, dalgaların oluştuğu ortam-“Medium”- olan suyun içinde kendi aralarında lokal bağlarla birbirlerine bağlı olan su moleküllerinin dışardan gelen girdiyi sistemin içindeki kayıt altında olan bilgiyle işlerken gerçekleştirdikleri ortak reaksiyonun ürünü oluyorlar. Daha başka bir deyişle, dış faktörle lokal molekül grupları arasındaki etkileşme, su dalgası şeklinde, bu molekül gruplarının kendine özgü biçimde gerçekleşen periyodik hareketleri olarak ortaya çıkıyor. İşte, etkileşme anında, etkiye karşı tepkiyle birlikte ortaya çıkan bu molekül gruplarınadır ki, bunlara, meydana gelen su dalgalarının kuantumları diyoruz biz. Bu kuantumlar, tıpkı bir sarkaç gibi titreşerek enerjilerini devamlı diğer sarkaçlara, kuantumlara aktarırlar. Böylece, dalgaların yayıldığı bir ortam olan suyun kendisi mekanik bir şekilde ileriye doğru hareket etmediği halde, kuantize bir şekilde oluşan su dalgaları bizim başlangıçta verdiğimiz enerjiyi ileterek yayılmış, suyun içinde bir hareket meydana getirmiş olurlar...
Peki, her etkileşmede farklı dalgalar oluşabildiğine göre, su molekülleri her seferinde ne türden bir su kuantumu ve dalga oluşturacaklarını nereden biliyorlar? Öyle ya, her dalgayla birlikte oluşan farklı su kuantumları, son tahlilde, belirli-farklı- su molekülü gruplarından başka bir şey değildir!...
Sorunun cevabını başka bir soruyla verelim. Dışardan bir foton geldiği zaman, bir elektron onu nasıl tanıyor; nereden ve nasıl biliyor bu etkiye-fotona bağlı olarak hangi kuantum seviyesine çıkacağını?
Atomun içindeki informasyon işleme sürecini açıklarken, gerekli bilginin- “bilgi temelinin”- atomun içinde, elektronlarla atom çekirdeği arasındaki bağlarda saklı (gespeichert) olduğunu söylemiştik. Şimdi, aynı şekilde diyoruz ki, elimizle suyu etkilediğimiz zaman ne türden su kuantumlarının oluşacağını belirleyen şey de, elimizle yaptığımız etkinin enerji kapasitesi olduğu kadar, su molekülleri arasında mevcut olan lokal bağlantılardır da. Su kuantumları, “dışardan gelen” etkiye karşı ortaya çıkan reaksiyona bağlı ürünlerdir. Etkiye göre belirli bir tepki ortaya çıkarken sonuçta bu türden bir ürün meydana geliyor. Yani dalga, sadece bir reaksiyon olmayıp bir üründür, bir sentezdir. Tıpkı bir çocuğun anne ve baba ilişkisinin “son durumu”-ürünü olması gibi!... Bir metafor olarak baba “dışardan gelen etki” ise, anne de sudur; meydana gelen dalga da o çocuk oluyor!...
Tekrar altını çiziyoruz. Su dalgaları, hiçbir zaman, direkt olarak su moleküllerinin hareketi şeklinde açıklanamaz! Bu mümkün değildir. Çünkü eğer, elimizle yaptığımız etki, dolayısız bir şekilde su moleküllerini titreştirerek onların hareket enerjisi haline dönüşseydi, anında ısı şeklinde, elektromagnetik dalga şeklinde kaybolur giderdi!...
Peki, ses dalgaları da gene aynı mekanizmaya göre mi oluşuyorlar?
Elbette ki!... Örneğin, ne yapıyoruz konuşurken, gene bu türden dalgaları üretmiyor muyuz? Yani bu durumda da gene her şey aynen su dalgalarının oluşumunda olduğu gibi degil midir?. Bu kez, suyu etkileyen elimizin yerini ses tellerimiz, dalgaların yayılacağı “ortam” olarak suyun yerini de hava alıyor; ama olay aynıdır. Ses dalgalarının kuantumları olan o ses’lere (“Phonen”) gelince, bunlar da hiç bir zaman öyle tek tek hava moleküllerinden falan ibaret değildir!! Ses kuantumları, ses tellerimizin titreşimine (frekansına) göre biraraya gelen belirli miktarda hava molekülünden oluşmaktadır. Sonra, çeşitli seslere (phonem) denk düşen dalgaların süperpozisyonuyla da kelimeler ortaya çıkıyor. Şöyle ifade edelim:i burakaki , ses dalgalarının oluşturduğu bir toplam dalga denklemidir. Belirli bir kelime oluştuğu an, artık onun içindeki sesler tek tek bağımsızlıklarını kaybediyorlar.
Peki, nasıl yayılıyorlar bu dalgalar? Tek bir yönde mi? Hayır! Belirli bir merkezden itibaren her tarafa birden. Nasıl oluyor bu? Çok miktarda domino taşlarını bir merkezden itibaren dairesel bir şekilde yan yana dizelim. Sonra da bunların tam ortasına elimizle hafifçe dokunalım. Ne olur? Domino taşları zincirleme bir reaksiyonla dört bir yana doğru devrilmeye başlarlar ve en sonuncuya kadar bu hareket iletilir. İşte, su ve ses dalgaları da böyle yayılıyorlar. Su ve ses kuantumları, elimizin (ya da ses tellerimizin) merkez olduğu dairesel alan içinde, bütün yönlere doğru, tıpkı domino taşları gibi devrilerek (titreşerek ve diğerini titreştirerek tabi) merkezdeki hareketi, enerjiyi iletirler.
Dostları ilə paylaş: |