5-GENEL ALANLAR TEORİSİ...
Peki, nasıl oluyor da, belirli bir elektriksel yüke sahip oldukları halde, kuarklar kendi aralarında elektriksel bir ilişkiye girmiyorlar? İkinci soru da şu: Elektriksel kuvvetle, “güçlü kuvvet” arasında ne gibi bir ilişki bulunmaktadır? Yoksa, protonun ya da nötronun içindeki, gluon alış verişiyle açıklanan “renk” ilişkisiyle elektriksel ilişki özünde bir ve aynı şey midir?
Daha önceki açıklamalarda gravitasyonla elektromagnetizm arasındaki ilişkiyi görmüştük. Bizim elektromagnetik dalgalar dediğimiz dalgaların özünde tıpkı suda meydana gelen su dalgaları gibi gravitasyonal alanda meydana gelen dalgalar olduğundan bahsederek, gravitasyonal düzeyde öyle bizim anladığımız manada bir “kuvvetten” bahsedilemeyeceği için, özünde gravitasyonal dalgadan başka birşey olmayan “eleltromagnetik dalganın”da öyle kendinde şey bir kuvvete tekabül edemeyeceğini söylemiş, mekanik anlamının dışında “kuvvet” kavramını tartışmaya açmıştık!... Şimdi sıra geldi fizikçilerin “kuvvet” olarak tanımladıkları öteki “kuvvetlere” (“güçlü ve zayıf kuvvetlere”), bakalım burada durum ne?... “Kuvvet” dediğimiz kavram burada neye dayanıyor?...
Ama önce biz gene, önce şu protonun içine bir kere daha girelim ve bakalım şu “renk” denilen “yükler” neymiş onları biraz daha yakından görmeye çalışalım!...
Sistem-proton- iki (u) ve bir (d) kuarktan oluşuyor demiştik. Bunların arasındaki ilişki-bağ da “güçlü kuvvetle” sağlanıyordu (bu da, gluon adı verilen kuantumlarla kuantize bir alana tekabül ediyordu). Bu “güçlü kuvvet” alanının elektromagnetik alandan farkı ise, onun kendi başına bir varlığının (eigenes Leben) olmaması idi. Yani, “güçlü alan” sadece sistem içi bir alandı. Bu, onun temel, yapısal özelliği idi. Çünkü kuarklar, elektronlar gibi dış kuvvetlerle etkileşerek, dışarıya enerji verip alamıyorlar, varlıklarını 10-13 cm lik bir çerçeve içinde sürdürüyorlardı...
“Güçlü kuvvet”?...
Evet, sistemin içinde iki (u) ve bir (d) kuark bulunuyor demiştik. Bunların sistem içinde bir denge kurabilmeleri için, tıpkı elektron ve proton gibi iki karşıt kutup olarak orgütlenebilmeleri gerekiyor. Öyle anlaşılıyor ki bu da şöyle gerçekleşiyor. İki (u) kuark bir kutbu, (d) kuark da karşıt kutbu oluşturuyor. Bu iki karşıt kutbun dalgasal varlıklarının girişimi de, sistemin birliğini sağlıyor. “Güçlü kuvvet” dediğimiz şey ise, bunların-yani u ve d kuarkların- aradaki girişimin sonucunda oluşan uzay çukuruna düşme eğilimleri oluyor!...
Bu kuvvetin “güçlü” bir “çekme kuvveti” olarak ortaya çıkışı aslında tamamen dışardan enerji verilerek sistemin parçalanmaya çalışılmasına bağlı; yani böyle bir “kuvvet” ancak bu durumda ortaya çıkıyor. Normalde ise, kuvvet olmayan bir atalet kuvveti durumunda o da; aynı fazdaki iki dalganın girişimi sonucunda ortaya çıkan uzay çukuruna düşme eğilimini temsil ediyor!...
Yerde duran taşı alıp havaya kaldırırken ortaya çıkan ve bize göre o taşı yere doğru “çeken” “gravitasyonal kuvvete” dönelim. Bu durumda taşı havaya kaldırırken kuvvete başvuran biz oluyoruz aslında, öyle değil mi; yani gravitasyonun taşı yerküreye doğru çekmesi diye bir olay yok aslında!... Biz taşı ellemesek taş uzay yolu ne ise onu takip ederek yoluna devam edecek!!... Benzer bir durum burada, “güçlü kuvvet” olayında da söz konusu değil midir? Siz tutupta protonu parçalamaya çalışana kadar ortada-doğada- “kuvvet” diye birşey yok!!... “Kuvvet” denilen etkinlik ancak mekanik bir dış etkene-kuvvete- bağlı olarak anlam kazanıyor...
Şimdi, 10-13 cm den itibaren, sistemin dışına doğru uzaklaşmaya başlıyoruz...
Protonun çerçevesini oluşturan sınırı geçtiğimiz an, birden bambaşka bir durumla karşılaşırız! Bu sınırın dışında, “güçlü kuvvet” birden yok oluverir! Bunun yerini, (+1) elektrikle yüklü protonun elektriksel alanı almakta, “güçlü alan” ve “güçlü kuvvet”, yerini “elektriksel alana”, “elektriksel kuvvete” bırakmaktadır!...
O zaman, şu soruyu soruyoruz kendimize, nereden çıkıyor bu “elektriksel alan” ve (+1) “elektriksel yük” ? Bunun cevabı, protonun içindeki yapıda aranıyor. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, kuarkların elektriksel yüklerinin toplamı olarak açıklanıyor bu. Ama öte yandan, kuarkların sistemin içinde elektriksel bir ilişkiye sahip olmadıkları da söyleniyor. Buradan öyle bir sonuç çıkıyor ki, elektriksel yük denilen şey, sanki, kuarkların, yada örneğin elektronların üstüne yapışılı, onların ayrılmaz bir parçası olan “maddi bir gerçeklik”! Ama eğer öyle olsaydı, bir elektronu yeteri kadar enerjiye sahip bir fotonla çarpıştırdığımız zaman, onu önce (+) yüklü bir antielektrona, sonra da tamamen elektromagnetik enerjiye, yani fotonlara dönüştüremezdiniz. Bu durumda nereye gidiyor o „mutlak gerçeklik“, yani o (-) yük ? Yoksa fotonlarla beraber uçup gidiyor mu? Kimse bunu açıklamaya yanaşmıyor !...
Öyle olmalı ki, sistemin içinde, iki (u) kuarkla bir (d) kuark arasında oluşan ilişki, sistemin dışındaki (+1) elektriksel yükün ve elektriksel alanının da kaynağı, onun değişik bir biçimi olsun. Bunun ise tek bir yolu ve açıklaması olabilir. O da şöyle: “Güçlü kuvvetle” “elektriksel kuvvet”, aslında bir ve aynı şeydir. Çok yakın mesafede (10-13 cm’de) “güçlü kuvvet” olarak ortaya çıkan oluşum, daha uzak mesafelerde, “elektriksel kuvvet” haline dönüşüyor. Yani, kuarkların ve gluonların “renk” özellikleri, 10-13 cm’nin içindeki bölgede elektriksel yükün aldığı biçim oluyor. 10-13 cm2 lik uzayın içinde gluon adı verilen virtuel kuantumların oluşumuyla gerçeklik kazanan alan ve buna bağlı olan “atalet kuvveti”, bu mesafenin ötesindeki uzayda, virtuel fotonlarla kuantize başka bir alan haline dönüşüyor. Çünkü, bu mesafenin ötesinde, artık gluonlar oluşamıyorlar. Gluonlar, kuarklara ait uzayın kuantumları olarak kalıyor. 10-13 cm’nin dışında, bunların yerini fotonlar alıyor...
Evet, “elektriksel yük” nedir demiştik!...
Bu durumda, daha önce sorduğumuz, “ELEKTRİKSEL YÜK” nedir sorusuna verilecek cevap da kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor!...
Sistem gerçekliğini, A ve B gibi iki karşıt kutbun birliği ve mücadelesi olarak tanımlamıştık. Bu iki kutup (A ve B ) arasındaki evrensel ilişkinin atom düzeyindeki gerçekleşme biçimine elektriksel ilişki, bu ilişkiyi gerçekleştiren iki karşıt kutbun sahip oldukları temel var oluş özelliğine (kimlik) de elektriksel “yük” diyoruz...
Coulomb yasasına göre, iki elektriksel yük arasındaki çekme, yada itme mesafeyle orantılı. Mesafe azaldıkça, çekme-itme artıyor. Mesafe arttıkça da azalıyor. Kuvvetin artması tamamen alanın gücüyle ilgili. Bu ise, fotonların daha güçlü enerji paketleri olarak oluşması, aradaki uzay çukurunun derinliğinin artması anlamına geliyor.
Ama, bu mesafe 10-13 cm ye varınca, artık Coulomb yasası geçerliğini kaybediyor. Çünkü, bu mesafede, elektriksel ilişkiler yerini “renk” ilişkilerine bırakıyor. “Renk” yükleri de, ancak bu mesafede etkili olan “güçlü kuvveti” ve onun kuantumlarını oluşturuyorlar. Alanlar teorisi açısından olay, fotonların gluonlara (yada tersi) dönüşmesi olayıdır...
Bütün mesele uzayın- gravitasyonal alanın- POTANSİYEL ELASTİKİ yapısıyla ilgilidir!...
Mesafe artınca gluonlar oluşamaz hale geliyorlar, çünkü onlar kuarklara ait uzayın kuantumları. Örneğin proton, kendi içinde kuarklardan oluştuğu halde, dışa karşı, elektronla olan ilişkilerinde „ayrı“ bir gerçeklik. Bu durumda, sistem merkezinde gerçekleşen varlığıyla o da kendi uzayıyla birlikte oluşuyor tabi; ve bu uzayı da, onunla birlikte, onun dalgasal hareketinin aynısını yapıyor. Fotonlar da bu oluşumun ürünü. İçerde gluonlarla kuantize olan alan, dışarda fotonlarla kuantize bir alan haline dönüşüyor. O halde bütün mesele, bir maddi gerçekliğin kendi uzayıyla birlikte oluşurken, bu uzayın da onunla birlikte aynı hareketleri yapmasıyla ilgili. Alan dediğimiz şey de, izafi bir gerçeklik olan bu uzayın kuantize şekli. 10-13 cm. ye kadar bir biçimde, bunun ötesinde başka bir biçimde gerçekleşiyor bu da. Yoksa öyle, “elektriksel yük”, yada “renkler” gibi, varlığı kendinden menkul mutlak realiteler yok ortada!...
Peki, bu tablo içinde, gravitasyonal alan ve onun kuantize birimleri olan “gravitonlar” nerede duruyorlar?
Aslında çoktan verildi bu sorunun cevabı! Öyle, “gravitasyonal alan” diye (“boş uzay” kavramının yerine koyabileceğimiz) mutlak, bütün evreni kaplayan bir sahne gibi standart bir alan (bir “uzay”) yoktur diyerek, gravitonları da, suyun-su dalgalarının içindeki su moleküllerine benzetmiştik! Şu farkla ki, bir su molekülünü tek başına izafi-objektif bir gerçeklik olarak elde edebilirsiniz, onunla etkileşebilirsiniz ama, hiç bir zaman (izafi de olsa) objektif-maddi bir gerçeklik olarak graviton diye bir nesne-obje elde edemezsiniz. Çünkü o, bütün diğer alanların kurucu-oluşturucu kuantumudur. Kendisi ise virtueldir-potansiyel bir gerçekliktir. Objektif gerçeklik haline gelebilmek için etkileşmeye katılmak gerekir. Gravitonlar ise hep perde gerisinde dururlar. Hep, değişik paketleri oluşturan kurucu-yapıcı birimler konumundadır onlar86. Direkt olarak işin içinde olmazlar hiç bir zaman; her biri değişik enerji kapasitesine sahip sayısız paketlerin oluşturucu kuantumları olarak, perde gerisinden katılırlar sürece. Yani, direkt kendileri olarak değil, hep meydana getirdikleri birimler aracılığıyla etkileşmede yer alırlar...
Sistem bilimi ve lişki sorunu?
Bir sistemin içindeki ilişkilerin nasıl kurulduğu sorusuna verilecek cevap, her durumda, söz konusu sistemin niteliğini belirleyen esası oluşturur. Bir toplum söz konusuysa eğer, toplumu birarada tutan esas ilişki, üretim ilişkisidir. Bir atom söz konusu olunca bu, elektronla proton arasındaki elektromagnetik ilişkiye indirgeniyor. Protonun içine girince de, güçlü kuvvete dayanan ilişki olarak şekil değiştiriyor. Astronomik düzeyde ise, “gravitasyonal alanlar” arasındaki ilişki oluyor. Her durumda, bir sistemi birarada tutan ve ona kimliğini kazandıran, onun niteliğini belirleyen bir esas ilişki biçimi vardır. İlişki dediğimiz şey ise, son tahlilde kuantize iki alan arasındaki bağlaşımdır.
Üç temel ilişki biçimi...
Doğada, yani, fizik, kimya ve astronominin konusu olan organik olmayan doğada, üç temel ilişki biçimi, buna bağlı olarakta, üç temel etkileşim bulunuyor. Birincisi elektromagnetik. İkincisi, “güçlü kuvvete” dayanan ilişki ve etkileşim, üçüncüsü de, bazı radyoaktif çözülmelerde ortaya çıkan “zayıf kuvvet” ve bunu temel alan ilişki. Bu tabloya genellikle gravitasyonal ilişki de ilave edilerek doğadaki “dört temel kuvvet” ve etkileşmeden bahsedilir. Ama gravitasyon bir etkileşme biçimi olmadığı gibi, hiç bir şekilde bir “kuvveti”de temsil etmez. Gravitasyon, evrensel oluşumun alt yapısıdır. Bütün diğer ilişkiler, etkileşimler ve “kuvvetler” bu temel üzerinde gerçekleşirler...
Bir atomla toplum arasında nasıl bir ilişki mi var?...
Evrim sürecinde , hareketin daha karmaşık , daha gelişmiş biçimleri ortaya çıktıkça, başka ilişki biçimleri de meydana geliyor. Değişik türde, nitelikte sistemler ortaya çıkıyor. Örneğin yukarda, bir yandan toplumdan , üretim ilişkilerinden bahsederken, diğer yandan da bir atomu örnek gösterdik. Bir atomla toplum arasında nasıl bir ilişki mi var ? Birisi çok basit, öteki ise, çok daha gelişmiş, karmaşık bir sistem bunların.! Ama ikisi de bir sistem.! En genel sistem yasaları ikisinde de aynı işliyor. Buna karşılık, her birinin kendi yapısına, niteliğine özgü bir işleyişi var. Birinde bunları fizik diliyle açıklamaya çalışıyoruz, ötekinde de toplum bilimlerinin diliyle. “Üretim ilişkileri” diyoruz, “artı değer” diyoruz vs. Bütün bu söylemleri, sistem teorisi zemininde yerli yerine oturtunuz, hareketin her özel biçimine özgü dille ifade etmek, anlatmak, açıklamak istediğiniz şeyi, bir an için soyutlayınız, o zaman göreceksiniz ki, o sayısız çeşitliliğin altında yatan şey hep aynıdır. Nedir o aynı olan? Evrensel sistem gerçekliğidir. Ve de bu gerçekliğin oluşum mekanizması olarak informasyon işleme sürecidir. Bir atom da olsa, güneş sistemi de olsa, bir toplum da olsa, bu anlamda, hep aynı gerçeklik yer alıyor karşımızda: Herbiri kendine göre birer informasyon işleme birimi olan sistem gerçeklikleri... Daha başka bir deyişle de, her durumda, A ve B olarak ifade ettiğimiz iki evrensel kutbun, birliği ve mücadelesi...
Peki, nedir bu işin sırrı diyerek videoyu geriye doğru sarıp karadeliğin merkezine kadar indiğimiz zaman, orada da gene aynı yapıyla karşılaşıyoruz. Sonra bir adım daha ileri gidince de koskoca bir sıfırdan başka birşey kalmıyor geride! Onun içinde “yok oluyor” herşey!. Ve aynı anda da kendi kendini sayısız biçimlerde yeniden yaratıyor..Hepsi bu kadar!...
Dostları ilə paylaş: |