PEKİ O ZAMAN, BİR ELEKTRONUN “VARLIĞI” NEDİR?
Elektronlar, atomun içindeki informasyon işleme mekanizmasının motor sistem unsurlarıdır dedik25. Sistemin dominant unsuru olan atom çekirdeğiyle birlikte, dışardan gelen etkiye karşı hazırlanan reaksiyonu gerçekleştirirler. Ve bu “gerçekleştirme” işlemi esnasında da izafi objektif bir realite olarak var olurlar. Yani bir elektron, elektriksel-manyetik alanından, tanecik-dalgasal yapısına kadar, sahip olduğu bütün özellikleriyle ancak etkileşme esnasında objektif izafi bir gerçeklik olarak ortaya çıkar. Bu aslında, sadece bir elektron için değil, bütün diğer “varlıklar” için de böyledir. Çünkü, objektif gerçeklik olarak var olmak, etkileşmeyle birlikte kazanılan izafi bir oluşumdur. Ve daima bir durumdan bir başka duruma geçerken gerçekleşir.
“Doppelspalt Experiment’te” (Çift Yarıkla Deney), kaynaktan çıkma “anında” objektif bir gerçeklik olarak kabul edilen elektron (ya da foton), o “andan” itibaren, ekrana gelene kadar potansiyel gerçeklik olarak varolur (uzay zamana bağlı olmayan bir atalet hareketi yaparak ekrana kadar gelir). Yani, elektron ya da fotonlar, ekrana gelene kadar, tıpkı yolda giden o arabalar gibi (ya da o mermi gibi) dalgasal hareket yapan objektif-mutlak gerçeklikler (parçacıklar) olarak yol almazlar! Çıktı-output, ya da “son durum”, belirli bir etkileşmenin sonunda ortaya çıkan bir sentezdir. Ve her “şey-sentez”-varlık gibi o da ancak daha sonra başka bir objeyle etkileşme esnasında objektif izafi bir gerçeklik olarak tanımlanabilir. Bu yüzden, “kaynaktan çıkan” elektron, en sondaki ekrana gelene kadar, “yol boyunca” belirli bir “durumun” içinde atalet halindedir ve ancak bir ihtimaldalgasıyla temsil olunur26. Bir dış gözlemci için hiç bir objektif anlamı olmayan bu potansiyel gerçeklik hali bütün diğer atalet hareketleri gibi sistem içi bir realitedir, bir sırdır, “bir hayalettir”!!
Uzay-zaman içinde oluşan objektif izafi gerçeklik halinden farklı olarak, belirli bir kuantum seviyesinde (bir konfigürasyon uzayında) atalet hareketi yapan bir elektronun-belirli bir an’a ilişkin olarak ne objektif-mutlak bir kütle-enerjisi vardır, ne de bir elektriksel-manyetik alanı27! Hatta, daha da ileri giderek şunu bile söyleyebiliriz: Örneğin, bir hidrojen atomunda (bütün o klasik açıklamalara rağmen!) belirli bir kuantum seviyesinde atalet hareketi yaparlarken, elektronla proton arasında öyle pinpon topu atıp tutar gibi gerçek bir foton-kuvvet alışverişi de olmaz! Bu durumda elektron ve proton, içinde yer aldıkları sisteme ait bir denge durumu olarak (belirli bir enerji seviyesinde-kuantum seviyesinde- iken) hiçbir (dış) kuvvetin etkisi altında olmaksızın, içiçe iki potansiyel-dalgasal hareket olarak özgürce atalet hareketlerini yapmaktadırlar.28 Bu varoluş hali, belirli bir anda, belirli bir noktada (uzay-zaman içinde) gerçekleşen hareketin-varoluşun- ötesinde bir durumdur. Bunu, sadece, “düzgün dairesel”-ivmeli mekanik bir hareket olarak ele almak ve açıklamak da mümkün değildir. Elektron ve proton’un içinde bulundukları hareket, sağı-solu, yukarısı-aşağısı, önü-arkası olmayan bir uzayda (konfigürasyon uzayında), zamana bağlı olmadan yapılan bir atalet hareketidir o kadar. Bunların her biri, bir diğerinin elektriksel-manyetik-gravitasyonal alanı olan uzay yolunda29, önlerinde gidecek başka yol olmadığı için, tıpkı otoyolda gider gibi, ya da “serbest düşme” hareketi yapar gibi hareket etmektedirler. Bu anda onları birbirlerine bağlayan gerçek bir kuvvet mevcut değildir. Ancak, ne zaman ki birisi azıcık “yoldan” sapmaya kalkar, hemen o an karşı tarafın bağlayıcı etkisinin de ortaya çıktığı görülür.30 O an, “dur bakalım” der karşı taraf, “nereye gidiyorsun”! Bir elektronun belirli bir kuantum seviyesindeki hareketi, onun, görünmeyen-objektif bir gerçek olarak varolmayan- bir zincirle partnerine bağlanmış vaziyetteki özgür hareketidir. Aslında bu ilke sadece elektronla da sınırlı değildir. Bütün A-B sistemlerinde, bütün A ve B ler için geçerli evrensel bir ilkedir bu.31
Ancak “düzgün doğrusal” bir hareketin atalet hareketi olarak değerlendirilebileceği anlayışı, mekanik dünyaya ilişkin bir illüzyondan başka birşey değildir. Çünkü, gerçekte “düzgün doğrusal” diye birşey yoktur ki! Einstein’dan bu yana iki nokta arasındaki en kısa yolun daima eğrilmiş bir uzayda katedilmesi gereken mesafe olduğunu biliyoruz. E, o zaman?... Bu gerçek görmezlikten gelinerek, atalet hareketi deyince halâ o varolmayan “düzgün doğrusallık” esas alınabiliyor da, nedense, bir elektronun yörünge hareketi “düzgün dairesel ivmeli bir harekettir” denilerek atalet hareketi olarak kabul edilmiyor!... Ama kim ne derse desin, bütün bunların hiç birinin belirli bir kuantum seviyesinde, kendine özgü bir konfigürasyon uzayında, zamana bağlı olmaksızın atalet hareketi yapan bir elektron için zaten ne önemi vardır ki!!
(Başka bir örnek verelim ve içinde yaşadığımız toplumu ele alalım! Bizim o tarihsel, toplumsal gelenekler dediğimiz şeyler, yüzyıllarca birlikte yaşamın içinde ortaya çıkmış, herkesin uyması gereken kurallar değil midir? (ki bunlara toplumsal DNA’lar-ya da kısaca “kültür” de denilir). Aynı şey, toplumsal yaşamı düzenleyen kurallardan ibaret olan toplumsal yasalar için de geçerlidir (tabi bunlar bilinçli-bilişsel olarak belirlenirler). Herkes tarafından ne olduğu bilinen bu yasalara uyulduğu sürece sorun yoktur. Yani ortada, mevcut durumun devamı açısından insanları zorla hareket ettiren bir güç, bir kuvvet yoktur! Ama, ne zaman ki birisi bu kuralların dışına çıkmaya kalkar, işte o zaman sistemin içinde gizli olan (sistemi bir arada tutan) güç de ortaya çıkacak, kurallara uymayan cezalandırılarak tekrar sınırların içine çekilecektir! Burada altı çizilmesi gereken nokta, üretici güçlerin gelişme düzeyiyle belirlenen her toplumsal “yaşam seviyesinin” kendi kültürel ya da bilişsel sınırlarını yeniden belirleyeceğidir...)
Çift Yarıkla Yapılan Deney’de (“Doppelspalt Experiment”) kaynaktan çıkan “tek bir elektronun” (ya da fotonun”) iki delikten birden aynı anda nasıl geçtiği tartışılırken, ön koşul olarak, kaynaktan çıkan elektronun, biz onun varlığını ölçerek bilemesek de, gene de mutlak bir realite olarak varlığını koruyarak deliklerin önüne kadar geleceği düşünülüyor! Bunun da nedeni, makroskobik-mekanik dünyadaki alışkanlıklarımız, bunlara göre oluşan dünya görüşümüz! “Elektron” deyince gözümüzün önünde mikro planda blardo topu gibi bir şey canlanıyor! Ha, o bir de dalga hareketi yapıyordu!! Yani, elektron deyince biz onu dalga hareketi yaparak dans eder gibi uzayda hareket eden bir tanecik olarak düşünüyoruz! Mesele burada yatıyor. Halbuki, kaynaktan çıktığı andan itibaren atalet hareketine başlayan elektron, kendi uzayına yayılmış, onunla bütünleşmiş, şekilsiz, hiç bir objektif sıfatla açıklanması mümkün olmayan, niteliksiz bir enerji alanıdır!... Günlük hayatımızın alışkanlıkları, bizim bu gerçeği algılamamızı, çift yarıklı ekranın önünde artık öyle objektif gerçeklik bir (dalga-parçacık) elektrondan bahsedilemeyeceğini kavramamızı engelliyor...
Bir elektronun bize inanılmaz gözüken bu var oluş mekanizmasını şöyle açıklamaya çalışalım. İhtimaldalgasının içinde içiçe geçmiş bir elektriksel-magnetik-gravitasyonal alandan başka birşey olmayan, kendi uzayına yayılmış bir enerji dalgası olarak atalet hareketi yapan elektron (bu haliyle o bir dış gözlemci için potansiyel bir gerçekliktir, bir sırdır-bir “hayalettir” demiştik), daha sonra, bir “dış etkenle” etkileşmeye giriştiği an, birden tıpkı bir kirpi gibi toparlanıveriyor! Kendi etrafındaki uzayında, fizik kitaplarında tanımlandığı şekilde objektif bir gerçeklik olarak bir elektriksel-magnetik alan oluşturuyor. Ve etkileşmenin niteliğine göre, ya bir parçacık, ya da bir dalga şeklinde izafi objektif bir varlığa sahip oluyor. Sonra, etkileşme sona eripte yeni bir denge durumu oluşunca da tekrar eski haline dönüyor. Elektriksel-magnetik alan vs. bütün o izafi “objektif” öz değerler ihtimaldalgasının içinde kayboluyorlar32...
Dostları ilə paylaş: |