DÜNYA KENDİ ETRAFINDA DA DÖNÜYOR...
Peki dünyaya kim veriyor, o ilk (v) hızını? Tıpkı uzay gemisi gibi dünyaya da ilk olarak bir (v) hızı veren bir kuvvet mi vardı? Güneşin çekim kuvveti, bir “tork” (döndürme kuvveti) yaratıyor ve zorla dünyayı döndürüyor diyemeyeceğimize göre, kim-nasıl döndürüyor dünyayı? Güneşin manyetik alanı mı? Saçma! Saçma, çünkü bir sistemin iç kuvvetleri bir iş yaparak, enerji sarfederek sistem elemanları üzerinde ivmelendirici bir etkide bulunamazlar. Bulunabilselerdi, sistem sürekli enerji kaybederdi ve dengesi bozulurdu. Eğer güneş, bir enerji sarfederek, zorla dünyayı döndürseydi, bir süre sonra sistem çökerdi. O halde ne kalıyor geriye? Durumu kurtarmanın tek yolu metafiziğe sığınmaktır! Bu, “dünyanın kendine özgü bir hareketidir” deyip işin içinden çıkmaktır! Ne demek “kendine özgü” bir hareket? Yani, “varolmak için hiç bir ilişkiye, hiç bir KS ne ihtiyacı olmayan, mutlak bir gerçeklik olan dünyanın, onun bizatihi varlığının bir özelliği midir” bu!
Evet, “dünya nasıl dönüyor” da kalmıştık!. Güneş sistemi oluşmadan önceki durumu düşünelim. Bir toz ve gaz bulutundan başka birşey yok ortada. Sürekli değişen bir merkez ve bu merkezin etrafında dönüp duran bir toz ve gaz bulutu. Bazan, bu sistemin yarattığı uzay çukuruna (“çekim alanına”) daha başka kütleler, toz ve gaz bulutları da dahil oluyorlar, bazan da, yığılma fazla olduğu için belirli kütleler kopuyorlar bu ana gövdeden. Bu süreç içinde, tesadüflere bağlı olarak, belirli bölgelerdeki yoğunluğun artmasıyla buralarda uzayın yapısında değişiklikler oluyor ve çukurlar oluşuyor . Bu çukurlara düşen parçacıklardan da daha sonra büyük kütleler ortaya çıkıyorlar. İşte, dünyamızın ve güneş sisteminin ilk oluşum anı da bu türden gelişmelerin sonucu muhtemelen. Ama her halukarda, dünyanın ve güneşin (diğer gezegenlerin de) hareketlerinin başlıca kaynağı, güneş sistemi oluşmadan önceki bu sistemin, bu toz ve gaz bulutunun toplam hareket miktarıdır. Çünkü, momentumun (hareket miktarının) korunması yasasına göre, toplam hareket miktarı değişmez. Ancak, olayı bu kadarıyla bırakırsak, “peki o toz ve gaz bulutu nerden devralmış” mevcut hareket miktarını sorusuyla karşılaşırız!... İşte bu nedenle süreci adım adım takip ederek “karadeliğe” kadar götürmekten başka çare yoktur! Çünkü, zincirin her halkası hareket miktarını elbetteki bir öncekinden devralmış olacaktır. Ancak orada da (daha sonra göreceğimiz gibi) karşımıza “sıfır noktası” problemi çıkar. Bu nedenle biz tekrar o “toz ve gaz bulutuna” dönelim:
“Toz ve gaz bulutu” diyoruz, ne demektir bu?
Elementleri moleküller olan bir sistem değil midir burada söz konusu olan... Daha da ileri gidersek, atom düzeyine kadar ineriz. Bence olaya bu zeminden yola çıkarak başlamak gerekiyor.
“Büyük patlamadan” sonra atom ve moleküller düzeyinde sistemlerin nasıl oluştuğunu, sistemi meydana getiren unsurların karşılıklı olarak birbirlerini nasıl yarattıklarını biliyoruz. Herşeyden önce, bir araya geldikleri zaman, karşılıklı etkileşme ortamında bunlar birbirlerini elektriksel ve magnetik alanlarıyla etkilerler. Sistemin (atomların) oluşumu, bu etkileşme zemininde gerçekleşir. Kendi etrafında ve sistem merkezinin etrafında dönme olayının gerçekleştiği zemin de budur zaten.
Örneğin bir hidrojen atomunun oluşumunu ele alalım. Bir proton ve bir elektrondan oluşan bu sistem nasıl oluşuyor? “Toz ve gaz bulutunda” , ya da daha önce, “büyük patlamadan” sonraki bir zamanda, elektron-kuark plazmasından protonlar oluşupta bir protonla bir elektron karşılıklı olarak ilişkiye geçtikleri anda, bunlar birbirlerini elektriksel ve magnetik alanlarıyla etkilerler. Karşılıklı elektriksel etkileşme arada bir uzay çukurunun oluşmasına yol açarak bunların birbirlerine bağlanmalarına yol açarken, aynı anda, magnetik etkileşme de bunların “dönmelerine” yol açar. Ve sistem bu haliyle belirli bir kuantum seviyesinde denge durumuna erişir. İşte bütün mesele burada. Birkere bu denge durumu oluştumuydu ya, artık ondan sonra elektron ve proton arasındaki elektriksel ve magnetik etkileşme adeta olduğu gibi donar kalır! Bu durumda, elektron ve proton, bir yandan (tıpkı gravitasyonal alan nedeniyle birbirlerine doğru serbest düşme hareketi yapan yerküre ve güneş gibi) iki elektriksel alanın neden olduğu aradaki uzay çukuruna doğru düşerlerken, diğer yandan da, magnetik etkileşime bağlı olarak (tıpkı o uzay gemisinin motoru çalıştığı zaman kazandığı “ilk hız” gibi) belirli bir harekete sahip olurlar. Bu durumda, sistem denge haline ulaştığı an olay o hale gelir ki, aynen yerkürenin güneşin etrafındaki yörünge hareketine benzer bir şekil alır. Aynı anda yapılan iki hareketin birliği, yani, sistemi oluşturan unsurlar olarak elektron ve protonun ayni anda hem birbirlerine doğru düşmeleri, hem de başlangıçtaki magnetik etkenden dolayı (artık motorları durdurulan o uzay gemisinin sahip olduğu “ilk hız”gibi) sahip oldukları hareketlerini muhafaza etme güdüleri (bu iki hareketin sentezi olarak) bunların belirli bir “yörünge” hareketi yapmalarına neden olur. Bu durumda (yani, belirli bir kuantum seviyesindeki denge durumunda) artık her iki unsur da üzerlerinde hiç bir kuvvetin etkide bulunmadığı bir ortamda özgürce atalet hareketlerine başlamış olurlar. İşte bu nedenledir ki, belirli bir kuantum seviyesinde yapılan yörünge hareketi doğası gereği bir atalet hareketidir.
Şimdi, yerküreyi, her biri bu şekilde, hem kendi etrafında, hem de içinde bulunduğu sistemin merkezinin etrafında dönen sayısız elementlerden oluşan bir sistem olarak düşünelim. Bu durumda, elementlerinin toplam hareket miktarının ve şeklinin, sistemin bütününün hareket miktarını ve bunun şeklini belirleyen temel unsur olarak karşımıza çıktığını görürüz.
Kısacası, elektron ve proton, karşılıklı olarak birbirlerini elektriksel ve magnetik kuvvetlerle etkileyerek, birbirlerinin spin ve yörünge hareketlerinin yaratılmasında başlıca etken olurlarken, elemanter düzeydeki bu oluşum daha sonra ortaya çıkacak olan sistemlerin makro düzeydeki hareketinin de çıkış noktasını oluşturur. Çünkü, sistemin makro yapısı, elementler düzeyindeki oluşumların süperpozisyonundan başka birşey değildir. Yani, birisi çıkıpta derse ki, “dünya oluşmadan önceki toz ve gaz bulutu neden dönüyordu”, “dünya neden dönüyor”? Cevabımız hazır olmalıdır! Toz ve gaz bulutu veya dünya, atom düzeyinden başlayarak elementlerin süperpozisyonuyla oluştukları için, en alt düzeydeki toplam hareket miktarını (drehmoment) muhafaza ederek hareket biçimlerini devam ettiriyorlar. Atomlar düzeyinde elektriksel-magnetik platformda başlayan hareket makro planda gravitasyonal bir düzeye taşınıyor ve kendine özgü bir atalet hareketi şeklinde devam edip gidiyor...
Bu durum, tek bir hücreyle milyarlarca hücreden oluşan bir organizma arasındaki ilişkiye benziyor. Tek bir hücrenin DNA ‘sında kayıtlı bilgilerden yola çıkarak, bütüne, çok hücreli yapıya ait bilgilere ulaşabiliyoruz. Yani bu anlamda, bütün parçanın içinde var. O parçalar bir araya geldikleri zaman oluşmuyor mu zaten bütün de!...
Dostları ilə paylaş: |