Hacı Bektaş’ın Nasihatleri
Hacı Bektaş Velî’ye ait nasihat ve vasiyetler, Dedemoğlu tarafından yazılan “Akâid-i Tarîkaf’ı müteakiben kaydedilmiştir. Nasihatların İstanbul Arkeoloji Müzesi Ktp. No:891’de kayıtlı “Mecmuatü’r-resâil”içinde eksik olarak bulunduğu da bilinmektedir. Bu nasihatların gerçekten Hacı Bektaş’a ait olup olmadığı konusu kesinleşmemiştir
Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye
adlı bir diğer eserin de ona ait olduğu ileri sürülmektedir
|
HACI BEKTAŞ VELÎ İKLİMİNDE GELİŞEN EDEBİYAT
Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleri ile birlikte değer yargılarında önemli değişmeler ortaya çıktı. Türk kültürü, İslamî kültürün getirdiği etki ile yeni ve farklı bir kimliğe büründü. Anadolu’da İslamiyet öncesi inanç sistemleri ve İslamiyet yeni bir sentez oluşturdu.
Hacı Bektaş Velî ikliminde gelişen edebiyat, birçok bakımdan orijinal bir edebiyattır. Bu özelliği ile diğer edebiyat ürünlerinden ayrılır. Adına genel olarak Alevî-Bektaşî edebiyatı da denilen bu yapı kendine özgü edebi türler oluşturmuştur. Din ulularını över, onlara ait menkıbeleri şiirleştirir, usûlden erkândan ayinden bahseder.
Alevî ve Bektaşî teolojisinin ana kaynakları hiç kuşkusuz menakıbnameler ve velayetnamelerdir. Menakıp, tasavvuf tarihinde sufilerin ortaya koydukları inanılması güç doğaüstü olaylar demek olan kerametleri nakleden küçük hikâyeler anlamında tahminen IX. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlamıştır. Bu yüzden IX. yüzyıldan itibaren kaleme alınan tasavvuf kaynaklarında, velî anlayışına paralel keramet anlayışı geliştirilmiş ve bunun teorisi oluşturulmaya çalışılmıştır. XI. yüzyıldan sonra yazılmış bazı tasavvuf kaynaklarında keramet teorisinin daha da gelişmiş olması sonucunda ilk defa kerametlerin bir tasnife tâbi tutulduğunu görüyoruz.
Anadolu’da tasavvufî eserlerin yanı sıra bir de menakıpname edebiyatı oluşur. Anadolu’da kaleme alınan evliya menakıpnamelerinin ilk örnekleri doğal olarak Anadolu Selçukluları dönemine aittir. Bu dönem Kadirîlik, Rifaîlik, Kazerunîlik, Kalenderîlik, Vefaîlik vb. gibi dışarıdan gelme pek çok tarikatın yerleşme ve kendini kabul ettirme dönemi olduğu kadar Mevlevîlik gibi yeni bir tarikatın oluşmaya başladığı bir zaman dilimini ifade eder. Anadolu’nun birçok yerinde çeşitli dedelerin, şeyhlerin açtığı tekkeler ve zamanla buralarda ortaya çıkan türbeler göz önüne alınırsa Anadolu Selçukluları döneminde sayıca oldukça fazla menakıpnamenin kaleme alındığı tahmin edilebilir.
En önemli menakıpnamelerden biri, II. Bayezid döneminde yaşamış Uzun Firdevsi lakabıyla tanınan Hızır bin İlyas’ın yazdığı Hacı Baktaş menakıbıdır. Bu menakıpname Hacı Bektaş’ın doğumunu, Horasan’daki çocukluk dönemini ve Ahmet Yesevî ile ilişkilerini anlatmakla başlar. Daha sonra Anadolu’ya gelip Sulucakaraöyük’e yerleşmesi, buradaki yaşamı, o dönemdeki tasavvuf erleriyle ilişkileri ve sonuçta ölümü anlatılır. Hacı Bektaş’ın halifelerinin menkıbeleriyle eser son bulur. Bu menakıpnamenin Hacı Bektaş hakkındaki bilgilerin ana kaynağı ve özellikle Ahmet Yesevî ile ilgili anane ve menkıbelerin Anadolu’daki metinlerini içeren en eski yazılı kaynak olması sebebiyle önemi büyüktür.
Bektaşî edebiyatında menakıpname ve vilayetnamelerin dışında deyiş – duaz – nefesler de önemli bir yere sahiptir.
-
Deyiş
-
Duaz (düez – düvaz)
-
Nefes
HACI BEKTAŞ VELÎ KÜLLİYESİ
-
Hacı Bektaş Velî Külliyesi (Dergâhı)
-
I. Avlu (Nadar Avlusu)
-
II. Avlu (Dergâh Avlusu)
-
Arslanlı Çeşme
-
Aş Evi (Aş Evi Baba Köşkü)
-
Cami
-
Mihman Evi
-
Meydan Evi
-
Kiler Evi
-
III. Avlu
-
Hacı Bektaş Velî Türbesi (Pir Evi)
-
Çilehane
-
Kırklar Meydanı
-
Güvenç Abdal Türbesi
-
Balım Sultan Türbesi
-
Kadıncık Ana (Balımevi) Evi
-
Hacı Bektaş Velî Külliyesi (Dergâhı)
-
Nevşehir ilinin Hacıbektaş ilçesinde yer alan ve Bektaşîliğin “Pir Evi” olan bu külliyenin tarihî gelişimi ve mimarî bünyesi oldukça karmaşık bir yapı arz etmektedir. XIII. yüzyılın ortalarından XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar uzanan geniş bir zaman dilimi içinde oluşumunu tamamladığı gözlenen bu yapı topluluğu, hemen bütün unsurları ile günümüze intikal edebilen nadir tarikat külliyelerinden birisi olarak Türk mimarisinin tarihinde önemli bir yere sahiptir.
-
Hacı Bektaş Velî’nin (öl. 1271), mürşidi Baba İlyas-ı Horasani’nin (öl. 1240) vefatını müteakip, o zamanki adı “Sulucakarahöyük” olan Hacıbektaş’a gelerek burada kendi adına bir zaviye kurduğu bilinmektedir. Mütevazi bir kuruluş olduğu tahmin edilebilen ilk zaviyeden günümüze intikal eden tek unsur, bizzat Hacı Bektaş Velî tarafından kullanıldığı rivayet edilen, “Kızılca Halvet” adındaki halvethanedir. Hacı Bektaş Velî Türbesi ile bunun güney duvarına bitişik olan Kızılcahalvet’i külliyenin çekirdeği olarak kabul etmek gerekir. “Bektaşîliğin teşekkül devresi” olarak tanımlanan XIV. yüzyılda, eskisinden daha geniş kapsamlı tarikat külliyesi niteliğinde bir yapı topluluğunun şekillendiği anlaşılmaktadır.
-
Bektaşîliğin ikinci piri (Pîr-i sânisi) olarak kabul edilen Balım Sultan (öl.1516) XVI. yüzyılın başlarında, (1501 yılında -H.907-), II. Beyazıd’ın desteği ile Hacı Bektaş Velî Zaviyesi’nin şeyhliğini üstlenmiş ve yapmış olduğu ictihadlar ile söz konusu tesisin manevî nüfuzu altındaki yarı bağımsız derviş taifelerini belirli bir erkânın ve merkeziyetçi bir idarenin çerçevesinde teşkilatlandırmıştır. Bektaşîliğin merkezi olan Hacı Bektaş Velî Külliyesi de XVI. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren, kendisine bağlı olan Yeniçeri Ocağı’nın, ayrıca Rumeli’deki akıncı beylerinin desteği sayesinde, giderek genişleyen Osmanlı topraklarında yeni zaviyeler tesis etmek suretiyle nüfuz alanını ve gelirlerini arttırmakta, ayrıca birçok yeni yapı ile donanarak gelişmekteydi.
-
II. Mahmud tarafından Yeniçeri Ocağı ile birlikte 1826’da Bektaşîlik de lağvedilmiş, bu arada, “kâdim” addedilerek yıktırılmayan diğer Bektaşî tekkeleri gibi, Pir Evi de Nakşibendiyye tarikatına devredilmişti. Ancak Tanzimat’ın getirdiği serbestinin sonucunda Hacı Bektaş Velî Külliyesi’nde de bir yeniden yapılanmanın yaşandığı, XIX. yüzyılın ikinci yarısı ile XX. yüzyılın ilk çeyreğinde bazı yeni birimlerin inşa edildiği, ayrıca birçok onarım gerçekleştirildiği gözlenmektedir.
-
Tekkelerin ve türbelerin 1925’te kapatılması üzerine Hacı Bektaş Velî Külliyesi bir müddet Numune Ziraat Mektebi olarak kullanılmış, bu dönemde Maarif Vekâleti Asâr-ı Atika ve Hars müdürü olan H. Zübeyir Koşay’ın gayretleri ile tekkenin barındırdığı eşya dağılmaktan kurtarılmış, içlerinde sanat değeri olanlar, envanterleri yapılarak önce Ankara Kalesi’ndeki bir depoya, sonra Ankara Etnoğrafya Müzesi’nin kurulması üzerine söz konusu müzeye taşınmıştır. Külliyenin geniş kapsamlı onarımına 1958’de Millî Eğitim Bakanlığı tarafından başlanmış, 1959’dan itibaren Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından devam edilmiş, büyük ölçüde aslına uygun biçimde tamir edilen yapı topluluğu, özgün eşyası ile tefriş edilmek suretiyle 16 Ağustos 1964’te müze olarak ziyarete açılmıştır.
-
Nevşehir ili Hacıbektaş ilçesi Bâla Mahallesi, Kayseri Caddesi üzerinde bulunan Hacı Bektaş Velî Dergâhı, Orhan Gazi, I. Murad (Hüdavendigâr), Yıldırım Bayezid ve Yavuz Sultan Selim zamanında yapılan eklerle genişletilmiş ve XVI. yüzyılda bugünkü konumuna getirilmiştir. Hacı Bektaş Velî’nin türbesi, Hacı Bektaş Velî’nin oğlu Seyyid Ali Sultan tarafından 1385 yılında yeniden yaptırılmıştır. Sultan II. Bayezit 1485-1486 yıllarında türbenin çevresini düzenlettirmiş ve kubbesini de kurşunla kaplatmıştır. Sultan IV. Mustafa’nın 1807’deki onarımından sonra Sultan II. Mahmut 1827 yılında türbe dışında kalan bütün yapıları yıktırmış ve dergâh avlusunun doğu köşesine cami yaptırmıştır. Sultan Abdülaziz İstanbul’dan gönderdiği mimarlar ile Hacı Bektaş Velî Dergâhı Postnişini Ali Celaleddin Çelebi’nin kontrolünde yapı topluluğunu yeni baştan yaptırtmış ve türbeleri de onartmıştır. Sultan II. Abdülhamit de 1895’te dergâhı onartmış, genişletmiş ve bugünkü durumuna gelmesini sağlamıştır.
-
Hacı Bektaş Velî Külliyesi I. Avlu (Nadar Avlusu), II. Avlu (Dergâh Avlusu) ve III. Avlu çevresindeki yapılardan meydana gelmiştir.
-
Külliye, eski Türk saraylarında da gözlenen üç avlulu bir yerleşim düzenine sahiptir. Külliyenin barındırdığı birimler, fonksiyonlarına uygun biçimde bu avluların çevresine yerleştirilmiştir. İç düzenine adeta askerî bir hiyerarşinin ve disiplinin egemen olduğu Pir Evi’nde karşılanması gereken her fonksiyon için bir birim düşünülmüş, Bektaşîliğe özgü bir terminolojiye uyularak bu birimler, “mihman evi / at evi / ekmek evi vs.” şeklinde adlandırılmıştır. Kendi içinde birer “ocak” şeklinde teşkilatlanmış olan bu birimlerin başında, “mihman evi babası / at evi babası” şeklinde anılan bir baba ile bunun maiyetindeki “canlar” (dervişler) faaliyet göstermekte, bütün babalar Pir Evi’nde postnişin olan Dede Babaya tâbi bulunmaktaydı.
-
Kuzey-güney doğrultusunda uzanan, ancak farklı eksenlere sahip olan bu avlulardan güneyde yer alan ilki Nadar Avlusu olarak anılmakta, buraya güney yönünde yer alan ve sivri kemerli bir nişin içindeki basık kemeri ile Osmanlı mimarisinin klasik üslubunu yansıtan Çatal Kapı’dan girilmektedir. Uzaktan gelen birçok ziyaretçinin ağırlandığı bu külliyede Nadar Avlusu, yolcuların ihtiyaçlarına cevap veren bölümlerin yanı sıra bazı servis birimleri ile de kuşatılmıştır. Yanında bir güvercinlik bulunduğu bilinen Çatal Kapı’nın batısında misafirlerin barındığı mihman evi (misafirhane), doğusunda at evi (ahırlar), avlunun doğu yakasında, fonksiyon açısından ikinci avludaki aş evine bağlı erzak evi (kiler), bununla aş evinin arasında da ekmek evi (fırın) yer almaktaydı. Duvarları moloz taş veya kerpiç tuğla ile örülmüş, üstleri düz ahşap çatılar ile kapatılmış, basit yapılar olan bu birimler ortadan kalkmış bulunmaktadır. İkinci avlunun batısındaki kitle içinde yer alan çamaşır evi (çamaşırhane) de Nadar Avlusu’na açılmakta ve biri asıl çamaşırhane, diğeri gusülhane olan iki mekânı içermektedir. Avlunun doğu duvarında yer alan Üçler Çeşmesi (Feyzi Baba Çeşmesi)’nin tasarımı ve süslemeleri, külliyenin birçok unsuru gibi, XVI. yüzyıla ait olabileceğini göstermekte, sülüs hatlı manzun kitabesinde ise Sadrazam Halil Rif’at Paşa’nın (1827-1901) eşi Fatma Fikriye Hanım tarafından 1320 (1902) yılında yaptırıldığı belirtilmektedir. Örgüsünde sarı ve kırmızı renkli kesme taşların kullanıldığı çeşme, sivri kemerli bir niş ile donatılmış ve “hüseyni” denilen türde bir Bektaşî tacı ile taçlandırılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |