Louis başını salladı. "Bana da. Ama yine de bir uzmana göstersek iyi olur."
Tardiff, Gage'in kafatasını ölçerken kaşlarını çatmıştı. İki parmağını oğlanın yüzüne uzatmış, Gage hemen başını geri çekmişti. Ama Tardiff gülümseyince Louis'in içi biraz rahatlar gibi oldu. Tardiff oğlana tutması için bir top verdi. Gage topu az sonra bıraktı elinden. Tardiff topu aldı, yere vurup zıplatmaya başladı, gözlerini Gage'in gözlerinden ayırmıyordu. Gage'in gözleri topu izliyordu.
"Hidrosefalik olması olasılığı yüzde elli." dedi Tardiff daha sonra Louis'e. "Belki de daha fazla. Eğer öyleyse bile pek hafif bir vaka. Çok dikkatli görünüyor. Yeni ameliyat yöntemi bu sorunu çözümler... eğer bir sorun varsa..."
"Beyin ameliyatı yani."
"Çok küçük bir beyin ameliyatı."
Louis, Gage'in kafasının büyüklüğüne aklını taktıktan sonra bu konudaki kitaptan okumuştu, Tardif'in sözünü ettiği beyindeki fazla suyu çekip almak işi kendisine pek o kadar basit gelmiyordu. Böyle bir ameliyat yöntemi olduğuna şükredip çenesini fazla açmamasının iyi olacağını düşündü.
"Oğlunun başının yaşına göre biraz büyük olabileceği olasılığı da var her zaman," dedi Tardiff. "En iyisi bir ÇAT taraması yaptırmak, değil mi?"
Louis en iyi yolun bu olduğuna karar vermişti.
Gage hastanede bir gece yatmıştı. Çocuğa genel anestezi yapılmış, uyurken kafasını çamaşır kurutma kazanına benzer bir aletin içine sokmuşlardı. Ellie büyükbabasının yanında kalmış, videoda sabahtan akşama kadar "Sesame Sokağı-nı seyretmişti. Kendisiyle Rachel ise hastanede beklemişlerdi. Çok uzun, bitmek tükenmek bilmeyen kapkaranlık saatler geçirmişti Louis. Genel anestezi sırasında ölüm, ameliyatta ölüm, hidrosefalus sonunda geri zekâlılık, sara, körlük... olasılıklar gerçekten sınırsızdı.
— 252 —
Tardiff saat beşte gelmişti bekleme odasına. Üç puro vardı elinde. Birini Louis'in, birini Rachel'in (kansı itiraz edemeyecek kadar şaşırmıştı) ağzına sokup üçüncüsünü de kendisi yaktı.
"Oğlan iyi. Hidrosefalus yok."
"Yakıver şu nesneyi," dedi Rachel aynı anda hem ağlayıp hem gülerek. "Kusana kadar içeceğim."
Tardiff puroları yaktı.
Tanrı onu 15 numaralı karayolu İçin koruyordu. Dr. Tardiff.
"Rachel, Gage'de hastalık olsaydı ve ameliyat başarılı geç meşeydi... onu yine sever miydin?" "Ne biçim soru bu, Louis?"
-"Sever miydin?"
.Elbette. Ne olursa olsun severdim Gağe'i."
"Geri zekâlı olsaydı bile mi?"
-Evet."
"Onu bir hastaneye kapatmak ister miydin?"
"Sanmıyorum. Şimdi kazandığın parayla bunu yapabilirdik •yi bir yere yani... ama imkân olursa yanımızda isterdim onu. Louis, neden soruyorsun bunlan?"
"Zelda'yı düşünüyordum sanırım." Louis yalan söyleme yeteneğine kendisi de şaşıyordu. "Bir daha aynı şeyi yaşar -.miydin diye merak ediyordum."
"Aynı şey olmazdı. Gage... Gage'di işte. Oğlumuzdu. Çok büyük bir fark yapardı bu. Güç olurdu sanınm... sen onu bir yere kapatmak ister miydin? Pineland gibi bir yere."
"Hayır."
-Uyuyalım haydi."
"İyi fikir."
"Şimdi artık uyayabileceğimi hissediyorum." dedi Rachel. "Bugünü geride bıraktım artık."
"Haydi hayırlısı," dedi Louis.
Rachel uzun bir süre sonra uykulu bir sesle. "Haklısın, Louis... rüyalar işte..." dedi.
"Elbette." Louis karısının kulakmemesini öptü. "Uyu artık."
Sanki kehanetmiş gibi geldi bana.
Louis uzun bir süre uyuyamadı. Uyuyakalacağı anda da ayin kıvrık kemik gibi ucu pencereden kendisine bakıyordu.
— 253 —
43
Ertesi gün hava bulutlu ve sıcaktı. Louis, Rachel'le Ellie'nin bavullarını bagaja verip biletlerini alana kadar kanter içinde kalmıştı. Böylesine meşgul olabilmek bile bir ihsandı sanki kendisine. Şükran Gününde ailesini Chicago'ya gönderirken hissettiği acının pek azım duyuyordu şimdi.
Ellie biraz uzak ve garip gibiydi. Louis o sabah kızın yüzün-de birkaç kez garip, düşünceli bir bakış görmüştü.
Annesiyle belki de bütün yazı geçirmek için Chicago'ya gideceklerini öğrendiğinde hiçbir şey demeden kahvaltısına devam etmişti. Kahvaltıdan sonra hiç ses çıkarmadan yukan çıkıp Rac-hel'in hazırladığı elbiselerini giymişti. Gage'in resmini havaalanına da getirmişti. Louis bilet kuyruğunda beklerken plastik koltuklardan birinde sesini çıkarmadan oturmuştu.
Bay ve Bayan Goldman uçağın kalkışından kırk dakika önce geldiler. Havanın sıcaklığına rağmen Invin Goldman'm sırtında kaşmir bir pardösü vardı (hiç de terlemiş görünmüyordu). Adam gidip kiraladığı arabayı geri verirken Dory Goldman da kızıyla torununun yanına oturdu.
Louis'le Goldman diğerlerinin yanına aynı anda döndüler. • Louis özür dileme oyununun tekrannın oynanacağından korkuyordu, ancak Goldman bir el sıkışması ve bir merhabayla yetinmiş gibiydi. Damadına yönelttiği kısa bakış Louis'in o sabah var dığı kanıyı güçlendirmişti: Kayınpederi dün gece sarhoş olmalıydı.
Hep birlikte yukan çıkıp salonda oturdular. Pek konuşmuyorlardı. Dory Goldman elindeki Erica Jong'un romanına bakıyor ama kapağını açmıyordu. Arada bir de Ellie'nin elindeki resme endişeyle bir göz atmaktaydı.
Louis kızına birlikte gazeteciye gidip uçakta okuyacak bir şey seçmek isteyip istemediğini sordu.
— 254 —
Tardiff saat beşte gelmişti bekleme odasına. Üç puro vardı alinde. Birini Louis'in, birini Rachel'in (kansı itiraz edemeyecek kadar şaşırmıştı) ağzına sokup üçüncüsünü de kendisi yaktı.
"Oğlan iyi. Hidrosefalus yok."
"Yakıver şu nesneyi," dedi Rachel aynı anda hem ağlayıp nem gülerek. "Kusana kadar içeceğim."
Tardiff puroları yaktı.
Tanrı onu 15 numaralı karayolu için koruyordu. Dr. Tardiff.
"Rachel, Gage'de hastalık olsaydı ve ameliyat başanlı geç meşeydi... onu yine sever miydin?" "Ne biçim soru bu, Louis?" "Sever miydin?"
•Elbette. Ne olursa olsun severdim Gage'i."
"Geri zekâlı olsaydı bile mi?"
"Evet."
"Onu bir hastaneye kapatmak ister miydin?"
•Sanmıyorum. Şimdi kazandığın parayla bunu yapabilirdik iyi bir yere yani... ama imkân olursa yanımızda isterdim onu. Louis, neden soruyorsun bunlan?"
•Zelda'yı düşünüyordum sanırım." Louis yalan söyleme yeteneğine kendisi de şaşıyordu. "Bir daha aynı şeyi yaşar--miydin diye merak ediyordum."
"Aynı şey olmazdı. Gage... Gage'di işte. Oğlumuzdu. Çok büyük bir fark yapardı bu. Güç olurdu sanırım... sen onu bir yere kapatmak ister miydin? Pineland gibi bir yere."
"Hayır."
"Uyuyalım haydi."
"İyi fikir."
"Şimdi artık uyayabileceğimi hissediyorum," dedi Rachel. Bugünü geride bıraktım artık."
"Haydi hayırlısı," dedi Louis.
Rachel uzun bir süre sonra uykulu bir sesle. "Haklısın, Lo-as... rüyalar işte..." dedi.
"Elbette." Louis karısının kulakmemesini öptü. "Uyu artık."
Sanki kehanetmiş gibi geldi bana.
Louis uzun bir süre uyuyamadı. Uyuyakalacağı anda da kıvnk kemik gibi ucu pencereden kendisine bakıyordu.
— 253 —
43
Ertesi gün hava bulutlu ve sıcaktı. Louis, Rachel'le Ellie'nin j bavullarını bagaja verip biletlerim alana kadar kanter içinde] kalmıştı. Böylesine meşgul olabilmek bile bir ihsandı sanki ken-* dişine. Şükran Gününde ailesini Chicago'ya gönderirken hisse, tiği acının pek azını duyuyordu şimdi.
Ellie biraz uzak ve garip gibiydi. Louis o sabah kızın yüzünde birkaç kez garip, düşünceli bir bakış görmüştü.
Annesiyle belki de bütün yazı geçirmek için Chicago'ya gideceklerini öğrendiğinde hiçbir şey demeden kahvaltısına devam etmişti. Kahvaltıdan sonra hiç ses çıkarmadan yukan çıkıp Rac-hel'in hazırladığı elbiselerini giymişti. Gage'in resmini havaalanına da getirmişti. Louis bilet kuyruğunda beklerken plastik koltuklardan birinde sesini çıkarmadan oturmuştu.
Bay ve Bayan Goldman uçağın kalkışından kırk dakika önce geldiler. Havanın sıcaklığına rağmen Irwin Goldman'm sırtında kaşmir bir pardösü vardı (hiç de terlemiş görünmüyordu). Adam gidip kiraladığı arabayı geri verirken Dory Goldman da kızıyla torununun yanma oturdu.
Louis'le Goldman diğerlerinin yanına aynı anda döndüler. Louis özür dileme oyununun tekrarının oynanacağından korkuyordu,- ancak Goldman bir el sıkışması ve bir merhabayla yetinmiş gibiydi. Damadına yönelttiği kısa bakış Louis'in o sabah vardığı kanıyı güçlendirmişti: Kayınpederi dün gece sarhoş olmalıydı.
Hep birlikte yukan çakıp salonda oturdular. Pek konuşmuyorlardı. Dory Goldman elindeki Erica Jong'un romanına bakıyor ama kapağını açmıyordu. Arada bir de Ellie'nin elindeki resme endişeyle bir göz atmaktaydı.
Louis kızına birlikte gazeteciye gidip uçakta okuyacak bir şey seçmek isteyip istemediğini sordu.
Ellie yine o düşünceli bakışlarla bakıyordu kendisine. Louis hiç .hoşlanmıyordu bundan.
•Büyükbabanda uslu duracak mısın bakalım?" diye şortla yürürlerken.
"Evet. duracağım. Baba okula gitmiyorum diye bana ceza verirler mi dersin? Andy Pasioca okuldan kaçanları yakalayan bir adam olduğunu söyledi."
"Sen merak etme. Okul işine ben bakarım, sonbaharda yeniden başlarsın okula."
"Sonbahara kadar bir şey olmam umarım. Birinci sınıfa hiç gitmedim. Hep ana sınıfındaydım şimdiye kadar. Birinci sınıftaki çocuklann neler yaptıklarını hiç bilmiyorum. Onlara ev ö-devleri verirler herhalde."
••Başarırsın, hiç merak etme."
"Baba, hâlâ kızgın mısın büyükbabama?"
Louis gözlerine inanamayarak baktı kızına. vBunu da nereden çıkardın, Ellie... büyük babandan hoşlanmadığımı nerden çıkardın bakayım?"
Konu kendisini hiç ilgilendirmiyormuş gibi omuzlarını silk-ti Ellie. "Onun hakkında konuşurken hep öfkelisin de."
Çocuk kitapları taraf ma'giderlerken Ellie babasına yine garip garip baktı. Nasıl hissediyorlardı bunları? öylece biliyorlar mıydı yoksa? Ellie ne kadar biliyordu? Nasıl bir etki yapıyordu bu üzerinde? Ellie. o soluk yüzün ardında neler var?
Ellie'nin aldığı kitaplann parasını ödemek için sıraya girdiklerinde, "Büyükbabanla ben birbirimizi severiz," dedi. Annesinin bir kadın çocuk istediği takdirde çocuğu "bulduğunu" söylediğini hatırladı sonra. Kendi çocuklarına hiç yalan söylemeyeceğine dair kendi kendine verdiği sözleri anımsadı. Son birkaç gün içinde bayağı gelecek vaat eden bir yalancı olmaya başlamıştı, ama şimdi bunu düşünecek değildi.
"Ha." dedi kız. Daha fazla konuşmadı.
Sessizlik daha çok huzurunu kaçırmıştı Louis'in. "Chicago* da ryi vakit geçirecek misin dersin?" diye sordu kıza.
"Hayır."
"Neden?"
Kız babasının yüzüne baktı. "Korkuyorum."
Louis elini kızının başı üstüne koydu. "Korkuyor musun?
— 255 —
Neden ama. yavrum? Uçaktan korkmuyorsun, değil mi?"
"Havır. Neden korktuğumu ben de bilmiyorum, baba. Gage in cenazesinde olduğumuzu gördüm rüyamda, cenaze evi mü duru tabutu açtı içinde Gage yoktu. "Sonra eve döndüm, Gage in yatağına baktım, o da boştu. Ama içinde toprak vardı."
Kalk, Lazarus.
Louis, aylardan beri ilk kez Pascov/un ölümünden sonra gördüğü rüyayı hatırladı. Uyandığında ayaklan ve yatak toprak içindeydi.
Ensesindeki tüyler diken diken oldu.
"Rüya bunlar," dedi Ellie'ye. Sesi kendi kulağına normal ge liyordu hiç olmazsa. "Geçer hepsi."
"Sen de bizimle gelseydin, baba. Yada bizde gitmeseydik Burada kalabilir miyiz, baba? Büyükbabamlara gitmek istemi yorum ben... Okuluma dönmek istiyorum. Olur mu, ha?"
"Az bir süre için, Ellie. Benim... benim yapacak bir iki işim var burada, sonra ben de sizinle olacağım. Ondan sonra ne yapacağımıza o zaman karar veririz."
Louis bir tartışma ya da Ellie'ye özgü öfke nöbetlerinde ı birini bekliyordu. Buna sevinirdi belki de... o bakışa kıyasla tanıdığı, bildiği bir şeydi bu. Ama kızda yalnızca o huzursuzluk verici sessizlik vardı. Louis ona daha başka şeylerde sorabilirdi ama kendisinde soru soracak cesareti bulamadığını farketti. Ellie kendisine belki de duymak istediğinden daha çok şey anlatmıştı.
Ellie'yle Bekleme salonuna dönmelerinden az sonra uçaklan anons edildi. Biniş kartlan çıkanldı, kuyruğa girdiler. Louis karısını kucaklayıp öptü. Rachel bir an sımsıkı sarıldı kocasına.
Ellie ciddi bakışlarla baktı babasına. "Gitmek istemiyorum," dedi. Ama yürüyen yolculann ayaksesleri ve konuşmalan arasında bunu bir tek Louis duymuştu. "Annemin de gitmesini istemiyorum."
•Haydi Ellie," dedi Louis. "Her şey yoluna girecek, görürsün."
"Belki, ama sen ne olacaksın, baba? Ya sen ne olacaksın?"
Kuyruk ilerlemeye başlamıştı. Rachel, Ellie'nin elini çekti, kız bir an gözlerini babasından ayırmadan direndi.
— 256 —
"Baba?" Git artık, Ellie. Lütfen." -
Rache). Ellie'ye bakınca kızın yüzündeki o karanlık, hayalci bakışı ilk kez farketti. Korkuyla, "Ellie?" dedi. "Kuyruğu engelliyorsun, kızım."
Ellie'nin dudakları titredi. Annesinin kendisine çekmesine ses çıkarmadı Dönüp bakınca Louis kızın gözlerindeki çıplak Korkuyu gördü. Sahte bir neşeyle elini kaldırdı.
Ellie el sallamadı.
44
Louis havaalanından çıkarken beyni üzerine soğuk bir örtü gerilmiş gibiydi. Aklında olan şeyi yapmaya kararlı olduğunu farketmişti. Tıp öğrenimi yıllarında aldığı burslar ve karısının haftada altı gün sabahın beşinden on birine kadar bir kahvehanede garsonluk yaparak kazandıklanyla geçinmesirii sağlayan keskin zekâsı sorunu alıp parçalarına ayırmıştı. Sanki şimdiye dek girdiği en büyük sınavdaymış gibi. Ve bundan tam numarayla geçmek niyetindeydi.
Peobscot Nehri Üzerinde Bangor'un karşısında olan küçük Brewer kasabasına sürdü arabayı. \Vatson Hırdavatçılık Mağazasının hemen karşı kaldırımında bir park yeri buldu. •
"Ne istiyordunuz?" diye sordu tezgâhtar. . .
"Büyük bir elfenen dört köşe olanlarından, bir, de ışığını örtecek bir başlık."
Tezgâhtar ufak tefek, çıkık alınlı, keskin gözlü bir adamd . Pis pis gülümsüyordu Louis'e bakarken. "Avlanmaya mı çıkacaksın, Ahbap?" diye sordu.
"Anlamadım."
"Geyiklerin gözüne ışık tutup avlanacak mısın bu gece?"
"Öyle bir niyetim yok. Avlanma ruhsatım bile yok zaten"
Tezgâhtar gözlerini kırpıştırdı, sonra gülmeye karar verdi. "Kısacası, işime burnunu sokma diyorsun, öyle değil mi? Pekâla öyle olsun. O büyük fenerlerin üstüne başlık yok. ama ister-
— 257 — Hayvan Mezarlığı — F : 17
sen üzerini keçeyle kaplayıp ortasına bir delik delersin, o zaman ipincecik bir ışık elde edersin."
"Teşekkürler."
"Başka bir şey ister miydin?"
"Evet Bir kazma, bir kürek, bir bel. Kürek kısa saplı olacak. Sağlam bir ip. Bir çift iş eldiveni. Bir de iki metreye iki metre bir branda."
"Tamam."
( "Fosseptik deposunu çıkaracağım,- dedi Louis. "KomşuU-rım şikâyet ediyorlar da. Işığı örtmemin bir yarar: olup olmad.-ğım bilemiyorum ama bir deneyeceğim. Yoksa esaslı bir ce^a yerim yakalanırsam."
"Çalışırken burnuna bir de mandal takman gerekecek."
Louis kendisinden beklenildiği üzere güldü. Hesabı 59 dolar altmış sent tuttu. Parayı nakit olarak ödedi.
Benzin fiyatları arttığından bu yana steyşın vagonu çok az kullanmışlardı. Direksiyon milinin bir arızası vardı, ama LOUİSJ en az iki yüz dolar tutacak onarımı hep erteleyip durmuştu.^ Şimdi arabaya tam ihtiyacı varken kullanamayacaktı işte. Hon-j da'mn arkası açılıyordu. Ludlow'a kazma kürekle dönmek pek hoş olmayacaktı. Jud Crandall'ın gözleri keskindi, kafası da iyi çalışırdı. Ne yapmak üzere olduğunu bir bakışta anlayacaktı.
Birden eve dönmek için hiçbir nedeninin olmadığı geldi ak-î ima. Tekrar Bangor'a dönüp Odlin Caddesindeki Howard John-, son Moteline gitti. Şimdi yine hem havaalanına, hem de oğlunun gömüldüğü mezarlığa yakındı. Dee Dee Ramone adıyla mo^ tele kaydını yaptırıp oda ücretini nakit olarak ödedi. >
Ertesi sabahtan önce biraz dinlenmek'iyi gelecekti, önündeki gece boyunca epey zorlu bir işi vardı.
Ama beyni bir türlü sakinleşmiyordu.
Planı durmadan dönüp duruyordu kafasının içinde. Her açı-; dan yeniden kontrol ediyordu, zayıf noktalannı arıyordu. Ger-j çekte bir çılgınlık ırmağının üstünde daracık bir tahtadan geç-f meye çalıştığının farkındaydı. Çevresini çılgınlık kaplamıştı. Dört yanını. Sıkıştırıyordu durmadan.
Bu gece saat on bir sularında oğlunun mezarını kazacak, cesedi tabuttan çıkaracak, Gage'i brandaya sanp arabanın arkasına, yerleştirecekti. Tabutu kapatıp mezarı yeniden doldura-
— 258 —
çaktı. Sonra Ludlo\v'a dönecek, cesedi arabadan çıkaracak... ve bir yürüyüşe çıkacaktı. Evet, bir yürüyüşe çıkacaktı.
Gage dirilirse, önündeki tek yol ikiye ayrılıyordu. Gage, belki biraz ağır hareketli, hatta geri zekâlı olarak dönecekti. Ama yine oğlu olarak, Rachel'm oğlu, Ellie'nin kardeşi olarak.
Öteki yoldaysa evin arkasındaki ağaçların arasından çıkan bir canavar vardı. Louis o kadar çok şeyi kabullenmişti ki, artık canavarlardan, cinlerden, ruhu uçup gitmiş bir ölünün cesedine giren öteki dünya yaratıklarından korkmuyordu artık.
Her ne olursa olsun, oğluyla yalnız olacaktı. Ve...
Bir teşhis koyacağım.
Evet, yapacağı buydu işte.
Yalnız vücudu için değil, ruhu için de bir teşhis koyacağım. Kazanın getirdikleri için bir pay ayıracağım kuşkusuz. Kendisi kazayı hatırlamayabilir de. Church örneğinde olduğu gibi bir peri zekâlılık bekleyebilirim. Gage'i yirmi dört saatle yetmiş iki saat arasında bir sûre izleyerek tekrar ailemize katıp katmama konusunda bir karara varacağım. Eğer kayıp çok büyükse, Timmy Baterman gibi kötü bir şey olarak dönerse .. onu öldüreceğim.
Bir doktor olarak Gage'i öldürebileceğini hissediyordu. Hele Gage başka bir varlık taşıyan bir araçsa, işi daha da kolaylaşacaktı. Çocuğun kandırmalarına yalvarmalarına kanmayacaktı. Veba mikrobu taşıyan bir fareyi öldürür gibi öldürecekti onu. Melodramatik olmaya gerek yoktu. Su içinde bir hap ya da gerekirse bir iki hap Veya bir iğne. Çantasında morfin vardı. Sonra cesedi yeniden Pleasantview'e götürüp gömecekti. Hayvan Mezarlığını da düşünmüştü. Orası daha güvenli olurdu kendisi için. Ama oğlunu oraya gömemezdi. Birkaç nedeni vardı bunun. Beş yıl, on yıl, • yirmi yıl sonra hayvanını gömen bir çocuk Gage'in kemiklerini bulabilirdi. Ama gerçek neden bu değildi. Hayvan Mezarlığı... çok yakın olabilirdi.
O işi de bitirdikten sonra uçakla Chicago'ya gidip ailesiyle buluşacaktı. Ne Rachel'in, ne de Ellie'nin ne yaptığını bilmele rine gerek kalmayacaktı.
Sonra öteki yola baktı yine, oğluna olan sevgiyle körükörü-ne istediği öteki yola. Muayene dönemi sona erince Gage'le bi likte gece yola çıkacaklardı. Yanına bazı belgeler alacak ve b
— 259 —
daha oraya dönmeyecekti. Gage'le bir motele -belki de bu mott le- gelirlerdi.
Ertesi sabah butun parasını bankadan çekip American Express seyahat çeki alacaktı. (Dirilen oğlunla evden çıkarken onları yanına almayı unutma, diye düşündü). Bolca da nakit bulunduracaktı yanında. Gage'le Florida'ya giderlerdi belki. Oradan Rachel'e telefon edip nerede olduğunu bildirecek, annesiyle babasına bir şey söylemeden kızı alıp hemen yanına gelmelerini isteyecekti. Louis, Rachel'i bunu yapmaya ikna edebileceğinden emindi. Hiçbir şey sorma, Rachel. Gel yalnızca. Şu anda, şu dakika gel.
Ona nerede kaldığını (kaldıklarını) söyleyecekti. Bir motelde herhalde. Rachel'le Ellie kiraladıkları bir arabayla geleceklerdi. Kapıyı vurulduklarında Gage'le birlikte açacaktı. Gage in üzerinde mayosu olacaktı.
Sonra...
Ondan sonrasını düşünmeye cesaret edemiyordu. Planın y niden başlangıcına döndü. Eğer işler yolunda giderse îrwı Goldman'ın o şişkin çek defteriyle izlerini bulamaması için ye; yeni yaşamlarının ayrıntılarım düşünmek zorundaydı. Boy,ı. şeyler çözümlenirdi nasıl olsa.
Ludlow'daki evlerine yorgun, gergin ve biraz da ürkmüş olarak gelişini hatırlıyordu. Yolda arabayı Orlando'ya sürüp Disney Dünyasında doktor olarak bir iş aramayı düşünmüştü bir ara. Belki de sanıldığı kadar uzak bir hayal olmayabilirdi bu.
Kendisini beyazlar içinde, Tılsımlı Dağa çıkmış ve sonra korkudan bayılmış bir kadını muayene ederken görebiliyordu. Geri çekilin, biraz hava alsın, dediğini duyar gibi oluyordu. Kadın gözlerini açıyor, minnetle gülümsüyordu kendisine.
Louis hoş sayılabilecek bu tür düşünceler içindeyken birden uyuyakalcü. Kızı da o sırada Niagara Cavlanırım üzerinden geçerken telaşla kızm yanına koşarken uyuyordu Louis; sinirleri tümüyle bozulan Rachel kızını avutmaya çalışırken uyuyordu. Gage bu, anne! Gage! diye Ellie bağırırken uyuyordu. Gage yaşıyor! Babamın çantasından bıçağını almış! Beni öldürmesin n'olur, anne! Babamı öldürmesin!
Sakinleşen Ellie hıçkırarak annesinin göğsüne yaslanıp, (iri ve yaşlı olmayan gözlerle çevresine bakarken, Dory Goldman
— 260 —
bu olanların. Ellie için çok kötü olduğunu, kızın kendisine Rac-hel'in Zelda öldükten sonra halini hatırlattığını düşünürken Louis uyuyordu.
Saat beşi çeyrek geçe uyandığında, gün yavaş yavaş karar* maya başlamıştı.
Çok iş var, diye düşünerek kalktı.
45
United Havayolarının 419 sefer sayılı uçağı O'Hare Havaalanına inip yolcularını üçü on geçe boşalttığında, Ellie Greei hafif bir isteri nöbetine kapılmış, Rachel ise korku içindeydi.
Ellie' nin omzuna dokunulursa sıçrayarak dönüp iri ve anlamsız gözleriyle insanın yüzüne bakıyor, vücudu hiç durmadan yaprak gibi titriyordu. Sanki elektrik yüklüymüş gibi. Uçaktaki karabasan yeteri kadar kötüydü zaten, ama bu,.. Rachel ne yapacağını bilemiyordu.
Terminale girerken Ellie'nin ayakları birbirine dolandı, yere düştü. Rachel kızı kucaklayıp kaldırana kadar da yerden kalkmadı. Uçaktan inenler kızın çevresinden dolanıyorlar ya da transit geçen yolculara özgü o ilgisiz ama hafifçe acıyan bakışlarla bakıyorlardı.
"Neyin var, Ellie?" diye sordu Rachel.
Ama Ellie cevap vermedi. Lobiden geçip bagaj yerine doğru yürüdüler. Rachel annesiyle babasının kendilerini beklediklerini gördü. Elini salladı. Yaşlı kan koca kızlarının yanına geldiler.
Dory, "Sizi kapıdan bekleyemeyeceğimizi söylediler," dedi. "Biz de... Rachel? Eileen nasıl?"
•İyi değil."
"Anne, tuvalet var mı burada? Kusacağım galiba."
"Tanrım!" Rachel şaşkın bir halde tuttu kızının elini. Karşıda' bir tuvalet görmüştü, oraya gittiler.
"Ben de geleyim mi?< diye seslendi Dory.
— 261 —
"Hayır. Siz bavulları alın."
Tuvalet boştu neyse. Rachel çantasında bozukluk para ararken tuvaletlerden birinin kilidinin kınk olduğunu görüp kızı hemen oraya soktu. Ellie çimdi inleyerek karnını tutuyordu. İki kere öğürdü ama kusmuk gelmiyordu.
Ellie biraz daha'iyi olduğunu söyleyince Rachel kızını musluğa götürüp yüzünü yıkadı. Eliie kâğıt gibi beyazdı, gözlerinin altında halkalar oluşmuştu.
-Ellie, ne var? Neden söylemiyorsun bana?"
-Bilmiyorum," dedi kız. "Ama babam bana bu yolculuğa çıkacağımızı söylediğinden beri bir şey var. Onun bir şeyi vardı çünkü."
Louis, ne saklıyorsun benden? Bir şey saklıyordun. Görüyordum bunu. Ellie bile görüyordu.
Rachel birden kendisinin de o gün sabahtan beri sinirli olduğunu farketti, sanki hep bir şeylerin olmasını beklermiş gibi. Aybaşılanndan iki üç gün önce olduğu gibi sipirli ve gergin hissediyordu kendini, gülmeye ya da ağlamaya hazır veya her an başının ağrımasını beklermiş gibi.
"Ne?" diye sordu aynadan Ellie'ye: "Babanın nesi olabilir, yavrum?"
"Bilmiyorum. Bir rüya gördüm. Gage vardı galiba rüyamda ya da Church. Hatırlamıyorum. Bilemiyorum."
"Ellie, rüyanda ne gördün?"
-Hayvan Mezarlığındaymışım," dedi Ellie. "Paxcow beni o-raya götürdü ve babamın da oraya gelip korkunç bir şey yapacağını söyledi."
"Paxco-w- mu?" Hem keskin, hem de pek belirli olmayan bir korku bıçak gibi saplanmıştı Rachel'e. Neden yabancı gelmemişti bu ad? Bu adı ya da buna benzer bir adı bir yerlerde duymuştu ama nereden duyduğunu anımsayamıyordu. "Paxcow diye birinin seni Hayvan Mezarlığına götürdüğünü mü gördüa rüyada?"
"Evet. Adının öyle olduğunu söyledi. Ve..." Kızın gözleri birden irileşti.
"Başka bir şey mi hatırladın?"
"Kendisinin uyarmak için gönderildiğini ama işe kanşama-yacagını söyledi. Bir... bir şeymiş... babama yakınmış, çünkü
Dostları ilə paylaş: |