"Louis?" diye seslendi pek fazla bir umut beslemeden. Lo uis değildi oradaki. Oradaki her neyse, yaşlı bir adamı boşboğazlığı ve gururu için cezalandırmaya gelmişti.
Ayaksesleri koridordan oturma odasına yaklaşıyordu.
— 313 —
Jud sonunda ayağa kalkabildi. "Gage?" Gözünün ucuyla kü! lükteki upuzun, kıvrık külü gördü, "Gage, sen mi..."
Çirkin bir miyavlama duyuldu. Jud'un bütün kemikleri bir anda donmuş gibiydi. Mezardan dönen Louis'in oğlu değil, bir canavardı.
Hayır, İkisi de değildi.
Church'tü gelen. Kapının önünde durmuş o sesi çıkarıyordu Kedinin gözleri kirli lambalar gibi parıldıyordu. Louis'in bakış-. lan öteki yana kaydı, kediye gelen şeye dikildi.
Jud gerilemeye başladı, düşünmeye çalışıyor, o koku karşısında mantığını kaybetmemeye çalışıyordu. Öyle soğuktu ki içersi... o şey soğuğunu da birlikte getirmişti.
Jud ayaklan üstünde sallanıyor, bacaklan arasına giren kedi dengesini kaybettiriyordu. Jud kediye bir tekme atıp yanından uzaklaştı. Hayvan dişlerini göstererek tısladı.
Düşün! Seni moruk seni. düşün hele! Çok geç değildir belki, halâ çok geç olmayabilir... geri döndü ama yine öldürülebi lir... bir yapabilsen... bir yolunu düşünebilsen...
Jud mutfağa doğru geriledi, birden mutfaktaki çatal bıçak çekmecesini ammsamıştı. Çekmecede bir et satın vardı.
İnce bacakları mutfağa açılan kapıya çarptı. Kapıyı itti. Evine gelen şey hâlâ belirsizdi, ama soluklannı işitebiliyordu İleri geri sallanan beyaz bir el görünüyordu, el bir şey tutuyordu ama bunun ne olduğunu anlayamadı Jud. Mutfağa girince yaylı kapı yeniden kapandı. Jud hemen arkasını dönüp çekmeceye koştu. Satınn iyice yıpranmış tahta sapını kaptığı gibi yine kapıya doğru döndü. Hatta bir iki adım bile attı. Cesaretini az da olsa bulmuştu.
Onun bir çocuk olmadığını unutma. Canına okuyacağını anladığında bağırabilir, hatta ağlayabilir de. Ama sakın kanma ona. Şimdiye kadar çok şeye kandın, moruk. Son fırsatın bu.
Kapı yine açıldı; ama bu kez yalnızca kedi girmişti içeri. Jud hayvanı gözleriyle izledi bir süre, sonra başını kaldırdı.
Mutfak doğuya baktığı için pencerelerden şafağın ilk sütbe-yazı ışığı giriyordu.. Çok değil, ama yeterli. Hem de fazlasıyla yeterli.
Gage Creed üzerinde gömüldüğü elbise olduğu halde içeri girdi: Ceketinin yakalarında ve omuzlarında yosunlar vardı. Yo~
— 314 —
sun beyaz gömleğini de kirletmişti. San saçları toztoprak içindeydi. Bir gözü duvara dönüktü, müthiş bir dikkatle boşluğa bakıyordu. Diğer gözüyse Jud'a çevriliydi.
Gage sırıtıyordu.
"Merhaba, Jud." dedi çocuksu ama anlaşılabilir bir sesle. "Kokmuş ruhunu cehenneme göndermeye geldim. Bir kere sıç-nuştın ağzıma. Ergeç dönüp benim de senin ağzına sıçacağımı düşünmedin mi?"
Jud satın kaldırdı. "Gel ulan öyleyse, her neysen, gel b*-kalım. Kimin kimin ağzına sıçacak görürüz."
"Norma öldü. ardından yas tutacak kimsen yok artık." dedi Gage. "Ne ucuz orospuydu o ama. Arkadaşlarının hepsiyle yatmıştı, Jud. En çok da o işi arkadan severdi. Şimdi romatizmu-sıyla falan cehennemde cayır cayır yanıyor. Onu orada gördüm. Jud. Onu gördüm orada."
Gage iki adım ilerledi, ayakkabıları muşambanın üstünde çamurlu izler bırakıyordu. "Bir elini sanki Jud'un elini sıkmak istermiş gibi öne uzatmıştı, öteki eli arkasındaydı.
"Dinle, Jud." Gage'in ağzı açıldı, küçük süt dişleri göründü. Dudaktan kıpırdamadığı halde şimdi Norma'nın sesiyle konuşuyordu.
"Seninle öyle çok alay ettim ki! Hepimiz alay ettik seninle! Nasıl da güldük..."
."Kes artık!" Satır titriyordu Jud'un elinde.
"Bizim yatakta yaptık, Herk'le ben. George'la da yattım, hepsiyle yattım, ben senin orospularla yattığını biliyordum ama sen hiçbir zaman bir orospuyla evlendiğini bilmedin. Nasıl da alay ederdik seninle, Jud! Hem ciftleşlr, hem de kahkahalarla...
"KES ARTIK!" diye bağırdı Jud. Kirli elbisesi içindeki küçük şekle doğru atıldı. Tam o anda kedi saklandığı tezgahın altından ok gibi fırladı. Kulaklarını kısmış tıslıyordu... Jud'un ayaklarına çarptı. Satır adamın elinden fırladı, eskimiş muşambanın üstünde kayıp dönmeye başladı. Sonra bir kenara çarpıp buzdolabının altında kayboldu.
Jud yeniden oyuna getirildiğini anlamıştı, tek avuntusu bu nün son olduğuydu. Kedi bacaklannı tırmalıyordu şimdi, ağzı açık, gözlen parıl panldı, fokurdayan bir çaydanlık gibi tıshyoı du. Gage de yanındaydı artık, suratında mutlu bir sırıtma, k<
— 315 _
narları kızıl, ay biçimindeki gözleriyle... sağ eli arkasından y vaş yavaş çıktı. Jud çocuğun elinde Louis'in siyah çantasından
çıkma bir neşter gördü.
-Tanrım,- diye mırıldanarak darbeyi önlemek için sağ elini kaldırdı. Optik bir oyun olmalıydı, aklını kaçırmıştı herhalde, çünkü neşteri aynı anda elinin hem içinde, hem dışında görüyordu. Birden yüzünden ılık bir şey akmaya başladığında ne olduğunu anladı.
"Canına okuyacağım senin, moruk!" diye Gage'e benzeyen şey zehirli soluğunu yüzüne üfledi. "Canına okuyacağım senin! Canına!"
Jud elini uzatıp Gage'in , bileğini yakaladı. Cage'in derisi kâğıt gibi kaldı elinde.
Neşter yaşlı adamın elinde dikey bir ağız bırakarak çekilip alındı.
"Canına okuyacağını senin...l .
Neşter bir daha indi.
Bir daha.
Bir daha.
59
"Bir kere de şimdi deneyin, hanımefendi," dedi kamyon su rücüsü. Adam Rachel'in kiralık arabasının kaputunu açmış, motora eğilmişti.
Rachel kontak anahtarını çevirdi. Arabanın motoru birden çalıştı. Kamyoncu kaputu kapattı, ellerini kocaman mavi mendiline r.ilerek Rachel'in yanındaki cama yaklaştı. Hoş, kırmızı bu* suratı vardı.
Ağlamak üzere olan Rachel, "Çok teşekkür ederim," dedi. "Ne yapacağımı bilmiyordum doğrusu."
"Bir çocuk bile yapardı bunu canım. Garip bir şey. Böyle yeni bir arabada bu tür anza olacağı aklıma bile gelmezdi."
"Neden? Ne vardı?"
— 316 —
"Akü kablolarından biri çıkmış. Bir oynayan falan olmadı ya?"
"Hayır." Rachel dünyanın en büyük sapanının lastiğine çarptığını düşünüyordu yine.
"Yolda sallantıdan gevşemiş olacak. Ama bundan sonra bir şey olmaz, iyice sıkıştırdım artık."
"Acaba borcum ne kadar?" diye sordu Rachel utanarak.
Kamyoncu gürültülü bir kahkaha attı. "Ne münasebet, hanımefendi! Bizler yolların şövalyeleriyiz, unuttunuz mu?"
Rachel gülümsedi. "Teşekkür ederim öyleyse."
"Bir şey değil." Adam sabahın bu saatinde güneş ışığı dolu bir gülümsemeyle baktı kadına.
Rachel de gülümseyerek arabayı parktan çıkarıp otoyola giden dar yola soktu. İki yanına dikkatle baktı. Beş dakika sonra yeniden otoyola çıkmış kuzey yönünde ilerliyordu. Kahve tahmin edemeyeceği kadar iyi gelmişti. Şimdi uykusu falan kalmamıştı artık, gözleri kapı tokmaklan gibi irileşmişti. O huzursuzluk duygusu, sanki biri tarafından yönetiliyormuş gibi o saçma duygu bir-kez daha yokladı kadını. Akü kablosunun öyle birden çıkışı...
Zaman tanıyacak kadar gecikmesi için...
Sinirli sinirli güldü kendi kendine. Neye zaman tanıyacak kadar?
Geri alınamayacak bir şeyin yapılmasına kadar.
Saçmaydı bu. Gülünçtü. Ama Rachel yine de arabayı biraz daha hızlandırdı.
Saat beşte, Jud iyi dostu Dr. Creed'in çantasından çalınan neşterden korunmaya çalışırken, Ellie neyse ki hatırlayamadığı karabasanından çığlıklar ata ata uyanırken, Rachel otoyoldan çıkıp Hammond Sokağı kavşağına girdi. Burası oğlunun, içinde yalnızca bir bahçıvan beli bulunan tabutunun bulunduğu mezarlığa çok yakındı. Rachel saat beşi çeyrek geçe 15 numara'.ı yolda Ludlovv'a doğru ilerliyordu.
Önce doğruca Jud'a gidecekti, hiç olmazsa verdiği bu sözü tutmaya kararlıydı. Zaten arabaları evin önünde değildi; kuşkusuz arkada garajda olabilirdi, ancak evin uykuda, bomboş bir hali vardı. Louis'in evde olacağına dair hiçbir önsezi yoktu içinde.
— 3U —
Rachel arabayı Jud'un kamyonetinin arkasına park edip çevresine dikkatle bakarak dışarı çıktı. Bu tertemiz, yeni ışıkta otlar çiyle panldıyordu. Bir yerde bir kuş öttü, sonra sustu. Çocukluğundan bu yana herhangi bir zorlayıcı neden olmadan şafak sökerken ancak birkaç kez uyanık ve yalnız olmuştu. Yaı-mzlıkla birlikte bir yücelme duygusu da hissetmişti o zamanla*. Yenilik ve devamlılık gibi çatışan bir duygu. Bu sabah öyle temiz ve iyi şeyler hissetmiyordu. İçindeki sürekli huzursuzluğu da dehşet dolu son yirmi dört saatiyle daha çok yeni olan kaybına bağlayamıyordu tümüyle.
Basamakları çıkıp tel kapıyı açtı. Ön kapının eski biçim çıngıraklı zilini çalacaktı. Oraya Louis'le ilk geldiğinde bayılmıştı zile, saat yönünde çevirince gürültülü ama müzikal, hoş bir ses çıkarırdı.
Yere bakarak zile uzandı. Birden kaşlan çatıldı. Yerde çamurlu ayakizleri vardı. Arkasına bakınca ayakizlerinin telli kapıdan içeri doğru geldiğini gördü. Çok küçük izler. Çocuk izlen belki de. Ama kendisi bütün gece yoldaydı ve hiç yağmur yağmamıştı. Rüzgâr vardı evet, ama yağmur yağmamıştı.
Uzun bir süre baktı ayakizlerine... çok uzun hem de... zili çevirmek için güç harcaması gerektiğini farketti. Zili tuttu. . sonra yine bıraktı.
Zilin sesini duyar gibi oluyorum, hepsi bu. Bu sessizlikte zil sesi duyuyor gibiyim. Sonunda uyumuştur herhalde, ben zili çalınca da korkarak uyanacak...
Ama korktuğu bu değildi. Uyanık durmanın ne kadar güç olduğunu anladığında endişelenmiş, garip bir korkuya kapılmıştı, ama bu yeni korku bambaşka bir şeydi, yalnızca o küçük ayakizleriyle ilgili bir şey... O boy izler„_
Aklına gelen düşünceyi engellemeye çalıştı, ama çok yorgundu, kafası çok ağır çalışıyordu.
Gage'in ayakizleri...
Yeter! Kes artık!
Rachel uzanıp zili çevirdi.
Zilin sesi hatırladığından daha kuvvetliydi, ama hatırladığı kadar müzikal de değildi, sessizlikte keskin, boğuk bir çığlık. Rachel hiç de neşe işi taşımayan kesik bir kahkahayla geri çekildi. Jud'un ayakseslerini bekledi. Ama Jud'un ayaksesleri du-
— 318 —
yolmuyordu. Sessizlik vardı içerde, sonra yine sessizlik, o demirden kelebek biçimli zilin anahtarını bir daha çevirip çevirmemeyi düşünürken kapının ardından bir ses duyuldu. En çılgın hayallerinde bile aklına getiremeyeceği bir ses.
Miyav... miyaaav.... miyaaaav.,
"Church?" diye şaşkın şaşkın seslendi, öne eğildi, ama içersini görmesi olanaksızdı. Kapının camı beyaz bir perdeyle örtülüydü. Norma'nın elişi. "Sen misin, Church?-
Miyav!
Rachel kapıyı açmayı denedi. Açıktı. Church holde, kuyruğunu ayaklan çevresine sarmış, oturuyordu. Tüyleri koyu renkli bir şeyle boyanmıştı. Çamur, diye düşündü Rachel.
Sonra hayvanın bıyıklarındaki sıvı damlacıklarının kırmızı olduğunu farketti.
Kedi ayağının birini kaldırıp yalamaya koyuldu, gözlerini Rachel'in yüzünden bir an olsun ayırmamıştı.
Şimdi gerçekten korkan Rachel, "Jud?" diye seslendi. Kapıdan içeri girdi.
Evden çıt çıkmıyordu. Yalnızca sessizlik...
Rachel düşünmeye çalışıyordu, ama kız kardeşi Zelda'nın hayali zihnine giriyor, düşüncelerini bulanıklaştınyordu. Ellen nasıl da bükülmüştü. Kızdığı zaman nasıl da kafasını duvara vururdu, başını vurduğu yerde duvar kâğıdı yırtılmış, sıvalar hep dökülmüştü. Ama şimdi Zelda'yı düşünmenin zamanı değildi. Jud'a bir şey olmuştu belki de. Ya düşmüşse? Yaşlı bir insandı ne de olsa.
Onu düşün, çocukluğunda gördüğün rüyaları değil. Bir dolabın kapağını açıp da Zelda'nın kararmış, sırıtan yüzüyle üstüne sıçradığını, banyonun deliğinden onun sana bakan gözlerini gördüğünü, Zelda'nın bodrumda kalorifer ocağının ardına saklandığını gördüğünü değil...
Church ağzını açtı, keskin dişlerini gösterdi ve bir dah* Miyav! diye bağırdı.
Louis haklıydı, onu hiç kısırlaştırmayacaktık, o günden beri bir daha eski Church olamadı. Ama Couis onun tüm sald> gan içgüdülerinden kurtulacağını söylemişti. Yanıldı oysa, Chu" eh hâl* avlanıyor. Halâ...
Miyav! diye bağıran kedi dönüp merdivenden yukarı çık f
\
— 318 —
"Jud!" diye seslendi Rachel, "Orada mısın?"
Miyav! diye bağırdı. Church merdivenin üst basından Rac-hel'in sorusuna karşılık verirmiş gibi, sonra koridorda gözden kayboldu.
İçeri naşı! girdi acaba? Jud mu içeri aldı yoksa? Neden?
Rachel ne yapması gerektiğini düşünerek ağırlığım bir ayağından diğerine aktardı. İşin en kötü yanı... bütün bunlann önceden düzenlenmiş1 gibi gelmesiydi... sanki bir şey onun burada olmasını istiyordu...
Birden bir inilti duyuldu yukardan... alçak sesli, ıstırap dolu... Jud'un sesi. Banyoda düşmüş olmalı, belki bacağını kırmıştır, ya da kalçası çıkmıştır, yaslıların kemikleri gevrek olur. Çişin gelmiş gibi ne sallanıp duruyorsun burada. Church'un •üzerindeki kandı kan... Jud yaralanmış olmalı, sense burada duruyorsun öyle kazık gibi! Nen var senin?
••Jud!" İrultı yeniden duyulunca Rachel koşa koşa yükün çıktı.
Daha önce buraya hiç çıkmamıştı, koridorun tek penceresi batıya, nehre baktığından içersi hâlâ karanlıktı. Koridor, merdiven boşluğunun yanından evin arkasına kadar uzanıyordu, merdivenin kiraz ağacından korkuluğu yumuşak bir zariflikle parlamaktaydı. Duvarda Akropol'ün bir resmi asılıydı.
IZelda bu kadar yıldır peşini bırakmadı, şimdi de kapıyı açmasının zamanı geldi, kapının ardında olacak kamburuyla, çiş ve ölüm kokusuyla, Zelda'mn günü geldi sonunda, yakaladı seni sonunda işte...)
İnleme bir daha duyuldu, sağdaki ikinci kapının ardında. .
Rachel topukları tahtalar üzerinde takırtılar çıkararak kapıya doğru yürüdü. Bir değişim geçiriyor gibiydi. Küçülüyordu sanki. Duvardaki Akropol resmi giderek yükseliyordu, kapının kesme kristalden tokmağı neredeyse gözü hizasına gelecekti. Elini .uzattı... ama tokmağa dokunamadan kapı içerden hızla açıldı.
Zelda duruyordu karşısında.
Kamburdu, eğri büğrüydü, gövdesi öyle çarpılmıştı ki, iki kanş boyunda bir cüceden farksızdı, üzerinde her nasılsa Gago' in gömülürken giydirdikleri elbise vardı. Ama Zelda'yı, hiç kuşkusuz, gözleri çalgın bir neşeyle panldıyordu, kırmızıydı yüzü.
— 320 —
bağırıyordu. "Sonunda geldim işte sana, Rachel. Senin belini de benimki gibi bükeceğim, bir daha yataktan hiç çıkamayacaksın yataktan hiç çıkamayacaksın YATAKTAN HİÇ ÇIKAMAYACAKSIN..."
Church, Zelda'nın bir omzuna oturmuştu. Zelda'nm yüzü bulanıklaşıyor, değişiyordu. Rachel müthiş bir dehşetle onun Zelda olmadığını gördü. Böylesine aptalca bir yanlışlığı nasıl yapmıştı? Gage'di bu. Yüzü kara değil pisti, kana bulanmıştı Şişmişti, sanki çok ağır yaralanmış da sonradan kaba, beceriksiz ellerle bitiştirilmiş gibi.
Rachel oğluna seslenerek kollarını uzattı. Gage annesine koştu, kollarına atıldı. Bir eli hep arkasmdaydı, sanki bir başkasının bahçesinden topladığı bir demet papatya sakhyormuş gibi.
"Sana bir şöy getirdim, anne!" diye bağırdı. "Sana bir şey getirdim, anne! Sana bir şey getirdim! Sana bir şey getirdim!"
60
Louis Creed gözlerine dolan güneş ışığıyla uyandı. Doğrulmaya çalışırken sırtındaki ağrıyla yüzünü buruşturdu. Müthiş bir ağrıydı bu. Yastığa yaslanıp baktı. Üstünde hâlâ elbisesi vardı
Kaslarının katılaşmış olmasına karşın kendini iyice gererek uzun bir an yattı öylece. Sonra doğruldu.
"Tüh!" diye söylendi. Oda bir iki saniye döndü gözlerinin önünde. Sırtı çürük bir diş gibi zonkluyordu. başını oynatmaya çalıştığında boynundaki sinirler yerlerini paslı testere bıçaklarına bırakmışlardı sanki. Ama en kötüsü diziydi. Ben Cay hiçbir işe yaramamıştı. Melhem falan sürmek değil, en iyisi bir kortizon iğnesi yapmalıydı. Dizkapağındaki şiş pantolonunu germişti, bacağında bir balon vardı sanki.
"Vay vay vay!"
Yatağın kenarında oturabilmek için dizini ağır ağır büktü ısırmaktan bembeyaz kesilmiş dudaktan.
— 321 — Hayvan M*zerlı$ı — F
Göğe! Gage döndü mü?
Duyduğu sancıya rağmen kalktı ayağa. Kapıdan güçlükle çıkıp Gage'in odasına girdi. Dudaklarında oğlunun adı titreyerek çılgıncasına baktı çevresine. Oda boştu. Topallaya topallaya Ellie'nin odasına gitti. O da boştu. Yandaki oda da. Yola bakan odada da kimse yoktu. Ama...
Yolun karşısında yabancı bir araba vardı. Jud'un Kamyonetinin arkasında.
Ne çıkardı bundan?
Oradaki bir yabancı araba bir sorun demekti, işte bu çıkardı.
Louis perdeleri aralayıp daha bir dikkatle baktı arabaya. Küçük mavi bir Chevette'ti bu. Arabanın üstünde de Church kıvrılıp yatmış, belki de uyuyordu.
Perdeyi kapatmadan uzun bir süre bekledi Louis. Jud'un konuğu vardı demek! ne çıkardı bundan? Üstelik Gage'in durumu hakkında endişelenmek için de çok erkendi henüz. Church saat birde falan dönmüştü, oysa şimdi saat dokuzdu daha. Güzel bir mayıs, sabahının dokuzu. Şimdi aşağı inip kahve yapacak, elektrikli yastığı çıkarıp dizine saracak ve...
Church o arabanın tepesinde ne arıyordu?
"Haydi canım sen de," dedi yüksek sesle. Aksak adımlarla koridorda yürümeye başladı. Kediler her yerde yatıp uyurlardı, huylan böyleydi.
İyi ama Church artık yolun, öte yanına geçmiyor ki, unuttun mu?
"Boşver." diye mırıldandı trabzana yaslanarak aşağı inmeye çalışırken. Birden durdu. Kendi kendine konuşmak iyi bir şey değildi. .
Dün gece ağaçlar arasındaki o şey neydi?
Hiç istemeden, düşünmeden aklına gelmişti bu, yataktan bacağını atarken duyduğu acıdan yaptığı gibi yine dudakları gerildi. Dün gece rüyasında görmüş olmalıydı o şeyi. Disney Dünyası rüyası arasında onu da görmesi doğaldı. Rüyasında o şeyin kendisine dokunduğunu, bütün iyi rüyalan sonsuza dek berbat ettiğini, bütün iyiniyetleri çürüttüğünü görmüştü. Wendigo' ydu o, kendisini yalnız yamyama değil, yamyamlann babasına da çevirmişjti. Rüyasında yine Hayvan Mezarlığına gitmişti, ama yalnız değildi bu kez. Bill'le Timmy Baterman da oradaydılar.
•322-
Jud da çamaşır ipinden yaptığı bir knyışla bağladığı köpeği Spot'la oradaydı. Lester Morgan da boğası Hanratty'yi bir araba çekme zinciriyle bağlamıştı. Hanratty yere yan yatmış, aptalca, sersemce bir öfkeyle çevresine bakmıyordu. Her nedense Rachel de oradaydı. Yemek yerken bir kaza yapmış olmalıydı, salça kutusunu ya da kirazh pastayı dökmüştü galiba, çünkü elbisesinde kırmızı lekeler vardı.
Ağaç yığınının ardında derisi çatlamış bir sürüngen şansı, gözleri sis lambaları gibi iri, kulaklarının yerinde büklüm büklüm boynuzlan olan VVendigo vardı. Bir kadının doğurduğu dev bir sürüngen. Hepsi başlarını kaldırmış kendisine bakarlarken o da nasırlı, tırnaklı parmağını onlara doğru uzatıyordu...
"-Yeter!" diye mırıldandı. Kendi sesini duyunca bile ürper-mişti. Sıradan bir günmüş gibi mutfağa gidip kahvaltı hazırlamaya karar verdi. Bir bekâr kahvaltısını, şöyle gönlünce kolesterol dolu. İki yumurtalı sandviç, üzerlerine biraz mayonez ve bir dilim soğan. Ter ve pislik kokuyordu, ama duşunu daha sonra yapacaktı. Şu anda soyunmak başhbaşına bir iş gibi geliyordu. Hem belki de çantasından neşterini alıp pantolonunun paçasını kesmek zorunda kalacaktı. Güzelim keskin bıçakla bu iş yapılmazdı ama evde de blucinin kalın kumaşını kesecek başka bir şey yoktu.
Ama her şeyden önce kahvaltı.
Oturma odasına gitti, sonra yolunu değiştirip ön kapıdan Jud'un evinin önünde duran mavi arabaya baktı. Araba çiyle kaplıydı, demek uzun bir süredir orada duruyordu. Church hâlâ üstündeydi, ama artık uyumuyordu. Çirkin yeşilimsi san gözleriyle Louis'e bakıyordu.
Louis sanki birisi kendisini dikiz ederken yakalamış gibi hemen geri çekildi.
Mutfağa girdi, bir tava çıkarıp ocağa koydu, buzdolabından iki yumurta aldı. Mutfak tertemiz, pırıl pırıldı. Islık çalmaya çalıştı -bir ısbk sabahı yerli yerine oturtacaktı- ama çalamadı. Her şey yolunda görünüyordu ama yolunda değildi. Ev bomboştu., bir gece öncesinin işleri de ağır bir yük gibi eziyordu kendi*, ni. Her şey aksiydi, kötüydü, üzerinde bir gölge hissediyordu, korkuyordu.
Topallayarak banyoya gidip bir bardak portakal suyuyla iVı
— 323 —
aspirin içti. Telefon çaldığında ocağa doğru gidiyordu.
Telefonu hemen açmadan dönüp baktı. Kendini biç anlamadığı bir oyunda bulmuş gibiydi, ağır ve şaşkındı hareketleri.
Açma sakın, kötü haber olduğu için açmak istemezsin onu. ucu köşenin ardında ve karanlıkta olan ip o, o işin öteki ucunda ne olduğunu görmek istediğini sanmıyorum, Louis. Hiç sanmıyorum, onun için açma telefonu, kaç şimdi, hemen kaç, oradan garajda, atla ve sûr gitsin, ama sakın telefonu açayım deme...
Louis odanın öteki tarafına gidip telefonu açtı. Karşısında trwin Goldman vardı. trwin daha merhaba derken Louis mutfağın yerinde izleri gördü... küçük, çamurlu izler... Kalbi göğsünde donmuş gibi oldu, gözlerinin yuvalarında şiştiğini hissediyordu. O anda kendini aynada görebilseydi onyedinci yüzyıl tımarhane tablolarından bir yüzle karşı karşıya olacağından emindi. Gage'in ayakizleriydl bunlar, Gage buraya gelmişti, gece eve gelmişti... peki öyleyse şimdi neredeydi?
"Ben învin, Louis... Alo, Louis? Duyuyor musun?-
"Merhaba, İnvin." Louis kayınpederinin ne diyeceğini biliyordu. Mavi arabayı anlamıştı şimdi. Her şeyi anlamıştı. İp. . karanlığa giden ip... elini ipten çekmeden hızla ilerliyordu şimdi ucuna doğru. Sonunda ne olduğunu görmeden ipi bir bıraka-bilseydi! Ama kendi ipiydi bu. Kendisi isteyip almıştı bunu. . "Bağlantı kesildi sandım." dedi Goldman.
"Telefon elimden kaydı,- dedi Louis. Sesi çok sakindi.
"Rachel dün gece gelebildi mi eve?"
Mavi arabayı düşünen Louis, "Evet," dedi. Church hareketsiz duran arabanın üstündeydi hâlâ. Bakışlanyla yerdeki çamurlu ayakizlerini takip ediyordu.
"Onunla hemen konuşmam gerek," dedi Goldman. "Eileen hakkında."
"Ellie hakkında mı? Ne oldu Ellie'ye?"
"Bence Rachel..."
"Rachel şu anda evde değil. Ekmek ve süt almaya çıktı. Ellie'ye ne oldu? Haydi, çabuk söyle, Irvrin!"
"Kızı hastaneye kaldırmak zorunda kaldık. Kötü bir rüya ya da bir dizi kötü rüya gördü, isteri nöbetine tutulmuştu..."
"Sakinleştirici verdiler mi?"
"Ne?-
— 324 —
"Sakinleştirici ilaç." diye Louis sabırsızlıkla tekrarladı. "Sakinleştirici ilaç verdiler mi?"
"Evet. Bir hap verdiler, kız hemen uyudu sonra."
"Bir şey söyledi mi? Neden korkmuş biliyor musunuz?" Telefonu kavrayan ,eli bembeyazdı şimdi.
Karşı tarafta uzun bir sessizlik oldu. Louis sessizliği bozmak istiyorsa da, bu kez hiçbir şey söylemedi.
"Dory'yi korkutan da bu oldu," dedi İnvin sonunda. "Ne dediğinin anlaşılmayacağı kadar çok ağlamadan önce çok sayıkladı... Dory Dory de az daha..."
"Büyük ve Müthiş Oz'un anesini öldürdüğünü söyledi. Tıpkı öteki kızımız gibi söyledi bunu. Zelda gibi. Louis, inan bana bu soruyu aslında Eachel'e sormak isterdim. Eileen'e Zelda'yı ve ölümünü ne kadar anlatmıştınız?"
Louis gözlerini kapattı; dünya çevresinde dönüyor gibiydi, Coldman'ın sesi de kalın bir sis tabakası ardından geliyordu sanki.
"•Louis, duyuyor musun?"
•Düzelecek miymiş?" Kendi sesi de uzaklardan geliyordu şimdi. -Ellie düzelecek mi? Bir teşhis koydular mı?"
"Cenazenin gecikmiş şoku dediler. Benim doktorum geldi. Lathrop, iyi bir insandır. Kızın ateşi olduğunu, ama bu öğleden-sonra uyandığında hiçbir şey hatırlamayacağını söyledi. Rachel* in buraya gelmesi gerek, Louis, ben korkuyorum. Sen de gelsen iyi olur."
Louis cevap vermedi. Tann bir serçeyi bile görür diye yazardı İncil'de. Ama kendisi çok küçük bir yaratıktı ve gözlerini yerdeki çamurlu ayakizlerinden ayıramıyordu.
"Gage öldü artık, Louis," diyordu Goldman. "Bunu kabul etmenin hem senin, hem de Rachel için güç olduğunu biliyorum, ama kızınız yaşıyor ve size ihtiyacı var."
Buna inanırım. Hıyar herifin biri olabilirsin, Iruria, ama 1965' in o Nisan gününde iki kızının arasında geçen şeyin sana duygulu olmak diye bir şeyin varolduğunu öğrettiğini tahmin ederim. Ellie'nin bana ihtiyacı var, ama ben gelemem, çOnkfi kor kuyorum... ellerimin annesinin kanıyla kirlendiğinden korkuyorum...
Louis ellerine, tırnaklan arasındaki toprağa baktı. Yerdeki
— 325 —
ayakizlerini oluşturanın eşi olan. toprağa.
"Anladım," dedi. "İlk fırsatta geleceğiz. Irwin. Olabilirse, bu gece hatta. Teşekkür ederim."
"Elimizden geleni yaptık biz. Belki de çok yaşlandık artık Belki de hep yaşlıydık, Louis."
Dostları ilə paylaş: |