KIBRIS KRALI
Nassi, İstanbul'a döner ve evinin üzerine " Joseph Nassi - Kıbrıs Kralı" yazılı bir tabela ile birlikte, Kıbrıs Kraliyet armalarını astırır.
Ne var ki; Sokollu bu işe karşıdır. Gerekçesi de çok güçlü Venedik donanmasıdır. Nassi, buna da bir çare bulur. Lala Mustafa ile bir olup, bir gece (13 -14 Eylül 1569 gecesi) limanda demirli olarak duran Venedik donanması ile birlikte, baruthane, tersane ve cephaneliği havaya uçurtturuverir. Artık, Akdeniz'de Osmanlı Donanması karşısında, ciddi bir varlık kalmamıştır. Dönemin asıl büyük gücü olan İspanya da bambaşka bir dertle uğraşmaktadır. ( O derdi de önümüzdeki sayfalarda okuyacaksınız.)
Bir başka söylenti de Nassi'nin para ile korsan kiralayarak, Hacca giden Osmanlı kervanlarına saldırtıp, sonra da Kıbrıs'a kaçmaları yoluyla, sefere muhalif olan Sokollu'yu zora soktuğu ve Kıbrıs'ın fethini meşru kıldığı doğrultusundadır.
Sonunda, sefer başlar. İstanbul'dan hareket eden donanma, Ege'de Nassi'nin emirlerini dinlemeyen Tine Adası'nı yerle bir ederek, ilerlemeye başlar. Tanıklar birerli kolda ilerleyen kalyonların bir ucu Antalya'da iken, öteki ucunun Rodos'ta olduğunu anlatırlar.
Bu büyük güç, adayı kolayca ele geçirir. Ama Nassi, Kıbrıs Kralı olabilir mi?
Hayır...
Ada, önce sadrazam hası olarak ayrılır. Yani Sokollu'ya tımar olarak verilir. Bilindiği gibi, sadrazam hem Nassi ve hem de Lala Mustafa'nın, baş düşmanlarıdır. Sonradan, Kıbrıs sadrazamdan da alınıp, Valide Sultan Hası, yani padişahın annesinin mülkü haline getirilir.
Marc Antonios'un, Kıbrıs'ı Kleopatra'ya verirken kullandığı, " Afrodit'in adası, ancak bir kadına hediye olarak verilmeye yaraşır" sözü, bir kez daha, haklı görülmüş olur.
Joseph Nassi'nin sonradan ne olduğu, bu çalışmayı yaparken ulaşabildiğim kaynaklarda yazmıyor. Aklımda yanlış kalmadıysa, saray dönmeleri, bu muhteris yahudiyi çok yaşatmazlar ve daha hamisi ll. Selim hayatta iken, Nassi öldürülür.
Böylece Kıbrıs, yahudi kralından yoksun kalır.
Not: Alfonse de La Martin ve Baron J. von Hammer'in Osmanlı Tarihi adlı eserlerinden yararlanılarak, yazıldı.
İKİ SAHTE KAHRAMANIN HİKAYESİ
BU MEZARDA KİM YATIYOR ?
Tevatüre göre ,Osmanlı ordusu " Mağosa Kal'ası"nı fetheylerken ,hain ve dahi lain düşman , şimdi limanın ağzında bulunan kapıya bir çark kurmuş ... Her nasılsa bu çark,altından geçenin kellesi kopa da atının tırnağı dibine düşe !
Yiğitlerden bir yiğit ki , azametini tasvire, alemin cümle teşbihleri kifayet etmez; ve dahi şenaatini arza alemin cümle lisanları güç yetirmez ; habre çarka kelleli girip de ,öte yakadan çıktıkta kelle-i cismanisinden azade kalan yoldaşları gördükte; " Koman haa... Yettim bree ..." diye bir nağra savurup , hain ve dahi lain ,illa ki bidin -i ,biiman küffarın korkudan yüreğini yarıp ; atını mahmuzlamış ki , o hain-i bedlikaların pek çoğunun cehennemi boylaması için eceli intizar eylemesine vakit kalmayıp,oracıkta tatlı canı teslim ederken altını da pisleyip,cehennemin dibine direk olmasına vesile ola da ; Allah-ü teala'nın sebap defterini bir tamam cem eyleyip,kendüyün cennet-i muazzamadaki yerini,şahadet şerbetine kansa da kanmasa da hak ede ki, zemzem suyuyla çimerek ,Huri melaikesine hamle etmeyi ,keseden kazana. Kılınç üşürüp,at sürümüş ki , o çarkın altını üstüne getire de yoldaşa yol aça... Küffarın pislettiği bu toprağı ,islama kazandıra ... Cenabı rabbül el aleminin hikmetinden sual olunmaz. Ve dahi, en doğrusunu o bilir . O merd-i civan da cümle yoldaşı gibi çarkın bir yanından atı ile girdiğinde,kelleli imiş de öte yandan çıktıkta ,cümle gaziyan ve abdalan ve uzun külahlı mevlevi yiğitleri ve posbıyıklı Bektaşi şir-i yezdanları ve her biri bir dağı devirmeye güç yetiren yeniçeriler bahadurları ve sarıbaş Bosna leşkeri ve her biri yüce rabbin izniyle birer kara cehennem olan çölün bedevileri ve Vize'nin yörükleri ve Ekrad taifesi ve Etrak balasagunlaru ,gözlerinin gördüğüne iman edememişler ki; mezbur bahadurun kelle-i cismanisi iki omuz üzre değil de,sol koltuk altında olmağla ,bir yandan nağralanmaya devam etmekte " Koman bree... Urun haaa...Yektir allah yeeek..." diye dağ gibi kal'a dıvarlarını titretirken , beriden de sağ elin deki zülfikar misali mubarek kılıncıyla,korkudan altını pisleterek ,dosdoğru eşşek cenneti ni boylamakta olan hain -i lain ,küffarın nursuz kellelerini düşürmekte . Mağosa Kal'ası o saat müslüman eline düşmüş de bu kellesiz yiğit daha bir zaman dolaşup,koltuk altındaki mübarek kafası ile,nerede ise serdar-ı ekreme tekmil bile verüp,harb ceridesini de yazdıktan sonra; " Ehh... Hade bana müsade,yetti gayri... Bundan kelli, kimesne bu kal'aya el değdiremez...Yolcu yolunda gerek" deyup,koltuğunun altındaki kelleyi yoldaşlara emanet edip,sur dibine uzanmış da ,doğru cennetin yolunu tutup; kal'a hamlesini bir yana bırakıp, Huri hamlesine güç yetirmeye koşmuş.
Yattığı yere defin edilip, adına da bir türbe yapılan be yiğidin adı, Canbulat Bey imiş... Kilis beyi... Sonradan biz ona padişahın vermediği rütbeyi verip, paşa da yaptık ya ,ne gam! Hiç kıymeti yok... Öyle bir yiğit ki,el de beğenmiş; yer de... Padişah tuğu isterse versin... O vermezse, verecek bir bulunur ki bulunmuş da !
İşte size, Canbulat "Paşa" Türbesi ...
Aha Canbulat "Paşa" Stadı...
Çocukluğumdan beri, bu söylenti ve Canbulat adı,ilgimi çeker. Günün birinde, Kıbrıs Türk Tarihi ile ilgili yayınlanmış eserler beni doyurmayıp da kendim birşeyler üret meye çalışmaya başlayınca, bu Canbulat'a da özel bir ilgi duydum. Okuduiğum eserlerde, elime geçen eski belgelerde,o adı gördükçe daha bir yakından baktım. Sonunda,elimdeki bilgi o hale geldi ki,paylaşmazsam,hastalar olup,ben de " Huri hamlesine" sıvanmaya koşabilirim. (Hoş bizim gibilerin,cehenneme direk olması daha bir muhtemeldir ya , olsa fena olmazdı.)
ÜMERA-YI EKRAD'DAN BİR BEY
KIBRIS'A ÇIKIYOR...
Efendiiim...
Hicri 977 / Miladi 1570 yılında ,bu Canbulat Bey, Osmanlı padişahının Kilis Beyi imiş. Osmanlı Divan-ı Hümayun'u (Bakanlar Kurulu),17 Şevval 977 (M.16-17 Mart 1570) günkü oturumunda , Kıbrıs adasının fethedilmesi kararını verip,(1) sefer hazırlıklarına girişince, Canbulat Bey'e de üstüne düşen vazifeler aktarılmış. 25 Mart'ta yazılan bir ferman ile bu sefere çıkacak ordunun zahire temininde ,ihmalinin bulunmaması için,diğer bazı beylerle birlikte,uyarılmış.(2) Altı gün sonra , bağlı bulunduğu Halep Beylerbeyisine gönderilen bir başka fermanla da,Kilis Beyi'nin de askerleri ile birlikte sefere katılacağı bildirilmiş.(3) Sefer esnasında, adada bulunduğu yazdığı harb ceridesi nitelikli Fethiye-i Cezire-i Kıbrıs adlı eserden belli olan Piri Efendi tarihine göre, Lefkoşa'nın fethi esnasında, Canbulat Bey,şehre batıdan saldıran birliklere kumanda etmekteymiş :
" ...ve Mir-i Miran-ı Haleb Derviş Paşa ve ümera-yı Ekraddan Canpulad Beg ile canib-i garbisinden yer yer metrisler kurılup..."(4)
Önceki yazışmalardan anladığımıza göre kendisi askeri ile birlikte Trablus İske lesine inip,oradan donanmaya katılarak,1 veya 2 Temmuz 1570 günü adaya çıkmıştır. Lefkoşa'nın fethinden sonra, Mağusa muhasara edilip de, kalenin ele geçirilmesinin gecikmesi ve savaşın uzaması üzerine, bilindiği gibi adada kuşatmayı sürdürecek birliklere yardımcı olacak birkaç gemi bırakılarak, donanma İstanbul'a dönmüş ve ilkbaharı beklemeye başlamıştır. Bu arada, kara birliklerinin bir kısmının da adayı terkettikleri Canbulat Bey'in de bu ayrılanlar arasında olduğu anlaşılmaktadır.
KIŞ KİLİS'TE GEÇİRİLDİKTEN SONRA...
12 Şevval 978 (11/12 Mart 1571) tarihli bir fermanda Kilis Beyi Canbulat Bey'e "bu defa, Kıbrıs adasına daha fazla asker göndermesi,bu emrin uygulanmasında ihmalden kaçınması" (5) bildirilmektedir. Kendisi, Kilis'tedir ve ferman ona Behram Çavuş ile gönderilmiştir. Bir hafta sonra gönderilen bir diğer fermanda ise denilmekte ki : " Sana defalarca yazıldığı halde bu konuda çok hevesli olmadığın görülüyor, donanma Trablus iskelesine vardığında, bu askerleri adaya geçirmeye hazır olmazsan, bana hesap vereceksin."(6) Fermanın yazılış tarihi, 18-19 Mart 1571'dir. Ayni gün, Kaptan Paşa Donanma ile Mağusa Kuşatmasını sona erdirmek üzere, İstanbul'dan yola çıkmıştır.(7)
Bu esnada Kıbrıs'taki kuvvetler arasında kalıp, olup biteni kaleme dökmekte olan Piri Efendi'nin Fethiye-i Cezire-i Kıbrıs'ına göre, baharda donanma İstanbul'dan geri dönüp, Mağusa limanına demirlediği gün, karadaki ve denizdeki gemilerde bulunan asker sevinçten etrafa öyle bir ateş açar ki kaledekiler buna şaşırır.
"...tarafeynden azim tob-ı tüfenk şenliklerine küffar-ı hak-sarı derun-u kal'ada agrar-ı kahru damar eylediler. Ol gün sefineler ile gelen asakir-i encümşümar cümle taşra çıkıp,orduyu hümayuna nasb-ı hıyama karar esnasında,ümera-yı Ekrad'dan Canbulat Bey,kandi aşireti askeri ile gelüp, ordu-yu hümayun'a dahil oldu."
Piri Efendi diyor ki: " Tarafların top ve tüfek şenliğinden, kaledekiler dumur olmuşken, gemilerdeki askerin, karaya çıkmasına başlandı. Bu esnada Kürd beylerinden Canbulat Bey de kendi aşireti askeri ile, karaya çıkıp, orduya katıldı."
Bu çıkarmanın kesin tarihini bilemiyoruz. Ahmet Gazioğlu, 1571 Nisan ortaları olduğunu düşünüyor.(8 )Demek ki kendisi, padişahın 18 Mart tarihli emrinden sonra, o güne kadar toplayamadığı askerini toplayıp, birkaç günde Trablus iskelesine varıp, donanmaya yetişmiş.
MAĞUSA KAL'ASINA SALDIRI...
Piri Efendi ," Zilhicce'nin 12. günü" saldırının başladığını yazar. Gazioğlu bu tarihi, 19 Mayıs, 1571 olarak verir. Canbulat Bey'in görevi, saldıran kuvvetlerin en sağında, denize bakan Arsenal Burcu ve Limasol Kapısı'na saldırmaktır. İlk gün Mağusa'ya ikibinden fazla top mermisi düşer. Birkaç gün ayni şiddette devam eden bu bombar dımandan sonra, kale üzerindeki Venedikliler'in mazgallara saklanması sağlanıp, hendek aşılır ve sur diplerine varılır. Bir yandan hendek başlarına toprak yığılarak surlarla ayni yüksekliğe getirilen yapay mazgallardan tüfek ve balyemez topu ateşi ile sur üstündeki direniş kırılırken; öte yandan sur diplerine sokulanlar, kalenin altına doğru lağımlar kazıp, içini barut doldurup patlatarak, duvarlarda gedikler açarak, şehre girecek bir yol bulmak için çalışmaya başlarlar. Bunlardan, ilk olarak Canbulat Bey'in kuvvetleri başarıya ulaşır ve lağımla Arsenal Burcu duvarlarının bir kısmını yıkarak, açılan gedikten içeriye girer, burçtaki Venediklileri kılıçtan geçirirler. Ancak, içkale duvarlarına yığılan yedekler, Canbulat Bey'in birliklerini, püskürtürler. İki kale duvarı arasındaki dar alana sıkışan birlikler,içkale kapısına kurulan kalın demir parmaklıklı kapıyı (çark değil, demir parmaklıklı kapı!) aşamadıklarından, geri çekilirler.(9) Daha o zamandan, Osmanlılar arasında Arsenal Burcu'nun adının, Canbulat Burcu'na çevrildiği anlaşılıyor. Bu saldırının akamete uğraması sonucu Lala Mustafa Paşa taktik değiştirerek, saldırının ana ağırlığının Akkule ve Karakule'nin üzerine yöneltilmesini ister. Bu toplantıda konuşan Mustafa Paşa'nın söylevini aktaran Piri Efendi'nin üslubundan, Canbulat Bey'in de orada olduğu anlaşıl maktadır.(10) Akkule tarruzu, uzun müddet devam eder, 30 Haziran'da dış duvarlar bir defa daha aşılıp, iç duvarlardan geri dönülür. Nihayet, 30-31 Temmuz saldırısında, bugün Akkule ile liman arasındaki cadde boyunda olan sur kesimine saldırmakta olan Anadolu askerlerinin bulundukları bölümde, açılan üç tünel patlatılınca, duvarlar çöker. Anadolu askeri (Osmanlı döneminde Anadolu, merkezi Kütahya olan vilayetin adıdır.) açılan gediğe saldırırken, sağ yanlarında kalan Canbulat Bey kuvvetleri, yan ateşi açarak, Bektaşi bölüğü ile birlikte taarruz eden kuvvetleri korumakla görevlendirilirler.(11) Savaş esnasında, Anadolu askerinin kumandanı Beylerbeyi İskender Paşa kalb krizi geçirerek, Trablus Beyi Mehmet Bey de vurularak, şehid olurlar.(12) Canbulat Bey, taarruza katılmamış, top ve tüfek ateşi ile, destek olmuştur.
Dostları ilə paylaş: |