1911 yazında, İtalya kendi ulus devletini kurmakta gecikip, sömürgeler trenini kaçırıp, kendisine ait sömürge edinememiş olmasının hesabını, Osmanlı'dan sormaya kalkar ve Oniki Ada ile Libya üzerinde, hak iddia etmeye başlar.
Bir yandan Osmanlı'nın denizde İtalyanlar ile vuruşacak bir donanmaya sahip olmaması, diğer taraftan da Mısır'ın İngiltere'ye geçmiş olmasından ötürü karadan da oraya ulaşmasının olanaksızlığı ve nihayet İngiltere'nin de İtalya'ya önvermesi üzerine, İtalyanlar, Trablusgarb'e asker çıkarırlar. Bu durumda, Osmanlı'nın yapabileceği tek şey vardır. O da kimi serdengeçti subaylarını oraya gönderip, yerli halkı İtalyanlara karşı örgütleyerek, onkarın savaşmasını sağlamak. Bu karar verildikten sonra, hareketin başında kimin bulunacağının tartışılması bile yersizdir! Elbette ki, Enver! Ancak, ikinci adamın kimliği çok önemlidir:
Mustafa Kemal!
Neden? Çünkü o bir yıl önceden bölgeye giderek, böyle bir işgal hareketi olursa neler yapılabileceğine ilişkin çalışmalar yapmış, yerli halkla iyi ilişkiler kurmuştur. Parti içinde önemsiz bir şahsiyetin, bu türden sorumluluklar alması normal mi?
GİDİLECEK AMA NASIL?
Karar verilir, kadro hazırlanılır ama bu subaylar, Libya'ya nasıl ulaştırılacaktır? Devlet'in oraya müdahale edecek askeri gücü bulunmadığı gibi, subaylarını alenen gönderecek, politik gücü de bulunmamaktadır. Deniz yolu, kesiktir. Mısır'dan geçilmesine ise İngiliz'ler izin vermemektedirler. Bu durumda gidilecekse, gizli gidilecektir.
GİZLİ ÖRGÜT HAREKETLENİYOR
Subay kafilesinin, olabildiğince küçük gruplara ayrılarak, Libya'ya değişik yollardan gönderilmesi kararlaştırılır. Enver ve Fethi Bey'lerin yönetimindeki ilk grup, Avrupa'ya geçerek, deniz yolundan Trablusgarb'e ulaşmayı, başarır. Mustafa Kemal ve Süleyman Askeri'nin yönettiği ikinci grup ise karayolunu yani Mısır'dan girmeyi deneyeceklerdir.
Mustafa Kemal, " Tanin Gazetesi Muharriri Mustafa Servet Bey" (Bazı kaynaklara göre M. Şerif Bey) adına düzenlenmiş sahte bir kimlik edinerek, İzmir'e gider ve ortadan kaybolur.
KIBRIS ZİYARETİ
15 Ekim 1911 günü, Tanin Gazetesi muharrirlerinden Mustafa Şerif (ya da Servet) bey Odessa'dan kalkıp, İzmir'e de uğrayan bir Rus gemisine biner. (E. Hiçyılmaz, geminin Avusturya bandıralı olduğunu yazar.) Gemi, Hasan İzettin Dinamo'ya göre, Kıbrıs'a da uğrayıp, İskenderiye'ye gider.
Gizli görev ve sahte kimlikle, Kıbrıs'a uğramış olan M. Kemal'in adaya kesin olarak na gün geldiğini, Limasol'a mı yoksa Larnaka'ya mı uğradığını saptamak için, gümrük kayıtlarına bakmak, yeter de artar. Ne var ki, ulaştığımız İngiliz kaynakları, o dönem tutulmuş olan kayıtların, Kıbrıs'ta olduğunu bildirmiş, bizim ise güneye geçip de bu araştırmayı sonuna vardırmamız, mümkün olmamıştır. Yoksa, 17 - 20 Ekim 1911 tarihleri arasında adaya uğrayan, Odessa çıkışlı, Rus ya da Avusturya bandıralı gemilerin sayısı, herhalde birkaç düzine değildir.
Peki, acaba M. Şerif Bey, kıyıya inmiş midir?
Hiç şüpheniz olmasın! Zira, Teşkilat-ı Mahsusa'nın öteki önemli ismi Kuşcubaşı Eşref, anılarında, daha 1907'te, Arabistan'dan Avrupa'ya geçerken, adaya uğrayıp, buradaki Teşkilat hücresinin korumasında dinlendiğini yazdığına göre, 1911'de Mustafa Kemal burdan geçen bir gemi ile seyahat etmeğe boşuna karar vermiş olamaz.
O sarışın kurt, artık İskele'nin Palmiyeli yolunda mı olur, Limasol Kalesi'nin dibindeki ayakçı kebapçılarında mı bilinmez, rüzgarlı bir Kıbrıs gecesinde, pideye sarılmış kebabını, ucuz kırmızı şaraba meze yapıp, köpüklerin kapladığı uzak güney ufkuna bakarak,acaba kimlerle neler konuşmuştur?
Not: BU yazı,Dr. Phillip Stoddart, Teşkilat-ı Mahsusa,H. İ. Dinamo, Kutsal İsyan c.l, Tuncay Özkan, Bir Gizli Servisin Tarihi, E. Hiçyılmaz, Sabah Gazetesi Pazar Eki adlı eserlerden yararlanarak yazıldı.
KIBRIS'TA TEŞKİLAT - I
MAHSUSA HÜCRELERİ
Teşkilat - ı Mahsusa, bugünkü deyimle Özel Örgüt diyebileceğimiz, İttihad ve Terakki'nin, yeraltı örgütüdür. Bu örgütün üyeleri, Osmanlı toprağının her tarafında ve dünyanın her yanında, İttihadçılar'ın gizli faaliyetlerini sürdürmüşler, pek çoğu da yakın tarihimizde, ünlü isimler olmuşlardır.
Örgütün başında, Enver Paşa bulunmaktadır. Daha doğrusu, teşkilat ona bağlı olup, başında Süleyman Askeri ve Kuşçubaşı Eşref bulunmaktadır. Teşkilatın en ünlü ismi, yakın Türk tarihinin en büyük adı olan, Mustafa Kemal Bey'dir. Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, İsmet İnönü, Celal Bayar, Fethi Okyar, Rauf Orbay gibi çok ünlü isimlerin yanında, onlar kadar ünlenemeyen Yakup Cemil ( Bab-ı Ali Baskınında Nazım Paşa'yı vuran), Atıf Kamçıl ( Selanik'te Şemsi Paşa'yı vuran), sonradan 1926 İzmir Suikast'ini düzenlediği için, idam edilmiş, Mustafa Kemal Bey'in yakın arkadaşı, Ankara Valiliği de yapmış, gazeteci Ahmet Samim suikastinin faili Abdülkadir, Çerkez Ethem ve ağabeyi Çerkez Reşit, asıl adı Osman Nevres olan, İzmir'deki ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin ve daha niceleri, tümü ile Teşkilat'ın adamlarıdırlar.
Burada daha da ilginç bir konudan da bahsetmek gerekmektedir. O da Teşkilat-ı Mahsusa'nın, Türk olmayan üyeleridir. Örneğin, sonradan Mısır Savunma Bakanlığı'na kadar çıkan Aziz Ali el Mısri, Libya'da sonradan Kral olan Şeyh Sunusi, Irak Başbakanlığı'na kadar çıkan, Nuri Sait Paşa, Libya'lı Süleyman el Baruni,ve sayısız benzerleri.
Teşkilat-ı Mahsusa, benzeri gizli örgütler gibi, pek çok faaliyeti gölgede kalmış bir örgüttür. İki kurucusundan biri, Süleyman Askeri'nin 1915'te çok erken ölümü, diğer sorumluların dünya savaşı sonrasında öldürülmeleri, örgütün üstündeki giz perdesini, daha da kalınlaştırmıştır. Hayatta kalanların çoğunluğunun da sonradan konuşmamış olmasıda, örgütün, bilinmezliğin perdesi ile örtünmesine yol açmıştır.
Ne var ki iki kurucudan bir olup, 1964'e kadar yaşamda kalmayı da başarmış olan Kuşçubaşı Eşref Sencer, ömrünün son yıllarında, bazı şeyleri anlatmıştır. Anılarını da kaleme aldığı ama bu anıların, henüz yayınlanmadığı biliniyor.
Babası, sarayın kuşçubaşısı olan Eşref Sencer, Kuleli Askeri Lisesi'nde okurken, padişaha karşı giriştiği politik hareketler sonunda, Arabistan'da Taif Kalesi'ne sürgün edilmiştir. Kendisi orada da boş durmayarak, valinin oğlunu kaçırarak haraç almış, padişahın kutsal topraklara yıllık hediyelerini götüren Surre Alayı'nı soymuş, böylece Osmanlı erkinin sanıldığı kadar güçlü olmadığını göstermeye çalışmıştır. O dönem tam da halifelik politikası gütmeğe kalkışmış olan ll. Abdülhamit, bunun üzerine , peşine düşünce, Afganistan, Hindistan ve Türkistan içlerine kaçarak, oralarda daha sonra gelişecek olan Turancı politikaların öncülüğünü yapmış, sonra Arabistan'a gelerek, Surre Alayı'nı bir kez daha soyup, padişahı iyice çileden çıkardıktan sonra, Mısır'a, oradan da Kıbrıs'a kaçmıştır.
Kuşçubaşı Eşref Sencer, anılarında, Kıbrıs'taki İttihad Terakki hücresinin, kendisini gizlediğini, anlatmaktadır. Burada gizlenerek, korunmuş ve dinlenmiş. Yıl, 1907'dir!
Demek ki daha o zaman, adada bu denli önemli bir İttihadçı liderin, güvenip kendisini emanet edebileceği, bu güveni de boşa çıkarmayacak kadar iyi örgütlenmiş, Teşkilat kadroları bulunmaktaydı.
Eşref Sencer, daha sonra Avrupa üzerinden, İzmir yöresine geçer. Burada, önemli görevler sürdürür. Dünya savaşı esnasında, Hindistan, Afganistan, Türkistan, Arabistan ve Mısır'da çok üst düzeyde görevler alır. 1917'de Yemen'de özel bir görev esnasında esir düşer. İngilizler'in İstanbul'u işgali ile Malta'ya sürülür. Geri döndüğünde, önce ihanetle suçlanır. Sonra aklanıp, Geyve bökgesinin Kuvayi Milliye komutanlığına getirilir. Kurtuluş Savaşı bitince, İzmir'deki çiftliğine çekilir.
Ve bir daha oradan, çıkmaz. 1964'te ölene değin, anıları ve üç kızıyla yaşar... Kuruluşunda büyük emek verdiği cumhuriyet rejiminden, hiçbir makam ve mansıp talep etmez...
Kendisi, doktora tezi olarak, Teşkilat-ı Mahsusa'yı seçmiş bulunan, Princeton Üniversitesi'nden Dr. Philip Stoddart'a anlatana kadar, 1907'de Kıbrıs'ta saklandığını da kimse bilmez!
İşte bir efsanenin, bilinmeyen bir yolculuğu...
BİR KASABANIN
HİKAYESİ
Dostları ilə paylaş: |