KRALLARIN ŞARABI
1291'de, Akka kalesinin Haçlılar'ın elinden alınmasından hemen sonra, Hospitalier şövalyeleri, buradaki karargahlarını, 1210'da Kral Hugh l. tarafından kendilerine verilen, Limasol ile Erimi köyü arasındaki bölgeye taşırlar. Burada, sonradan Koloş Kalesi'ni de yapacak olan bu Hristiyan şovalye tarikatının başında, Jean de Villiers bulunmaktadır. Tarikat üyeleri, Rodos'a gidinceye kadar, Kıbrıs'ta yaşamışlardır. Bu birkaç yüzyıllık bir zamandır. Bu esnada, şövalyeler, bölgenin kireçli toprağında, üzüm, pamuk, zeytin, mısır ve şeker kamışı üreterek, yaşamlarını sürdürürler.
Bu dönemde, adaya yerleşen tek şovalye tarikatı, Hospitalier ya da St. John diye anılan bu grup olmayıp, bir ikinci tarikat da Kıbrıs'ı mesken tutar. Bunların adı da, Templar Şövalyeleridir. Bu iki tarikatın, adada üç yerleşim yeri ve kumanda merkezi vardır. Bu merkezler, tarikat başkanlarının ünvanı " Grand Coumanderé olduğu için, Coumandaria ( Kımandanlık) diye anılmaktadırlar. Kıbrıs'ta üç adet Kumandaria olduğu bilinmektedir:
a) Büyük Kumandaria: Koloş Kalesi ve çevresindeki genel komutanlık.
b) Küçük Kumandaria: Baf yakınlarında, şimdiki Finike köyü ve çevresi.
c) Templos Kumandarialığı: Girne yakınlarında şimdiki Templos ( Zeytinlik ) köyü ve çevresi ki, Templar şövalyelerinin merkezidir. (Burası, Osmanlı döneminde üstad Haşmet Gürkan’ın atalarına tımar olarak verilmiştir.)
Kumandaria şarabı, Koloş Kalesi cıvarındaki, kireçli topraklarda yetişen bağların üzümlerinden elde edilir ve adını, üretildiği yerden alır. Orta çağın erken yıllarından beri, bu şarabın Avrupa'da ünlü olduğu bilinmektedir.
16.yy'da Koloş Kalesi ve civarının yönetimi, ünlü Venedikli Cornaro ailesine geçer. Adanın Lüzinyan yönetiminden Venedikliler'e geçmesine neden olan, Lüzinyan döneminin son Kraliçesi Catherina Cornaro da bu ailenin kızıdır. Yani şarabımız, kralların, kraliçelerin içkisidir.
Uzun yıllar özelliklerini koruyarak dayanabilen, vermut tadında, kıvamlı ve şişesinin etrafında, sazdan bir örgü ile saklanan şarab, Orta Çağ'da İngiltere kraliçesi'ne sunulmuş ve Kıbrıs şarabının Avrupa'da ün kazanması, böyle başlamıştır.
Orta Çağ'dan beri, Avrupa saraylarında bilinen bir içki olan Kumandaria, öyle görülüyor ki, en azından ll. Selim ile Abdülmecit arasında, İstanbul sarayının da önde gelen şarabı imiş...
Not : Alphonse de La Martin, Osmanlı Tarihi ; Rupert Gunnis, Historic Cyprus; Sir Harry Luke, Cyprus ve B. H. Hakeri, Başlangıçtan 1878'e Kıbrıs Tarihi isimli eserlerden yararlanılarak yazıldı.
YAHUDİ NASSİ'NİN KIBRIS KRALLIĞI
SELİM KIBRIS'I GERÇEKTEN
ŞARABI İÇİN Mİ ALDI ?
Tarihi, bugünkü politik pozisyonlarına argüman yaratmak üzere her gün yeniden yazmak gerektiği düşüncesinde olanlar, Kıbrıs'ın Osmanlılar'ca fetih nedeni ile şu ünlü, hamamda kumandaria sarhoşu iken cariye kovalarken düşüp, kafasını kurnaya çarparak ölen Sarhoş Selim'in, ada şaraplarına olan düşkünlüğü hikayesi arasında bir bağ kurulmasına, pek bir hallenirler.Oysa hikayeyi anlatanlardan de La Martine, yazdığı eseri Abdülmecid'e sununca, bu kitabı beğenen padişah, kendisine bir çiftlik armağan etmiştir. Hammer ise, iddiasının kaynağını, zamanın Venedik büyükelçisinin, Viyana'ya gönderdiği ve imparatorluk arşivinde duran, raporlara dayandırmaktadır. Ve işin ilginci, her iki eserde de ayni şeylerin anlatılması, verilen rakkamların bile, birbirini tutmasıdır. Şimdikilerin iddia ettiği gibi, bu mesele yalan olsaydı, Abdülmecit, bunu yazanı taltif eder miydi?
Elbette, o çapta bir devletin, şarap için savaşa girmesi, düşünülemez ama bu kitapta da ele aldığımız Sarhoş Selim ayarında birinin, bu türden ilişkiler içine girmesi de hiç de beklenmeyecek birşey, değil. Öte yandan, Sokollu'nun, ada ile uğraşıp Akdeniz'de bir Venedik belası açmak yerine, Asya'ya dönüp, Don - Volga Kanalı'nı açarak, Orta Asya kapısını fethetmeği yeğlediği için, Kıbrıs Seferi'ne karşı olduğu, bilinmektedir. Sefer için bastıranlar, adaya kral olmak isteyen Nassi, sonradan bütün ganimete el koydu diye kapıdan- ı derya'lıktan atılan Hırvat dönmesi Piyale ve ne çeşit bir alçak olduğunu bu çalışmada bir kez daha anlattığımız, öteki dönme Hırvat, Lala Mustafa'dır. Şeyhülislam Ebusuut da bunlara çanak tutmaktadır. O da " yabancı dil öğrenmek günahtır" , " selam-ün-aleyküm'den gayrı biçimde selamlaşanlar, dinden çıkar. Katilleri vaciptir" gibisinden fetvalar veren bir adam olduğuna göre, çok da önemli değil. Önemli olan, Osmanlı’nın Kanunî döneminden beri, adayı ele geçirme plânları yaptığının da bilinmesidir. Ama sonuçta, Don - Volga Kanalı'nın açılmamasının, Osmanlı'yı ortadan kaldıran sebeplerin başında geldiğini anımsarsak, Sokollu'nun haklılığı ile ötekilerin çıkarcılığı, ortada...
KİMDİR BU JOSEPH NASSİ?
Nassi, bir Portekiz Yahudisi olup, orada iş hayatında başarılı olmak üzere, eski dinini inkar ederek Hristiyan olup, Don Miguez adını almış, bir tüccardır. Bu din değiştirme işinden sonra, hernedense, allah buna " yürü ya kulum" demiş, o da tanrı buyruğunu izleyerek, çok zengin olmuştur. Gel zaman, git zaman bu zengin adam, çok güzel olan, kendi halasının kızına, aşık olur. Halası, dinini değiştirdiği için, kızı buna vermez ve şerrinden kurtulmak için, İstanbul'a kaçar. Sonradan olma Don Miguez'in İstanbul'da ortaya çıkması için, çok zaman geçmesi, gerekmez. Kanuni döneminin sonlarına doğru, hala kızının peşinde, İstanbul kaldırımı çiğnemeye başlar. Bakar ki, hristiyan olduğu için kızı almak olası değil, bir kez daha din değiştirip, tekrardan eski dinine museviliğe döner ve Joseph Nassi adını alır. İşine geldikçe, ilk adını Yusuf olarak da kullandığı, bilinmektedir. Becerikli yahudi, İstanbul'da da işlerini yoluna koyup, servetine servet katmakta, gecikmez.
Sevdiğine kavuşan ve önemli miktarda zengin olan bu yahudinin, tek bir ihtiyacı kalmıştır, o da saygınlık. Bunu elde etmenin yollarını aramaya başlar.
ŞEHZADELER KAVGASI
KİMLERE YARAMAKTAYDI?
Tam da o esnada, Kanuni'nin son kalan iki oğlu taht kavgasına tutuşmuşlar, birbirlerini kırmaya uğraşmaktadırlar. Bilindiği gibi, Kanuni önlem olarak önce her ikisine de bazı hafif zorlamalar yapmış, bu meyanda, ödeneklerini azaltmıştır. O dönemde, Kütahya'da olan Selim, parasızlıktan illallah eder. Masrafı fazla olduğundan, şehzadenin iyice bunaldığı bir zamanda, Joseph Nassi Hazretleri, Kütahya'da arzı endam eyleyiverir. Şehzadenin ihtiyacı olan altınları temin etmek bir yana, Selim'in çok sevdiği şarap sofralarının da baş köşesine yerleşen Nassi, hem onun yakın arkadaşı olur ve hem de önüne koyduğu kumandaria şarabına, kendisini alıştırır. Sonunda, bu ikisinin arkadaşlığı o boyutlara nulaşır ki, yerel halk arasında, Selim'in aslında Kanuni'nin oğlu olmayıp, haremde büyütülen bir yahudi çocuğu olduğuna değgin, bir de söylenti çıkar. Zamanın Venedik Büyükelçisi'nin merkeze gönderdiği raporlarda, Selim'in içip içip, kumandariadan kafayı bulduktan sonra Nassi'nin boynuna sarılarak, eğer padişah olursa, Kıbrıs'ı fethedip, krallığına da Joseph efendiyi getireceğini söylediğinin, tanıkları bulunduğu bildirilmektedir. Uyanık yahudi de ona, bunun karşılığında onun da sofrasından kumandaria'nın eksik kalmayacağını söylemekteymiş!
Sonunda, Kanuni bilinen biçimde ölür. Sokollu, padişahın ölümünü ordudan saklayarak, o sağmış gibi gündelik emirler yayınlamaya devam ederek, İstanbul'a doğru yola çıkar. Selim yollara düşerek, Belgrad'da orduyu karşılar ve tahta çıkıp kurulur. Daha oturduğu yeri ısıtamadan, Joseph Nassi " eşgerir"... Yerlere kapanarak, yeni padişahı kutsamaya girişir. Selim, yerinden kalkarak onun yanına gider. Kendisini omuzlarından tutup kaldırarak, kendisini Naxos ve Scyros Adaları Dükü ilan ettiğini bildirir. Buna karşılık, yahudi yılda sadece 40bin duka altını vergi verecekti. Oysa, bu adaların yalnız şarap geliri yıllık yüzellibin altındı. Ve üstelik Selim o esnada yeniçerilere culûs bahşişi verecek parayı bulamadığından ordu isyan etmek üzere idi. Defterdar buna karşı çıkmaya kalkınca, Sarhoş Selim, bunun babasının vasiyeti olduğunu ileri sürer. O döneme ilişkin bir başka Venedik elçi raporunda, Nassi'nin gücünün, üç vezir gücünden çok olduğu yazılıdır.
Maceraperest yahudi, adım adım hedefine doğru yürümekte, ya da öyle olduğunu sanmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |