TENASUR YALANI
Bu Alevilik meselesi, hazretleri çok ürkütmüştü... Oysa, bir yığın Türk köyünün, hem de Türk idaresi altında din değiştirdiğine değgin, cipyalan ve körcahilcesine iddiaya bir diyecekleri, yoktu. Böyle birşey olamazdi, zira Osmanlı yönetimi altında, hiçkimse, birinci sınıf vatandaş iken, ikinci sınıfa, Üstelik idam edilmeği de göze alarak geçecek kadar aptal, olamazdı. Müftü Hacı Hafız Ziyaettin Efendi'nin, şeyhülislamlığa gönderdiği bir mektupta, " bazı köyler tenasur ediyor" (yani din değiştiriyor) denmekte idi ama bu, eskiden zoraki müslüman görünmüş insanların, kendi dinlerine geri dönmelerinden ibaretti. Türkler, dillerini, varlık şuurlarını, geleneklerini yitirmeden, dinlerini nasıl değiştirebilirlerdi ki? Kaldı ki Osmanlı yönetiminde iki ilâ dört kat fazla vergi verip; aşağılanmak için; karşılığı idam olan bir suç işlemek demek olan, İslâmiyeti terkederek hristiyan olmak için, insanın akıldan da yoksun olması gerekirdi.
Hazretler, böylesi bir aşağılanmayı kabul ediyorlardı ama bektaşi olmak, çok zorlarına gidiyor, " Tarih "öğretmenleri" bu fikri beğenmiyordu!.. Tartışma esnasında, kimilerinin Alevilik ile Kürtlük ayni şey sanarak celallendiklerini saptayıp, kültür birikimlerinin düzeyi karşısında, küçük dilimi yutayazdım...
İKİ CAMİİ ARASINDA
Öte yandan, bu Alevilik hikayesi, solcularımızın da keyfini kaçırmaktaydı. Onların derdi başka! Bilindiği gibi, Hacı Bektaş - ı Veli, Horasan erenlerindendir. Yani, Anadolu'ya özel bir misyonerlik görevi ile gelmiş bir Türkmen ulusudur. Bektaşilik de, islam dininin Türk yorumu... Böylece, alevi geçmişi ileri sürülen ada Türkleri'nin etnik köken olarak Türkmen olduğu; bozuldu sanılan dialektlerinin aslında, oniki ile ondördüncü yüzyıllar Türkmen ağzı olduğu falan ortaya çıkınca, solcularımız, "halleniverdiler" ! Bu konuya dikkatimizi ilk çekenin rahmetli Naci Talat olduğunu söylememiz falan da fayda etmedi, biz de bir anda şovenist oluverdik!! Olur muydu? Nerde kaldı arkadaşların, "Kıbrıslılığı"! Allah onu iki cihanda da aziz etsin, bu işe en çok Ahmet Cavit An kızdı... Bu çevre, bizim çalışmamızın değersizliğini kanıtlamak üzere, adanın "önce beşbin yıllık, o yetmedi yedibin yıllık tarihinden bahsetmeye başladı. Sonunda, tarihin kaç yaşında olduğunu bilmediklerinden olsa gerek, onbin yıla kadar çıkanlar da oldu ama, erken ayıkıp, yedibinde karar kıldılar. Dünya üsütünde bilinen en eski buluntular da zaten, o kadar! Daha eskilere, fosil diyorlar... Hızını alamayanlar, hala onbin yıl içeriğinden atmaya devam ediyor ama önemi yok...
NEREDEN ÇIKTI?
Pekiii... Biz bu Alevilik'i nereden çıkarmıştık?
Hangi yılınki idi, unuttum ama, muhtemelen, 1989'du; zira Naci, Hamiler'de ilk ameliyatını olmuş, patoloji sonucu beklenmekte idi. 1 Mayıs günü, Girne Kapısı'ndan, Sarayönüne ilerlemekteydik. Naci Talat, Mustafa Yektaoğlu ve ben, yanyana idik. yolda, Naci bana böyle birşey düşündüğünü, kendisinin araştırmaya vaktinin olmadığını, benim bu konuyu ele almaya zamanımın olup olmadığını sordu. İstanbul'daki "öğrencilik yıllarımdan beri, ayni şeyleri ben de hissettiğim için, ona kaynak bilip bilmediğini sordum. Bir kitap "önerdi ve ben bu işe daldım...
Şimdi, kitabı yayınladıktan sekiz - on sene sonra, elimdeki kanıtlar çok daha fazla...Sırasıyla ilerleyelim mi?
YARIDAN ÇOĞU
Hadi, buyrun:
Adanın fethinde, "önemli miktarda yeniçerinin görev aldığı, biliniyor. Fetihten sonra, bunların bir kısmının, adada kaldığı da bilinen bir gerçek. Kaç kişi idi bunlar? Bin ile yedibin arasında, iddialar var ki, yüzyıl sonunda adadaki müslüman nüfus sekizbin hane olduğuna göre, endazesiz atanları ayıklayıp, üçbin yeniçeri kaldı diyelim. Bunların bekar oldukları ve evlenmeleri için, Canik'ten adaya bakire kızlar getirildiği de biliniyor. Demek ki yekten, Kıbrıs adasına iskan edilen üçbin hane, alem aşikar Bektaşi... Var mi, yeniçeriyi de Nakşi ilan edecek kaltaban?
Adanın fethinin askeri günlüğü niteliğindeki Piri Efendi Tarihi / Fethiye-i Cezire-i Kıbrıs'tan "öğreniyoruz ki, fetih güçleri arasında, yeniçerilerden başka, bir de doğrudan doğruya, Bektaşi Taburu var... Bunların ne kadarının adaya iskan edildiğini, bilmiyoruz. Ama savaş esnasında şehit düşenlerin düştükleri yere yapılan türbelerinin adlarından, Kurt Baba, Kara Baba, Akkaş Dede, Üçler, Yediler, Genç Abdal gibi Lefkoşa'daki; Turabi Dede gibi Larnaka'daki, Mahmud Baba gibi Leymosun'daki, Durmuş Dede gibi Mesarya'daki, yatırların kaybolmamasından, onları yaşatacak "önemli bir miktar Bektaşi'nin” de adada kaldığını anlıyoruz. Başka türlüsü olsa, o yatırlar ile daha sonra gelen halk arasında bağ sağlanıp da anıları ve kudsiyetlerinin yüzyılları aşarak gelmesi, beklenemezdi. Ya Gönyeli'de hala en "önemli “ masal kahramanının adının, Şah İsmail olmasına ne buyrulur?
Fetih bittikten sonra, iskan başladı...
İskan ile ilgili en ünlü ferman, 19 No.lu Mühimme Defteri'nde bulunan 20 Eylül 1572 tarihli fermandır ki, hani "on haneden biri" meselesi, çok meşhur edilmiştir. Aslında o fermanda söylenenlerin tümü ele alındiğı zaman, şu "on hane" meselesi, devede kulaktır. Zaten adı geçen bölüm, " bunlardan başka" ibaresi ile başlar. Yani, asil göçürülmek istenenler sayılır ve " bunlardan başka, aşağıdaki meslek sahiplerinden her on haneden biri" denilir. Anadolu'nun o gün hangi koşullar altında olduğunu bilmeden, Osmanlı terminolojisinin anlamını kavramadan, salt eski yazı okunarak, tarihini aydınlatmak, mümkün değildir. Örneğin, sözkonusu fermanda " taşlık yerde yaşayanlar" diye bir deyim var. Bu, tarlası taşlık olanlar diye yorumlanamaz. Zira,Osmanlı bugünkü Taşeli yarımadasını hep "Taşlık" diye anmış ve her zaman burada Karamanoğullarından kalma, alevi Türkmenler yaşamıştır. Bizce kastedilen, budur... "Leventlik edenler" ifadesi ile anlatılmak istenen, sanılacağı gibi gemilerde çalışanlar değildir. Başkaldırıp, otorite dinlemeden, medrese öğrencileri suhtelere katılanlar demektir v.s. öte yandan, ayni fermandan söz eden Türkiyeli bir tarihçi, Nejat Birdoğan, orada alenen " Kızılbaşlar" diye bir maddenin de varlığından söz eder. Bizimkilerin tümünün gözünden kaçmış olan bu ayrıntı, hem dikkati çekmeğe ve hem de bizim de fermanın aslının peşine düşmemize değen bir ayrıntı... Yani Nejat Birdoğan'a göre, ilk ve asil sürgün fermanında, Kıbrıs'a aleviler'in de sürülmesi, emrediliyor.
Ayni yıl, adaya Halep'ten de ikiyüz ailenin sürüldüğü biliniyor. Sn. Ahmet Gazioğlu kitabına ( Kıbrıs'ta Türkler) bunu almış. Ama o ikiyüz ailenin, neden sürüldüğü, Gazioğlu'nun gözünden Kaçmış! 12. No.lu Mühimme Defteri'ndeki ilgili fermanda, sebebi "öğreniyoruz:
Alevi olup, Iran ile ilişkili olduklarından kuşkulanılıyormuş...
1576'da "özellikle Bozok bölgesine gönderilen emirlerde, " Alevi olup da Iran ile ilişkisi bulunduğu kanıtlanamayanların, adaya sürülmesi" ile ilgili, en az iki ferman var. Bunlar 29 ve 30 No.lu Mühimme Defterleri'ndeki 490 ve 488 sayılı fermanlardır. Üçbin yeniçeriye, Halep'ten gelen ikiyüzyüz aile ve Ahmet Refik'in Anadolu'da Türkmen Oymakları kitabında orijinal metnini verdiği, " Bozdoğan'larda, Köseli Oymağına bağlı Ramazan ve etrafına toplanan tüfekendazların" da yüz aile olduğunu hesap edip; onlara Bozok'tan gelenlerin de katıldığını varsaysak, 16 yy.'da adaya getirilen ve Mesarya ile Mezato'ya ( Larnaka ilçesindeki Mezato köyü Latin döneminde Baronluk merkezi olduğundan, o yöre bu isimle anılırdı) yerleştirilenlerin, büyük çoğunluğunun, Alevi olduğu ortaya çıkar.
Zaten, bölge insanının bugüne kadar yaşattığı Mart Dokuzu gibi gelenekler, " çan çaldı semah döndü" gibi atasözleri, kimliklerinin kökenini ele veriyor. Bu köylerde, çok kısa bir zaman "öncesine kadar, yatarken " yattım sağıma, döndüm soluma" gibi , " açgözünü uyandır canını" gibi, alevi gülbankları söylenmemekte miydi? Nedeni, işte ortada...
16. yy.da adaya gönderilen 8 bin aile, bir yüzyıl adanın müslüman yerleşikleri olarak yaşarlar. ll. Viyana bozgunu ve Karlofça Anlaşması'ndan sonra, Osmanlı yönetimi, güçsüzlüğünün nedenini ekonomide aramaya girişir. Güçlenmek niyetiyle, Anadolu'nun göçebe yörükleri ve Türkmenleri'ni iskan edip yerleşikliğe geçirerek, vergi gelirlerini artırmayı amaçlamaktadır. Göçebeler ile devlet arasında, kelimenin tam anlamı ile bir savaş yaşanır. Bu dönemde, önceleri bütün yörüklerin adaya sürülmesi düşünülüyorken, giderek, bir kısmının Anadolu ve Suriye'ye geriye kalanların Kıbrıs'a sürülmesi yolu tercih edilir. 1699 ile 1745 arasında devam eden bu ikinci sürgün döneminde, adaya 22 oymağa mensup, 2400 yörük / Türkmen ailesi gönderilir. Bunlar da muhtemelen Lefkoşa ve Lefke çevresi köylerine yerleştirilirler.
Dostları ilə paylaş: |