44.Büyük Şahseven İli
Adı ve Tarihi
İran topraklarına yayılmış olan düzensizlik ve karmaşa döneminde, Türk hükümdarı Sahib-Kırân Timur’un emirleri, Ak-Koyunlu ve diğer yerel hanedanlar, ülkenin her bir köşesinde kendi hüküm ve hükümetlerini yürütme gayreti içerisindeydiler. Bu esnada İsmail Mirza adı ile tanınan, daha sonra şah olarak karşımıza çıkacak I.İsmail Safevi (1501-1524), kendisine bağlı Türkmen kabileleri ile birlikte H/K. 907/ 1502 yılında, gene Türkmen olan Ak-Koyunluları yenerek, Azerbaycan hükümetinin temellerini atmış, çeyrek yüzyıl süreyle ülkeyi başarıyla yönetmiştir.
Bazı İran kaynaklarında, bu ülkede yaşayan Türk aşiretlerinden “Türkmen” olarak bahsedilmesi terminolojik bir hata olarak görülmektedir. Sünni olsun, Şii olsun, Kızılbaş olsun, Irak’ta olduğu gibi kısmen Hıristiyan olsun, Oğuz kökenli tüm devlet gez/ göçerlerin, hatta yerleşiklerin Yörük veya Türkmen olarak adlandırılması Türk sosyal yapısı ve etnolojik tasnifine gayet de uygundur. Bunları farklı topluluklarmış gibi gösterme ve sunmanın sağlıklı olmadığı aşikârdır. “Türkmen” adı, sadece Türkiye, Türkmenistan, Irak, Suriye, Kuzey Kafkasya ve Türkistan’da yaşayan Oğuzları ifade etmez. Türk Aleminde yaşayan tüm Oğuzları ve Oğuz göçerlerini ihtiva eder.
Şah İsmail Safevi ile birlikte hareket eden Türkmen kabileleri, silâşor ve can korkusu ve endişesi bulunmayan büyük topluluklardı. İçlerinde Anadolu’dan gelme Sünni Türkmen aşiretleri bulunmakla birlikte, büyük bölümü eski Türk inançlarının derin izlerini taşıyan “Ehl-i Beyt” aşkı etrafında kümelenmiş olan tayfalar sayesinde Azerbaycan ve İran’da siyasi birlik temin edildi. Bu kabileler, “Kızılbaş Türkmenler” olarak şöhret buldu. Kızılbaşlar, “Otuziki Kızılbaş Kabilesi”nin bir araya gelmesinden oluşmuştur. Şah İsmail, bu Otuziki Türkmen Kabilesi’ni “Nücebâ-yı İran/ İran Asilzadeleri” olarak kabul etmiştir. Kırmızı başlık takmadan kaynaklanan “Kızılbaş” adına dini kisve giydirilmesi daha sonraları cereyan eden bir hadisedir. (Tarih- KızılbâŞan, s.1-2)
Şah İsmail’in iktidar gücünün dayandığı Otuziki Türkmen Kabilesi’nin “Nücebâ-yı İran/ İran Asilzadeleri” Kızılbaş olsun, Sünni olsun soylulukları konusunda fikir birliği vardır. Bu kabile mensupları, “Ehl-i Beyt/ Oniki İmam”ın sembolize edildiği özel oniki dilimli kırmızı/ al başlık giydiler. Giydikleri bu başlıktan ötürü “Kızılbaş” adı ile anıldılar. Sultan Muhammed Hudabende (1578-1587), Özbek ve Osmanlı Türkleri’ne karşı korunmak ve onlardan askerî güç olarak istifade amacıyla H/K. 991-994/ 1583-1586 yıllarında bunları davet etti ve hizmetine aldı. Bu Türkmen kabilelerinin şaha karşı olan bağlılıklarına “Şah seven olmah” dendi. Böylece “Şahı seven/ Şahseven” olarak anılmaya başladılar. (İrec Afşar,Îlhâ,Çâdurnişînan…, 1.cilt, s.77)
Safevi Türk hanedanının, kan kardeşleri olan Osmanlı ve Özbek Türkleri’yle uzun yıllar süren savaşları, bunun sonucu oluk gibi akan Türk kanı, Türk Aleminin en ızdıraplı sahifeleridir. Günümüzde bu tatsız geçmiş “Türklerin tarihi yol kazası” olarak kabul ediliyor. Bu, Sahib-Kırân Emir Timur’un İran ve Anadolu seferleri için de geçerlidir. Türklerin kendi aralarında sürdürdükleri savaşların olumsuzlukları, günümüzde Türk Aleminin içinde bulunduğu çıkmazların örtülü nedenlerinden biridir. Cengiz Han ve Emir Timur’un İran, Kafkasya ve Anadolu’nun ebedî Türk yurdu hâline gelmesindeki katkısını teslim etmek gerekir.
Kızılbaşlar, H/K. 998/ 1590 yılında Şah’ın yakını olan Mürşid Kulu Han’a karşı ayaklandılar. I.Şah Abbas, Kızılbaşların güçlü nüfuzları ve fevkalade kudretleri karşısında ülke siyaseti ve askerî düzen bakımından endişeye kapıldı. Kızılbaşların nüfuzunu kırmak için Şahsevenlere yöneldi ve onları yanına çekti.
Şah Abbas, kendisinin de mensubu olduğu Safevi hanedanının güç kaynağı ve dayanağı olan Kızılbaş Türkmenler yerine, Sultan Muhammed Hudabende zamanında oluşmaya başlayan Şahseven Türk birleşiği/ konfederasyonunu reorganize etti. Bu çalışmayı yaparken, Kızılbaş Türkmenleri alenen hedef haline getirmedi. Çünkü bu teknik olarak da mümkün değildi. Çünkü Kızılbaş Türkmenler ile Şahseven Türkmenleri arasında akrabalık, dil ve inanç birliği bulunmaktaydı. Bugün de aralarında herhangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Safevi şahları, Beynennehreyn/ Mezopotamya ve Anadolu’ya dâîler çıkartarak, tanınmış Türkmen kabilelerini davet etti. Bu kabilelerin reisleri, sıradan insanlar değildi. Tamamı Cengiz Han’ın takipçileri ve Selçuklu sultanlarının yol yoldaşı yüksek ahlak sahibi Türkmen soyluları idi. Bu Türkmen bey ve hanlarının tek bir özelliği vardı: Kendilerini küçük görüp, reaya muamelesini layık gören şahlara, padişahlara sırtını döner, soylarına soplarına hürmet eden, hak ve hukuklarını veren ve kendilerine saygı gösterenler için kanlarını akıtmayı vâcip sayarlardı. Bu özellik Kaşkayı ilhanlarında da çok bârizdi. Nesepleri sağlıklı olmayan hanlara, beylere ve şahlara kızlarını layık görmezlerdi. I.Şah Abbas, Türkmen beylerinin hassasiyetlerini, psikolojilerini yakından bilen bir şahsiyetti. Bununla birlikte, Osmanlılar gibi Türkmen soylularından çekindiği için sarayında Türkmen asilzadesi ve Türk memur barındırmamaya özen göstermiştir. Öte yandan payitahtı, Kazvin’in batı sınırına yakın olması ve Osmanlı Türkleri’ni tehdit olarak algılamasından ötürü İsfahan’a nakletmiştir. (İran İmruz ‘1906-1907’, s.134)
“Bostanüs-Seyyaha”nın müellifi, Şahsevenler için şöyle yazmaktadır: “Şahsevenler, Şah Abbas zamanında oluşmuş bir il/ ulustur. Nemek be-haRaman/ nankör Kızılbaşlar, Şah Abbas’a karşı durmakta ve emirlerine itiraz etme cesaretini göstermekte idiler. Bundan ötürü Şah Abbas, ‘Şahı sevenler gelsün!’ fermanı vererek davette bulundu. Bundan sonra Şah’a karşı gelenler bastırıldı. Şah ise bunlara ‘Şahı seven/ Şahseven’ adını verdi. (Bostanüs-Seyyaha yâ SeyahatName,s.316) “Şahseven” adı Türkçe olup, “Şah’a dost ve Şah’ı seven” anlamına gelmektedir. “Şah+seven” olmak üzere iki kelimeden ibarettir. (LüğatName-i Dehhüdâ, 30.cilt, Şahseven maddesi, s.171)
İran’da faaliyet gösteren Aşiret İşleri teşkilatı/ Sazman-ı Umur-u AŞayir, devrimden sonra “Şahseven” adını, Şahlık rejimini çağrıştırdığı gerekçesiyle, devlet politikası doğrultusunda “İlseven” olarak değiştirmiştir. Tebriz’deki ünlü Şah Gölü’nün ismi de benzer şekilde “İl Gölü” adını almıştır. Mehrimah 1361/ 1982 tarihli “Mecmua-i Ittılâât ÂMar-ı İlât ve Tavâyif-i AŞayir-i İran/ İran Aşiretleri İl ve Tayfalarına Ait İstatistiki Bilgiler Mecmuası” isimli rapor/ eserde, Şahsevenlere ait Ş. 1360/ 1981 tarihine ait bilgiler verilirken bu il/ ulusun adından ilk defa “İlseven” olarak bahsedilmiştir. (Mecmua-i Ittılâât ve…, s.2)
Şahsevenlerin sahip olduğu ahlak ve soyluluklarından yabancılar da etkilenmiştir. Genel Türk tarihinde özel bir yeri olan il/ uluslardan biridir. Yabancı gezginler, araşırmacılar, yazarlar, diplomatlar ve casuslar Şahsevenlerin bilinçli, organize teşkilatlanmasından, sahip oldukları köklü geleneklerden etkilenmiş, eserlerinde ve raporlarında özel başlıklar atmışlardır.
Türk İl/ Uluslarının Azerbaycan’ı Yurt Tutması
Turanlıların İran, Kafkasya ve Anadolu’yu yurt tutmasının en az 3500-4000 yıllık bir geçmişi vardır. Türkler bu ülkeye gökten zembille inmiş bir millet değildir. Tarihin bilinen devirlerinin başlangıcından itibaren bu coğrafyada hep varolagelmiştir. Bu konuda çok sayıda bilimsel neşriyat mevcuttur. Her geçen gün de artmaktadır. Osman Nedim Tuna’nın, Sümerce Sözlüğü, bunun örneklerindendir. İlmiye Çığ’ı unutmamak gerekir. Bu arada Pan İranist/ Aryaistleri oldukça rahatsız ettiği gözlenen Prof. Dr. Muhammed Taki ZehtABi Kirişçi’nin iki ciltlik “İran Türklerinin Eski Tarihi” isimli eserini özellikle vurgulamak gerekir. Bu kitap, Pan İranistlerin, Türklerin İran’a “sonradan gelme” bir millet olduğu yönündeki tezini çürütmüş ve geçersiz kılmıştır. Bu eser sayesinde, aksine ÂRilerin İran topraklarına sonradan geldikleri açığa çıkmıştır. Böylece elde bulunan dağınık bilgiler bilimsel tasnife tabi tutulmuştur. M.Taki ZehtABi Kirişçi’nin “İran Türklerinin Eski Tarihi” isimli eseri, Tatar-Rus aydınlarından şair Anna Ahmadova’nın oğlu Lev Nikolayeviç Gumulyev’in eserleri gibi Türkiye’de layık olduğu ilgiyi henüz görememiştir. Gumiyev’in; Hunlar, Eski Türkler, Muhayyel Hükümdarlığın İzinde, Çin’deki Hunlar, Hazar’ın Keşfi, Etnogenez, Hazar Etrafınca Bin Yıl, Eski Ruslar ve Büyük Bozkır, Rusi’den Rossya’ya, Sarı Haçlı Seferi veya İblis Nesli Efsânesi, Son ve Yeniden Başlangıç, Avrasya Trajedisi, Etnos, Tarih ve Kültürler, 10 ciltlik Arabesk Tarihi ve yüzlerce makalesi bulunmaktadır.
Bunun yanı sıra Çin, Arap, İranlı tarihçiler ve Doğubilimciler tarafından kaleme alınan Türklerin konu edildiği tarih kitapları ve seyahatNamelerdeki bilgilere ihtiyatla yaklaşılmalıdır. Çin kroniklerinde hakaret içerikli metinlere, Arap ve İranlı yazarlarda yalanlara ve abartılara, Doğubilimcilerde, saptırmalara ve araştırmalara kasden yerleştirilmiş olumsuz temalara sıkça rastlanmaktadır.
Günümüzde Türkistan, Anadolu, Kafkasya, İran, Balkanlar ve Avrupa ülkelerinde Proto-Türkçe çok sayıda yazılı taş örnekleri keşfedilmiştir. Türklerin İran’ı Dandanakan savaşı, Anadolu’yu Alpaslan ile yurt edindikleri iddiaları artık ilgi görmemektedir. Bazı Aryaist İranlı yazarlar, Türklerin İran’a Selçuklular ve Timur ile geldiği tezini ısrarla işlemeye çalışmaktadır. Tarihi araştırmalar geliştikçe her geçen gün bilimsellikten uzaklaşmaları nedeniyle zorlanmaktadırlar. İran’da yazılan kitaplarda, “Şarkiyatçı/ Şarkşinas” dediğimiz emperyalizmin emrindeki bazı Doğubilimciler ile birkaç Arap/ Tazi gezgininin kitapları ha bire dipnot olarak verilmektedir. Batılıların yere göğe sığdıramadıkları Yunan ve Roma medeniyetlerinin temelinde yüksek Turan kültürünün bulunduğu ısrarla göz ardı edilmektedir. Dünyamızda derin temelleri bulunan ve hayranlık uyandıran birbirinden farklı çeşitli kültür iklimleri vardır. Yunan ve Roma kültürleri konusunda propaganda içerikli taraflı yayınların ısrarla sürdürülmesi, XXI. yüzyılda Turan, Çin/ Uzakdoğu, Güney Amerika, Hint, Mezopotamya, İran/ Pers ve Arap kültürlerinin üzerini örtmeye artık yetmemektedir.
Türklerin Azerbaycan’da siyasi ve kültürel güç hâline gelmesi, Oğuzların bölgeye yoğun olarak yerleşmesiyle mümkün olmuştur. Oğuzlar, Azerbaycan’da siyasi gücü ele geçirmeden önce Hazar denizinin doğu ve güneydoğusunda oturmaktaydılar. “Oğuz Türkleri, yoğun bir şekilde Hazar Türk devleti sınırları içinde yaşamaktaydı. Çok dinli yapıya sahip bu Türk devleti, İbranî alfabesi kullanmaktaydı. (İbn-i Nedîm ‘Muhammed bin Ebi-Yakub İshâk bin- Muhammed bin- İshâk en-Nedim’, El-Fihrist, Leibzig 1871, s.20) Hukuk sistemi de çoklu olarak Musevi, Hıristiyan, Müslüman ve Şamanistlere göre şekillenmişti. (El-Mes’ûdî ‘Ebül-Hasan Ali bin El-Hüseyn El-Mes’ûdî’, Mürûc’üz-Zeheb ‘Altın Bozkırlar’ ve Meâdinül-Cevâhir ‘Mücevher Madenleri’, c.1, Beyrut 1956) İskit, Göktürk ve Hunların askerî yapılanmasından yola çıkarak, güçlü bir ordu teşkilatı oluşturmuşlardı. İktisadî yapılarını savaş ve yağma ekonomisinden çıkararak, ticaret ekonomisi, tarımsal üretim ve madencilik üzerine kurmuşlardı. Özel mülkiyet ve ticari alanda söz konusu uygulamaları, Hazar Devlet idaresini güçlü ve zengin kılmıştı. Çağdaşı olan devletlerden daha sağlam ve üstün olan bu kurumlar Rus, Bulgar, Selçuklu ve Macar devletlerinin kuruluş aşamasında örnek alınmıştır. (M.Artamanov, The History of the Chazars, Leningrad 1962) Hazar Hakanları, adaletleriyle ünlenmişti. Hukukun eksiksiz uygulanması konusunda çok hassas davranmışlardır. (Zeki Velidî Togan, İ.A., c.V, s.397-408, İstanbul 1970) Günümüz Rus tarih araştırmaları, şoven bir yaklaşımla kurucu medeniyet tezleri konusunda boşa düşecekleri endişesinden hareketle, özellikle İskit ve Hazar Türkleri’ne ait toponim ve etnonim verilerini, arkeolojik objeleri göz ardı ederek saklamakta, adeta kültürel bir soykırım uygulamaktadırlar. Hazar Türk Devleti’nin komşuları Bizans ve İranla olan ilişkileri ise ayrı bir inceleme konusudur. Hazar devlet yönetiminde başta Hakan ve Hatun olmak üzere Musevi Türkler etkindi. Hazar’ın geniş ve verimli otlaklarında göçer/ devlet-gez olarak konaklayan Oğuz Türkleri, hayvancılıkla geçinmekteydi. Bir Oğuz/ Kınık beyi olan Dukak, Subaşı olarak öldüğünde, yerine 18 yaşındaki oğlu Selçuk geçti. Aklı, Feraseti, cesareti ve fiziği Hakan tarafından çok beğenilen Selçuk, Hazar Sarayı’nda görevlendirildi. Selçuk Bey çağdaş, idari, askeRi, iktisadi teşkilatlanmayı Hazar Sarayı’nda uygulamalı olarak öğrendi. (Ebül-Âlâ ibn-i Hassûl ‘Muhammed bin-Ali bin-Hassûl El-Hemedani’, KitAb-ı Tafzîlül-Etrâk Âlâ Sâirül-EcNad, Belleten, c.IV, sayı 14-15, Ankara 1940, s.49) Son derece gözüpek, kahraman, adil ve cesur olan Selçuk Bey, bütün Oğuz Ulusu tarafından özellikle de Kınık, Salur, Kayı, Bayındır, Yıva illerince ölümüne seviliyordu. Hazar Sarayı bu durumdan tedirgin olmaya başlayınca, Selçuk Bey son derece akıllı bir strateji ile tüm Oğuz ulusunu 930 yılında beş oğlu Mikail, İsrail, İsrafil, Yusuf ve Musa ile birlikte Gazne topraklarında Buhara-Cend yöresine göç ettirdi. (Ebül-Ferec ‘Gregorius Bar Hebraeus/ İbnül-İbRi/ Abebron’, Ebül-Ferec Tarihi, c.1, s.292-293, Çev.Ömer Rıza Doğrul, Ankara 1954) 985 yılında Oğuz Ulusu tarafından Han seçildi. Selçuk Han, güçlü bir şekilde batıya akın etmek ve Gaznelilere karşı durabilmek için Araplarla anlaşmaya karar verdi. 100 Aksakal Oğuz beyi ile birlikte ulusun Müslüman olmasına karar verdi. Kısa bir süre içinde 200 binden fazla çadır halkı Müslüman oldu. (El-Makrizî ‘Ebu Muhammed/ Ebül-Abbas Takiyyüddin Ahmed bin-Ali bin Abdülkâdir bin-Muhammed El-Makrizî’, Es-SuLuk fî Düvel’il-MüLuk, Süleymaniye Küt. Fatih Böl. 4376 numarada kayıtlı el yazması, c.1, varak 9) Horasan’da başlayan, Avrupa içlerine kadar devam edecek olan Oğuz Ulusunun varlığı askeRi, idari, ve iktisadi yapılanması ile Türkiye’yi merkez tuttu. Müslüman olduktan sonra oğullarından İsrail, “Arslan”, İsrafil ise “Yunus” olarak anıldı. Mikâil, Horasan’da bir baskında şehit düştü. Mikâil’in yetim kalan oğulları Tuğrul ve Çağrı kardeşler, dedeleri Selçuk Han tarafından ameli ve nazaRi olarak özenle yetiştirildi. Selçuk Bey, Horasan’da adına hutbe okuttu ama para bastırmadı. 1009 yılında eceli ile vefat ettiğinde 100 yaşını çoktan aşmıştı. Cend şehrinde defnedildiğinde arkasında çok iyi teşkilatlanmış kısa sürede imparatorluğa dönüşecek bir devlet yapısı ve ulus bıraktı”. (Can Özsoy, 2012) H/K. 396/ 1006 yılında Horasan’da Oğuz nüfus ve nüfuzu artmaya başlamıştır. Sultan Mahmut’un, Mervrûd taraflarına saldırı planından haberdar olan Oğuzlar, bulundukları yerleri terk edip Horasan’ın Serahs ve diğer noktalarına doğru yola çıktılar. Mahmut’un Serdarlarından Arslan Cazib, emir altına alınması zor olan Oğuzları geri getirmek istedi. Saldırıya geçerek, baş eğmeyenlerin büyük bölümünü kılıçtan geçirdi. (Râvendî, Tarih-i İctİmaî İran, 3.cilt, s.270)
Türk emirlerinden Gazneli Sultan Mahmut (998-1030), Maveraünnehr’e asker sevketti ve Arslan İsrail’i yakaladı. Ancak eski tabileri olan emirler, bundan ötürü kendisine sitem ettiler. Sultan Mahmut’u rica ile ikna eden Oğuzlar, Horasan’a yerleşip, bölgenin korunmasını üzerlerine aldılar. Sultan Mahmut, ileride ihtiyacı olduğunda bunlardan yararlanmayı planlıyordu. Sultan’ın izni üzerine, dört bin çadırlık Oğuz kitlesi koyun, deve, at, katır ve eşyalarından oluşan tüm ağırlıkları ile Amuderya/ Ceyhun’dan geleneksel disiplin içerisinde yürüyüşe geçerek Ferave, Serahs ve Abivert bölgesine gelip, buraları vatan edindiler. (Tarih-i Ğazneviyân, 1.cilt, s.228)
Bazı Aryaist tarihçi ve yazarlar, Gazneli Sultan Mahmut’un Oğuzların Horasan’a göçmelerine izin vermesini tarihî, siyasi ve askerî bir hata olduğunu ileri sürerler. Bu kayıt, Râvendî’nin “Tarih-i İctİmaî İran/ İran’ın Sosyal Tarihi” isimli kitabının üçüncü cildinin 27’nci sayfasında da kayıtlıdır. Günümüzde de bu ve benzeri yazarlara dayanarak, aynı temalar işlenmektedir.
“Zeynül-Ahbâr”ın müellifi Gerdizî de bu konuya değinir. Tus Emiri Arslan Cazib, Sultan Mahmut’un huzuruna çıkarak; “Türkmenlerin niçin Horasan Vilayetinin içlerine gitmesine izin verdiniz? Bu uygulama bir hatadır. Emir verin, Ceyhun’un gerisine dönsünler veya bana müsaade edin, Türkmen erkeklerinin parmaklarını size getireyim”. Bunun üzerine Sultan Mahmut: “Bu ne merhametsizlik, bu ne katı yürekliliktir?” dedi. Tus emiri ise, “Eğer dediklerimi yapmazsanız sonra çok pişman olacaksınız, henüz Oğuzların elinde silah yok”. (Tarih-i GerDizi ‘Zeynül-Ahbâr’, s.411)
Oğuzlar, Gazneli Sultan Mahmut’tan sonraki dönemlerde, Horasan’daki etki sahalarını genişleterek güçlendiler. Zaman içerisinde buradan batıya hareket ederek, Azerbaycan’ın Savalan dağı çevresine ulaştılar. Mugan Çayırlığını (Erdebil/ / Deşt-i Muğan) mesken tuttular. Azerbaycan’da bulunan yerleşik Türklerle birleşerek güçlendiler. Bölge artık tamamen Türk oldu, dilleri de Türkçe. (Mecelle-i ber-ReSihâ-yı Tarihî, sayı: 5, s.6)
Moğol İlerleyişi
İlk Moğol grubu, Hicri /K.616/ 1219 yılında Azerbaycan’a gelerek Tebriz’i ele geçirdi. Harezmşahların H/K. 628/ 1231 yılında Azerbaycan’dan çekilmesinden sonra, Moğol Serdarı Carmagon komutasındaki ordu bölgeye geldi. (NazaRi be-Tarih-i Azerbaycan, s.172)
Moğol askerleri Cebe ve Subutay komutasında Azerbaycan ve Gürcistan’a haraket etti. Mugan Çayırlığı’nı kendilerine kışlak olarak seçtiler. Moğolların gelmesiyle Oğuz ve Selçuklu Türkleri bölgeyi terk etti.
Hülagû Han, H/K. 656/ 1258 yılında büyük bölümü Türk olan ordusu ile İran’a girdi. Hülagû Han ve torunları 130 yıl süreyle İran’da hüküm sürdüler ve Azerbaycan’ı hükümet merkezi haline getirdiler. Bu yüzden Moğolların büyük bölümü Tebriz, Merağa ve Sultaniye’ye yerleşti.
Hülagû Han, H/K. 658/ 1260 yılında Türkistan’dan 150 bin çadırdan oluşan Türk ailesini getirerek, Güney Kafkasya/ Trans Kafkasya/ Maverâ-i Kafkas’a yerleştirdi. Moğollar, kısa süre sonra Türklerin içerisinde eridiler, asimile oldular. Dillerini ve dinlerini değiştirerek Türkleştiler. Benzeri Türkleşme hadisesi Timurlular döneminde devam etti.
Emir Timur, H/K. 795/ 1393 yılında Rey ve Aras’ın güneyinin idaresini oğlu Muîz’ed-din Miran Şah’a teslim etti. Tebriz başkent oldu. Bu arada Miran Şah aklını yitirdi. Timur, H/K. 802/ 1400 yılında Azerbaycan’a geri dönünce, Miran Şah’ın oğlu Mirza Ömer’i babasının tahtına oturttu. Timurlulardan sonra Azerbaycan Kara-Koyunlu (H/K.810-872/ 1407-1468) ve Ak-Koyunluların (H/K.872-907/ 1468-1502) yönetimine geçti. Böylece bölgede çeşitli Türk il/ ulus ve tayfaları birlikte yaşamaya devam ettiler. (NazaRi be-Tarih-i Azerbaycan, s.173)
Safeviler ve Kızılbaşlar
Bazı müverrihler, özellikle saraya yakın olanlar, Safevi hanedanının yirmi göbek geriye gidildiğinde İmam Musa Kâzım’a dayandığını yazmaktadır. Bu tür yakıştırma ve iddialar, bazı resmi saray tarihçilerinin uygulamalarındandır. Safevi Azerbaycan Türk hanedanının peygamber soyuna dayandırılması, Safevilerin mezhep ağırlıklı bir hanedan olduğu dikkate alındığında, saray müverrih ve vakanüvistlerinin bu tür yakıştırmalarını doğal Hale getirmektedir. Türk’ten “Seyyid” olması söz konusu değildir. Zaten buna ihtiyaç da yoktur. Safevilerin Türk oldukları bilinen bir husustur. Saray tarihçilerinin verdiği nesep silsilesi şöyledir:
1.İmam Musa Kâzım
|
8.Seyyid Cafer
|
15.Seyyid Firuzşah ZerrinKülah
|
2.Seyyid Ebül-Kâsım Hamza
|
9.Seyyid İbrahim
|
16.Seyyid Avz’ul-Hafız’ul-Havâs
|
3.Seyyid Ebül-Kâsım Muhammed
|
10.Seyyid Muhammed
|
17.Seyyid Muhammedül-Hafız
|
4.Seyyid Muhammed E’rABi
|
11.Seyyid Hasan
|
18.Seyyid Şeyh SÂLah’ed-din Reşid
|
5.Seyyid Ahmed
|
12.Seyyid Muhammed
|
19.Kutb’ed-din Seyyid Sâlih
|
6.Seyyid İsmail
|
13.Seyyid Şerefşah
|
20.Şeyh Seyyid Emin’ed-din Cebrâil
|
7.Seyyid Muhammed
|
14.Seyyid Muhammed
|
21.Şeyh Seyyid Safi’ed-din Ebül-Feth İshak
|
Dostları ilə paylaş: |