Özgün bir hiyerarşiye sahip olan İran ruhanileri, hem toprak sahipleri, hem de “Bazari” denen çarşı esnafı üzerinde nüfuz sahibiydi. Geniş vakıf mülklerini kontrollerinde bulunduran ruhanilerin, feodallar ile Bazariler pazar esnafı arasında adı konmamış güçlü bir menfaat ittifakı vardı. Ruhaniler, bu sınıfların çıkarlarının temsilciliğini üstlenmişti. Vakıf mülklerine sahip olmaları nedeniyle ruhaniler de ekonomik olarak büyük toprak sahibi sayılırdı. Dini de tekellerinde bulundurmaları nedeniyle Kacar sarayı üzerindeki etkileri haliyle güçlü idi. Zayıf kişiliğe sahip şah ve yöneticileri kısa sürede etki altına alıp, feodal ve Bazarileri pazar esnafını da de kullanarak, istediklerini istedikleri makama getirme, istemediklerini alaşağı etme gücüne sahiptiler. Ellerinin biri dinin üzerinde, diğeri siyaset üzerindeydi. Güdümlerine girmeyen yöneticiler için “kâfir”, “münafık”, “el-müfsidün fi’l-arz” suçlamaları onlar için işin en kolay tarafı idi.
İran’ın kırsal kesiminde feodalizm egemendi ve büyük toprak sahipleriyle topraksız köylüler arasındaki uçurum oldukça derindi. Şehirlerde ise “bazargân” ya da “Bazari” adı verilen geleneksel küçük burjuvazi, tarihsel olarak etkin bir sınıf olarak göze çarpmaktaydı. Bu sınıf aynı zamanda toplumun en çabuk örgütlenEbilen kesimini oluşturmaktaydı.
Muhammed Şah zamanında, İran’da meydana gelen en önemli olaylardan biri BABilik ve Bahailik hareketlerinin ortaya çıkmasıdır. Esas itibariyle dinî ve siyasi huzursuzluğun bir tezahürü olarak patlak veren bir isyanın ardından Mirza Ali Muhammed, 1884 yılında Nasreddin Şah zamanında kendisini gâib Onikinci İmam Mehdi’nin “bAb/ temsilci”si ilan etti. Çıkan isyanı sert bir şekilde bastıran hükümet, 1850’de Mirza Ali’yi Tebriz’de idam etti. BABilerin, 1852 yılında Nasreddin Şah’a suikast düzenlemesiyle üzerlerindeki baskı daha da yoğunlaştı. Bu hareket, Bahailer ve Ezelîler olarak ikiye ayrıldı. Bahailerin lideri İran’dan sürgün edildi.
Nasreddin Şah, İran’ın bağımsız bir devlet olarak kalabilmesinin yapılacak köklü değişikliklere bağlı olduğunu idrak ettiyse de, Ruslar İran’ı sıkıştırmayı sürdürdüler. Ruslar, 16 Haziran 1865’de Taşkent’i ele geçirerek, 23 Haziran 1868’de Buhara Hanlığı’nı hİmayeleri altına aldılar. 10 Haziran 1873’de Hîve Hanlığı’nı vassâl haline getirip, 8 Şubat 1876’da Hokand Hanlığı’na son verdiler. 12 Ocak 1881’de Göktepe kalesini tahrip edip, kaledeki Türkmenlerin tamamını aileleriyle birlikte katlettiler, kalede saklanan Türkmen hazinelerini de talan ettiler. Üç yıl sonra 14 Mart 1884 tarihinde Merv ele geçirildi. Merv’in işgali İran’ı çok memnun etmiş olmalı ki, hemen Çar’a kutlama mesajı gönderdiler. Böylece Hazar’a dökülen Etrek nehri boyu Rus-İran sınırı haline geldi. 17 Ocak 1881’de Aşkabad ele geçirildi. 1881 tarihli Ahal Antlaşması, İran’a beklemediği Güney Türkmenistan topraklarını kazandırdı.
Feth-Ali Şah döneminde verilmeye başlamış olan imtiyazlar, Nasreddin Şah devrinde iyice hız kazandı. Ülkede ekonomik refahı yükselteceği düşüncesiyle Nasreddin Şah, Avrupalı güçlere tanıdığı imtiyazları giderek devlet politikası olarak benimsemeye başladı. Bir İngiliz vatandaşı olan Julius Reuter, 1872 yılında belirli bir hissenin Şah’a verilmesi karşılığında yirmidört yıllığına büyük bir imtiyaz elde etti. “Reuter İmtiyazı” olarak anılan bu imtiyaz, altın ve kıymetli taşlar hariç, İran’da bütün yer altı madenlerinin işletilmesi hakkına ilaveten fabrikaların inşası, demiryollarının döşenmesi, kanal ve sulama işleri, orman ürünleri işletmesi, bir banka ile bazı kamu hizmetleri idarelerinin kurulması ve gümrüklerin kontrolünü kapsıyordu. Nasredin Şah, Rusların baskısı ve halkın karşı çıkmasıyla bu imtiyazları iptal etmek zorunda kaldı. Buna karşılık İngiltere, İran’da Imperial Bank of Persia’yı kurma imtiyazını elde etti. Bu arada Ruslar da ayrı bir banka kurdular. Öte yandan 1890’da İngiliz firmasına verilen Tömbeki/ TenBakü İmtiyazı, Necef ruhanilerinden Hacı Mirza Hasan Şirazî tarafından tütün aleyhine verilen fetva ile çıkmaza girdi. Tebriz, Isfahan ve Şiraz’da din adamlarının başını çektiği büyük protestolar meydana gelince, 1891 yılında imtiyaz iptal edildi. Nasreddin Şah, 01 Mayıs 1896 günü reformcu Cemaleddin Esedabadi/ Afgani’ye yakın bir kişi olan Mirza Rıza Kirmanî tarafından öldürüldü.
XIX. yüzyılda Avrupa güçlerinin İran’a ekonomik olarak nüfuz etmesi ve Batı kökenli fikirlerin girmesi, toplumun geleneksel yapısını derinden etkiledi. Faaliyetlerini gizli yürüten birtakım cemiyetlerde yeni meselelerin tartışılması, sosyal ve hukuki reformların yanı sıra, anayasa ve meclisin kurulmasını savunan hareketleri doğurdu. 7 Ekim 1906’da meclis toplandı. Muzaffereddin Şah tarafından 30 Aralık’ta Kanun-i Esasi/ Anayasa’nın yürürlüğe girmesi onaylandı. 1907’de tahta çıkan Muhammed Ali Şah, anayasayı ihlal etmek ve meclisin faaliyetlerini aksatmak için elinden geleni yapdı. Önceleri anayasayı hararetle desteklemiş olan âyetulahlar, Batı kökenli reform taleplerinin giderek yoğunlaşması üzerine geri çekilmeye başladı. İçteki bu karışıklığın yanı sıra, dış güçler de İran aleyhindeki faaliyetlerini sürdürüyordu. Almanya’daki gelişmelerden endişelenen İngiliz ve Ruslar, 31 Ağustos 1907 tarihinde İran’ı kendi aralarında paylaştılar. Anlaşmaya göre, arada bir tampo bölge oluşturup ülkenin kuzeyi Rusların, güneyi ise İngilizlerin etkisi altında kalacakdı.
1908’de İran’da petrolün bulunması bir dönüm noktası oldu. Böylece hem emperyalist güçlerin İran üzerindeki hesapları, hem de İran’ın XX. yüzyıla damgasını vuracak olan karmaşık sosyo-ekonomik yapısı ortaya çıktı. Petrolün ekonomik bir ürün olarak devreye girmesiyle birlikte kapitalist ilişkilerin ülkede yayılmaya başlaması sonucunda bir ticaret burjuvazisi ve işçi sınıfı oluştu. 1940’lardan itibaren etkinliğini artıracak olan sanayi burjuvazisinin öncülleri oluşmaya başladı. Ülke, emperyalist ülkeler açısından en güçlünün en büyük dilimi alacağı pasta olarak görülmekteydi.
Haziran 1908’de Şah sıkıyönetim ilan ederek meclisi kapattı. Anayasa taraftarları Tebriz’i işgal etmiş olan Ruslara rağmen şahın bu hareketine karşı direndiler. Muhammed Ali Şah’ı 1909’da tahttan indirdiler. Yerine oniki yaşındaki oğlu Ahmed Mirza geçti. İki yıl sonra Muhammed Ali’nin tahtı yeniden ele geçirme gayreti Rusların doğrudan müdahalesine yol açtı. Nihayet 14 Aralık 1911 tarihinde meclis tekrar kapatıldı. (İsmail Safa Üstün, İA, “İran” maddesi ‘Safevilerden Günümüze Kadar’, s.401-402; Servân/ Yüzbaşı Ahmed KEyvanpur, Tarih-i Umumî Azerbaycan, s.26-27; http://tr.wikipedia.org; J.H.Kramers, İslam Ansiklopedisi, MEB, “İran” maddesi, Tarihî ve Etnografik Bakış, , s.1013-1030)
*
Feth-Ali Şah’tan sonra 16 Kasım-16 Aralık 1834 günleri arasında bir ay süre ile Tahran’da Adil Ali Şah Kacar, 05 Aralık 1834-Nisan 1835 tarihleri arasında ise Fars Vilayeti’nde Hüseyin Ali Şah Kacar tahta oturmaya çalıştı. Ancak Muhammed Şah Kacar karşısında başarılı olamadılar.
Kacar hanedanı, Kacar İl/ Ulusu’nun Kovanlu boyundan olan Ağa Muhammed Han Kacar tarafından kurulmuştur. Çocukluk yıllarında tahta talip olmaması için hadım edilmişdir. Ancak daha sonra Lütf-Ali Han Zend’i idam ederek bunun öcünü almıştır. Kendisinden sonra tahta çıkan Feth-Ali Şah, Ağa Muhammed Han’ın kardeşi Hüseyin-kulu’nun oğludur. Feth-Ali Şah’ın veliahtı, oğlu Abbas Mirza idi. Ancak babasının uzun yıllar şahlık yapması nedeniyle kendisine tahta oturmak nasip olmadı. Tahta çıkamamasına rağmen en az Kacar şahları kadar tarihe mal olmuş bir şahsiyettir. Feth-Ali Şah’tan sonra Kacar hanedanı Abbas Mirza’nın soyundan devam edecektir. Abbas Mirza’nın anası Tebrizli, eşi ise Kafkasyalı idi. Kardeşi Abbas Cilve yazardı. Abbas Cilve’nin İskender Mirza isimli bir oğlu vardı. İskender Bey, iki evlilik yapmıştır. Bunlardan ilki Hayrunnisa Hanım, diğeri Merağa’nın Türk soylularından Ali MüLuküs-Sultan’ın kızı Fatma Rızvan Hanım idi. Prenses Hayrunnisa’nın Asker Mirza, Prenses Fatma Rızvan Hanım’ın ise Kulu Mirza isimli oğulları oldu. Prens Kulu, doktordu. Ağabeyi Prens Asker kendisinden 13 yaş büyüktü. Prens Kulu, aile geleneğine uyarak Türk soylularından Hacı Ebül-Kasım Mimariyan-ı Du-Kale Cebbariyan-ı Atıf Mimariyan’ın kızı Refiye Hanım ile evlendi.
Şeyh Muhammed Hıyabani’nin takipçisi olan “Azadi” örgütünün lideri Karakaş Cafer, Fatma Rızvan Hanım’ın Prens İskender öldükten sonra evlendiği çay tüccarı Meşhedi Ahmed’ten olan oğludur. Karakaş Cafer, Azerbaycan’da bağımsız bir Türk Cumhuriyeti kurma yönünde faaliyet göstermiştir. Türkiye’de faaliyet gösteren anti-emperyalist, anti-Amerikancı Deniz Gezmiş grubu ile temas halinde olduğu söylenir. 1.90 boyundaki Karakaş Cafer, Horasan/ Kuçanlı Tahti ve Cihanbani gibi dönemin ünlü pehlivanlarındandı. Urumiye hapishanesinde idam edildi. Prens Dr. Kulu’nun, kardeşi Karakaş Cafer’i kurtarmak için Farah Pehlevi’nin dayısı Atabek’e bir milyon dolar rüşvet verdiği söylenir. Ancak Atabek, verdiği para makbuzunu geri alabilmek için Prens Kulu’yu Tahran’da ölesiye dövdürtmüştür. Prens’i, arkadaşı Dr. Karabaği mutlak bir ölümden kurtarmışdır.
Karakaş Cafer’in, idamdan kurtarılması sıradan bir hadise idi. Annesi Fatma Rızvan Hanım Müluküs-Sultan’ın, akrabası olan Farah Pehlevi ve Şah’ı ziyaret etmesi yeterliydi. Ancak Karakaş Cafer, saraya af için ricaya giderse annesi ile görüşmeyeceğine yemin etti. Bu nedenle Prenses Rızvan Hanım, saraya gitmeye çekindi. Savak, Cafer’in cenazesini Tebriz’de oturan ailesine teslim ederken, defin işleminin aile içerisinde kimseye haber vermeden yapılmasını ısrarla tembih etti. Ancak ailenin kimseye haber vermesine gerek kalmadan Tebrizliler sokağa döküldü. Hadise çıkmaması için emniyet güçleri ortalıktan çekildi. Cenazeye katılanlar insan seli oluşturdu. Daha sonraları gömülü olduğu kabristan üzerinden yol geçmesi üzerine Prens Kulu, kardeşinin kabrini Tebriz Vadi-i Rahmet Mezarlığı’na nakletti.
Karakaş Cafer, Saray’ın tepkisini sadece Azadi örgütünün lideri olmakla çekmedi. Kazvin depreminden sonra Farah Pehlevi, Şah’ın baba bir üvey kardeşi Prens Mahmut Rıza Pehlevi ile birlikte yardım toplamak için Tebriz’e geldi. Tebrizliler yardım etmedi. Bir süre sonra Karakaş Cafer ve diğer Azadihahlar yardım kampanyası düzenledi. Tebrizliler, milyonlarca riyal bağışta bulundu. Bu olay, sarayın Cafer’e olan tepkisinin artmasına neden oldu. Bilindiği üzere hem Tebrizli olan Farah Pehlevi, hem de “Şahpur” adıyla tanınan kayınbiraderi Prens Mahmut Rıza Pehlevi’nin anası Prenses İsmet Dövletşahi, Kacar’dır. Buna rağmen Tebrizliler ilgi göstermedi.
*
Güney Azerbaycan Tebriz Encümeni Yönetimi
Meşrutiyet Haraketi
Kasım 1908-Nisan 1909
-
Ben, Azerbaycanlılara, hakikatte bizim memlekette sulh ve sükûn ile çalışıp geçinen halka karşı yürütülen yağma ve soygunculuğu ref ve def etmeyi vait ve ilan ediyorum.
|
Dostları ilə paylaş: |