Dr. Recep Albayrak Türklerin İranı


Kısım. TAMAMLAYICI HUSUSLAR 658



Yüklə 9,25 Mb.
səhifə3/430
tarix07.01.2022
ölçüsü9,25 Mb.
#82928
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   430
5.Kısım. TAMAMLAYICI HUSUSLAR 658
1.İran Etnik Grupmanları 658

2.İran Aşiretleri 702

3.İslam Mezhepleri Arasında Tefrikaya Son Verme Yolundaki Çalışmalar 722

4.Yeni Bir İnanç Sistemi: Bahailik 729

5.İran’da Türkçe’nin Serüveni 740

6.Yayınlar 747

7.Farsça’ya Geçmiş Türkçe Kelimelere Örnekler 757

8.Türkçe Toponim Örnekleri 770

9.Türk hanedanlarına Ait Sikke ve Para Örnekleri 796

10.Antlaşmalar 817

11.Pan Aryaizm 834

12.Terminoloji 844


BİBLİYOGRAFYA 872
Dr.Recep Albayrak 885

Sözbaşı

(SEYFETTİN BEY İÇİN)


بايرانى چگونه شاد خواهد بود تورانى

پس ازچندين بلا كامد زايرانشهر بر تورانى


Be-İrânî çe-gûne Şad hâhed Bud Turânî

Pes ez-çendin bela ki-âmed zi-İranşehr ber-Turânî
Turanlıların başına İranlılardan bunca bela geldikten sonra

Turanlı İranlı ile nasıl dost olabilir?

Üstad Ferahî (Genc-i Dâniş, s.37)

Üstad Ferahî böyle dese de, ne Turan İran’dan, ne de İran Turan’dan vazgeçebilir.

Efsanelerle dolu İran tarihinde, Türk/ Turanlıların mirasının izlerini sürme imkânı her zaman vardır. Efsanevî İran-Turan ilişkileri çerçevesinde Türk’ün-Turan’ın geçmişini hem İslam, hem de Milad öncesi adım adım izleyEbilirsiniz İran tarihinin destansı mazisinde. İslam sonrası ise, 1500 yıla yakın bir beraberlik. Bazen kucak dolusu sevgi yumağı, bazen iki kardeşin kavgası şeklinde sürüp gidiyor. Geçmiş dönemde olduğu gibi, yol kazalarına da rastlanıyor. Her ne olursa olsun, vazgeçilemeyen bir geçmiş ve gelecektir İran-Turan münasebetleri. Üstad Ferahî gibi yazar, bilim adamı ve sanatçıların söylediklerinde hakikat payı vardır. Ancak yazılanlar ve söylenenler günümüzün gerçeği değil, dünün ders alınması gereken yaşanılmış acılarıdır. Üstad, yukarıdaki manzumesiyle İran ile Turan arasındaki eski yol kazalarına vurgu yapıyor. geleceğimize ışık tutuyor sanki. “Sakın bir daha yol kazası yapmayın!” diye tembihliyor. Göktürklerin ve Hazarların Pers düşmanlığını, Osmanlı-Safevi yol kazalarını günümüze taşımak, şer odaklarına hizmetten ve onların değirmenine su taşımaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Türk-İran ortak tarih ve kültür terminolojisinde yer alan, İran ve Türklerin yanısıra, topraklarını ve yurtlarını da ifade eden “İran/ İranzemîn/ İranşehr” ve “Turan/ Turanzemîn/ Turanşehr” ifadeleri, bir ideolojiyi, hatta ırkçılığı çağrıştırabileceği kompleksine kapılmadan çalışmamızda cömertçe kullanılmıştır. Türkistan adından da kesinlikle vazgeçilmemelidir. “Türkistan” adının yerine ikame edilen “Orta Asya”, bize ait bir terminoloji değildir. Doğrusu “Türkistan” ve “Türkistan ülkeleri”dir.

İran ve Turan’ı kapıştırmak için uluslararası şer odakları, emperyalistler, küreselciler, uluslararası şirketler, STK’lar ve vakıflar sinsi emelleri uğrunda pusuda beklemedeler. Yarın da bekleyecekler, öbür gün de ve daha sonra da. Dün dedikleri gibi bugün de, yarın da diyecekler: Onlar Şii, siz Sünnisiniz. Osmanlının şanlı çocukları! Onlar Sünnilerin canını, malını, kanını kendilerine mubah mübah gören Safevilerin kızıl başlık takan ahvâdı ahfadı. Siz geçmişte de düşmandınız, gelecekte de düşman olmalısınız. Amaçlarına ulaşmak için o dönem din adamlarının utanç dolu fetvalarını da önümüze koyacaklardır. Büyük Selçuklu medeniyetini, bin yılı aşkın Türk-İran birlikteliğini ve muhteşem kültürünü, İran’da yaşayan 30 milyondan fazla Türk’ü görmezden gelecekler ve ellerinin tersiyle iteceklerdir. Her zaman olduğu gibi, onlar için ortak tarih ve ortak kültür önemli olmayacaktır. Esas olan İran ile Turan’ın çatışmasıdır: Türkiye’nin görevi Neo-Osmanlıcılığı savunmak, İran’ın görevi ise Neo-Safeviciliği. Bu ev ödevleri size yeter. İran-Turan kardeşliği ve dostluğu ne demek?

Türkiye, Batı ile ilişkilerini karşılıklı çıkar çerçevesinde ezilmeden, küçük düşmeden, sömürülmeden akılcı bir çizgide yürütürken, diğer taraftan bulunduğu belalı coğrafyanın gerçeklerine uygun olarak komşularıyla sağlıklı ilişkilere yönelmelidir. Ne İran, ne Türkiye, hatta Rusya, bu belalı, ancak vazgeçilmesi mümkün olmayan toprakların gerçek sahipleridir. Türkiye’ye, varlığını üçüncü dünya ülkesi olarak sürdürmek yakışmıyor. Küresel güç olmak Türkiye ve Türk insanının hakkıdır. Bu uzay, bilgi-iletişim, nükleer teknoloji ve ağır sanayi... ile gerçekleşecektir. Gerçeği tam anlamıyla yansıtmasa da, uluslararası verilere ve istatistiklere baktığımızda, durum hiç de iç açıcı değildir. Ön sıralarda teknolojinin önemini kavrayan ve demokrasinin tam anlamıyla uygulandığı ülkeler bulunmaktadır. Türkiye ve İran, uluslararası listelemede orta sıraların bile çok gerisindedir. Türkiye’de, nükleer teknolojiye sahip olmanın adı bile anılmamaktadır. Nükleer enerjiden istifade eden ne 20, ne de 30’luk listelerde adı geçmektedir. Bunun sıkıntısını vatandaş çekmektedir. Montaj sanayisi ile dünya ülkesi olmak elbette mümkün değildir. Türk insanı, Türk halkı bunu başarabilecek teknik ve bilim adamı kadrolarına sahiptir. Türk stratejistleri ve politikacıları, Türkiye’nin Avrasya’da ve Türk Dünyası’ndaki gücünün farkına varmalı ve geleceğini bu eksen üzerine oturtmalıdır. Günümüzde otuz milyondan fazla Türk’ün yaşadığı İran ve 20 milyondan fazla Türk ve Müslüman’ın yaşadığı Rusya Federasyonu, Türkiye için tehdit olmaktan çıkmıştır. Ancak bu ifade yanlış algılanmamalıdır. Siz devlet olarak bu iki ülkeye nasıl yaklaşırsanız, aynı mukabeleyi göreceksiniz demektir. Türkiye dâhil her üç ülke imaparatorluk mirasçısıdır. Birinin diğerini hafife alma lüksü yoktur. Gereken tek şey dürüst ve ahlaklı bir polika izlemektir. Türkiye’de de bu potansiyel her zaman vardır. Günümüzde Türkiye ve İran, -demokrasi ve insan hakları gibi telafisi behemahal gereken eksiklikler dışında- siyasetlerini ve ekonomilerini milli eksene oturtma aşamasına girmiş hafife alınmayacak devletlerdir. Karşılarında bu milli çizgiye dönüşü engellemek isteyen mihraklar ve yerli taraftarları her zaman olacaktır. Tavizin sonu yoktur. Verilen tavizlerin ortadan kaldırılması için savaş ve mücadele gereklidir. İran da, Türkiye de, verilen bu tavizlerden yakın tarihinde kan akıtarak kurtulabilmiştir. Verilen her tavizin bedeli kan ve ve gözyaşıdır.

Türkiye, 1990’lı yılların başlarından itibaren küresel güç olma yolunda büyük avantaja sahipti. Yalnız bu dönemde Türkiye, Rusya’ya açık seçik ve anlaşılır güven duygusu veremedi. Kafkasya ve Türkistan ülkelerinde, kendi etkisinin olduğu kadar Rusya’nın da etkili olduğunu göremedi. İran ise, işbirliği yapacağına Türkiye’yi kıskanmaya kalktı. Türkistan’a ulaşımda bir sürü gereksiz engeller çıkardı. Rejim değişikliğinden itibaren başka bir maceranın peşinde peşine düştü; “Devrim ihracı”... Kardeşi ve dostu olan Türkiye’ye güven duygusu veremedi. O dönemde, Türkiye’nin rejimini değiştirmek için tonlarla propaganda malzemesini Türkiye’ye sokup dağıtmaya kalktı. Terör örgütü PKK ile ilişkisi ise, apayrı bir konu. Dönemin gazete koleksiyonlarına bakıldığında Türkiye, Rusya ve İran arasındaki güvensizliğin nedenleri net olarak görülecektir. Öte yandan Kafkasya ve Türkistan ile ilişkilerde “Ağabeyliğe” soyunmak da bu süreci maalesef olumsuz etkiledi. Birileri size ağabeylik taslamaya kalksa nasıl ağırınıza giderse, işte öyle oldu. Kafkasyalılar ve Türkistanlılar bizi kardeş kabul ettiler. Kardeşten daha değerli ne olabilir? Hatalı diplomasi nedeniyle Türkistan ve Kafkasya ülkeleri ile ilişkiler eski sıcaklığını kaybetti. Ne gariptir ki, ortada bir şey yokken, durduk yerde güvensizlik imajı sergileyerek kardeş Özbekistan’ı bile küstürmede başarı sağlandı. Muhalif bir kişinin, zorda kalınca başka bir ülkeye sığınmasından doğal bir şey yoktur. Bir adada oturmasını sağlarsın, ilgili ülkeye de, açık yüreklilikle, şahsın kendinde olduğunu ve hiçbir siyasi eylemine müsaade edilmeyeceğini deklare edersin olur biter. Adam senin tahsis ettiğin yeri beğenmez ve siyasi faaliyetletlerine devamda ısrar ederse, zaten çekip gider. Ancak farklı bir amaç peşinde koşarsan, haliyle karşındakini gücendirirsin, öyle de oldu.

1990’lı yıllarda bir anda ortaya çıkan mebzul miktardaki “Türk Dünyası Uzmanı” on-onbeş yıl içerisinde buhar olup uçtu gitti. Hani “XXI. Yüzyıl Türk’ün Altın Asrı”ydı, hani “Hazar denizi taşmıştı”, bazı dış odaklarda endişe ile karşılanan “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” deniyordu, ne oldu? Bu sözler aslında boş laflar değildi. Peki ne oldu da yakalanan fırsatlar Türkiye’nin elinden kayıp gitti? Nerede hata yapıldı? Elbette Türk aydınları, siyasiler ve diplomatlar yapılan hataları kısa sürede ortaya döküp, yapılan yanlışlıkları telâfi edecektir. Türkiye, İran ve kuzey komşumuz Rusya arasındaki ikircikli güven bunalımının yersizliği ve gereksizliği günümüzde anlaşılmıştır. “Dilde, fikirde, işte birlik” yeterlidir. Zaten Türk’ün anladığı “Avrasya” da budur. Türkmenbaşı, “Ben size en ucuz enerjiyi vereyim diyorum, siz gidip en pahalısını satın alıyorsunuz” diyordu. Türkiye’nin enerji politikasını çözemeden bu dünyaya veda etti. Ayni akıbet bizi de bekliyor. Perde arkasını bilmediğimiz oyunların içinde olmak bizi her zaman karanlığa sürükleyecektir.

Orta Doğu’nun petrolüne, doğalgazına, yer altı madenlerine, dünyayı kontrol eden stratejik konumuna, denizlerine, yollarına, sularına, İran ve Turan’ın sahip olduğu kültür birikimine, tarihine, etnografyasına, arkeolojine, sanatına, kültürüne, inanç sistemlerine nasıl sahip olabilirsiniz? Bir yolu var: İran ve Turan’ı birbirine düşürerek. Bu o kadar kârlı bir iş ki, İran ile Turan’ın batıdaki temsilcisi Türkiye’yi çatıştırdığınızda, bu ülkelere müdahale edip saldırmak ve dağıtmak için yeterince malzeme çıkar ortaya. Orta Doğu’nun yanı sıra Rusya, Türkistan ülkeleri, Hindistan, hatta Çin’i de kontrol altına almak için kozlar elinizde olur.

Uluslararası şer odaklarının şeytanî faaliyetleri artarak devam edecektir. Dün Irak’ta cerayan eden belaları görmedik mi, hiç kalbimiz sızlamadı mı? Aydınlarını yok ettiler. Üst ve orta sınıfı oluşturan Iraklılardan ülkeyi terk edenlerin sayısı milyonları aştı. Yüzbin Iraklı erkek ve kadının ırzına geçtiler. Kimin sayesinde? Hayasız işbirlikçilerin sayesinde. Aynı oyunlar “Arap Baharı” adı altında devam ediyor. İslam ülkelerinde ne çok hain ve işbirlikçi varmış, insan şaşırıyor. Bilgisi ve zerafetiyle hatırlanan devlet adamlarından Kâmran İnan, “Türkiye’de tescilli 250 bin hain var” dediğinde şaşırıp kalmıştık, inanamamıştık. Meğer Arap ülklerinde milyonları aşıyormuş.

26 Şubat 1992 tarihinde Hocalı kasabasında 613 Türk’ün boğazlanıp doğrandığı Ermenilerce gerçekleştirilen katliam soykırım ne çabuk unutuldu. Ermenistan’dan kaçan ve bugün perişan bir hayat süren kaçkınların durumu ne alemde? Somali ve Filistinliler için düzenlenen kermeslerlere kermeslere, yardım kampanyalarına, kurban bağışlarına Ermenistan’dan çıkarılan ve çadırlarda perişanlık içerisinde yaşayan Kafkasya Türkleri/ Müslümanları layık layık değil midir?

Bir de Kıbrıs Barış Harekâtı’nda Türkiye’ye yardım edilmesi yönünde meclis kararı aldıran Libya lideri Kaddafî vardı. Sahi ne oldu ona? “Arap zemheRiri zemheri”nin hışmına uğradı sanırım. Burada İslam’ın ana rükünlerinden olan vefa, sadakat ve vicdan muhakkak sorgulanmalıdır. Fransa ve İtalya ne diyor? “Libya’nın başına kim gelirse gelsin, bizi ilgilendirmez. Enerji konularında muhaliflerle yaptığımız anlaşmalara sadakat gösterilsin yeter”.

İran ile Türkiye arasındaki en önemli köprü İran’da yaşayan otuz milyonu aşkın Türk kardeşimizdir. Günümüzde aydınlarımızın ve okurlarımızın elinde bulunan İran Türkleri’ne ait bilgiler, yarım yüzyıl öncesine, hatta daha eskiye aittir. Bu kitap, 17 Mayıs 1639 tarihinde Osmanlı Padişahı IV. Murat ile Safevi hükümdarı Şah Safi arasında imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’ndan beri küçük yol kazalarına rağmen ciddi bir değişikliğe uğramayan ve bugün 486 km sınırımız bulunan komşumuz ve kardeşimiz İran’daki Türklerin durumunu iyisiyle kötüsüyle, nalına da mıhına da vurarak güncel olarak tanıtmak amacıyla hazırlanmıştır. Burada yaşayan Türkleri tanımak, İran’ın başına gelecek her türlü saldırı ve belaanın bizi, yani Türkiye’yi nasıl etkileyeceğinin farkına varılmasına katkı sağlayacaktır. İran, sırt dönülmeyecek kadar kardeş ve ciddiye alınması gereken Müslüman bir ülkedir. Türkiye gibi imparatorlukların mirasçısı olan köklü geleneklere sahip bir memlekettir. Küreselciliğin karşısında durabilecek en büyük gücün kan bağı olduğu unutulmamalıdır. Geçmişte bazı olumsuzluklar yaşanmış da olsa, Türkiye’nin vazgeçemeyeceği bir ülkedir İran. Bir çatı altında birleşmek gerekirse, İran Türkiye için en mükemmel partnerdir. İran Türkleri hakkında malumat bilgi edindikçe, Kasr-ı Şirin’de çizilen sınırın bile yapay ve uzun vadede gereksiz olduğu anlaşılacaktır.

İran Türkleri denilince, bölgeyi tanımayan ortalama bir insan için Tebriz’de yaşayan Türkler hatıra gelmektedir. Çünkü Türk halkı İran’ı çok iyi tanımamaktadır. İran sınırları dahilinde kalan Azerbaycan’ın doğu sınırının Tahran’ın ortasından geçtiğini söylediğinizde insanlar şaşırıp kalmaktadır. Haklı olarak ne Hamse Azerbaycanı, ne de Cibal Azerbaycanı’ndan haberleri vardır. Otuz milyonu aşkın Türk’ten bahsedildiğinde veya nüfus olarak İstanbul’dan sonra Türklerin yoğun olarak yaşadığı dünyanın ikinci şehri Tahran’dır dendiğinde afallama aşamasına girilmektedir.

Emperyalistler, küreselciler ve uluslar arası çıkar çevreleri İran’da yaşayan Türkler için akla hayale gelmedik senaryolar üretmektedir;

-Güney Azerbaycan, bağımsız bir devlet olsun,

-Güney Azerbaycan, Kuzey Azerbaycan ile birleşsin (Bütöv Azerbaycan),

-Güney Azerbaycan, Türkiye ile birleşsin,

-Federal bir İran içerisinde Güney Azerbaycan otonom/ muhtar olsun.

Bu senaryolar böylece uzayıp gitmektedir.

Bu söylenenleri dinledikten sonra, haliyle bazı sorular sorulması gerekmektedir. Güney Azerbaycan’dan ne anlıyoruz? Sadece Doğu Azerbaycan (Tebriz), Batı Azerbaycan (Urumiye) ve Erdebil bölge valilikleri mi Güney Azerbaycan’dır? Böyle kabul edersek, 7-8 milyon Türk’ten basediyoruz demektir. Peki Hamse ve Cibal Azerbaycan dâhil buralarda (tüm Azerbaycan’da biraz ileride burada 30 milyon Türkün yaşadığını ifade etmişsiniz, okuyucunun kafasını karıştırır, bence yaptığım gibi kalsın..) yaşayan 21-22 miyonluk Azerbaycan nüfusu nerede? Azerbaycan topraklarını ayırma becerisi gösterildi diyelim, otuz milyonluk İran Türk kitlesinden geriye kalan 9-10 milyon civarındaki; Kaşkayı Türkleri’ni, Horasan Türkleri’ni, Türkmenleri ve diğerlerini ne yapacaksınız? Onlar Türk Camiasından silip atılacak mı?

Emperyalist ve küreselcilerin Azerbaycan’ı ayırma politikalarının peşinden gidersek, hem İran’dan, hem de Turan’dan oluruz. Çıkar yol tüm medeni, siyasi siyasi ve ekonomik hakları verilmiş, Ortak Türk alfabesi kullanan 30-31 milyonluk bir İran Türklüğüdür. Bu Türk deryası, siyasi, ekonomik, askeRi… konularda güçlü ittifak kurmuş Türkiye-İran ortaklığının en büyük harcı olacaktır. Peşisıra Türkistan, Kafkasya ve Rusya ile kurulacak ittifakla dünya siyasetini yönlendiren ana mihrak konumuna yükselecektir. Böylece küreselcilerin sürdürdüğü sömürü düzen kendiliğinden sona erecektie erecektir. İran, Farsça konuşan Afganistan ve Tacikistan ile ilişkilerini geliştirerek sürdürmektedir. Bu ilişki, oluşacak ittifaka da olumlu katkı sağlayacaktır. Bunun kıskanılacak hali yoktur. Biz, dilimiz Türkçe’nin gücünden çok eminiz...

İran Türkleri, tarihiyle, kültürüyle, gelenek-görenekleriyle ve sağlam ahlakî ahlaki yapısıyla güçlü bir topluluktur. Ne istediklerini en iyi kendileri bilmektedir. Küresel emperyalistlerin İran’ı bölme konusunda Türklerden beklentilerinin yüksek olduğu söylenmektedir. Ümit edilir ki, Türkler bu oyuna gelmeyecektir. Bu ifadeden, “İran Türkleri hukuki ve insanî taleplerinden vazgeçsin” anlamı çıkarılmamalıdır.

Sahip oldukları zenginlik ve stratejik konumları nedeniyle İran ve Türkiye her zaman birlikte haraket etmek zorundadır. İttifak gücü doğuracak ve dağılma riskini ortadan kaldıracaktır. Yöneticilerinin ferasetli davranması ve birlik oluşturması halinde bu coğrafyaya coğrafya huzura, sükûna ve istikrara kavuşacaktır. Birinin başına bela geldiğinde, iki ülkeden biri emperyalistlerle birlikte haraket etme veya susma gafletinde bulunursa, her iki ülke de kaybedecektir. Türkiye, İran ve Rusya, ne topraklarının, ne de bölgelerinin savaş alanı olmasına kesinlikle izin vermemelidir. Bırakın kavgalarını ve savaşlarını Okyanus ötesinde ve Avrupa’da yapsınlar. Bu hırs ve açgözlülükleri, kendi sonları olacaktır.

Ülke savunması dışında terör, kimden ne sebeple gelirse gelsin insanlık suçudur. Destek vermek ise, terörün bir parçası olmaktır. 11 Eylül saldırısını, ister Amerikan derin devleti gerçekleştirmiş olsun, isterse terör örgütleri, sonuç olarak Amerikalılar terörün ve savaşın kendilerine dokunabileceğini görmüştür. XX. yüzyıl, “Aşırılıklar Çağı” olarak tarihe geçmiştir. XXI. yüzyıl, 11 Eylül ile birlikte “Yalanlarlarla” başlamıştır. Devletler devletleri, devletler halkını kandırma yarışına girmiştir. Enerji zengini ülkeri ülkeleri yeniden yapılandırmak amacıyla Geniş Orta Doğu Projesi (Yeni İslam Dünyası düzeni), 11 Eylül için hazırlanmıştır. Bunun mazisi 1980-1990’lı yılara dayanmaktadır. Geniş Orta Doğu Projesi, Yeşil Kuşak Projesi’nin ikinci merhalesidir. 12 Eylül 1980 tarihinde aydınları, entelektüelleri, sanatçıları, yazar-çizerleri, sanatçıları ve uyanık, düşünmesini becerEbilen genç neslini yok etmek için Türkiye’de ABD projeli bir İhtilal yapılmıştır. 22 Eylül günü ise, Irak İran’a girmiştir. Türkiye’deki 12 Eylül darbesinden tam 10 gün sonra. Bunu bir tesadüf ve sıradan bir olaymış gibi algılamaya kalkmak, Tanrı’nın verdiği zekâyı hafife almaktır. Bu dönemde hazırlanan Geniş Orta Doğu Projesi’nin hedefi, rejim değişikliği ile ülkelerin kontrolü, dolayısıyla enerji kaynaklarına el koyma ve İsrail’in rahatlatılması olarak belirlenmiştir. “Medeniyetler buluşması”, “Dinler arası diyalog” Allahi ilahî emirleri bir kenara atarak, Batı ile yakın temas içerisine giren Sünni Sünni örgütler ve kişiler tarafından pompalanan “Ilımlı İslam İslam” oluşturma faaliyetlerini ilk duyduğunuzda kulağa hoş geliyor, ancak geri plana baktığınızda, Geniş Orta Doğu Projesi’nin bir parçası olduğunu, Allah’ın ve Vahy’in bu projeye yamanmaya çalışıldığını görüp gördüğünüzde tüyleriniz ürperiyor. Esas amacın enerji kaynaklarının yanı sıra, din ve kültürlerinin talan edilmesi, pasif, pısırık, edilgen, her an emperyalistlerin emrine girmeye hazır bir nesil yetiştirmek olduğunu hissediyor ve görüyorsunuz. Bir haber okuyorsunuz, “Lut gölü kenarındaki bir mağarada, kutsal metinlerin yazılı olduğu bir yazıt bulundu”, ardından bakıyorsunuz, Bağdat Müzesi’nde bir kitabe kayıp...

Uluslarıarası diplomasiyi yürüten klasik diplomatlar da şaşkın haldeler. Olan bitenler, eskiden olduğu gibi zarif yaklaşımlarla ve nezaket cümleleriyle ifade edilecek aşamayı çoktan geçmiş. Yalanlarla başlayan XXI. yüzyıl, klasik diplomasinin de sonunu getirdi. Bilindiği üzere önce “Medeniyetler çatışması” tezi öne sürüldü. Buluşma, çatışmaya tercih edileceğine göre, zarfın üzerindeki yazı değiştirilerek “Medeniyetler buluşması” şeklinde sunuldu. Bu psikolojik harekâtın basit bir oyunudur.

İran’dan Beluçistan Belucistan, İran Arabistanı, Kürdistan, ve Azerbaycan’ın koprarılması, uluslararası enerji koridoru olan Basra Körfezi’nin kontrolünün İran’ın elinden alınması, Türkiye toprakları üzerinde Büyük Ermenistan, Büyük Kürdistan ve Büyük İsrail’in kurulması, Genişletilmiş Orta Doğu Projesi’nin bir parçasıdır. Ortalıkta ABD’de hazırlanmış Türkiye ve İran’ın darmadağın edildiği haritalar dolaşmaktadır. Esas olan Türkiye’nin Kafkasya (Nahçıvan/ Azerbaycan, Gürcistan) ve İran ile olan fiziki temasının kesilmesidir. Daha doğrusu Türkistan ve Rusya ile olan bağlantı yollarından mahrum edilmesidir.

Samuel Huntington’a göre Türkiye, küreselleşmenin hedefindedir. Batılı olamaz, Orta Doğululuk ona daha uygundur. Ancak Türkiye’nin halledilmesi gereken Atatürk ve laiklik laiklik gibi önemli problemlemleri vardır.

Türkiye, beğensek de beğenmesek de Nato üyesi bir ülkedir. Hayal yolculuğu veya sanal olarak nitelense de AB ile bir süreç yaşanmaktadır. Aynı zamanda Türkiye, çok sayıda milletler arası siyasi, ekonomik, askerî ve kültürel anlaşmanın da tarafıdır. Nato’da kalıp kalmama veya AB sürecinin sonlandırılması gibi konular keyfi hususlar değildir. Demokrasiye inanılıyor ise, bu konudaki son sözü söyleyecek olan siyasi partiler, dolayısıyla TBMM’dir. Devlet olgusunda hissiyata yer yoktur. Devleti kullandırmamak, güdülmeyi engellemek, anlaşmalarda edilgen konumda olmamayı, ülkenin aleyhinde olan hükümleri ortadan kaldırmak, geleceğini teminat altına almak gene meclisin görevidir. Meclisi şekillendiren ise, Türk halkının oylarıdır. Halk, neyi istiyorsa, neyi hak ediyorsa, o şekilde yönetilecektir. Hayır istiyorsa hayırı hayrı, problem istiyorsa karşısında dert ve problem(i) bulacaktır. Kör de olsa, topal da olsa demokrasiden daha iyisini bulmak mümkün değildir. Gelin kıza demişler; kocan hem kel, hem şehlâ. Demiş; olsun, babamın evinde o da yok.

Türkiye’nin ABD, Avrupa ülkeleri, İsrail, kısaca Batı ve tüm dünya ülkeleri ile karşılıklı ve onurlu bir ilişki sürdürmesi çok önemlidir. Bunun yanı sıra Rusya, İran, Türkistan ülkeleri dâhil komşularıyla olan ilişkileri daha da önemlidir. Türkiye’nin geleceği için denge politikası ve yakın çevre ülkeleri ile güçlü, sürdürülEbilir ittifaklara yönelmesi varlığını korumak için gereklidir ve şarttır. Demokratik, laik ve çağdaş Türkiye, Türk halkının varlığının ve geleceğinin garantisidir. Haliyle Türk halkı da demokratik, laik laik ve çağdaş Türkiye’nin.

Ankara 2012


Yüklə 9,25 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   430




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin