Dr. Recep Albayrak Türklerin İranı



Yüklə 9,25 Mb.
səhifə19/430
tarix07.01.2022
ölçüsü9,25 Mb.
#82928
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   430
“Ak Devrim” ile birlikte Şah, monarşinin geleneksel desteklerinden yoksun kaldı. Daha sonra yaptığı yanlış tercihler, orta sınıf arasında kendi iktidarına yeni desteklerin açılımına izin vermedi.

İngiltere’nin Süveyş’in doğusuna çekilme kararı, Basra Körfezi’nde 1971 yılı sonunda Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin bağımsızlığa kavuşması ile somut bir şekle dönüştü. İngilizlerin birbuçuk yüzyıl sonra bu şekilde çekilmesi, Tahran’ın dolduracağı bir boşluk yarattı. Nixon Doktrini’nin, bölgesel güçlerin yakın çevrelerinin güveniliğini daha fazla yüklenmesini cesaretlendirmesi sayesinde, İran’ın Körfez’de Amerika’nın jandarması rolünü üstlenmesine zemin hazırladı. Suudi’nin de adının geçtiği Du-sütun/ İki-sütun politikasından Riyad’ın imkânlarının kısıtlı olmasından ötürü çekilmesiyle meydan İran’a kaldı. Washington’un tercihini Şah’dan yana kullanmasıyla Körfez ötesindeki ihtiraslarının gerçekleştirmesini kolaylaştırdı. ABD’nin desteği ile Bender-Abbas, Beluçistan’daki Mekran ve Çabahar’da deniz üssü kurulması ve askerî havaalanlarının yapılmasına başlandı. Elverişli şartlar nedeniyle Şah, bölgede siyasi, askerî ve ekonomik aktör oluyordu.

Şah, güçlü olduğu bu dönemden istifade ederek, komşusu Irak ile yıllardır devam eden sınır anlaşmazlığını çözdü. 06 Mart 1975 tarihli Cezayir Anlaşması’nın imzalanması ile yeni bir diplomatik başarı elde etti. Şah, kendisinden ve “büyük medeniyet” projesinin haklılığından o kadar emindi ki, her türlü eleştiriye kulaklarını tıkadı. ABD’nin stratejik ortağı oldu. Şah’ı gururlandıran Cezayir Anlaşması, ileride ABD’nin teşviki ile İran-Irak savaşı olarak geri dönecek, ceremesini İran ve Irak halkı ödeyecekti. Yani emperyalist ülkeler, ana stratejileri olan -haşa huzurdan, “İti ite kırdırma politikası” ile İran ile ve Irak’ı, İran’ın en zayıf döneminde savaşa sokacaktı. Savaş sonrası yapılan muhasebede İran ve Irak’ın elinde sıfır artı sıfır, eşittir sıfır kaldı. Kârlı çıkan emperyalistler oldu. Daha sonra, etkin propaganda yoluyla uluslararası kamu oyunun gözü boyanarak, -büyük bir yalan olan Irak’ın ürettiği iddia edilen nükleer silah konusu bir tarafa bırakıldı. Irak’ın enerji kaynaklarına el konuldu.

14 Kasım 1977 tarihinde Şah Washington’a resmi ziyarette bulundu. Bu ziyaret sırasında Carter hoş geldin konuşmasını yaparken, Şah’ı yuhalatmak maksadıyla bir öğrenci gösterisi düzenletildi. Polisin kullandığı göz yaşartıcı gazın etkisi altında Şah ağlarken görüntülendi. Tertip tutmuş, Şah’ı küçük düşürmek için gereken doküman elde edilmişdi. Bu fotoğraflar, basın yayın organlarına servis edildi. Detaylı bilgi için bkz.→ m R. Djalili-T. Kellner, İran’ın Son İki Yüzyıllık Tarihi, s.106 ve müteakip sayfalar

Batılı ülkelerce istikrar adası olarak takdim edilen İran, gün be gün sosyal ve siyasi çalkantının içine sürükleniyordu. Ayetullah Humeyni’ye basın yoluyla yapılan hakaret sebEbiyle ortaya çıkan olaylar, olaylarda hayatını kaybedenler için düzenlenen kırkıncı gün anmaları, anmalar sırasında göstericilere yönelik kullanılan dengesiz askerî güç sonucu yaşanan vahşet, gerilimi umulmadık şekilde tırmandırıyordu.

1978 yazında haftalar boyunca Şah endişe verici bir şekilde sessizliğini muhafaza etti. 19 Ağustos’da, Musaddık hükûmetinin düşüş yıl dönümünde Abadan’da ağır bir olay meydana geldi: Rex sineması ateşe verildi. (M.R.Djalili-T.Kellner, s.113-114) Rex sinemanın yakılması olayını Şah yanlıları mı, Humeyni taraftarları mı, Marksistler mi, yoksa emperyalistler mi istismar edebilirdi? Veya İran’ın karıştırılması mı gerkiyordu? Bu provakatif olayın arka planı iyi okunmalıdır. Sinemanın ateşe verildiği gün Mesud Kimyai’nin “Geveznhâ/ (Orman) Geyikler(i)” isimli filmi oynuyordu. Filmde, Hazar’ın güneybatı sahil kesimine mücavir mıntıkada cerayan eden Siyahgel olayında Pehlevi rejimine karşı mücadele eden bir adamın hikâyesi anlatılmaktadır. Sinema yakıldığında içeride 337 kişi vardı. Ölenlerin sayısı 400 olarak açıklandı. Sinemanın yakılması olayında Pehlevi yönetimi Marksist İslamcıları, Ayetullah Humeyni doğrudan Şah’ı ve istihbarat örgütü Savak’ı suçladı. Olayla ilişkili olduğu gerekçesiyle Hüseyin Taki Alizade isimli bir şahıs yakalandı. Sinemayı kendisinin yaktığını itiraf etti. Yargılandı ve kurşuna dizildi. Ancak bu kişi işsiz ve uyuşturucu müptelasıydı. Ne Pehlevi rejimine, ne de Humeyni’ye karşı sempati veya düşmanlığı vardı. Çok sıradan bir kişiydi.

Bu çerçevede aynı yılın 30 Aralık’ında TC. Tebriz Başkonsolosluğu binasının, yoldan geçen göstericiler tarafından ateşe verildiğini de kaydetmek gerekir. Azerbaycan şehrinde Türk konsolosluğunun ateşe verilmesi, dincilerin laik bir ülkeye karşı eylemi mi, yoksa provakatif bir eylem midir, zamanla açığa kavuşacaktır. Bkz.→ İnkılap-ı Sefid (Ak Devrim), be-kalem-i E’lâ-Hazret-i Humayun Muhammed Rıza Şah Pehlevi Arya-mehr ŞahenŞah-ı İran

*

Şahpur Bahtiyar, 04 Ocak 1979’da (17 Dey-22 Behmen 1357) başbakan oldu. Bu görevde birbuçuk ay bile kalamadı. Aynı gün Amerikalı General Robert E. Huyser, Jimmy Carter (1977-1981) adına İran’a çıkageldi. Bu anlamsız gibi görünen ziyaret, gizemini hâlâ korumaktadır. Şah, Ocak ayının 16’sında ülkeyi terketti. Ayetullah Humeyni, 01 Şubat günü saat 09.30’da Air Fransa uçağı ile Tahran Mehrabad Hava alanına indi. Binlerce kişi tarafından karşılandı. Kuvvet komutanları, 10 Şubat’ta tarafsızlıklarını açıkladı. Hikmetinden sual olunmaz ama, nedense bu tarafsızlık açıklaması insanın aklına Amerikalı General Huyser’i getiriyor.



Denemeyi arzuladığı halde, laiklik ilkesine gereken önemi verememiş olması, tarihi, sosyal ve kültürel geçmişi olmayan ordunun modernizasyon hareketinin bekçiliğini yapamaması, Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra artan petrol gelirinin halka eşit olarak dağıtılamaması, Şah’ın başarısızlığının çok sayıdaki nedenleri arasındadır.

Şah’ını savunamayan Şah’ın ordusunun komuta kademesinin bir kısmı yurt dışına kaçtı. Bir kısmı kurşuna dizildi. Ordu, İslami İran yönetimi için de artık güvenilmez bir silahlı güçtü. Ayetullahül-Uzma Ruhullah Humeyni, devrimi korumak ve muhalif hareketleri bastırmak üzere “Devrim Muhafızları”nın kuruluş emrini verdi. Mayıs 1979 tarihinde bu ad ile faaliyet gösteren üç ayrı kolun birleşmesi ile resmen ve fiilen faaliyete geçmiş oldu. İslam Devrim Muhafızları Ordusu (Sipâh-ı PasDaran-ı inkılab-ı İslami سپاه پاسداران انقلاب اسلامى ), Irak Savaşı’nın sağladığı zamanlama avantajı ile alternatif ordu hâline geldi. Savaş döneminde örgütlenmesini tamamladı. Savaş tecrübesi edindi. Daha sonra modern silahlarla teçhiz edildi. Emrinde milyonlarla ifade ededilen (Bist milyonî/ 20 milyon) “Besic بسيج” adı verilen gönüllü birlikleri bulunmaktadır. Devrim Muhafızları birlikleri, günümüzde donanımını tamamlamış, periyodik tatbikatlarını yapan Hava Kuvvetleri, Kara Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Kudüs Gücü, Besic ve Füze Gücü olarak silahlı kuvvetler hâlini almıştır. İç güvenlik de pastarların kontrolündedir. Detaylar için bkz.→İslam Ansiklopedisi “İran” maddesi; Muhammed Reza Djalili-Thierry Kellner, İran’ın Son İki Yüzyıllık Tarihi

*

İslam Cumhuriyetinin Kurulması:



İslam Devrimi; İran’ın, anayasal monarşi (tağut) rejiminden, Şii/ İmamiye mezhebinin fıkıh ve akide yorumunun esas alındığı teokratik sisteme dönüşmesi hareketidir.

Şah’ın ABD ile içli dışlı olması, İran gerçekleriyle uyuşmayan “Ak Devrim” adı altında yürütülmeye çalışılan reformlar -özellikle toprak reformu, israf, gelir dağılımındaki eşitsizlik, halka ve etnik gruplara tahammül edilmez baskı, güvenlik güçleri ve özellikle istihbarat örgütünün halka acımasızca zulmü, yargısız infazlar, güvenilmez adalet sistemi, hapishanelerin ağzına kadar dolu olması halkı, ruhani, sosyal demokrat ve Bazarileri her geçen gün Şah’tan uzaklaştırıyordu. İyi planlanmadan uygulamaya sokulan toprak reformu ve gerçekçi olmayan tarım politikaları, kırsal kesimi olumsuz etkilemiştir. Şehirlerin varoşları, kırsal kesimden göç eden gayrı memnun, kaderci, yoksul ve rejim aleyhtarı bir kesim/ mustazafla (yoksul, ezilmiş) dolmuştur. Devrim sırasında, ucuz gıda yardımı paketleriyle bu kesim kısa sürede kazanılmış ve etkin olarak yararlanılmıştır. Politik görüşü olmayan bu insanların tek derdi vardı; aileler ve çocuklarının karınlarını doyurmak.



Şah monarşisine “Tağut rejimi/ Zalim Şeytan rejimi”, ABD “Büyük Şeytan/ Şeytan-ı Bozorg/ Ekber”, İsrail ise “Balaca Şeytan/ Şeytan-ı Kûçәk” olarak adlandırılıyordu. Devrimin gerçekleşmesi sonucu ABD, Orta Doğu’da en sadık müttefikini kaybetmiş oluyordu.

Teokratik rejimlerde, insan haklarının temeli sayılan laik sistem söz konusu değildir. İnsan hakları, fıkıhçıların şahsi yorumu ile sınırlıdır. Bir fıkıhçının ak dediğini, diğeri kara deyip reddedEbilmektedir. Biri, dinin devlet yönetimi ve politikadan uzak tutulması gerektiğini savunurken diğeri, bin beşyüz yıldır muhalefetteyiz, ülkeyi biraz da biz yönetelim diyebilmektedir. Veya biri kadının başı örtülmelidir derken, diğeri bunu şiddetle reddetmektedir. Biri içki haram, zinhar uzak durulmalı, içene had ???????sopa mı, kırbaç mı, ne???????? vurulmalı derken, diğeri farklı deliller ileri sürmektedir. İtikadi ve ameli konularda birbiri ile hiçbir zaman uyuşmayacak yüzlerce, binlerce fark ve anlaşmazlık… Şeriat rejimlerinde ve kesimlerinde eğlence kültüründen söz edilemez. Ve dinci denilen kesim, insanları mutlu edecek eğlence kültürü ve evrensel sanat tarzını yaratamamıştır.

Devrimin oluşum sürecinde, rantiyeci devlet modelinin petrol krizi sonucu çökmesi de Şah’ın devrilmesine katkı sağlayacaktır. Aydınların Şah’a hitaben yayınladığı, demokratikleşme taleplerini içeren açık mektup cevapsız kalmış, Batı’dan, özellikle ABD’den herhangi bir destek gelmemiştir.

İran devrimi, aynı zamanda İslam Devrimi olarak da bilinir. Paris’te iken İslam Devrim Konseyi’ni kuran Ayetullah Humeyni’ye direnen Şahpur Bahtiyar, şiddetli olayların patlak vermesi ve ordunun desteğini kaybetmesi üzerine 11 Şubat 1979’da istifa etti. Ayetullah Humeyni, başına bir şey gelmeden ülkeyi terk etmesi için Bahtiyar’ı uyardı. Olayın vahametini fark eden Bahtiyar, İran’dan ayrılarak Fransa’ya gitti. Geç ve zor olsa da 1991 yılında Paris’te öldürüldü. Daha önce 6 Şubat’da Humeyni tarafından geçici başbakan olarak tayin edilen Mehdi Bazargân bir ay sonra hükümeti kurdu. Mart sonunda referandum yapıldı ve 01 Nisan tarihinde İslam Cumhuriyeti ilan edildi. “Eski rejimin askerî ve siyaSi kadrolarının, İslami devrim mahkemeleri tarafından aceleye getirilerek idama mahkûm edilmelerinden Bazargân’ın haberi bile olmadı. Bu kişilerin bedenlerinin ortadan kaldırılması 16 Şubat 1979’da başladı ve aylarca devam etti”. (M.R. Djalili-T.Kellners.119) Hazırlanan anayasa taslağı 270 üyeli Meclis-i Şura, başbakan ve cumhurbaşkanı öngörmekteydi. Bu anayasanın gözden geçirilmesi talepleri üzerine, Humeyni bu işi Uzmanlar Meclisi’ne (Meclis-i Hubregân) havale etti. Heyetin, Ayetullah Humeyni’nin ortaya attığı, devlet yönetimini ruhanilerin uhdesine veren “Vәlayәt-i Fәqih” teorisinin Anayasa’ya yerleştirilmesiyle büyük bir değişikliğe gidilmiş oldu. Vәlayәt-i Fәqih kuramı, ilk defa Feth-Ali Şah zamanında, Çarlık Rusyası lehine kaybedilen İran topraklarının geri alınabilmesi için cihat ilan edilmesi gündeme geldiğinde Dilican/ Neraglı (Merkezî BV) Ahund Ahmed Neragi tarafından fakihleri tanımlamak için kullanılmıştı. Bu kavram, siyasi otoriteyi ifade etmese de ruhanilerin beyinlerine nakşoldu. Bu kavramın müesseseleşip hayat bulması için İslam devrimine kadar sabırla beklendi. “Humeyni’ye göre, yeni Anayasa’da, 1906 Anayasası’nın düştüğü liberal tuzaktan kaçınılmalıydı. Yeni Anayasa’da ruhban sınıfına tercihli bir yer ayrılıyordu. Teokratik unsurun bütün kurumsal yapıya geniş ölçüde egemen olduğu böyle bir sistemde, Şah’ın devrilmesinde ve iktidarın ele geçirilmesinde İslamcılarla birleşmiş olan milliyetçiler, liberaller, Halkın Mücahidleri, Halkın Fedaileri, Tudeh ve sosyal demokratların gerçekte hiçbir yeri yoktu. Kısa zamanda bertaraf edildiler”. (M.R. Djalili-T.Kellners.119-121) İslamcıların, “İslam’da ruhban sınıfı yoktur” iddiaları artık havada kalıyordu. Yani, bid’at-ı Hasane tasnifine tabi tutulup, “Bal gibi vardır” deniyordu.

İslam devrim yönetimi, Şah’dan nisbeten müreffeh, sanayi, tarım yatırımları başlamış, ulaşım ve altyapı çalışmaları belirli seviyeye ulaşmış, eğitim-öğretimde eskiye göre büyük ilerlemeler kaydetmiş bir ülke devraldı. Yeni yönetim, baştan reddetmekle beraber daha sonraki yıllarda Şah döneminde başlatılan nükleer program ve doğum kontrolü politikasına geri dönecektir. Azerbaycanlılar arasında anlatılan bir anekdot şöyledir: Tebriz Cuma İmamı hutbede, “İslamî yönetim o kadar başarılı olacak ki, İran Paşa vadesi/ Şah zamanı gibi müreffeh olacak”. Cemaat hep birlikte tekbir getirir; “Allahü ekber!”. Bkz.→ Muhammed Reza Djalili-Thierry Kellner, İran’ın Son İki Yüzyıllık Tarihi

Ebül Hasan Beni Sadr, 25 Ocak 1980’de cumhurbaşkanı seçildi. İslam Devrimi Konseyi ile birlikde 1980 baharında yapılacak meclis seçimlerine kadar ülkeyi idare etti. İki turlu seçimler 14 Mart ve 9 Mayıs 1980 tarihlerinde yapıldı. Ayetullah Humeyni ile özdeşleşen Ayetullah Behişti başkanlığındaki Hizb-i Cumhuri İslami 130 sandalye ile mecliste çoğunluğu elde etti. Bir süre sonra İslam Devrim Konseyi’nin ilga edilmesiyle ortadan kaldırılmasıyla birlikte hükümetin oluşturulması konusunda Beni Sadr ve Ayetullah Behişti arasında giderek yoğunlaşan sürtüşme baş gösterti. Aralarındaki çekişmenin büyümesi üzerine Ayetullah Humeyni, Vәliyyi Fәqih olarak Anayasa’dan aldığı yetkiyle 10 Haziran 1981 tarihinde Beni Sadr’ı önce silahlı kuvvetler komutanlığından, ardından 21 Haziran’da cumhurbaşkanlığından azletti. Yaklaşan tehlikeyi hisseden Beni Sadr, Novje üssünden Fransa’ya kaçtı. 28 Haziran 1981’de Hizb-i Cumhuri-yi İslami’nin merkezinde patlayan bombayla Ayetullah Behişti’nin yanı sıra, 4’ü bakan, 40’ı parlamenter olmak üzere 72 kişi hayatını kaybetti.

24 Temmuz’da yapılan seçimde MektEbi Ekole mensup radikal dinci Muhammed Ali Recai cumhurbaşkanı oldu. 29 Ağustos’taki başka bir bombalı suikastle İkinci Cumhurbaşkanı Muhammed Ali Recai ve Başbakan Muhammed Cevad Bahüner hayatlarını kaybetti. 2 Ekim’de yapılan seçimde Hüccetül-İslam Seyyid Ali Hameney’in cumhurbaşkanı olmasıyla bu makam da mollaların eline geçmiş oldu. Suikastlerin ardında bulunduğu anlaşılan Halkın Mücahitleri Örgütü, devrim sorası ortaya çıkan yeni rejimin karşılaştığı iç tehditlerden sadece biriydi. Rejim, mollaların kendi içindeki ihtilaflar nedeniyle de büyük bir sıkıntıya girdi. Ayetullah Mahmut Talegani ve özellikle kıdemli bir Ayetullah olan Azerbaycan Türkleri’nden Seyyid Muhammed Kâzım Şeriatmedari, devrim sonrası yönetim biçimi konusunda Ayetullah Humeyni’den farklı düşüncelere sahiptiler. Ayrıca rejim Tudeh Partisi’yle mücadele halinde idi. Devrim sonrası yeniden faaliyete geçen Tudeh Partisi, tutuklanan yöneticilerinin Sovyetler lehine casusluk yaptıklarını itiraf etmeleri ve/veya ettirilmeleri üzerine Nisan 1983’de, Hizb-i Cumhur-i İslami ise, iç çekişmelerden ötürü Ayetullah Humeyni tarafından Haziran 1987’de kapatıldı.

Ayetullahül-Uzma Seyyid Muhammed Kâzım Şeriatmedari (Tebriz 1905-Tahran 03 Nisan 1986), hem merci-i taklid, hem de Azerbaycan Türkleri’nin günümüzde bile dinî lider/ merci-i taklid olarak kabul ettiği unutulmaz liderdir. Ak Devrim programı çerçevesinde toprak reformuna karşı çıkan Ayetullah Humeyni, Şah yönetimince idam cezasına çarptırılmıştı. Şeriatmedari, devreye girererek Humeyni’nin idamını engelledi. O’nu ipten kurtaran Şeriatmedari, devrimden sonra Humeyni’ye suikast girişiminde bulunmakla suçlandı. 3 Nisan 1986 tarihinde Behram hastanesinde prostat kanserinden öldüğü güne kadar evinde göz hapsinde tutuldu, doktorunun verdiği ilaçlarının bile alınmasına müsaade edilmedi. Humeyni’nin emriyle vasiyeti iptal edilerek, cenazesinin gizlice defnedildiği iddia edildi. (http://www.turanordusu.tc)

Devrim günlerinde, Ayetullah Humeyni’nin yanında Basıret sahibi bir şahsiyet olan Ayetullah Mahmut Talagani vardı. Bu şahsiyet, Azerbaycan’da olay çıkmasını önlüyordu. Humeyni’ye, “Tebrizlilerden kendine tabi olmalarını sakın isteme. Tebrizliler, Ayetullah Şeriatmedari’ye bağlıdır, baskı yapılırsa büyük olaylar çıkar” diyordu. Humeyni de tavsiyelerine uyuyordu.

*

Rejim değişikliğinden sonra Tebriz’de cereyan eden siyasi gelişmeler konusundaki iddia ve rivayetler şöyledir:



Devrimden dokuz ay kadar sonra, birkaç kişiden oluşan pastar grubunun duvarlarda asılı olan Şeriatmedari’nin resimlerini yırtması Tebriz’de olayların başlamasına neden oldu. 1980 yılında kurulan Hizb-i Xәlq-i Müsәlman/ Müslüman Halk Partisi, Şeriatmedari’nin kontrolünde görünüyordu. Parti üyeleri ve yöneticileri, yeraltındaki Azerbaycan Demokrat Partisi’nin mensupları ve Şeriatmedari yanlılarından oluşuyordu. Tebriz’de Azerbaycan Hükümeti kurdular. Müslüman Halk Partisi, diğer ifade ile Demokratlar Tebriz’de ne kadar Humeyni yanlısı varsa hepsini tutukladılar. Türk Hükümeti’nin kurulduğundan haberdar olan Tahran, Tebriz’e askerî birlik sevketti. Şeriatmedari, Humeyni taraftarlarının serbest bırakılmasını istedi. Demokratlar, Şeriatmedari’nin bu talEbini istemeyerek yerine getirmek durumunda kaldılar. Ancak Şeriatmedari’nin bu tutumuna kırıldılar. Çünkü tutuklular, demokratların elini güçlendiriyordu. Tahran’dan gelen birlikler, Türk Hükümeti’ni kuran yetmişiki kişiyi tutukladı. Bunların tamamı üniversite bitirmiş doktor, mühendis gibi kendi sahalarında uzmanlaşmış Azerbaycan aydınları idi. Tutuklanan Azerbaycanlı aydınlar, maruz kaldıkları işkence sonucu Türk Hükümeti kurduklarını itiraf ettiler. Tamamı Azerbaycan Demokrat Partisi mensubu olan bu şahsiyetler, görünüşte Müslüman Halk Partisi üyesiydi. Azerbaycan’daki demokratlar ile Mahabad ve Kirmanşah’taki Kürt demokratlar da bu hükümeti destekledi. Bu destek sözde kalmadı. Mahabat demokratları, onlarca Zamyad pikapla çok sayıda silahlı milisi Azerbaycan Hükümeti’ni korumak amacıyla Tebriz’e gönderdiler. Bu pikapların Kuzey Irak’tan geldiği söylendi. Fәdaiyan-ı Xәlq/ Halkın Fedaileri ve Komala’nın Marksist kanadı da destek verdi. Kürt demokratların Tebriz Türk Hükümeti’ne yardımları, II. Dünya Savaşı döneminde Tebriz ve Mahabad’ta kurulan hükümetlerin işbirliği sözleşmesine dayanmaktaydı. Öte yandan Kirmanşah Gôranları da Tebriz’e yardım gönderdi. Gerek Mahabad, gerekse Kirmanşahlıların yardımları, hükümet üyeleri ve Demokrat Parti yöneticilerinin tutuklanmış olmaları nedeniyle yararlı olamadı. Tebriz Hükümeti üyeleri ve Domokrat Parti yöneticileri seri şekilde idam edilerek tasfiye edildiler. Bu hadiselerin ardından Şeriatmedari tutuklandı. ABD yanlısı olarak suçlandı. Öldüğü güne kadar evinde göz hapsinde tutuldu.

Tebriz Türk Hükümeti’nin sonu, Azerbaycan Türk ve Mahabad Kürt demokratlarının da sonu oldu. Olayların Tebriz demokratlarının aleyhinde sonuçlanacağını gören ve hisseden Kürdistan Demokrat Partisi lideri Abdurrahman Kasımlu, tam zamanında Tahran’a yanaştı. Haliyle yönetim tarafından ödüllendirildi. Ancak Beni Sadr’ın Novje Üssü’nde kendisini bekleyen helikopterle İran’dan kaçmasının ardından, aralarındaki işbirliği ortaya çıktı ve Kasımlu tutuklandı. Daha sonra hapishaneden kaçırıldı. Kasımlu’nun Viyana’daki sonu (13 Temmuz 1989) bilinmektedir. Zencan, Erdebil ve Urumiye Türkleri ile Mahabad Kürtleri, Tebriz’de kurulan Türk Hükümeti’ne desteklerini açıkladılar. Bu olaydan sonra Zencan ve Erdebil Azerbaycan Türk merkezlerinin tutumu unutulmadı. Ayrı ayrı bölge valiliği halinde mülki yapılanmaya tabi tutuldular. Böylece Azerbaycan biraz daha parçalandı.



Maşallah Rezmi’nin, devrim döneminde Tebriz’de kurulan Azerbaycan Hükümeti hakkında “Azerbaycan ve Conbeş-i Taraftarân-ı Şeriatmedari/ Azerbaycan ve Şeriatmedari Taraftarlarının Hareketi” isimli bir kitabının olduğunu biliyoruz. Söz konusu kitap, 2000 yılında İsveç’te Farsça basılmıştır. Azerbaycan Türk aydınlarından olan yazar Maşallah Rezmi, İran dışında yaşamaktadır.

İran, İhtiLalin başından beri içeride bu gelişmeleri yaşarken, büyük bir dış tehlikeyle karşı karşıya kaldı. Aralarındaki sınır ihtilafını bahane eden Irak, Batı’nın da cesaretlendirmesi ile 1975 Şattülarap Anlaşması’nı ihlal ederek, 22 Eylül 1980’de petrol zengini olan Huzistan Bölge Valiliği toprakları üzerinden İran’a girdi. Irak’ın görünüşteki maksadı, kendi nüfusunun yarıdan fazlasının Şii olması nedeniyle tehdit olarak algıladığı yeni İran rejimini yıkmaktı. Savaşın ilk yıllarında gerileyen İran ordusu, 1982 baharından sonra Hürremşehr dâhil olmak üzere kaybettiği toprakları geri almaya başladı. Irak, Batı’dan sağladığı destekle ve özellikle Fransa’dan temin ettiği saldırı uçakları sayesinde füze ve hava saldırılarıyla İran’ın petrol endüstrisini büyük zarara uğrattı. Endüstrisi tehlikeye giren İran, Irak’ı destekledikleri için Kuveyt ve Suudi Arabistan petrol tankerlerini hedef ilan ederek, savaşı Basra Körfezi’ne taşıdı. İran, Kuzey Kore, SSCB, Çin HC, ABD ve -reddedilmesine rağmen İsrail’den silah temin etme mücadelesi veriyordu. Humeyni, Irak’ı ve komşu Arap ülkelerini Şeytan-ı Ekber’in yani ABD’nin emrine girmiş kâfir güçler olarak nitelendiriyordu. Humeyni için bu savaş, emperyalistler tarafından kurgulanmış ceng-i tahmili/ zoraki bir harpti. Humeyni ve İran yönetimi, bu zoraki savaş dönemini muhaliflerden kurtulmak için çok iyi kullandı. Tarafsız olması gereken Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, saldırgan Irak olmasına rağmen bu ülkeyi kınama gereğini bile duymadı. Birleşmiş Milletler, Bağlantısızlar, Körfez ülkeleri ve İslam ülkelerinin arabuluculuk çabalarına rağmen devam eden savaşta bir milyona yakın insan hayatını kaybetti. Birleşmiş Milletler’in verilerine göre, bu savaşta sadece İran’ın uğradığı zarar 97 milyar dolardır. Savaş, 18 Temmuz 1988’de İran’ın Birleşmiş Milletler tarafından yapılan ateşkes teklifini kabul etmesiyle son buldu.

İran İslam Cumhuriyeti’nin Batı ile ilişkileri daima gergin oldu. Özellikle Amerika’nın Şah’ı ülkesine kabul etmesine tepki gösteren öğrencilerin, 4 Kasım 1979 tarihinde Tahran’daki Amerikan elçiliğini basarak, diplomatları 444 gün rehin tutmaları üzerine İran-Amerikan ilişkileri gerginleşdi. Ayetullah Humeyni’nin, 14 Şubat 1989’da “The Satanic Verses/ Şeytan Ayetleri” adlı kitabı sebEbiyle İngiliz vatandaşı olan Hintli Salman Rüşti’nin öldürülmesine fetva vermesi, İran’ın Batı ile ilişkilerini çıkmaza sokan ikinci önemli hadise oldu. Bu olaylar sonucunda Batı’nın ambargosu ile karşılaşan İran, büyük ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya kaldı.

Geçen süre içerisinde, başını ABD’nin çektiği, İran’ın da komşu olduğu bazı ülkelerde gerçekleştirilen askerî ve sivil müdahalelerle rejimleri değiştirilmiş, ABD, AB gibi ülke, Nato gibi uluslararası kuruluşlar, şirket ve vakıfların kolayca yönetEbilecekleri, enerji kaynaklarından ve stratejik konumlarından, hatta ordularından istedikleri ölçüde yararlanabilecekleri özgürleştirilmiş ve demokratikleştirilmiş(!) ülkeler zinciri oluşturulmuştur. Bazı yazar ve düşünürlerin, ABD’nin, stratejist Francis Fukuyama’nın “En Büyük Rakip İslam” tezi doğrultusunda hareket ettiğini ifade eden yazı ve görüşleri bulunmaktadır.

Uluslararası üne sahip stratejistler, elbette oldukça zeki, kabiliyetli ve öngörülü insanlardır. Güçlü devletler, siyasi, askeRi, ekonomik, kültürel vb. konularda stratejik ve taktik hedefleri konusunda, hatta ülkeler bazında hazırladıkları plan, rapor ve temaları bu zeki ve akıllı stratejistlere vererek, uluslararası seviyede ilgi ile takip edilen strateji kitapları üretilEbilmektedir. Bağımsız strateji uzmanları, hangi kitabın tarafsız yazıldığını, hangisinin ülkeler, uluslararası kurum ve kuruluşların siparişi üzerine kaleme alındığını kısa sürede tahmin edebilmektedir.

Ülkede tartışılan bir diğer konu da rejim meselesidir. Ayetullah Humeyni’nin Vәlayәt-i Fәqih teorisini esas alan 1979 tarihli İran Anayasası’nda, “Vәliyyi Fәqih” son derece geniş yetkilerle donatılmışdır. Ayrıca ruhaniler, ordunun yanı sıra Meclis-i Hubregân, Şura-yı Nigahban, Divan-ı Ali-yi Kişver ve Şura-yı Ali-i Kazai gibi anayasal kurumlarla yasama, yürütme ve yargıyı da kontrollerinde bulundurabilmektedir. Bu yönetim biçimi, din adamlarının kendi içerisinde de tartışma konusudur. Bu tartışmalar üzerine, Ayetullah Humeyni’nin 1989 yılında ölümünden hemen önce Anayasa’da birtakım düzenlemelere gidilmiştir. Fakat Anayasa bu yeni haliyle daha da büyük problemlere neden olmuştur. Tartışılan meselelerin başında Vәliyyi Fәqih’in vasıfları, yetkileri, otoritesinin kaynağı ve merci-i taklitlerle ilişkisi gelmektedir.

Dinî lideri seçmekle görevli Uzmanlar Konseyi/ Şura-yı Hubregân, 1985 yılında Humeyni’nin de desteği ile yakın dostu Ayetullah Hüseyin Ali Münteziri’yi kendisinden sonra geleceğin rehberi olarak belirledi. Güçlü bir şahsiyet olan Münteziri, seri idamlar dâhil, halka uygulanan baskı, kadınların başlarının zorla örtülmesi gibi uygulamaları nedeniyle yönetimi şiddetle eleştiriyor, devrim ihracı politikasına ise karşı çıkıyordu. Bu eleştiriler, Humeyni’nin ve devrimin güçlü şahsiyeti Rafsancani’nin hiç hoşuna gitmedi. Uzmanlar Konseyi, Münteziri’yi Humeyni’den sonraki rehber olarak kabul etmediğini açıkladı.

Eski Cumhurbaşkanlarından olan Ali Ekber Haşimi Rafsancani, zekâsıyla, maddi varlığıyla, siyasi manevra gücüyle, sabrıyla İran’ın güçlü ve renkli siyasi kişiliklerinden biridir. Seveni de, sevmeyeni de çoktur. Ortada fazla görünmese de, alınan önemli politik kararlarda adı muhakkak geçmektedir. Muhalifleri, kendisine bir sürü ad takmış, hakkında bir sürü fıkra uydurmuşlardır. Takılan isimlerden biri “Gurbә nәnә/ Kedi anne”dir. Komşuları annesine sormuş;

“-Ekber koca reftî/ Ekber nereye gitti?

-Reftî Tehran Şah be-şeved/ Tahran’a Şah olmaya gitti”, cevabını vermiş.

Barzanilerin yönetimindeki Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin muhalifi olan sosyal demokrat Kürdistan Yurseverler Birliği (KYB)’nin lideri ve halen Irak Cumhurbaşkanı olan kurt politikacı Celal Talabani için söylediği “Orta Doğu’nun siyasi fahişesi” sözü siyasi literatüre geçmiştir.

Bildiğimiz gibi Talabani’nin ne yapacağını kimse tahmin edemez. Bakarsınız IKDP ile savaşa girmiş, ardından Barzani ile sarmaş dolaş, Irak merkezi hükümetine karşı savaş başlatmış, ateşkes görüşmelerine başkanlık yapıyor, İran’a sığınmış, Türkiye’ye ve İran’a ders veriyor, hatta yarım ağız tehdit ediyordur. Turgut Özal zamanında olduğu gibi kendisine Türk pasaportu verilmiştir. Sonunda Irak’a cumhurbaşkanı da oldu. Her işinizi bırakıp Talabani’yi takip etseniz yorulursunuz. Hüccetül-İslam Ali Ekber Haşimi Rafsancani’nin hangi siyasi şartlar ve psikolojik ortamda bu sözü söylediğine de bakmak gerekir.



Ayetullah Humeyni’nin veliahtı iken gözden düşen Ayetullah Hüseyin Ali Münteziri (Necefabad 1922-19 Aralık 2009), 2000 yılında yayınlanan “Hatıralar” adlı kitabında, “1988 yılında, 30 bin siyasi tutuklunun idam edildiği”ni yazıyordu. Münteziri, Ağustos 2009 ayında verdiği demeçte, İran yönetimini “diktatör” olarak niteledi. Haziran 2009 seçimlerinin ardından başlayan protesto gösterilerine karşı yönetimin acımasız tutum sergilemesini eleştirerek, “Bu tutum, İran’daki rejimin çökmesine neden olabilir” diyecektir. Münteziri’nin geleceğin rehberliğinden azlini müteakip, dini rehberliğin şartları konusunda yeni düzenlemeler yapıldı. (İsmail Safa Üstün, İA, “İran” maddesi ‘Safevilerden Günümüze Kadar’, s.403-404; Servan/ Yüzbaşı Ahmed Keyvanpur, Tarih-i Umumî Azerbaycan, s.16-27; Muhammed Cevâdîpur, Mecmua-i Ittılâât der-Bâre-i İran ve İraNiyan, s.470-509; Gulam-Reza Tabatabâyî Mecd, Dâyiretül-Maârif-i Musavver Zerrin, s.354-359; http:www.time.turk.com; http://haksozhaber.net) Bkz.→İslam Ansiklopedisi “İran” maddesi; Muhammed Reza Djalili-Thierry Kellner, İran’ın Son İki Yüzyıllık Tarihi


Yüklə 9,25 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   430




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin