Göktepe Trajedisi
1879 ve 1880-1881 yıllarında Rusların Göktepe’ye yönelik gerçekleştirdiği askerî sevkiyatlar sırasında, henüz Ahal Türkmenleri kendi aralarında birlik ve düzeni tam olarak sağlayamamışdı. Türkmenlerin toparlanma gayretleri sırasında Rus askerî güçleri ile küçük çaplı silahlı çatışmalar cereyan etti. Bu esnada siyasi temas ve görüşmeler de oldu. Bazen ayrı ayrı temaslarda bulunuldu. Rusya taraftarı ve Rusya karşıtı gruplar, kendi çıkarlarına uygun sonuç alma gayreti içine girdiler. Bu çerçevede emperyalist amaçla yürütülen Ahal Türkmenleri’ni Doğu Ahallılar ve Batı Ahallılar olmak üzere iki kampa bölme, Nurberdi Han ile Govşut Hanı birbirine düşürme gayetlerinden bir netice alınamadı. Göktepe kalesinin savunmasının temelini, ellerinde yeterli silahı olmayan insanların hayranlık uyandıran sebatlı ve kararlı kahramanlıkları oluşturmuştur. Çar ordusu yetkilileri, Türkmenler arasında kendilerine casusluk yapacak adam bulamadılar. Bu boşluğu İngiliz casuslarını kullanarak gidermeye çalıştılar. Ruslar, Türkmenlerin silah gücü, savaş kabiliyetleri, güçlü ve zayıf yanları hakkındaki bilgileri İngilizlerden aldılar. İngilizlerin Göktepe savaşı ile ilgili yazdıklarının çoğu yalandır.
Türkmen tarihçi ve antropologlar şöyle diyor: “Biz Türkmenler, Göktepe Savaşını, olumlu ve olumsuz yanlarını, Türkmenlerin gücünü, savaşa katılan Türkmen tayfalarını, Türkmen hanlarını ve savaşın detaylarını, İngiliz ve Farsların savaş sırasındaki rollerini ve dönekliklerini, Türkmen milletine verdikleri zararları, Rus komutanların tuttuğu günlüklerinden öğrendik. Bu günlükler olmasaydı, hafızalarımızda yarım sayfayı doldurmayacak yalan yanlış bilgiler olacaktı. Şimdi güneybatıdaki (İran Türkmenistanı) geniş Türkmen topraklarının elimizden zorla nasıl alındığını çok iyi biliyoruz”. (Prof.Dr. Soltaşa Ataniyazov)
1880-1881 yıllarında, Hazar denizinin kenarındaki Mihaylov körfezinden Gızılarbad’a doğru döşenen demiryolu, stratejik düşünce ile kurulmuşdu. Buraya savaş yolu deniliyordu. 1880 yılının devamında harp malzemelerini taşınmak üzere hazır hale getirildi. Bu yol, Çar ordusuna ait techizat ve ağırlıkların Türkmenistan sahrasının içlerine doğru sevkiyatında büyük kolaylık sağladı. Bu demiryolu son yıllara kadar fonksiyonel olarak çalıştı.
Rusya’nın Türkmenistanı işgali sırasında Ahal’da cereyan eden olayların, Göktepe kalesinin savunması ve düşmesi sırasında cereyan eden şiddetli savaşlar, küçük ve basit bir olaymış gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. İran tarafından Türkmenlerin elinden zorla alınan güneybatı toprakları, Göktepe savaşının yıkıcı sonuçlarından biridir. Bir ülkenin topraklarının önemli bir bölümünün elden çıkması mı önemsiz ve yerel ve mevzii bir olaydır? Göktepe Savaşı, Ahal Antlaşması ve güneybatı topraklarının İran’a verilmesiyle sonuçlanmıştır. Çarlık Rusyası, 1879-1881 yıllarının devamında “Vahşiyâne” bir metodla Türkmenlerin tamamını ezmiştir. Türkmenler, büyük zalimliklerle kırgına uğratılmıştır. Ahal-Tekeleri’ne telâfisi imkânsız darbeler vurulmuştur. Onların maddî ve manevi dayanağı olan Göktepe kalesi ele geçirilip yerle yeksan edildikten sonra, Tekeler darma-dağın edilmiştir. Savaştan kurtulanlar, Karakum çölünün koruyuculuğuna sığındılar.
Bu trajediyi ayrıntılı şekilde beyan edip sunacağız. Bu savaşın hacmini belirleyip, tarihi olaylardan ders çıkaracağız. General Lomakin’in komutasındaki Birinci Ahal-Teke sevkiyâtı, 1879 yılının Ağustos ayında başarısız olarak tamamlandı. Hatalı görülen General Lomakin görevinden azledildi. Çarlık hükümeti, Ahal-Teke bölgesini ele geçirme hayâlinden kesinlikle vazgeçmedi. İkinci Sevkiyât için hazırlık planları yapılmaya başladı. Bu hazırlık, Ahal Tekeleri’nden intikam alma Haleti ruhiyesiyle sağlam temeller üzerinde yürütüldü. 1880 yılı Ocak ayında İkinci Sevkiyâtın Kumandanlığına, 1877-1878 yıllarında Rus-Türk Savaşı’na iştirak etmiş ve Gazi Osman Paşa ile savaşmış olan ünlü Türk düşmanı General M.D.Skobelev atandı. Onun için -Ermeni anlayışında olduğu gibi, Türk’ün doğuda veya batıda olması fark etmiyordu. Toparlanıp, çok miktarda silah ve techizat yığmaya, hayvan yemi almaya başladı. Bu malzemeleri hazırlamak için Albay N.İ.Grodekov’un komutasındaki seçkin subayları, Kuzey İran’ın sınır bölgesindeki rayonlara gönderdi. Skobelev, Gorhana’dan ihtiyaç duyduğu bütün malzemeyi satın aldı ve temin etti. Israrlı şekilde şunu tekrar ediyordu: “Vahşilere karşı her şey gerekli olur. Yenmek demek, aynı zamanda düşmanı kendine hayran bırakmaktır. Onların idrak ve anlayışına darbe vurmak lazım”. Herhalde anlaşılmıştır. Buradaki “Vahşiler”, Türkmenlerdir.
Bir süre sonra Skobelev, bölgedeki gelişmeleri öğrenmek için, sürekli keşif saldırıları başlattı. Göktepe’ye doğru bütün Türkmen obalarını dolaştı. Onlara tarım işleri ile meşgul olma izni vermedi. Ayrıca, Rusya’nın İran’daki temsilcilerinden ve sınır yakasındaki yönetimlerden Kuçan ve Bocnurd’taki Horasan Kürtleri’nden Ahal-Tekeleri’nin karşısına tahkİmat kurmaları isteğinde bulundu.
Bu durumda Ahal halkının kendisini psikolojik olarak nasıl hissettiği hususunu göz önüne getirmek zor değil. Çar askerlerinin ileri harekâta hazırlandığına ilişkin her türlü yıkıcı propaganda yayıldı. İran’ın kuzey Vilayetlerinde faaliyet gösteren İngiliz ajanları da ayrıca propaganda yürüttüler. Sonuna kadar savaşı kışkırttılar. Onlar için yani İngilizler için Türkmenler en büyük düşmandı. silah ve para yardımı vaat ettiler. O’Donovan, Tekelerin Ruslara ne tür kısmetler hazırladıkları hakkında propagandasını sürdürdü: “Erkekler çapılcak, ayallar esgerlere berilcek, yer hazınanın hasabına geçirilcek/ Türkmen erkekleri kılıçtan geçirilecek, kadınları askerlere verilecek, toprakları ise hazinenin hasabına kaydedilecek” diyerek, Türkmenler arasında bozgunculuk ve moral çöküntüsü yaratmaya çalıştı. Organize bir merkez olmadığı için bu gibi bozguncuların faliyetleri engellenemedi, yıkıcı propagandalarına karşı konamadı.
Bu arada Göktepe’ye saldırı için tam anlamıyla hazırlıklar sürmektedir. -Savaşçı güçler çatışma sahası yakınına sevkedilmektedir. Mühimmat, yiyecek stokları, Balaişem demiryolu istasyonuna kadar ulaşmıştır. Rusya’nın İran’daki temsilcisi Zinoviev Şah ile görüşmüş, kendisinden -İngilizlerin haberi olmadan Skobelev’e gizlice yük taşıma araçları, yiyecek ve malzeme desteği ve yardım etme va’di almıştır. Böylece Ahal’a boyun eğdirip teslim almak işinde İran Şahı ile Rus Çarlığı arasında gizli işbirliği yapılması sağlanmıştır. Bu yardımın ödülü, geniş bir Türkmen arazisinin İran’a verilmesi olmuştur. Skobelev, 2-3 takım ve 3-4 top alıp, her gün kalenin etrafında devriye gezmektedir. Bu devriye ile Türkmenleri çöle doğru çekilme konusundaki fikirlerinden vazgeçirmeyi amaçlamaktadır. O bununla Tekelerin Rus ordusunun gücü hakkındaki düşüncesini bulandırmak, onlarda kendi kalelerinin alınmazlığı ve yıkılmazlığı inancını yerleştirmeyi amaçlamıştır. Türkmenleri aldatıp, Rus güçlerinin çok olmadığı, olanın sadece ortada görünen birlikler olduğu imajı uyandırmaya çalışmıştır. -Amaç, daha fazla Türkmeni yok etmektir. Skobelev’e göre, “En iyi Türkmen ölü Türkmen”dir. Skobelev, esas güçlerini gizlice Göktepe kalesinden 12 verst (12x1.06 km.) batıdaki Erenbatır-gala denen yere çekmiştir. 1880 yılı Aralık ayının ortasına kadar buraya 38 bölük, 100 atlı müfreze, 11.Süvari Birliği, 72 top, 11 roket tezgâhı, beş bine yakın süngülü birlik, iki bin kılıçlı birlik, 1.000 topçu yığmıştır. Ayrıca yedek olarak yedi bölük ve dört top gelmiştir. Tamamı 30 bine yakın çeşitli kalibrede top mermisi, 150 put deri (150x16.3 kg.), 1.140.000 adet mermi, çok miktarda gıda maddesi taşınmıştır. Bu kadar askerin tamamına sekiz bine yakın deve, çok sayıda yük beygiri, 150 yük arabası vb. hizmet etmektedir. Lâfın kısası Göktepe’ye saldırı için her şey hazırdır.
Göktepe kalesinin, birbirine paralel olmayan dört burçu bulunmaktadır. Duvarlarının Duvarlarının kalınlığı temel kısmında 5 sacen civarında, üst kısımlarda 3 sacendir. Çeşitli kaynaklara göre, kalenin içinde 25 bin ilâ 40 bin arasında değişen kale muhafızı, ayrıca yedi bin ilâ 10 bin arasında değişen Türkmen süvarisi toplanmıştır. Kale muhafızları silah bakımından oldukça zayıftı. Tüfekleri olmakla birlikte, esas savaş malzemeleri kılıçtı. Düşmanla bire bir vuruşma hesaplanıyordu. Saldırı sırasında orada bulunan A.N.Kuropatkin şöyle yazmaktadır: “Kale muhafızlarının elinde 4-5 bin civarında tüfek vardı. Bu tüfeklerin 600’ü 1879 sevkiyâtında Ruslardan ele geçirilen “Berdanka” adı verilen tek kurşun atan silahlardı. Çar ordusunun çok miktardaki topunun karşısında kalenin savunması altı funtluk “Mis (مس / Més: Bakır)” denen bakır renkli toplarla sağlanıyordu. Türkmenler bu topları, 1858 yılında İran ordusundan ganimet olarak elde etmiştir. Ellerinde yeterli top mermisi bulunmadığı için geceleri daha çok kuru sıkı atıyorlardı. Göktepe ele geçirildikten sonra, kale içerinde 12 bin civarında ev, düzensiz kazılmış karanlık dehlizler, içlerine saklanmış kıymetli halılar, giyim eşyaları, genç kızların çeyizleri, Türkmenlerin vazgeçilmezi olan çok miktarda değerli gümüş takılar, mücevherler, kazan ve kap-kacaklar, dokuma tezgâhları ve çeşitli ev ve tarım eşyaları vb. çok miktarda malzeme.
Kalenin muhafızları, yardım istemek üzere Mari’ye, Hîve Yomutları’na, Bocnurd Kürtleri’ne ulaklar gönderdiler. Bunlardan sadece Marililer silahlı yardım va’dinde bulundular. iki bin kişiden oluşan Mari müfrezesi, Göktepe’ye Aralık ayının 11’i gecesi Rus askerî kampının yakınına çoktan gelmişti. Ertesi günü Tekeler, Çar ordusunun yakınına iyice sokuldular, Göktepe’ye; “Mari’den yardım geldi, biz hazırız, gelin!” diye haber gönderdiler. Mari müfrezesinin tamamı gece saldırısına katıldı ve 1881 yılı Ocak ayının 5’ine kadar kalede kaldılar.
TeDariklerini gören Ruslar, kaleyi kuşatma hazırlığına başladı. 1880 yılı Aralık ayı ortalarından itibaren kaleye her gün top ateşi düzenlendi. Aralık ayının 23’ünde General Petruseviç öldükten sonra, Göktepe 60 top ile yaylım ateşine tutuldu. Top mermilerinin hiç biri boşa gitmedi, tamamı kalenin içinde patladı. Yaralanan insanların çığlıkları ve hayvanların sesleri biribirine karışıyordu. Ayrıca çocuk ve kadınların çığlıkları gökyüzünü inletiyordu. Devam eden top ateşi, kalenin içini cehenneme çevirdi. Kale muhafızlarının üstüne yağmur gibi mermi yağıyordu. Kaledekiler, geceleri ellerindeki yetersiz silahları ve kılıçlarıyla bu saldırıya cevap vermeye çalışıyordu. Tamamı üç defa –1880 yılı Aralık ayının 28 ile 30’unda ve 1881 yılının Ocak ayının 4’üncü gecesi hücuma geçtiler. Birinci hücuma 4 bin, ikinci hücuma 5 bin, üçüncü hücuma 12 bin kişi katıldı. Bu hücumlara sadece erkekler katılmamış, ihtiyaç duydukları mermi ve silahları ele geçirmek için Türkmen kadınlarının yanı sıra, 14-15 yaşındaki çocuklar da iştirak etmiştir. Hücumlara katılanlar, daha fazla techizat ve malzeme getirEbilmek amacıyla çıplak sayılabilecek şekilde çok hafif şeyler giymişlerdir. Ocak ayının 4’ünde gerçekleştirilen saldırı başarısızlıkla sonuçlandı. Marililer, savaş meydanından 300 ceset kaldırmıştır. Bu hadiseden sonra Marililer, tarla-bahçe işlerini bahane ederek Göktepe’den ayrıldı. Kalede kalan muhafızlar, Marililerden kırgın ve küskün ayrılmıştır. 1881 yılı Ocak ayının 7’sinde ölülerin toplanıp gömülmesi için Ruslarla mutabakata varıldı. Bu sırada Marililer ve Aşgabatlılar kaleyi terkettiler. Kalenin muhafızları, Marili ve Aşgabatlıların kendilerini bırakıp gitmelerinden ötürü kahrettiler. Elbette Marili ve Aşgabatlıları korkaklıkla suçlamak doğru değildir. Onlar, davet üzerine yardıma gelmişler, çok sayıda kayıp vermişler, durumun çıkmaza girdiğini görünce kaleyi terk etmişlerdir.
Aralık ayının ortasından, kalenin zaptedildiği gün olan 1881 yılı Ocak ayının 12’sine kadar devam eden savaş eşit güçlere dayanmıyordu. Bu nedenle kale muhafızlarının başından geçen sıkıntılar ile uğradıkları zalimlikleri detaylı şekilde aktarıp dramatize etmenin artık gereği yoktur. Ama Göktepelilerin evlerinin başlarına yıkıldığı, sağ kalanların kılıçdan geçirildiği, kıymetli halıları, derileri, değerli gümüş takı ve mücevherlerinin, gümüş at koşumlarının yağmalandığı bir gerçektir. A.Maslov şöyle yazmaktadır: Kale muhafızları, Çar ordu birliğinin kale duvarlarının altından lağım kazdıklarını, Rusların kalenin içine girmek için her türlü gayreti gösterdiklerinin farkındadır. Bu nedenle onlara karşı koymak için kılıçlarını bilemeye başladılar. 1881 yılı Ocak ayının 12’sinde gerçekleşen çok kuvvetli bir patlama ile kalenin ana duvarları önce havaya fırlamış ve tuzla-buz olmuştur. Kalenin tam olarak ele geçirilmesi bir gün sürmüştür. Kalenin muhafızları eskiden olduğu gibi eşsiz yiğitlik sergilemiştir. Sonuç alamayacaklarını bile bile kanlarının son damlasına kadar direnmişlerdir. Öte yandan Çar ordusu subaylarının, “Esir almaya ihtiyaç yok” diye emir vermelerinden ötürü, -aman dileseler bile kale muhafızları kurşunlanarak öldürülmüştür.
Sevkiyat Birlikleri Karargâh Komutanı N.İ.Grodekov şöyle yazmaktadır: “Göktepe’de büyük bir kırgın yaşandı. Asya’da şimdiye kadar böyle bir kıyım gerçekleşmedi. Bu kıyımla ilgili rapor Petersburg’daki ilgili makamlara ulaştı. Bu yok ediş gelecek nesillerin hafızalarında muhakkak yer edecektir. Bu Ruslar için büyük bir zaferdi. Bir türlü kontrol altına alınamayan vahşiler yok edildi. Aslında Göktepe savaşından önce bu vahşiler baskınlarla kısmen de olsa yok edilmeliydi”. Kalenin zaptedilmesi operasyonuna katılan A.Maslov; “Direnişi sona eren, esir alınabilecek durumdaki kale muhafızlarının üzerine zalimce hücum edildi. Bir iki asker birleşerek süngülerinin ucuna Türkmen muhafızı takıp yukarı fırlatıyordu. Kaburga kemiklerinin ortasına süngü sokup nara atıyorlardı. Önce kurşunlayıp, tüfeğin dipçiği ile kafataslarını parçaladılar. Kılıçla kafalarını kopardılar” diye yazmıştır. A.N.Kuropatkin, kalenin içinin korkunç bir görünüşe sahip olduğuna şahitlik etmektedir; “Çok sayıda ceset günlerden beri toplanmadan durmaktadır. Bazı evlerin içi cesetlerle doludur. Kuşatma sırasında tüfek ve top mermilerinin darbesinden düşmanın nasıl çok zayiat verdiğini görmek ve tespit etmek kalenin ele geçirilmesinden sonra mümkün olabildi. Kalenin içinde 15 civarında evde ceset yığınları vardı. Bunların tamamı son günlerde ölmüş ve düşman ölülerini gömme fırsatı bulamamıştı. Bu ölülerden düşmanın yediği darbenin büyüklüğünü hesap etmek mümkündür”. Netice olarak General Skobelev amacına ulaştı. Kale düştükten sonra zaferini kutlamak için tören düzenledi. süvarileriyle kaleye hücümu kendi gerçekleştirmiş, kaleden kurtulan muhafızlar ile Türkmen süvarilerinin peşinden hava kararıncaya kadar 15 verst (15x1.06 km.) kovalamıştır. Piyade birliği de onun peşinden 10 verst yol gitmiştir. Bozulup çöle kaçan Türkmenlerin peşinden ateş açtırmış, çatışma bölgesinden göç eden Türkmen kervanlarına saldırıp, imha etmiştir. Kaledeki evlerde saklanan son Türkmene kadar yakalanıp, aman dileyenler dahi imha edilmiştir.
Kalenin düşmesinden sonra verilen kayıplar konusunda yazarlar birbirini tutmayan farklı rakamlar ve ilginç maLumatlar vermektedir. Türkmen kayıplarının sayısı konusunda 6 ilâ 8 bin rakamı verilmektedir. 5 bin çocuk ve kadın da esir alınmıştır. Bu esirler, kalenin dışına çıkartılarak etrafları askerle çevrilip açık havada uyutulmadan sabahlatıldılar.
Kalenin düşmesinin ertesi günü General Skobelev, dört gün süreyle Göktepe’nin yağmalanması için askere izin verdi. Kale duvarının dibinde pazar kuruldu. Askerler çok miktarda kıymetli teke halısı, kadın ve çocukların değerli gümüş takı ve mücevherlerini, giyim eşyaları ve kap-kacaklarını buraya taşıdılar. Rus karargâhında savaşı gözlemleyen Fars temsilci Zülfikâr Han, Fars esirleri serbest bıraktırma bahanesi ile beşbin civarında Türkmen genç kız ve kadınlarını almış, GermAb üzerinden İran sınırına sevketmiştir. Onların içerisinde çok sayıda küçük yaşda Teke kızları da vardı. Züfikâr Hanın yanında kendisini kontrol edecek hiç kimse yoktu. Esir tüccarlarının sonuncusu olan bu şahıs, Türkmen kadın ve çocuklarını esir pazarında satarak servet sahibi oldu.
Türkmen kadınlarının gümüş takı ve mücevherlerinin miktarı hakkında fikir vermek için her kadının 250 ilâ 500 gr. civarında takı ve mücevher taktığını ifade etmek yeterlidir sanırım. Türkistan’ın Ruslar tarafından işgali sırasında Afganistan’a kaçan Türkmen kadınları, üzerlerinde taşıdıkları mücevherleri yüzünden Afganlı Peştun soyguncular tarafından korkunç şekilde öldürülmüştür. Bilezik ve yüzüklerini alabilmek için kollarını ve parmaklarını kesmişlerdir. Göktepe savaşında da benzer olaylar yaşandı. Bütün bu zulümlere rağmen Türkmen kadınları takıdan vazgeçmedi. Dünya üzerinde Türkmen kadınlarının dışında büyük miktarda takı ve mücevheri üzerinde taşıyan başka millet yoktur.
Bugün Türkmen takılarının İskender, Troya ve benzeri filmlerde erkek sanatçılar tarafından aksesuvar olarak kullanıldığını seyretmekteyiz. Telif konusuna önem verdiklerini ısrarla savunan batılılar ve film yapımcıları, en azından filmlerinde kullandıkları aksesuvarların Türkmenlere ve Türkistanlılara ait olduğunu iki satırla da olsa uluslararası sanat camiâsına duyurabilirler. Velhasıl günümüzde Türkmen ve Türkistan takıları ve ipek kumaşları dünya pazarında haraç mezat satılıyor. Takı ve ipek pazarlarında olmayan bir şey var: O da bu zenginliklerin sahibi olan Türkmenler ve Türkistanlıların adı… Türkmenlerin takı ve mücevherlerini, kuyumculuk şaheseri olan at koşum takımlarının ihtişamı hakkında bilgi ve görgü sahibi olmak iseteyenler, Aşkabat’taki Türkmen Milli Müzesi ile Türkmen bankalarının hazinelerini muhakkak görmelidir. Elbette diğer Türkistan ülkelerininkileri de. Bu hazineleri gördükten sonra, İran Şahı Rıza Han’ın; “Türkmenler, dilençi kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlar” sözü daha anlamlı olacaktır. Türkistanlıların bugün de devam eden kuyumculuk sanatı, Türkistanlıların medeni seviyesine ışık tutması bakımından çok anlamlıdır. Dünya hâkimiyetini simgeleyen “Mühr-ü Süleymanlı” Türkmen takıları Yahudilere; masumiyeti ve günahsızlığı simgeleyen Türkmen Haçaları Hıristiyanlara maledilmeye devam edilmektedir. “Haça”, çapraz anlamındadır. Türkmen Haçaları; Hıristiyanların haçına benzemekle birlikte, farkı her dört ucunun eşit uzunlukta olmasıdır.
Ege Türkmenleri’ne ait aynı amblemlerin işlendiği takı ve madeni ev eşyaları, benzer şekilde 1950-1980-li yıllarda yağmalandı. Mühr-ü Süleymanlı ve Haçalı takı (tepelik, gerdanlık, kemer tokası…) ve ev eşyaları (tepsi, sini, koşum takımı… ve Türkmen evlerinin dış duvarlarında aşı boya ile çizilmiş Mühr-ü Süleyman ve Haçalar), Türkistan ülkelerinde olduğu gibi Yahudi, Rum ve Ermenilere aitmiş gibi pazarlandı ve Türkiye’den çıkarıldı.
Göktepe kalesinin zaptedilip alınması, muhafızlarının kıyıma uğratılması şöyle tamamlandı: Göktepe’yi yerle bir etmeyi arzu eden Skobelev, 1881 yılı Ocak ayının 13’ünde kalenin içinde zafer resmi düzenledi. 600 civarındaki cesedin gömülmesini sağladı.
Göktepe kalesinin muhafızlarını, sonucu bildikleri halde direnmeye devam etmelerini, düşüncesizlikle suçlamak doğru değildir. Onlar kendi topraklarını savunmak için mücadele etmiştir. Bedbahtlıkla yaşama yerine ölümü tercih etmişlerdir. Vatan savunmasında akıllı davranmaya gayret etmenin sonu ihanete kadar uzanabilir.
Göktepe kalesinin alınması için yapılan hazırlıklar ve savaşa katılanlar, hatta kalenin savaşsız baş eğmesi durumunda da Ahal Türkmenleri’ne sitem etmeye meyilli olan bazı şahsiyetlerin rolü hakkında birkaç söz söylemek gerekir. Örnek vermek gerekirse N.İ. Grodekov; “Tekelerin özelliğini belirleyip, ortaya koyan tek bir işaret yok” deyip, “Türkmenlerin bizim idaremiz altında gelecekte nasıl olacaklarını söylemek zor… Bunun en yakın neticesi çalışmayı alışkanlık haline getirmemeleridir. Savaşma imkânı bulan Türkmenlerin ölüme koşmaları onların özelliğidir” ifadesini kullanmıştır. Onun fikrince, “Türkmenler yer kürenin üstündeki kara bir lekedir. Onlar insanlık için utanç kaynağıdır”. Sevkiyat ana karargâhı komutanının inancı budur. Türkmenistan’daki savaş hakkında dört ciltlik kitabın yazarı N.İ.Grodekov’un dışında da kötü düşünceli şovenist ve ırkçı insanlar olmuştur.
Tarihi geçmişi öğrenmekten kaçınmaya, tarihi şahsiyetlere kıymet vermekten vazgeçmeye, hiçbir şeyden yüz çevirmeye, hiçbir şeyi gizlemeye, hiçbir şekilde gerçekten korkmaya hakkımız yoktur. XIX. yüzyılın 70-80 yıllarında Rus Çarlığı’nın Türkistan’daki savaş operasyonlarında Skobelev, kesin olarak Namertlik yapmış ve insanlık suçu işlemiştir. Türkistan’daki harekâtlarda, her zaman dönemdaşı İngiliz reaksiyoner devlet çalışanı, Doğu halklarının kadim düşmanı ve sitemkârı Graf B.D.Bikonsfild’ın prensiplerini desteklemektedir. Onun “Doğu halklarını sadece fırtına gibi dövmekle yetinilmemeli, bilinç ve idrakine de vurmak gerekir” dediği sözlerini desteklemektedir. Bu prensiplere dört elle sarılan Skobelev, 1880-1881 yıllarında Güney Türkmenistan’daki Göktepe kalesini oluk gibi kan akıtarak vahşiyâne şekilde almakla kendisini ispat etmiştir. Aşkabad, 17 Ocak 1881’de ele geçirilmişti. Merv’e ise 14 Mart 1884’de girilecektir. Merv’in Ruslar tarafından işgaline ses çıkarmayan İran, işgalin ardından Rus Çarı’nı kutlayacaktır. Aryan işbirlikçiler, emperyalist İngiliz ve Rus yönetimleri, XIX ve XX. yüzyılda Türkçe konuşan halklara karşı sistematik bir şekilde işbirliği yaparak, insanlık tarihinde emsâli az görülen çok sayıda soykırım suçu işlemiştir.
Skobelev, Göktepe muhafızlarının kaleden çıkıp, çöle çekilmelerinin önünü almak için gereken hileli yollara başvurmuştur. Sevkiyâta katılan genç Albay A.N.Kuropatkin, günlüğünde şöyle yazmaktadır: “Göktepe’deki kalenin hiçbir şekilde önemi yoktu. Esas olan içerisinde bulunan kalabalık Türkmen nüfusuydu. Bu nedenle Tekeleri bir şekilde kalenin içinde tutup, tek darbede tamamından kurtulmaktı. Tekelerin kaleden çıkıp, çölde saklanmaları mümkündü… Eğer Tekeler, Karakum çölüne çekilmiş olsalardı Skobelev başarısız olacak, yaptığı bütün çalışmalar boşa gidecekti. Bu nedenle, kaledekilerin çöle doğru çekilmelerinin önünü kesmek için her türlü oyuna başvurmuş, Rus askerî gücünü yok derecesinde göstermeye çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur. Ölüm döşeğinde, Göktepe kalesinde savaşmadan esir alabileceği 8 bin Türkmen’in haksız yere kurşunlanmasından Tanrı huzurunda pişmanlık duyup duymadığını sorduklarında, “8 bin yerine 80 bin olmadıklarına esef ediyorum” cevabını vermiştir. Haliyle, Skobelev’e sorulan bu sorunun gerçek mi, yoksa bir efsâne mi olduğunu maalesef bilemiyoruz.
İran Türkmenistanı, 1881 yılında cerayan eden Göktepe Savaşı’na kadar Türkenistanla aynı yaşamı ve kaderi paylaşmıştır. Göktepe yenilgisinden sonra Çarlık Rusyası ile İran Şahlığı arasında 09 Aralık 1881 tarihinde imzalanan Ahal Antlaşması ile Güneybatı Türkmen toprakları İran’ın hâkimiyetine geçmiştir. İran, savaşmadan Türkmen topraklardan büyük bir parsayı kapmıştır. İşte Türkmenlerin bedbahtlık olarak nitelediği 9 Aralık 1881 tarihli “Ahal Antlaşması” budur. (Yegen Atagarrıev- Mırat Annanepesov, Türkmenistanıñ Tarıhından Materiallar (XVIII asır-XX asırıñ Başları,, s.179-186)
Türkmen Tarihine Kısa Bir Bakış
Bağımsız Türkmen Cumhuriyeti ve Devrim Sırasında Cereyan Eden Olaylar
Türkmenler, Azerbaycan Türkleri’nden sonra İran’da en kalabalık Oğuz unsuru olarak kabul edilir. Bugün İran Türkmenistanı denilen Güneybatı Türkmen arazisinin İran hâkimiyetine nasıl geçtiğini “Göktepe Trajedisi” başlığı altında izah edildi. İran Türkmenistanı, 1881 yılında cerayan eden Göktepe Savaşı’na kadar Türkistan Türkmenleri ile aynı yaşamı ve kaderi paylaşmıştır. Göktepe yenilgisinden sonra Çarlık Rusyası ile İran Şahlığı arasında 9 Aralık 1881 tarihinde imzalanan Ahal Antlaşması ile Türkmenistan resmen ikiye bölünmüştür. Güneybatı Türkmen toprakları İran’ın hâkimiyetine geçmiş, diğer bölümü Rus Çarlığı’nda kalmıştır.
Türkmenler, Muhammed Ali Şah Kacar yönetimine karşı olan Meşrutiyet hareketini desteklemiştir. Türkmenler, Rus-Japon savaşı ve I.Dünya Şavaşı’na katılmamak için defalarca Ruslarla çatışmaya girmiştir. Ardından gerçekleşen Ekim Devrimi de Türkmenlere hitap etmemiştir. Bu keşmekeş yıllarında Türkmenlerlerle Rusların arası iyice açıldı. İran yönetimindeki Türkmen topraklarına göç etmeye başladılar, Cergelan/ Raz (Kuzey Horasan), Bocnurd (Kuzey Horasan), Meravetepe (Kelale/ Gülistan BV), Künbed (Gülistan BV) ve Deşt-i Gürgân’a (Gülistan BV) yerleştiler. Türkmenlerin devam eden göçü, İran’ın yeni şahı Rıza Han’ı rahatsız etmiştir.
Rusya’da gerçekleşen Ekim 1917 Devrimi, ardından İran’da Kacar hanedanın tahttan uzaklaştırıldığı İsfend 1299/ 1920 Saray Devrimi ile Rıza Han’ın Genel Kurmay Başkanı olması, Ş.21 Azer 1304/ 1925 tarihinde “Pehlevi” adını alarak tahta oturması, Türkistan ve İran Türkmenlerini siyasi ve sosyal bakımdan yakından etkilemiştir.
İran’da yüzlerce yıldır devam eden Türk hâkimiyetinin son temsilcisi Kacar hanedanlığı, 09 Aban 1304 /1925 tarihinde İngilizlerin desteğinde Rıza Han eliyle sona erdirildi.
MüŞir’üd-Dövle kabinesi, Şemsi 1299/ 1920 yılı Akrep ayının 3’nde istifa etti. İistifasından birkaç gün sonra, Ahmed Şah’ın fermanı ile SipehDar-ı Âzam/ Başkomutan Rıza Han başbakanlığa getirildi.
Bu dönemde Britanya imparatorluğunun pazarı her geçen gün daralmaktaydı. İngiliz muhafazakâr hükümeti, İskandinavya’dan Türkiye’ye uzanan devletçikleri kullanarak Rusya’ya karşı antikomünist bir kuşak oluşturmayı amaçlıyordu. Haliyle İran bu kuşağın devamıydı. Vüsûk’üd-Dövle’nin 1919 yılında İngilizlerle yaptığı anlaşmanın muhalif milletvekilleri nedeniyle yeni mecliste onaylanmayacağının anlaşılması üzerine, buna bir çare bulunmalıydı. Yeni plan, İran’da Kacar hanedanı yönetimine son verecek askerî ve siyasi sonuçları olacak bir devrimdi. “Rıza Han Maksim” adıyla da tanınan “Rıza Han Mirpenc Kazak/ Savadkûhi”nin askerî bir devrim yapması uygun görüldü. En uygun başbakan adayı, İngiliz taraftarı Seyyid Ziyaeddin Tabatabai idi.
Kuzeydeki İran süvarilerinin komutanı Ahmed Rıza Han Mirpenc, Ş.03 İsfend 1299/ 1920 tarihinde Tahran’a haraket etti. Tahran’a intikal ettiğinde başkentin yönetimini ele aldı. Bu devrim “03 İsfend KûdeTası” adıyla tarihe geçti. Rıza Han’ın gerçek iktidara geliş tarihi 1920’dir. Tac giydiği 1926 tarihi, sadece tamamlanması gereken bir teferruattır.
Ş.05 Hût 1299/ 1920 günü sabahı Başbakan Seyyid Ziyaeddin’in hazırladığı bir kararname ile Kazak Rıza Han Mirpenc’e, “Serdar-ı Sipeh/ Başkomutan” unvanı verildi. Bu yazıyı Rıza Han’a verirken, “Bu ferman, dün Şah tarafından Ferruhabad sarayında hazırlandı” dedi.
Millî Şura Meclisi’nin, 09 Aban 1304/ 1925 tarihindeki dokuzuncu oturumundaki muvafakatıyla hazırlanan maddenin kabulü ile Ahmed Şah hal’ edilip, Kacar hanedanı yönetimine son verildiği ilan edildi. Ş. 15 Azer 1304/ 1925 tarihinde kurucu meclis göreve başladı. Kurucu Meclis, Ş.21 Azer 1304/ 1925 tarihindeki dördüncü toplantısında, Anayasa’nın tamamlayıcı 36, 37 ve 40’ıncı maddelerini değiştirerek, saltanatı Rıza Han’a ve onun erkek neslinin uhdesine verdi. Rıza Şah, Ş.04 Ordubehişt 1305/ 1926 günü resmen tac giydi.
Yeni Şah Ahmed Rıza Han, İran’a geçeli yarım asır bile olmamış Güneybatı Türkmen arazisinde oturan Türkmenler üzerinde tam anlamıyla hâkimiyet kurmayı planlıyordu.
Güneybatı Türkmenistan halkı, 1920’li yılların başında Osman Ahun etrafında toplanarak, bağımsız bir devlet kurmaya yöneldi. 20 Mayıs 1924 tarihinde İran’dan ayrılarak, bağımsız Türkmen Cumhuriyeti ilan ettiler. Öncelikli olarak Türkmen devletinin sınırlarını görüşerek, Osman Ahun başkanlığında Cumhuriyet Meclisi’nin oluşturulmasına karar verildi. Yeni kurulan Türkmenistan Cumhuriyeti’nin sınırları; doğudan batıya Bocnurd/ Deregez’den Hazar denizine uzanmaktadır. Kuzeyde Türkmenistan sınırından güneye Elburz dağlarının cenubuna uzanan yaklaşık 200.000 km²’lik bir alanı kapsamaktaydı. Güneybatı Türkmenistan toprakları, bugünkü merkezi Gülistan Bölge Valiliği olmak üzere Kuzey Horasan, Rızavi Horasan, Simnan ve Mazenderan bölge valilikleri arasında paylaştırılmıştır.
Türkmenler, bağımsızlıklarını kabul ettirmek için büyük gayret gösterdiler. İran yönetimince, 1924 yılı içerisinde Türkmenlerin Osman Ahun liderliğinde kurdukları Türkmen Cumhuriyeti’nin palazlamadan yok edilmesi, Türkmen liderlerinin behemehal ortadan kaldırılması için genel seferberlik ilan edildi. Rıza Han yönetimi, Türkmen topraklarıdaki siyasi yapılanmayı kökünden sökmek için dört güçlü müfreze teşkil ederek, Sahra-i Türkmen’e gönderdi. Albay Hekimi’nin komutasındaki müfreze Deşt-i Gürgân’a girdi. Batı Müfrezesi, sahildeki Bender-Türkmen/ Hace-Nefes mıntıkasındaki silahlı Türkmenlerin direniş hareketini kırmak için saldırıya geçti. Bu direniş hareketinin liderliğini Annageldi Ac Kelte adında bir şahsiyet yürütmekteydi. İkinci Müfreze, Deşt-i Gürgân ve Ak-Kala (Pehlevidej) bölgesini işgal etmiş ve Atabay Türkmenleri’ni ezmiştir. Atabay hareketinin önderi bu dönemde Can Mihrbeg (Méhrbeg) ve Guki Molla idi.
Müfrezelerden biri de Horasan bölgesinden Göklen Türkmenleri’nin hareketini bastırmak için gönderilmişti. 1925 yılı Haziran ayında Kuzey Horasan’ın Bocnurd bölgesinde personel ve techizat olarak kendilerinden üstün İran birlikleriyle çatışmaya girdiler. Göklenlerin lideri Kasr Emen idi. Rıza Han saldırısına karşı direnen diğer komutanlardan Ker kabilesinden Molla Recep, Arıg Kel kabilesinden Oraz Qurban, Tomaşlardan Anna-Geldi, Gurnecek kabilesinden Hoca Niyaz Han, yarım asırdır süren İran yönetiminden kurtulup, bağımsız bir Türkmen yönetimi kurmak istiyordu.
Türkmen Cumhuriyeti’nin liderleri, bir taraftan ihtiyaçları olan subayları yetiştirmek amacıyla askerî okul kurdular. Türkiye’den; Kadir Efendi, Cemal Bey, Mehdi Efendi, Mustafa Bey, Haydar/ Hudayâr Efendi, Murat Bey ve Sultan Paşa gibi eğitmen Türk subaylarını davet ettiler. Türkmen Cuhuriyeti yetkilileri, bu Türk subayların yardımıyla uluslararası tanıtım ve destek sağlamak amacıyla çeşitli ülkelere temsilci gönderdiler.
Türkmen ileri gelenleri, 1925 yılı Temmuz ayında Omçalı’da bir toplantı düzenleyerek, durum değerlendirmesi yaptılar. İran yönetiminin bağımsız Türkmen Cumhuriyeti’ni tanıyıncaya kadar mücadeleye devam etme yönünde karar aldılar. 22 Temmuz 1925 tarihinde Bocnurd Hanı Moazzez, akrabaları ve yakınlarıyla birlikte, Türkmen tayfalarını İran yönetimi aleyhinde isyana teşvik etmekten ötürü idam edildi. Bu idamlar, Türkmen bağımsızlık hareketini olumsuz etkiledi ve zayıflattı. Ekim ayından itibaren İran birlikleri karşısında zor duruma düştüler. Gümüştepe, Ak-Kala ve Künbed-i Kavus istikametinde harekete geçen İran güçleri, Türkmen direnişini tamamen kırdı.
Güçlü ve techizatlı İran müfrezelerinin Türkmenlere yönelik temizlik harekâtı devam etti. İki yıl kadar devam eden Türkmen Cumhuriyeti ve Türkmen direniş hareketi tamamen ortadan kaldırıldı. İran müfrezeleri, Künbed’te buluşarak, kazandıkları zaferi coşkulu törenlerle kutladılar. 12 Kasım 1925 tarihinde Cumhurbaşkanı Osman Ahun ve Türkmen liderleri Türkmen Sahra’yı terk ederek, Sovyet Türkmenistanı’na geçtiler. Osman Ahun ve hükümet üyeleri burada tutuklandı. 1925 Aralık ayına gelindiğinde, Türkmen bağımsızlık hareketi tamamen bastırılmıştı. İran hükümeti, halkın elindeki silahları toplamaya, Türkmen ileri gelenlerini savaş suçlusu olarak zindanlara doldurmaya başladı. Bunlarla yetinilmedi, İlk etapta Türkmen Türkçesi eğitim yapan okullar kapatılarak, yerine Farsça eğitim mecburiyeti getirildi. Farsça eğitim sözü veren okulların faaliyetine izin verildi. Millî kıyafetlerin giyilmesi ve Türkmenlerin vazgeçilmezi olan yeşil çay içilmesi yasaklandı. Kendi topraklarında azınlık haline getirmek için Beluç, Sistani, Zabulî, BerbeRi/ Hazara, Kürt, Fars ve Ermeni gibi etnik gruplar bölgeye sevkedilmeye ve yerleştirilmeye başlandı. Daha sonraki yıllarda yedek subaylardan öğretmen olarak yararlanma programı devreye sokularak, Türkmence unutturulmaya çalışıldı.
Rıza Han, Türkmen toplumunu kontrol altına alabilmek için Türkmenlerden yararlanmasını da bilmiştir. Bölgede oluşturulan jandarmaya özellikle İran yönetimine yakın Türkmenlerin alınmasını sağlanmış, bu Türkmenler vasıtasıyla bağımsızlık yanlısı Türkmen hareketi ezilmiş ve ortadan kaldırılmıştır. İran yönetimiyle işbirliği yapan Türkmenlerden Mercan Ahun ve Muhammed Ahun Daz CürCani öne çıkan isimlerdendir. İran, bu şahıslardan Türkmenistan’daki Sovyet hükümeti ile savaşıp, daha sonra İran Türkmenistanı’na kaçan Cüneyd Han ve adamlarının etkisiz hale getirilmesinde de istifade etmiştir. Bağımsızlık liderlerinden Anna-Geldi, İran yönetiminin sadık adamlarından naib Niyazi tarafından öldürülmüştür. Yönetim, kendisine kulluk eden bu Türkmenlerin tamamını çeşitli yollarla ödüllendirmiştir. Bunlardan Muhammed Ahun Daz, milletvekili olarak mecliste boy göstermiştir.
Türkmen Sahrası hareketinin bastırılmasından sonra, bu hareketin liderleri İran’ı terketmiştir. Sovyet hâkimiyetine karşı çıkan Türkmen liderlerden Cüneyd Han, Rus ordusu karşısında direnememiş ve bilahare İran’a sığınmıştır. Künbet-i KAbus’un kuzeyindeki Eğriboğaz deresinde İran kuvvetlerine yenilince Afganistan’a çekilmiştir.
Türkmen Sahra’daki askerî faaliyetler nihayete erdikten sonra, bölgeden düzenli vergi toplanması ve Türkmen gençlerinin askere alınması konularının halledilmesi gerekiyordu. Topraktan % 5, her öküz başına 1 riyal, at için 8 riyal, deve için 12 riyal, şahıs vergisi olarak da her kişi için 1 riyal vergi alınması kararlaştırıldı. Rıza Han, Türkmen topraklarına el koydu. Giyim-kuşam, geleneksel edebiyat dili, yaşam tarzı, gelenek-görek gibi millî adetler yokedildi. Bütün bunlar, Rıza Han’ın 1930-1937 yıllarına kadar yaptıklarına örnek teşkil etmektedir. Öte yandan Türkmenleri kendi topraklarında azınlık haline getirmek için Beluç, Sistani, Zabulî, Hazara, Kürt, Ermeni ve diğer etnik gruplar bölgeye yerleştirilmeye başladı. Oğlu Muhammed Rıza Şah zamanında İran Türkmenistanı’na çok sayıda farklı etnik grup yerleştirme politikasına devam edildi. Bu konuda başarılı da olundu. Türkmenlerin kendi toprakarındaki nüfusları %60-65’lere düşürüldü.
Rıza Han’ın saltanatının sonuna doğru 1939 yılı ortalarında Avrupa’da II.Dünya Savaşı patlak verdi. Rusya ve İngiltere, İran’ın tarafsızlık kararını bozarak, kuzey ve güney sınırlarını işgale başladı. Güney Azerbaycan Ruslar tarafından işgal edildi.
Rıza Şah, Ş.25 ŞehRiver 1320/ 1941 yılında istifa etti ve Moris adasına sürüldü. Daha sonra Güney Afrika’nın Johannesburg kentine gitti. Bu kentte 70 yaşında iken Ş.04 Mordâd 1322/ 1943 yılında öldü. Rıza Şah’ın istifasından sonra oğlu Veliahd Muhammed Rıza tahta geçti. Müttefikler, Muhammed Rıza Şah’ın tahta çıkışının ilk günlerinde ülke topraklarının bir bölümünü, bu cümleden Güney Azerbaycan’ı da işgal etti.
Rıza Han’ın sürgüne gönderilmesi ve II.Dünya Savaşı’nda İran topraklarının işgal edilmesi ülke genelinde özgürlük ve demokrasi hareketlerinin yeşermesine imkân verdi. 1946 yılında Merave-tepe (Kelale)’de “Horasan Subayları Hareketi” kuruldu. Öte yandan bölgede çeşitli oluşum ve hareketler baş gösterdi.
Dr.Muhammed Musaddık, Ş. 1330-1331/ 1951-1952 ve aradaki Ahmed Kavam’ın geçici hükümetinden sonra Ş. 1331-1332/ 1952-1953 tarihleri arasında iki kere başbakan oldu. Onun döneminde, Kacar hanedanının tahta tekrar geçme umudu belirdi. Musaddık’ın anası Prenses Mecdüs-Saltana Kacar, Nasireddin Şah’ın torunu, eşi ise aynı hanedandan Muzaffereddin Şah Kacar’ın torunuydu. Babası ise, Rey valisiydi. Dr.Muhammed Musaddık’ın, Pehlevileri uzaklaştırıp, Kacar tahtını canlandırması, Kaşkayı İlhanının tahta oturması veya cumhuriyet kurma ihtimali, Muhammed Rıza Şah’ın korkulu rüyası oldu. Tahta çıkma ihtimali nedeniyle daha sonraları Kaşkayı ilhanı öldürüldü. İlhanın babası da benzer şekilde hayatını kaybetti. Kaşkayı ilhanı, Musaddık’ı samimiyetle desteklemişti.
II. Dünya Savaşı yılları, ardından Doktor Muhammed Musaddık’ın başbakan olması özellikle İran Türkleri’ni çok ümitlendirdi. Türkmen milliyetçileri ve Tudeh partisine mensup komünist ve sosyalistler, İran genelinde olduğu gibi Türkmen Sahra’da da faaliyete başladılar. İran Komünist Partisi Tudeh taraftarları “Türkmeniñ Sesi” gazetesini yayın hayatına sokarak, Türkmen Sahra halkını partiye çekmek için geniş propaganda faaliyetine giriştiler. Milliyetçiler ise “Millî dayanışma”sloganını ön plana çıkardılar.
Dr.Muhammed Musaddık, 28 Mordâd 1332/ 1953 tarihinde iktidardan uzaklaştırıldıktan sonra Türkmen Sahra hareketi bastırıldı, liderlerinden ele geçirilenler idam edildi. Bazıları da ülkeyi terketti.
Türkmenlere ait arazilere nasıl el konulduğunu ve akibetinin ne olduğu hususunda daha önce detaylı bilgi verildi. Türkmen arazilerine el konulurken çok sayıda aile mağdur edildi. Pehlevi rejiminin himayesinde Türkmen Sahra’da yeni zenginler türedi. Bunlar gün geçtikçe zenginleşip, servetlerine servet katıyordu. Bu grup, Şah’ın himayesiyle emLak ve fabrika sahibi olmuş, saray hizmetine girmişlerdir. Caferbay ve Muhammedîler bunun en çarpıcı örnekleridir. Türkmen halkı ise yoksulluk ve fakirliğe terk edildi. Pehlevilerin zulmü 1978 yılına kadar devam etti. Türkmen arazilerine el konulması, Ak Devrim adı verilen toprak reformu sayesinde gerçekleşti. Şah’ın ünlü İnkılap-ı Sefid/ Ak Devrim programı, 1962 yılında uygulamaya sokulmuş, 5 Haziran 1963 tarihinde referanduma sunulmuştur. Böylece Türkmen arazilerine el konulmasının hukuki zemini oluşturulmuştur.
Devrim hareketi başladığı günlerde, Türkmenler devrimcilerle birlikte Şah karşıtı eylemlere katıldılar. Kurulan Şuralara iştirak ettiler. Maalesef yürütülen provakasyon sonucu 10-11 Şubat 1978 tarihinde Künbed-i Kavus kentinde Türkmenler ile bu şehirde oturan Azerbaycan Türkleri arasında şiddetli çatışmalar meydana geldi. Aynı milletin evlâtları böylece birbirine düşürüldü. Provakatörler başarılıydı. Çatışmalar 12 Şubat’ta kısmen tavsadı. Bu konuda Türkmen din adamı Anna Kılıç Nakşibendî suçlandı. Onun da tasfiyesi gerekiyordu.
Türkmenler, 09 Mart 1978 tarihinde Bender Şah kentinin adının “Bender Türkmen” olarak değiştirilmesi için harekete geçti. Fars dinci gruplar, “Bender-İslam” olması hususunu ortaya attılar. Türkmenlerin “Bender-Türkmen” adında diretmesi üzerine çıkan olaylarda birkaç kişi hayatını kaybetti, çok sayıda yaralanan oldu. Neticede Türkmenlerin dediği oldu: Bender-Türkmen/ Türkmen Limanı...
1979 yılı Ocak-Şubat ve Mart aylarında “Köy Konseyleri Merkezi” ve “Türkmen SiyaSi Kültür Ocağı” kuruldu. O sırada en önemli konu, Türkmenlerden daha önce zorla alınan toprakların müsadere edilerek, köylülere verilmesiydi. Bu dönemde Türkmen Sahra’da fedaiyan-ı Halk/ Halkın fedaileri örgütü oldukça güçlüydü. Konsey yönetimleri, Coğrafya Fakültesi mezunu Şir Muhammed Dırahşande Tomaç, Savcı Vahidî, Öğretmen Abdülhakim Mahdum ve Üniversiteli CurCani isimli Türkmen gençlerinin elindeydi. Halkın yanı sıra, ErZaneş adında bir din adamı da bunları desteklemekteydi.
27 Mart 1979 tarihinde Künbed’te sigara satan bir Türkmen öldürüldü. Bu nedenle 04 Nisan günü Türkmenlerle Komite-i İnkılap-ı İslami/ İslam Devrim Komitesi arasında bir hafta süren çatışmalar çıktı. 08 Şubat’ta İkinci Künbed çatışması başlayıncaya kadar Türkmenler yerel yönetimleri ele geçirerek, bölgedeki etkinliklerini sürdürdüler.
08 Şubat 1979’da, ikinci savaş başlamış, aynı yılın 16 Şubat’ında yukarıda adı geçen konsey yöneticilerinden dördünün cesedi Künbed-Bocnurd karayolu üzerinde bulunmuştur. Türkmen liderlerinin istihbarat ve devrim muhafızlarınca öldürülmesinden sonra Türkmen Şura ve Kültür Merkezi binaları Devrim Muhafızları Ordusu da denen pastarlar tarafından kapatılarak, taşınmazları kamulaştırıldı. Çatışmalarda çok sayıda Türkmen öldürüldü, imkân bulabilenler ülkeyi terketti.
1980-1982 yıllarında, Türkmen Sahra şehirlerinde konsey merkezleri ile işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Türkmenlerin tutuklaması sürmüştür. Öte yandan Türkmenleri devrim saflarına çekEbilmek için Cihâd-ı Sazendeği/ Bayındırlık Örgütü, Komite-i İmdâd/ Yardım Komitesi gibi kuruluşlar, propaganda faaliyetine başlamıştır. Bu kuruluşların bölgede faaliyet göstermeye başlamasının ardından, Türkmen kültürü üzerindeki baskılar yoğunlaşmıştır. Tıpkı 1926 yılında olduğu gibi Türkmen geleneklerine göre yapılan düğünler ve ulusal sazların çalınması “İslama uygun değil” gerekçesiyle engellenmiş, düğün evleri matem evine dönmüş, kırmızı ve beyaz ağırlıklı giyinen Türkmen kadınları kara çarşaf örtünmeye mecbur edilmiştir. Okullarda Fars kültürü yaygınlaştırılmış, Türkmen dili üzerindeki baskılar artmıştır. geleneksel Türkmen elbisesi giymek yasaklanmış ve sabi kız çocuklarının başlarını örtmesi zorunlu hale getirilmiştir”. (Birleşik Türkmenistan Tarihi, s.1-11) bkz.→ “Güney Türkistan Cumhuriyeti’nin Kurulışunun 70.Yıldönümü Üzerine”, Orta Doğu gazatesi, 22- 31 Mayıs 1994
*
Nüfusunun büyük çoğunluğunu Sistanlıların oluşturduğu Nizamabad köyü ile Zeytunlı ve Purhan adlı Türkmen köylerinin birleştirilerek, Negînşehr adı verildiği kaydediliyor. Omçalı’nın adının Simînşehr’e çevrildiği, öte yandan, Kümbed-i Kavus’a bağlı adı geçen Omçalı ile Garki ve Kotuk köylerinin coğrafi haritalardan adlarının çıkartıldığı belirtilmektedir.
Yönetimin, Künbed-i Kavus civarındaki Türkmen köylerini, Türkmen-yoğun nüfusun çoğunluk oluşturmasını engellemek amacıyla adı geçen kente bağlamaktan kaçındığı ifade edilmektedir. 15 Aralık 2005 tarihinde yapılan şehir Şurası seçimlerinde, önemli Türkmen kentlerinden Künbed-i Kavus’ta Türkmenler seçimleri kaybetmiştir.
Şah döneminden kalma seçim bölgeleri ile Türkmenlerin çoğunluk oluşturulması engellenerek, seçimlerde gerek meclise, gerekse belediye başkanlıkları ile şehir meclislerine Türkmenlerin girişi engellendiği iddia edilmektedir. Türkmenlerin yoğun olduğu bir şehir, diğer bir Türkmen-yoğun şehir yerine, Sistani, Beluç veya Farsların yoğun olduğu şehirle seçim bölgesi oluşturularak Türkmenlerin kazanmasının engellendiği söylenmektedir. (http://www. baktabul.net ‘Türel Yılmaz…Efrasyap’)
İran Türkmenistanı’nda Türkmenlerin seçilmesini engellemek için oluşturulan Pehlevi döneminden kalma bazı seçim bölgeleri:
-Kümbet-i Kavus: Yarısı Türkmen, diğer yarısı muhtelif etnik gruplar
-Bender-Türkmen ve Gümüştepe şehirleri/ Türkmen+Kurdkûy ve Bender-i Gez şehirleri/ Farslar ve diğer etnik gruplar
-Ak-Kala/ Türkmen+Gürgân/ Farslar ve diğer etnik gruplar
-Kelale ve Merave-tepe şehirleri/ Türkmen+Minudeşt ve Galikeş şehirleri/ Farslar ve diğer etnik gruplar
Böyle bir seçim bölgesinde Türkmenlerin seçim kazanması mümkün görülmemektedir.. Ancak Nadiren de olsa, İslam dünyasının tedavisi mümkün olmayan müptezel hastalığı olan mezhep gerginliği ortaya çıktığında, Sünni olan Sistani, Zabulî ve Beluçların desteklemesi sonucu Türkmenler seçilEbilmektedir. Burada doğru gitmeyen Türkmenlere yapılan haksızlığın yanı sıra, mezhep farklılıklarının hâlâ İslam dünyasının hastalığı olmaya devam etmesidir. Bu da Müslümanların ayıbıdır.
Reformcu Cumhurbaşkanı Seyyid Muhammed Hatemî döneminde valilik ve kaymakamlıklardaki bazı mülki kademelere Türkmenlerin atandığı, bu uyGulamanın halkı memnun ettiği belirtilmektedir.
Dostları ilə paylaş: |