Şahruh’un ölümünden sonra Irak-ı Acem ve Fars’a yeniden hâkim olan Muhammed bin Baysungur, Horasan’a yürüdüyse de BAbür’e yenilerek öldürüldü (H.856/ 1452). BAbür’ün Irak-ı Acem’i ele geçirme girişimi, Kara-Koyunlu Türkleri tarafından başarısızlığa uğratıldı. Orta İran şehirleri birbiri ardına Kara-Koyunlu hâkimiyetine girdi. Timurlular’ın iç çekişmelerinden yararlanan Cihan Şah, Horasan’ı zaptederek, Hicri şaban 862/ Haziran 1458’de Herat’a girmeye muvaffak oldu. Ancak Horasan’ı kısa süre sonra yeniden Timurlular’a terk etmek zorunda kaldı. Ardından iki devlet arasında zahiRi bir dostluk kuruldu. Cihan Şah, Hicri 872/ 1468’de Ak-Koyunlular’dan Uzun Hasan’a mağlup olup öldürülünce, Kara-Koyunlu toprakları Ak-Koyunlular’ın eline geçti. Bu durum Ebu Said Mirza Han’a, Timurlular’ın Şahruh’tan beri sarsılan Batı ve Orta İran hâkimiyetini yeniden kurmak için fırsat verdi. Ak-Koyunlularla olan ittifaka ve Ak-Koyunlular’ın günden güne artan güçlerine rağmen batıya yürüyen Ebu Said, Miyane yakınlarına geldiği zaman bir fermanla Uzun Hasan’ı itaate davet etti. Fakat onun karşısında uğradığı yenilgiden sonra Timurlular, Batı ve Orta İran hâkimiyetini tamamen Ak-Koyunlular’a terk etmek zorunda kaldılar. Maveraünnehr’i ele geçiren Özbekler, Herat’a girerek, buradaki Timurlu yönetimine son verdiler. İran’ın fethine dönüşEbilecek Özbek tehdidi, ancak Şah İsmail tarafından bertaraf edilEbildi.
Ebu Said’in öldürülmesinden (H.873/ 1469) sonra Uzun Hasan Irak-ı Acem, Fars ve Kirman’a hâkim oldu. Başkenti Amid’ten Amid’den Tebriz’e nakletti. Timurlular’dan yadigâr Muhammed’i destekleyen Uzun Hasan, Horasan’a hâkim olması için ona askerî yardımda bulundu. Hicri 875 Muharrem’inde (Temmuz 1471) muzaffer bir şekilde Herat’a giren yadigâr Muhammed’in kısa süre sonra Hüseyin Baykara’ya yenilmesi ve katlinin ardından Horasan sınır olmak üzere Ak-Koyunular ile Timurlular arasında dostane ilişkiler kuruldu. Böylece İran’ın büyük bir kısmı Uzun Hasan’ın hâkimiyetine girmiş oldu. Ardından Şah İsmail, Irak- Acem ve Fars’ı da ele geçirerek, Ak-Koyunlu Devleti’ne son verdi. (920/1514). (Osman Gazi Özgüdenli, İA, “İran” maddesi ‘Fetihten Safevilere Kadar’, s.399; Servân/ Yüzbaşı Ahmed KEyvanpur, Tarih-i Umumî Azerbaycan, s.15; J.H.Kramers, İslam Ansiklopedisi, MEB, “İran” maddesi, Tarihî ve Etnografik Bakış, , s.1013-1030)
*
Safevi Şahları
صفويا ن
|
Şahlar
|
Unvan ve izahat
|
Yıl(H/K)
|
Yıl(Miladî)
|
I.İsmail
|
Şah İsmail Safevi
|
906-930
|
1501-1524
|
I.Tahmasb
|
-
|
930-984
|
1524-1576
|
II.İsmail
|
-
|
984-985
|
1576-1577
|
Muhammed
|
Hudabende
|
985-996
|
1577-1588
|
I.Abbas
|
Şah Abbas-ı KEbir
|
996-1038
|
1588-1629
|
I.Safi
|
-
|
1038-1052
|
1629-1642
|
II.Abbas
|
-
|
1052-1077
|
1642-1666
|
I.Süleyman
|
II.Safi/Safi Düvvum
|
1077-1105
|
1666-1694
|
Sultan Hüseyin
|
-
|
1105-1135
|
1694-1723
|
II.Tahmasb
|
-
|
1135-1144
|
1723-1731
|
III.Abbas
|
-
|
1144-1148
|
1731-1736
|
III.İsmail
|
-
|
1166-1168
|
1753-1755
|
Sam bin Sultan Hüseyin
|
-
|
1160-?
|
1747-?
|
II.Süleyman
|
-
|
|
|
III.İsmai
|
-
|
|
|
Şah Muhammed
|
-
|
|
|
Çağlar boyunca büyük imparatorlukların bir parçası durumunda ya da küçük hanedanların elinde bölünmüş bir halde bulunan İran coğrafyasının, 1501 yılında Şah İsmail tarafından kurulmuş olan Azerbaycanlı Safevi Türk hanedanı ile birlikte İslam tarihinde ilk defa müstakil bir siyasi kimliğe kavuşduğu kavuştuğu, bu kimliğin Kacar Türkleri döneminde pekişdiği pekiştiği ve günümüz İran sınırlarının da bu zaman dilimlerinde oluşduğunu oluştuğunu söylenEbiliriz söyleyebiliriz. Bu süreçteki temel faktör, Safevilerin Şiiliği devlet politikası olarak benimsemesi ve bunu İran coğrafyası halklarına empoze etmesinde yatmakdadır. Zaman içerisinde Safevi Şiiliği’nin yerini Oniki İmam/ İsnaaşeriyye Şiası’nın alması ve Kacarlar döneminde hâkimiyetini güçlendirerek kurumsallaşması ile birlikte bu yeni kimlik İran coğrafyasında iyice yerleşmişdir.
1501’de Türkmen oymaklarının desteğiyle Ak-Koyunlular’a karşı kazandığı zaferin ardından Tebriz’e girip tahta çıkan Şah İsmail, kısa sürede İran’ın tamamını ele geçirdi. 1503 yılında Hemedan civarında kalan Ak-Koyunlu kuvvetlerini de mağLub mağlup edip, Orta ve Güney İran’ı da zaptetti. 1504’te Mazenderan, CürCan ve Yezd’i aldı. 1505-1507 yıllarında Diyarbekir’i topraklarına kattı. 1508’de Bağdat ve Güneybatı İran’ı aldı. 1509-1510’da Şirvan ve Horasan’ı ele geçirdi.
XVI. yüzyıl boyunca Safeviler doğuda Özbekler, batıda Osmanlılarla mücadele etmek zorunda kaldı. Safevilerin Alevi/ Kızılbaşlığı ideoloji olarak benimsemesi ve benzer inanca sahip olan Osmanlı’nın reaya muamelesi yaptığı Anadolu’daki geniş Türkmen kitlelerinin, bir bölümü Sünni olan tayfalar da dâhil Safevi davasına sarılması, Safevilerle Osmanlıları karşı karşıya getirdi. Yavuz Sultan Selim, Çaldıran’da Şah İsmail’i yenilgiye uğrattı (H.920/ 1514). Çaldıran mağlubiyeti ile Diyarbekir Osmanlı hâkimiyetine geçti. Takipçileri için İsmail hem bir sultan, hem de mürşid-i kâmil idi. Şah İsmail’in Hicri 930/ 1524’te ölümünün hemen ardından birbirine rakip olan bu Türkmen aşiretleri çatışmaya koyuldu. Babasının yerine on yaşında tahta geçen I. Tahmasb başlangıçta otorite kuramadı. Devlet yönetimi tamamen Türkmen askerî kademelerinin eline geçti. Aşiretlerin kendi aralarındaki mücadelesi, Tahmasb’ın Hicri 940/ 1533-34 yılında Şamlu aşiretinin reisi ve devletin gerçek anlamda yöneticisi durumundaki Hüseyin Han Şamlu’yu idam ettirmesiyle son buldu. Bu yıllarda Bağdat’ın Osmanlıların eline geçmesi dışında Safeviler çok büyük toprak kaybına uğramadı. Hicri 962/ 1555 tarihli Amasya Antlaşması ile Azerbaycan topraklarının Safevi hakimiyetinde olduğu, Irak-ı Arab, Van gölü ve çevresinin Osmanlı idaresinde kaldığı hükme bağlandı. Böylece yirmi yıldan fazla bir süre için Osmanlılarla barış sağlanmış oldu.
Tahmasb’tan sonra İran tekrar iç karışıklarla sarsıldı. Kısa süreyle tahta tahtta kalabilen II. İsmail ve Muhammed Hudabende dönemleri çalkantılar içinde geçti. Şah I. Abbas döneminin başlamasıyla (1587) Safevi devleti yeniden toparlandı ve en parlak dönemini yaşadı. İlk dönem Safevi devleti vasıfları terk edilerek, bütünüyle yeniden yapılanmaya gidildi. Şah Abbas’ın gerçekleştirdiği yeniliklerin başında, ihtida etmiş Gürcülerden oluşan gulamlar birliğinin oluşturulması gelmektedir. Tahmasb zamanında başlatılmış olan bu düzenleme, Türkmen unsurların devlet içindeki üstünlüğünü ve etkisini ortadan kaldırmayı hedefliyordu. I. Abbas, bu politikayı hızlandırarak eyalet valiliklerine ve yüksek mevkilere bu gulamları tayin etti. Abbas’ın tahta çıkmasından on yıl sonra, Safevi ordularının başına Ermeni asıllı Allahverdi Han getirildi. Bu dönemde Kafkaslardan çok sayıda gulamın getirilmesi üzerine etnik ve sosyal yapıda önemli değişmeler meydana geldi. İran, daha da kozmopolit bir kültür yapısına bürünmüş oldu. Yeni askerî birliklerle Şah Abbas hem doğuda Özbeklere, hem de batıda Osmanlılara karşı başarılar kazanmaya başladı. 1598 yılında Özbeklerden Herat’ı geri aldı. 1603’te Osmanlılara karşı girişilen seferlerle Tebriz’e girdi. Aras nehri sınır haline getirildi. Her iki taraf 1555 Amasya Antlaşması’na geri dönmüş oldu. 1623’te Bağdat’ta nüfuz tesis edildi.
AskeRi başarıların yanı sıra, Şah Abbas döneminde İran’da güzel sanatlarda büyük gelişme meydana geldi. Hicri/Kameri H/K 1001/ Miladi 1593 yılında payitaht Kazvin’den Isfahan’a taşınarak burası imar edildi. Aynı dönemde görülen ekonomik canlanma Avrupa ülkeleriyle diplomatik bağların kurulmasını da beraberinde getirdi. Şah Abbas’ın yerine geçen torunu Şah Safi döneminde iki büyük şehir Kandehar ve Bağdat kaybedildi (H.1047/ 1637). 17 Mayıs 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin (ZühAb) Antlaşması ile Bağdat Osmanlıların elinde kaldı. Şah Safi’nin yerine geçen oğlu II. Abbas, askerî ve idari kabiliyetiyle büyük babası I. Abbas’a benzemekteydi.
I. Abbas döneminde uygulanmaya başlayan toprak sisteminin kökünden değiştirilmesi yeni karışıklıklara yol açtı ve ülkeyi derinden sarstı. Öte yandan Oniki İmam/ İmamiyye fıkhının politik teorisindeki değişme ve gelişmeler, din adamlarının İran’da giderek büyük siyasi güç haline gelmesini sağladı. Her ikisi de harem entrikalarıyla tahta çıkmış olan son Safevi Şahları Süleyman ve Hüseyin Mirza zamanında gerileme iyice hız kazandı. (İsmail Safa Üstün, İA, “İran” maddesi ‘Safevilerden Günümüze Kadar’, s.400-401; Servân/ Yüzbaşı Ahmed KEyvanpur, Tarih-i Umumî Azerbaycan, s.26; J.H.Kramers, İslam Ansiklopedisi, MEB, “İran” maddesi, Tarihî ve Etnografik Bakış, , s.1013-1030)
*
Efâğane/ Afganlılar
افاغنه
Hûtekî hanedanı
|
Şahlar
|
Yıl(H/K)
|
Yıl(Miladî)
|
Mîr Mahmut
|
1135-1137
|
1723-1725
|
Mîr Eşref
|
1137-1142
|
1725-1729
|
Gerileme sürecine giren Safeviler, doğudan gelen Afgan baskılarına dayanamadı. Daha önce Safevilere bağlı olan Gılzai kabilesine mensup Kandehar Peştunlarından Mir Veys Hûtekî, isyan ederek Kandehar’ı ele geçirdi. Bunu AbdAli kabilesinin isyanı takip etti. Mir Veys’in yerine geçen Mir Mahmut, 1719 yılında herhangi bir direnişle karşılaşmadan Kirman’a girdi. İki yıl sonra daha büyük bir kuvvetle Isfahan’a yürüdü. Altı ay kadar süren muhasaranın ardından şehri Hüseyin Mirza’dan teslim alarak tahta oturdu. Diğer taraftan Afganlılar, Isfahan’ı zaptetmelerine rağmen sadece Orta ve Güney İran’da otorite sağlayabildiler. Mir Mahmut Hutekî, 1725 yılında yeğeni Eşref Han tarafından tahttan indirildi.
İran’daki karışıklığı fırsat bilen Ruslar, 1723’de Derbend ve Bakü’yu Bakü’yü ele geçirdi. Kısa bir süre sonra Osmanlılar Azerbaycan’a girdi. Ordusundaki askerlerin büyük bölümünün Türk olması nedeniyle 1727’de Osmanlılarla anlaşmaya mecbur kalan Eşref Han, İran Kürdistanı, Azerbaycan, Karabağ ve Gürcistan’ı onlara bıraktı. Bu, Afganlılarla Osmanlı Türkleri arasındaki ilk ve son çatışmadır. (Üstad Muhammed Rahmanoğlu, Afganistan Tarihinde Türklerin Konumu; İsmail Safa Üstün, İA, “İran” maddesi “ Safevilerden Günümüze Kadar”, s.401; J.H.Kramers, İslam Ansiklopedisi, MEB, “İran” maddesi, Tarihî ve Etnografik Bakış, , s.1013-1030)
*
Afşar Şahları
شاهان افشارى
|
Şahlar
|
Yıl(H/K)
|
Yıl(Miladî)
|
Nadir Şah Afşar
|
1148-1160
|
1735-1747
|
Adil Şah Afşar
|
1160-1161
|
1747-1748
|
Şahruh Afşar
|
1161-1210
|
1748-1796
|
İbrahim Afşar
|
1161-1161
|
1748-1748
|
II.Nadir Afşar
|
|
|
Afşarlar döneminde payitaht Meşhed, resmi dil Türkçe idi. Resmi evraklar Türkçe’nin yanısıra Farsça da hazırlanıyordu.
Safevi hanedanını yeniden ihya etmek üzere II. Tahmasb’ın yanında yer alıp, “Tahmasb-kulu” adını alan Afşar İli Kırklu kabilesinden Nadir Han, Afganlıları mağlup ettikten sonra 1730 yılında Isfahan’ı ele geçirdi ve II. Tahmasb’ı tahta oturttu. Bu tarihten itibaren beş yıl boyunca giriştiği savaşlarla Osmanlıların eline geçen toprakları geri aldı.
1733’de muhasara ettiği Bağdat’ı zaptedemediyse de Gence, Tiflis ve Erivan’ı Revan’ı yeniden topraklarına kattı. Aynı şekilde Ruslarla da başarılı bir şekilde mücedele ederek, 1735 tarihli Gence Antlaşması ile Derbend ve Bakü’yu Bakü’yü geri aldı.
Bu arada Nadir, 1732 yılında II. Tahmasb’ı azlederek, yerine onun beşikteki oğlu III. Abbas’ı tahta çıkardı ve saltanat naibi oldu. 1736’da Abbas’ı da tahttan indirerek kendisini Afşar hanedanının ilk şahı ilan etti. Fiilen 1722’de çökmüş olan Safevi devleti böylece son bulmuş oldu. Hindistan seferinde iken Isfahan’daki Safevi hanedanı üyelerinin öldürülmesiyle Safevi dönemi kapanmış oldu. Nadir Şah, komşularına karşı elde ettiği başarılardan sonra İran’ı idari bakımdan yeni baştan düzenleyip sağlam temellere oturtmak yerine, taklit ettiği Timur’un yaptığı gibi Hindistan’ı istilaya girişti. 1738’de Gazne’yi alıp Delhi’ye ulaştı. Böylece İndus nehrinin batısındaki bütün toprakları ele geçirdi. Hindistan’dan sonra Türkistan, Semerkant ve Harezm’e yönelen Nadir Şah’ın başkenti Meşhed idi. Nadir Şah’ın bazı haksız uygulamalarından (mezhepler arasındaki farkları kaldırma girişiminden olabilir mi? Bu konu üzerinde biraz durursanız iyi olur kanısındayım.) rahatsız olan Türkmen beyleri tarafından öldürülmesinden sonra İran’a hâkim olan Lor asıllı Kerim Han Zend dönemi nispeten sakin geçdi. Kerim Han’ın 1779’da ölümünün ardından taht kavgaları başladı.
Aryaist tarihçiler, tarafsız olamadıkları için Zend hanedanına, İrani bir kavim olan Lorlara mensup olmalarından ötürü özel önem atfeder. Zendlileri Safevi (Azerbaycan hanedanı), Afşar (Azerbaycan ve Horasan hanedanı) ve Kacarlardan (Azerbaycan hanedanı) kendilerine daha yakın hisettikleri görülür. (İsmail Safa Üstün, İA, “İran” maddesi ‘Safevilerden Günümüze Kadar’, s.401; Servân/ Yüzbaşı Ahmed KEyvanpur, Tarih-i Umumî Azerbaycan, s.26; J.H.Kramers, İslam Ansiklopedisi, MEB, “İran” maddesi, Tarihî ve Etnografik Bakış, , s.1013-1030)
Güney Azerbaycan Hanlıkları
1.Erak Hanlığı
2.Erdebil Hanlığı
3.Hemedan Hanlığı
4.Kazvin Hanlığı,
5.Merağa Hanlığı
6.Sulduz Hanlığı
7.Tebriz Hanlığı
8.Urumiye Hanlığı
9.Zencan Hanlığı
Merağa Hanlığı, Nadir Şah’ın sağlığında Ali-Kulu Han Mukaddem’in elinde idi. (Vâhid Müstaqil Azerbaycan Cebhesi/ United Independent Azerbaijan Front’s-UIAF)
*
Zend hanedanı/ Zendiye
زنديه
|
Şahlar
|
Yıl(H/K)
|
Yıl(Miladî)
|
Kerim Han
|
1163-1193
|
1750-1779
|
Ebül Feth Han
|
1193-1193
|
1779-1779
|
Ali Murad Han
|
1193-1193
|
1179-1179
|
Muhammed Ali Han
|
1193-1193
|
1779-1779
|
Sadık Han
|
1193-1199
|
1779-1785
|
Alimurad Han (Yeniden)
|
1199-1199
|
1785-1785
|
Cafer Han
|
1199-1203
|
1785-1789
|
Lütfali Han
|
1203-1209
|
1789-1794
|
*
Kacarlar
قاجا ريه
|
Şahlar
|
Yıl(H/K)
|
Yıl(Miladî)
|
Ağa Muhammed Han
|
1205-1211
|
1791-1796
|
Feth Ali Şah
|
1212-1250
|
1797-1834
|
Muhammed Şah
|
1250-1264
|
1834-1848
|
Nasireddin Şah
|
1264-1314
|
1848-1896
|
Muzaffereddin Şah
|
1314-1324
|
1896-1906
|
Muhammed Ali Şah
|
1324-1326
|
1906-1909
|
Sultan Ahmed Şah
|
1326-1344
|
1909-1925
|
Kacar hanedanı, dünyanın en karmaşık ve uluslararası ilişkilerin en zorlu döneminde iktidar olmuşdur. Onların döneminde, Ruslarla cereyan eden savaşların ardından imzaladıkları Gülistan (12 Ekim 1813) ve Türkmençay (10 Şubat 1828) antlaşmaları ile topraklarının önemli bir bölümünü kaybetmiştir. Bu olumsuzluklara ve elverişsiz şartlara rağmen ülkenin egemenliğini korumayı becermiş, Türkiye hariç, çevresindeki diğer ülkelerin tersine asla sömürgeleştirilememiştir. Sürekli tekrarlanan dış müdahalelerle zayıflayan Kacar yönetimi, İngiliz destekli bir operasyonla sona erdirildi. Bu İngiliz operasyonu, aynı zamanda Türklerin İran’daki iktidarının da sonu oldu.
Türkmen aşiretlerinden olan Kacarların reisi Ağa Muhammed Han, taht kavgalarından yararlanarak Lütf-Ali Han Zend’i idam ettirip, Zend hâkimiyetine son verdi. Zend hanedanı, üç kuşak saltanat sürEbilmiştir. Tahran’ı Hicri 1210/ 1795’te payitaht yapan Ağa Muhammed Han, düzeni sağlayarak İran’da ilk defa güçlü bir idari mekanizma oluşturdu. 1796’da bir suikast sonucu öldürülmesinin ardından yerine geçen yeğeni Feth-Ali Şah ile birlikte İran yeni bir döneme girmekteydi. XIX. yüzyılda Avrupalı güçler arasındaki çekişmeye sahne olan ülke, bu rekabetten etkilenmeye başladı. Rusya, Kafkaslarda giderek daha etkili bir siyaset izlemeye başladı. Modern silah ve ordudan yoksun olan İran, daha fazla direnemedi ve 1800’de Gürcistan’ı Rusya’ya kaptırdı. Dünyadaki siyasi gelişmelerden ve özellikle Hindistan konusunda İngiltere ile Fransa arasındaki çekişmeden habersiz olan Feth-Ali Şah, Napolyon ile 1807 yılında Finkenstein Anlaşması’nı imzaladı. Bu anlaşmaya göre Fransa, Gürcistan’ı geri alması hususunda Kacarlara yardım edecek, Kacarlar da buna karşılık İngiltere’ye savaş açacaktı. Bu anlaşmadan kısa bir müddet sonra aynı yıl Fransızlarla Ruslar Tilsit Anlaşması ile aralarındaki düşmalığa son verdiler. Bunun üzerine Rusya, 1813 tarihli Gülistan Antlaşması ile Gence, Karabağ ve Kafkasların tamamını ele geçirdiği gibi, Hazar denizinde donanması olan tek devlet haline geldi. 1826’da meydana gelen bir sınır meselesinden ötürü Rusya ile yeniden savaşa giren Kacarlar, 1828 tarihli Türkmençay Antlaşması ile Revan ve Nahçıvan hanlıklarını da Rusya’ya kaptırdı. Böylece Aras nehri iki ülke arasında sınır haline geldi. Bu durum, Rusya ile İngiltere arasında yeni bir rekabete sebep oldu. 1834 yılında Feth-Ali Şah’ın yerine geçen torunu Muhammed Şah, doğuda Afganlıların eline geçen toprakları geri almaya niyetlendi. Fakat İngiltere buna karşı çıkarak, Afganlıları desteklemesi ve güney İran’a çıkartma yapması üzerine Muhammed Şah Herat’ı muhasara etmekten vazgeçti.
Hindistan’ı muhafaza etme yolunda çaba sarfeden İngiltere, Afganistan’ı tampon bölge olarak görmekteydi ve buraya asker yerleştirdi. İran, Herat’ı tekrar tekrar ele geçirmeye çalıştıysa da, sonunda 1856 Paris Antlaşması ile Afganistan’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Böylece Herat tamamıyla elden çıkmış oldu.
Özgün bir hiyerarşiye sahip olan İran ruhanileri, hem toprak sahipleri, hem de “Bazari” denen çarşı esnafı üzerinde nüfuz sahibiydi. Geniş vakıf mülklerini kontrollerinde bulunduran ruhanilerin, feodallar ile Bazariler pazar esnafı arasında adı konmamış güçlü bir menfaat ittifakı vardı. Ruhaniler, bu sınıfların çıkarlarının temsilciliğini üstlenmişti. Vakıf mülklerine sahip olmaları nedeniyle ruhaniler de ekonomik olarak büyük toprak sahibi sayılırdı. Dini de tekellerinde bulundurmaları nedeniyle Kacar sarayı üzerindeki etkileri haliyle güçlü idi. Zayıf kişiliğe sahip şah ve yöneticileri kısa sürede etki altına alıp, feodal ve Bazarileri pazar esnafını da de kullanarak, istediklerini istedikleri makama getirme, istemediklerini alaşağı etme gücüne sahiptiler. Ellerinin biri dinin üzerinde, diğeri siyaset üzerindeydi. Güdümlerine girmeyen yöneticiler için “kâfir”, “münafık”, “el-müfsidün fi’l-arz” suçlamaları onlar için işin en kolay tarafı idi.
İran’ın kırsal kesiminde feodalizm egemendi ve büyük toprak sahipleriyle topraksız köylüler arasındaki uçurum oldukça derindi. Şehirlerde ise “bazargân” ya da “Bazari” adı verilen geleneksel küçük burjuvazi, tarihsel olarak etkin bir sınıf olarak göze çarpmaktaydı. Bu sınıf aynı zamanda toplumun en çabuk örgütlenEbilen kesimini oluşturmaktaydı.
Muhammed Şah zamanında, İran’da meydana gelen en önemli olaylardan biri BABilik ve Bahailik hareketlerinin ortaya çıkmasıdır. Esas itibariyle dinî ve siyasi huzursuzluğun bir tezahürü olarak patlak veren bir isyanın ardından Mirza Ali Muhammed, 1884 yılında Nasreddin Şah zamanında kendisini gâib Onikinci İmam Mehdi’nin “bAb/ temsilci”si ilan etti. Çıkan isyanı sert bir şekilde bastıran hükümet, 1850’de Mirza Ali’yi Tebriz’de idam etti. BABilerin, 1852 yılında Nasreddin Şah’a suikast düzenlemesiyle üzerlerindeki baskı daha da yoğunlaştı. Bu hareket, Bahailer ve Ezelîler olarak ikiye ayrıldı. Bahailerin lideri İran’dan sürgün edildi.
Nasreddin Şah, İran’ın bağımsız bir devlet olarak kalabilmesinin yapılacak köklü değişikliklere bağlı olduğunu idrak ettiyse de, Ruslar İran’ı sıkıştırmayı sürdürdüler. Ruslar, 16 Haziran 1865’de Taşkent’i ele geçirerek, 23 Haziran 1868’de Buhara Hanlığı’nı hİmayeleri altına aldılar. 10 Haziran 1873’de Hîve Hanlığı’nı vassâl haline getirip, 8 Şubat 1876’da Hokand Hanlığı’na son verdiler. 12 Ocak 1881’de Göktepe kalesini tahrip edip, kaledeki Türkmenlerin tamamını aileleriyle birlikte katlettiler, kalede saklanan Türkmen hazinelerini de talan ettiler. Üç yıl sonra 14 Mart 1884 tarihinde Merv ele geçirildi. Merv’in işgali İran’ı çok memnun etmiş olmalı ki, hemen Çar’a kutlama mesajı gönderdiler. Böylece Hazar’a dökülen Etrek nehri boyu Rus-İran sınırı haline geldi. 17 Ocak 1881’de Aşkabad ele geçirildi. 1881 tarihli Ahal Antlaşması, İran’a beklemediği Güney Türkmenistan topraklarını kazandırdı.
Feth-Ali Şah döneminde verilmeye başlamış olan imtiyazlar, Nasreddin Şah devrinde iyice hız kazandı. Ülkede ekonomik refahı yükselteceği düşüncesiyle Nasreddin Şah, Avrupalı güçlere tanıdığı imtiyazları giderek devlet politikası olarak benimsemeye başladı. Bir İngiliz vatandaşı olan Julius Reuter, 1872 yılında belirli bir hissenin Şah’a verilmesi karşılığında yirmidört yıllığına büyük bir imtiyaz elde etti. “Reuter İmtiyazı” olarak anılan bu imtiyaz, altın ve kıymetli taşlar hariç, İran’da bütün yer altı madenlerinin işletilmesi hakkına ilaveten fabrikaların inşası, demiryollarının döşenmesi, kanal ve sulama işleri, orman ürünleri işletmesi, bir banka ile bazı kamu hizmetleri idarelerinin kurulması ve gümrüklerin kontrolünü kapsıyordu. Nasredin Şah, Rusların baskısı ve halkın karşı çıkmasıyla bu imtiyazları iptal etmek zorunda kaldı. Buna karşılık İngiltere, İran’da Imperial Bank of Persia’yı kurma imtiyazını elde etti. Bu arada Ruslar da ayrı bir banka kurdular. Öte yandan 1890’da İngiliz firmasına verilen Tömbeki/ TenBakü İmtiyazı, Necef ruhanilerinden Hacı Mirza Hasan Şirazî tarafından tütün aleyhine verilen fetva ile çıkmaza girdi. Tebriz, Isfahan ve Şiraz’da din adamlarının başını çektiği büyük protestolar meydana gelince, 1891 yılında imtiyaz iptal edildi. Nasreddin Şah, 01 Mayıs 1896 günü reformcu Cemaleddin Esedabadi/ Afgani’ye yakın bir kişi olan Mirza Rıza Kirmanî tarafından öldürüldü.
XIX. yüzyılda Avrupa güçlerinin İran’a ekonomik olarak nüfuz etmesi ve Batı kökenli fikirlerin girmesi, toplumun geleneksel yapısını derinden etkiledi. Faaliyetlerini gizli yürüten birtakım cemiyetlerde yeni meselelerin tartışılması, sosyal ve hukuki reformların yanı sıra, anayasa ve meclisin kurulmasını savunan hareketleri doğurdu. 7 Ekim 1906’da meclis toplandı. Muzaffereddin Şah tarafından 30 Aralık’ta Kanun-i Esasi/ Anayasa’nın yürürlüğe girmesi onaylandı. 1907’de tahta çıkan Muhammed Ali Şah, anayasayı ihlal etmek ve meclisin faaliyetlerini aksatmak için elinden geleni yapdı. Önceleri anayasayı hararetle desteklemiş olan âyetulahlar, Batı kökenli reform taleplerinin giderek yoğunlaşması üzerine geri çekilmeye başladı. İçteki bu karışıklığın yanı sıra, dış güçler de İran aleyhindeki faaliyetlerini sürdürüyordu. Almanya’daki gelişmelerden endişelenen İngiliz ve Ruslar, 31 Ağustos 1907 tarihinde İran’ı kendi aralarında paylaştılar. Anlaşmaya göre, arada bir tampo bölge oluşturup ülkenin kuzeyi Rusların, güneyi ise İngilizlerin etkisi altında kalacakdı.
1908’de İran’da petrolün bulunması bir dönüm noktası oldu. Böylece hem emperyalist güçlerin İran üzerindeki hesapları, hem de İran’ın XX. yüzyıla damgasını vuracak olan karmaşık sosyo-ekonomik yapısı ortaya çıktı. Petrolün ekonomik bir ürün olarak devreye girmesiyle birlikte kapitalist ilişkilerin ülkede yayılmaya başlaması sonucunda bir ticaret burjuvazisi ve işçi sınıfı oluştu. 1940’lardan itibaren etkinliğini artıracak olan sanayi burjuvazisinin öncülleri oluşmaya başladı. Ülke, emperyalist ülkeler açısından en güçlünün en büyük dilimi alacağı pasta olarak görülmekteydi.
Haziran 1908’de Şah sıkıyönetim ilan ederek meclisi kapattı. Anayasa taraftarları Tebriz’i işgal etmiş olan Ruslara rağmen şahın bu hareketine karşı direndiler. Muhammed Ali Şah’ı 1909’da tahttan indirdiler. Yerine oniki yaşındaki oğlu Ahmed Mirza geçti. İki yıl sonra Muhammed Ali’nin tahtı yeniden ele geçirme gayreti Rusların doğrudan müdahalesine yol açtı. Nihayet 14 Aralık 1911 tarihinde meclis tekrar kapatıldı. (İsmail Safa Üstün, İA, “İran” maddesi ‘Safevilerden Günümüze Kadar’, s.401-402; Servân/ Yüzbaşı Ahmed KEyvanpur, Tarih-i Umumî Azerbaycan, s.26-27; http://tr.wikipedia.org; J.H.Kramers, İslam Ansiklopedisi, MEB, “İran” maddesi, Tarihî ve Etnografik Bakış, , s.1013-1030)
*
Feth-Ali Şah’tan sonra 16 Kasım-16 Aralık 1834 günleri arasında bir ay süre ile Tahran’da Adil Ali Şah Kacar, 05 Aralık 1834-Nisan 1835 tarihleri arasında ise Fars Vilayeti’nde Hüseyin Ali Şah Kacar tahta oturmaya çalıştı. Ancak Muhammed Şah Kacar karşısında başarılı olamadılar.
Kacar hanedanı, Kacar İl/ Ulusu’nun Kovanlu boyundan olan Ağa Muhammed Han Kacar tarafından kurulmuştur. Çocukluk yıllarında tahta talip olmaması için hadım edilmişdir. Ancak daha sonra Lütf-Ali Han Zend’i idam ederek bunun öcünü almıştır. Kendisinden sonra tahta çıkan Feth-Ali Şah, Ağa Muhammed Han’ın kardeşi Hüseyin-kulu’nun oğludur. Feth-Ali Şah’ın veliahtı, oğlu Abbas Mirza idi. Ancak babasının uzun yıllar şahlık yapması nedeniyle kendisine tahta oturmak nasip olmadı. Tahta çıkamamasına rağmen en az Kacar şahları kadar tarihe mal olmuş bir şahsiyettir. Feth-Ali Şah’tan sonra Kacar hanedanı Abbas Mirza’nın soyundan devam edecektir. Abbas Mirza’nın anası Tebrizli, eşi ise Kafkasyalı idi. Kardeşi Abbas Cilve yazardı. Abbas Cilve’nin İskender Mirza isimli bir oğlu vardı. İskender Bey, iki evlilik yapmıştır. Bunlardan ilki Hayrunnisa Hanım, diğeri Merağa’nın Türk soylularından Ali MüLuküs-Sultan’ın kızı Fatma Rızvan Hanım idi. Prenses Hayrunnisa’nın Asker Mirza, Prenses Fatma Rızvan Hanım’ın ise Kulu Mirza isimli oğulları oldu. Prens Kulu, doktordu. Ağabeyi Prens Asker kendisinden 13 yaş büyüktü. Prens Kulu, aile geleneğine uyarak Türk soylularından Hacı Ebül-Kasım Mimariyan-ı Du-Kale Cebbariyan-ı Atıf Mimariyan’ın kızı Refiye Hanım ile evlendi.
Şeyh Muhammed Hıyabani’nin takipçisi olan “Azadi” örgütünün lideri Karakaş Cafer, Fatma Rızvan Hanım’ın Prens İskender öldükten sonra evlendiği çay tüccarı Meşhedi Ahmed’ten olan oğludur. Karakaş Cafer, Azerbaycan’da bağımsız bir Türk Cumhuriyeti kurma yönünde faaliyet göstermiştir. Türkiye’de faaliyet gösteren anti-emperyalist, anti-Amerikancı Deniz Gezmiş grubu ile temas halinde olduğu söylenir. 1.90 boyundaki Karakaş Cafer, Horasan/ Kuçanlı Tahti ve Cihanbani gibi dönemin ünlü pehlivanlarındandı. Urumiye hapishanesinde idam edildi. Prens Dr. Kulu’nun, kardeşi Karakaş Cafer’i kurtarmak için Farah Pehlevi’nin dayısı Atabek’e bir milyon dolar rüşvet verdiği söylenir. Ancak Atabek, verdiği para makbuzunu geri alabilmek için Prens Kulu’yu Tahran’da ölesiye dövdürtmüştür. Prens’i, arkadaşı Dr. Karabaği mutlak bir ölümden kurtarmışdır.
Karakaş Cafer’in, idamdan kurtarılması sıradan bir hadise idi. Annesi Fatma Rızvan Hanım Müluküs-Sultan’ın, akrabası olan Farah Pehlevi ve Şah’ı ziyaret etmesi yeterliydi. Ancak Karakaş Cafer, saraya af için ricaya giderse annesi ile görüşmeyeceğine yemin etti. Bu nedenle Prenses Rızvan Hanım, saraya gitmeye çekindi. Savak, Cafer’in cenazesini Tebriz’de oturan ailesine teslim ederken, defin işleminin aile içerisinde kimseye haber vermeden yapılmasını ısrarla tembih etti. Ancak ailenin kimseye haber vermesine gerek kalmadan Tebrizliler sokağa döküldü. Hadise çıkmaması için emniyet güçleri ortalıktan çekildi. Cenazeye katılanlar insan seli oluşturdu. Daha sonraları gömülü olduğu kabristan üzerinden yol geçmesi üzerine Prens Kulu, kardeşinin kabrini Tebriz Vadi-i Rahmet Mezarlığı’na nakletti.
Karakaş Cafer, Saray’ın tepkisini sadece Azadi örgütünün lideri olmakla çekmedi. Kazvin depreminden sonra Farah Pehlevi, Şah’ın baba bir üvey kardeşi Prens Mahmut Rıza Pehlevi ile birlikte yardım toplamak için Tebriz’e geldi. Tebrizliler yardım etmedi. Bir süre sonra Karakaş Cafer ve diğer Azadihahlar yardım kampanyası düzenledi. Tebrizliler, milyonlarca riyal bağışta bulundu. Bu olay, sarayın Cafer’e olan tepkisinin artmasına neden oldu. Bilindiği üzere hem Tebrizli olan Farah Pehlevi, hem de “Şahpur” adıyla tanınan kayınbiraderi Prens Mahmut Rıza Pehlevi’nin anası Prenses İsmet Dövletşahi, Kacar’dır. Buna rağmen Tebrizliler ilgi göstermedi.
*
Güney Azerbaycan Tebriz Encümeni Yönetimi
Meşrutiyet Haraketi
Kasım 1908-Nisan 1909
-
Ben, Azerbaycanlılara, hakikatte bizim memlekette sulh ve sükûn ile çalışıp geçinen halka karşı yürütülen yağma ve soygunculuğu ref ve def etmeyi vait ve ilan ediyorum.
Serdarı Millî Settar Han
|
XIX ve XX. yüzyıllarda ezilen ve sömürülen İran halkının önünde ya aşağılanmayı kabul etmek ya da mücadele etmekten başka seçenek kalmamıştı. İstibdada karşı Azerbaycan Türkleri’nin direniş harekâtı, aynı zamanda tüm İran halkının da mücadele tarihidir.
1895 yılında baş gösteren kuraklık, halkı çok perişan etmişti. Fakir ailelerin çocukları açlıktan telef oluyordu. Diğer taraftan halkın dara düştüğü günleri özlemle bekleyen vurguncular, tefeciler ve karaborsacılara gün doğdu. Buğday ve ekmeği fahiş fiyatla satıp ceplerini dolduruyorlardı. Bu durum halkın, özellikle kadınların tepkisine yol açdı. Bu dar günlerde ortaya çıkan Tebrizli Zeynep isimli bir hanım, yoksulları başına toplayarak, karaborsacıların depolarına hücum etti. Ele geçirdiği hububatı fakir ailelere dağıttı. Bu hanım “Zeynep Paşa” adıyla şöhret bulmuş, olay tarihe “Zeynep Paşa İsyanı” olarak geçmiştir. Aryaistler, bu hadisenin uydurma olduğunu, ayrılıkçı Türklerin yapay bir olay ve kahraman yaratmaya çalıştığını iddia etmişlerdir. Ancak konu Tebriz coğrafyasına uzak Türk illerinde de şöhret bulmuş, Zeynep Paşa’ya ağıtlar yakılmıştır. Bkz.→Karapapak İli Haberleşme imkânının oldukça zayıf olduğu bir dönemde, Tebriz’e uzak yerlerde yakılan bu ağıtlar, Aryaistleri yalanlamaktadır. Zeynep Paşa hareketi ve onu takip eden 1901, 1902 ve 1904 kuraklık döneminde ortaya çıkan karışıklıklar, Rus İhtiLaline de etki etmiştir. 1890 yılında bir İngiliz firmasına verilen tömbeki imtiyazı aleyhine verilen fetva ile başlayan isyan sırasında, Rus inkılabı henüz patlak vermemişti. Rus inkılabı, 1905’te başlamış, 1911 yılına kadar devam etmiştir. Bu dönemde İran’da meydana gelen isyanlarda yabancı eli bulunmamaktadır.
İran genelinde kurulan encümenler arasında en güçlüsü Tebriz’de kurulan eyalet Encümeni idi. Tahran’da Millî Şura Meclisi kuruluncaya kadar güç, kudret ve nüfuz Azerbaycan Encümeni’ne aitti. Bu güç, Azerbaycan’ın coğrafi özelliği, liderlerinin idealistliği, çalışkanlığı, halkın sevgi ve desteğine sahip olmalarından ileri geliyordu. Azerbaycan Encümeni liderleri, inkılap çalışmalarının başarıya ulaşması için bir örgüt kurulmasını uygun görerek, “Sosyal Demokrat teşkilatı”nı kurdular. Merkezi Komite’de; Kerbelayi Ali Mösyö, Hacı Resul Sadıkyani, Hacı Ali Devafuruş, Seyyid Hasan Şerifzade, Mirza Muhammed Ali Terbiyet, Mir Bağır, Mirza Ali Asgar, Naki Şucai, Muhammed Sadık Hameneyi, Seyyid Rıza ve diğer şahsiyetler yer alıyordu. (KesreviTebrizi, Tarih-i Meşruta-i İran, 1.cilt, s.175…) Bu Merkezi Komite’nin adı “Merkez-i GayBi/ Gizli Merkez” idi. teşkilat, kısa süre içerisinde genişlemiş, binlerce Türk mücahit/ fedai üyeliğe kabul edilmişdir. 1908 yılının başlarında 17 bin kişiye üyelik kartı verilmiştir.
Azerbaycan Encümeni’nin taraftarının çok olmasının yanı sıra, güçlü düşmanları da vardı. Bu düşmanlar sadece Deveçi mahallesinden Mir Haşim’in irtica kuvvetleri değildi. 1905 Rus İhtiLali’ni kanla bastıran Rus Çarlığı, ayrıca dünyada güya hürriyet ve fikir akımının vatanı sayılan diğer emperyalist ülke İngiltere vardı. İngiltere, paylaşımda kendisine düşen petrol bakımından zengin olan İran’ın güney yarısını rahatça sömürmek için İran inkılap akımını boğmak amacıyla Şah’a yardım ediyordu.
Meşrutiyet inkılabı, İran’ın bütün şehirlerinde bastırıldığı halde, Tebriz’de dimdik ayaktaydı. Azerbaycan halkının bağrından çıkan Settar Han adlı kahraman liderliğindeki Meşrutiyet akımı, Tebriz’in Emir Hiz mahallesinde kendi karargâhını kurmuş, karargâha yönelik başlatılan saldırı hazırlıklarına karşı koymak için gece gündüz aralıksız çalışıyordu. Settar Han, Türkmen aşiretlerinin yoğun olarak oturduğu Karadağ Vilayetinin Canalı köyünde dünyaya gelmiş, daha sonra ailesi ile Tebriz’e yerleşmiştir. Settar Han, kahraman yoldaşı Bağır Han ile elele vererek, canla başla mücadeleye devam ediyordu. Tahran, Kazvin, Reşt, İsfahan ve diğer Vilayetlerde “Settar Han” adlı komiteler kuruldu. Ülkede inkılap hareketlerinin güçlenmesi üzerine Şah, Şura Meclisi’nin yeniden açılmasına izin vermeye mecbur kaldı. Azerbaycan’daki Meşrutiyet hadiseleri sırasında İttihat ve Terakki yönetimi, 1905’ten itibaren Yakup Cemil, Sapancalı Hakkı, Halil (Kut) ve Abdülkadir gibi silahşörleri Azerbaycanlı Meşrutiyetçilere yardım amacıyla gizlice İran’a gönderecektir. Yakup Cemil ve arkadaşları, 31 Mart olayı üzerine İstanbul’a geri dönmüşlerdir.
Yaklaşık bir yıl devam eden Tebriz kuşatması sırasında, irtica kuvvetleri şehri top ve mitralyöz ateşine tutmuş, ellerine geçen mahallelerde ev, işyeri ve değirmenleri talan ederek ateşe vermişlerdir. Lor-Bahtiyari, Kürt ve diğer bazı aşiret güçleri, irtica kuvvetleri safında yer alıp, kent merkezine yakın Meşrutiyet yanlısı Türk köylerini yerle yeksan ettiler. Settar Han, kendilerine yardım gönderilen Kafkasya yolunun kapanmasına engel oldu. Öte yandan mahalleler arasındaki bağlantıyı sağlayan stratejik Acıçay köprüsünün irticacıların gericilerin eline geçmesini önledi. Ayn’üd-Dövle kuvvetlerini Basmınc mahallesinden atarak, kenti mürteci gerici kuvvetlerinden temizledi. Tebriz Encümeni Meclisi, Settar Han’a “Serdar-ı Millî”, Bağır Han’a ise “SâLar-ı Millî” unvanını verdi.
Şah’a yazdığı mektupda, altı bin kişilik birliği ile iki-üç saat içerisinde Tebriz’in altını ütüne getireceğini ifade eden Ayn’üd-Dövle, mücahitlerden ağır darbe yiyince Şah’a şöyle telgraf çekiyordu: “Meşrutaçıların Meşrutiyetçilerin bütün isteklerini kabul edip, hiç gecikmeden Meclis’in açılmasından başka çare göremiyorum”. 1908 Haziran’ından Eylül ayı sonuna kadar süren dört aylık Tebriz kuşatması, Meşrutiyetçi Tebriz mücahitlerinin zaferi ile neticelendi. Mutlakiyetçi mürteci İslamiye Encümeni’nin binası ortadan kaldırıldı. İrticacıların Gericilerin önemli isimleri olan Mir Haşim, Müctehid Mirza Hasan, Mirza Kerim, Haşim Han, ŞuCa’-Nizam ve yandaşları Tebriz’den usulca kaçtılar.
Daha sonraki yıllarda Gilan/ Cengel Azatlık Hareketi’nin liderleri arasında yer alacak olan 20 Aralık 1880 doğumlu Haydar Han Emoğlu (Afşar Tarıverdi), Tebriz kuşatması sırasında Settar Han’ın yanında yer almıştır. Bir süre Hoy kentinde hem yöneticilik, hem de belediye reisliği yapmışdır. Urumiye Afşarlarından Hekim Ali Ekber Afşar’ın (Tarıverdi) oğludur. 1901 yılında Tiflis Politeknik okulunu bitirmiş, ana dili Türkçe’nin yanı sıra Gürcüce, Arapça, Farsça, Rusça, Fransızca ve Latince biliyordu.
18 Mayıs 1920’de Sovyet kuvvetlerinin Enzeli’ye girmesinin ardından, 4 Haziran 1920 tarihinde başkenti Reşt olmak üzere Gilan Sovyet Cumhuriyeti ilan edildi. Haydar Han Emoğlu, bu cumhuriyetin kurucularından birisidir. Azerbaycan Cumhuriyeti lideri Neriman Nerimanov’a yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Eğer biz, iki bin tüfek ve buna uygun mühimmat alsak, ben Haydar Han, sizi temin ederim ki, iki aydan sonra Tahran’ı alırız”. (Cәmil Hәsәnli, I.Bölüm)
8 Eylül 1921’de Rus birliklerinin bölgeden geri çekilmesi, Mirza Küçük Han Cengeli’nin başında bulunduğu fedailerin moralini zayıflatdı. Albay Ahmed Rıza Han (daha sonra şah), savunmasız kalan Gilan Cumhuriyeti topraklarına 29 Eylül 1921 tarihinde girmişdir. Rıza Han’a teslim olmayan Mirza Küçük Han Cengeli, ormana çekilir. Şiddetli soğuk nedeniyle ormanda donarak hayatını kaybeder. Kafası kesilerek, Aralık 1921 tarihinde Tahran’a gönderililir.
Haydar Han Emoğlu ise, 41 yaşında iken Küçük Han Cengeli’nin adamlarından olan Muayyen’ür-Reaya tarafından aralarındaki hizip çekişmesi yüzünden Cengel’de işkence ile öldürülmüştür. Cengel, “orman” anlamında olup, aynı zamanda Gilan’da bir bölgenin adıdır.
Artık Tebriz Encümen’in adı “Millî Encümen” idi. Çarlık Rusyası Dışişleri Bakanlığı hazırladığı raporda; “Hâli hazırda bütün Azerbaycan, Settar Han’ın idaresi altındadır”, diyordu. Encümenin talEbi kısaca şudur: “Anayasa/ Kanûn-u EsâSi’nin yeniden uygulamaya konması, Millî Meclis’in derhal toplantıya çağrılması, Şah ve O’nu hİmaye eden mürteciler ile gericilerle ülkeyi sömüren emperyalistlerin ülkeden kovulması…”. Millî Encümen, devrimin dış ülkelerle olan ilişkilerini yürütmüş, Batı ülkelerinden gelen yardımları Güney Azerbaycan’ın yararına kullanmıştır.
Tebriz Encümeni yönetimi, 1908-1909 yılları arasında Güney Azerbaycan şehirlerinde hastane açmış, ilk ve orta okullarda Azerbaycan Türkçesi ile eğitim başlatmışdır. Hür basın geleneğine uyarak, Azerbaycan şehirlerinde gazete ve dergi yayınlanmasını sağlamıştır. Yayınlanan gazete ve dergiler içerisinde; Encümen, Müsavat, Azerbaycan, Sada-yı Millet, Adalet, Azad, İstiklal başta olmak üzere önemli miktarda okuyucu kitlesi bulmuşdur. Yabancı devlet imtiyazında bulunan gümrük ve postahaneye postaneye el konmuşdur. Nüfus idaresi ve pasaport işlerine de bakılıyordu. Encümen, halkın istek ve şikâyetleri ile yakından ilgilenmekteydi. Kadın haklarına özel önem veren Settar Han, bu amaçla dernek kurdurtmuşdu. Ders kitaplarının Türkçe olması onun ideallerinden biriydi. Büyük hizmetlerinden biri de hanedanın elinde bulunan Azerbaycan’daki mülklerin millileştirilmesidir. Encümen, bu toprakların devlete ait olduğunu hükme bağlamıştır.
Güney Azerbaycan’daki inkılap hareketi zafere ulaştığı sırada, Çarlık Rusyası Şubat 1909’da Tebriz’i işgal etmiş, inkılap hareketine büyük darbe vurmuştur. Şah’ı tahttan indiren Settar Han Serdarı Millî, bu defa karşısında Rus Çarlığı’nı bulmuşdur. Yeni Tahran yönetimi, Settar Han’a ısrarla Tahran’a gelmesini teklif ediyordu. Çevresinin uyarmasına rağmen Settar Han, yeni hükümetin kendisine kalleşlik yapabileceğine ve herhangi bir olumsuzlukla karşılaşacağına ihtimal vermiyordu. Zaten Ruslar da Settar Han’ın Tebriz’den ayrılmaması durumunda güç kullanacaklarını saklamadılar. Yanında Bağır Han olduğu halde üçyüz atlıyla 6 Mart’ta yola çıkmış, kendisini Kazvin’e kadar karşılamaya gelen Meşrutiyetçi Tahranlılarla birlikte Hicri 04 Rabiyülahir 1328/ 15 Nisan 1910 tarihinde Tahran’a ulaşmışdır. Settar ve Bağır Han, payitaht halkı tarafından bayram şenliği havasında karşılanmıştır. Taklara, “Yaşasın Serdarı Millî Settar Han ve SâLar-ı Millî Bağır Han” levhaları asılmışdır. Settar Han, Atabek Parkı’ndaki payitahtın ikinci sarayında kamp kurmuştur. Tahran’a gidişinin üçüncü günü Settar Han, Bağır Han ile birlikte Millî Şura Meclisi’ni ziyaret etmiştir. Meclis, Serdarı Millî Settar Han ve SâLar-ı Millî Bağır Han’a şükran plaketi verilmesini kararlaştırmıştır. Settar Han’a verilen plaketin zemini gümüş, üzerindeki metin ise altın harflerle yazılmıştı:
“Millî Şura Meclisi, Serdarı Millî Settar Han’ın fedakârane yaptığı hizmetleri, halkın arzularının daha ileriye götürülmesi için ilk vasıtalardan biri kabul ederek, bütün İran milleti adına samimi, millî şükranlarını tekdim eder”.
Bu levha, Hicri 20 Receb 1328/ 28 Temmuz 1910 tarihinde Atabek Parkı’nda çıkan olaylar sırasında kaybolmuştur.
İrticanın amacı, Serdarı Millî’nin ortadan kaldırılmasıydı. Bu amaçla hükümetçe, 28 Temmuz 1910 günü Atabek Parkı’nda kampı bulunan Settar ve Bağır Han süvarilerine silahlarını teslim etmeleri emri verildi. Settar Han ve muhafızları, hükümetin bu emrine hem anlam veremedi, hem de dinlemediler. Üzerlerine, Bahtiyari ve Tahran Polis Müdürü Ermeni Taşnak Yeprem/ Yefrem Han Davidyans’ın kazak kuvvetleri gönderildi. Atabek Parkı’nın çevresi sarıldı. Settar Han ve muhafızları, herhangi bir siper olmadığı için büyük kayıplar verdi. Settar Han yaralandı. Aldatıldığının farkına varmıştı, ancak çok geç. Nihayet arabulucuların teşebbüsü ve ısrarı ile Settar Han kuvvetleri silahlarını bıraktı.
Settar Han, Atabek Parkı’nda ayağından aldığı yaradan ötürü 9 Kasım 1914’te 48 yaşında hayata veda etti, şehit mertebesine yükseldi. Tahran’da Hz. Abdülazim Camii haziresine defnedildi. Mezarı, 1924 yılında inkılapcılar tarafından tamir edildi. Azerbaycan Millî Hükümeti’nce, 1945 yılında Tebriz’de Settar Han ve Bagır Han’ın heykelleri dikilmiş, isimleri caddelere verilmiştir.
Aydın bir kişi olan Bağır Han, Şeyhiyye tarikatine mensupdu. Settar Han ise, yoksul bir ailenin çocuğu olması nedeniyle eğitim imkânı bulamadı. Ancak onun eğitimli olmaması Bağır Han’ın can yoldaşı olmasını ve Azerbaycan’ın unutulmaz kahramanları arasına girmesini engellemedi. Meşrutiyet hareketine katılmadan önce geçimini at arabacılığı ile temin etmekteydi. Bu konuyu istismar eden ırkçı kesim, Bağır Han’ı tahkir ve tezyif ederek küçümserler.
Şeyh Mazenderani ve Ahund Horasani, Meşrutiyet haraketini, hiçbir çıkar gözetmeden desteklediler. (Hüseyin Baykara, İran İnkılapı ve Azatlık Hareketleri, s.63-101, 134, 144, 146; İsmail Safa Üstün, İA, “İran” maddesi ‘Safevilerden Günümüze Kadar’, s.401-402; Cәmil Hәsәnli, I.Bölüm; J.H.Kramers, İslam Ansiklopedisi, MEB, “İran” maddesi, Tarihî ve Etnografik Bakış, , s.1013-1030)
*
Azadistan Devleti
1918-1920
Hameneli 1879 doğumlu Abdülhamid oğlu Muhammed isimli 26-27 yaşlarındaki genç kahraman, Azerbaycan bağımsızlık harekete liderlik etmiş, Azerbaycan millî bağımsızlık mücadelesi tarihine şanlı sayfalar kazandırmıştır. Bu büyük insan Şeyh Muhammed Hıyabani’dir. Din ve fen bilimlerinde eğitim görmüşdür. Ana dili Türkçe’nin dışında Arapça, Farsça, Rusça ve Fransızca bilen Hıyabani, devrimden önce Tebriz’de iki camide imamlık yapmıştır. Aydın bir kişi olan Muhammed, genç yaşından itibaren siyasi hayata atılmış, Meşrutiyet devrimine katılmıştır. Tebriz’de Millî Encümen’e üye seçilmiş, 1909’da başlayan İkinci Dönem Meclis’e milletvekili olarak girmiştir. Tebrizli Seyyid Hasan Takizade ve Kacar Prensi Süleyman Mirza tarafından yönetilen Demokrat Fırkası (Parti), Meclis’e 28 parlamenter sokmuştur. Liderliğini Seyyid Abdullah Behbehani’nin yaptığı liberal diyebileceğimiz Sosyal Ilımlılar’ın sandalye sayısı 36 idi. Meclis, rakip bu iki partinin sert çatışmalarına sahne oldu.
Mehmet Ali Şah, tahttan feragat ederek Avrupaya gitti. Yerine yaşı oldukça küçük olan Ahmet Mirza geçti. Demokrat Parti, Rusya karşıtı bir politika izlemekteydi. Rusya, İkinci Dönem Meclis’teki gelişmelerin kendi aleyhinde olduğunu gördü. Demokrat Fırkası’nın ıslahat için getirdiği Amerikalı Morgan Schuster ve Lokoferi’nin sınırdışı edilmesi için İngilizlerle anlaşarak İran’a muhtıra verdi. Ayrıca yabancı ülke temsilcilerinin İran’a daveti için Rusya’nın onayının alınmasının yanı sıra, Reşt ve Enzeli’deki Rus birliklerinin masraflarının karşılanmasını da istiyordu. Meclis’in muhtırayı reddetmesi üzerine, 1911 yılında Çarlık Rusyası’nın, Tahran’da bulunan askerî birliği meclisi bastı. Bundan cesaret alan Naibüs-Saltana Nasirül-Mülk, zor kullanarak meclisi dağıttı.
Nasirül-Mülk, Naibüs-Saltana Azdül-Mülk’ün, Zilkade 1328/ Kasım-Aralık 1910’da ölümünün ardından Ahmed Şah’ın saltanat naibi olmuştur. Hıyabani, meclis üyesi ve sol fraksiyon adına Tahran’ın Sebz meydanında yapılan mitingde, İngiliz ve Rus emperyalizminin İran halkına yönelik alçakça siyasetini açığa çıkarmış ve eleştirmiştir. Hükümet tarafından kovuşturulan Hıyabani, İçişleri Bakanlığı’nın görevlendirdiği Tahran Polis Müdürü Ermeni Taşnak Yeprem/ Yefrem Han Davidyans’ın kazak kuvvetlerinin eline geçmeden Horasan ve Türkistan yoluyla babasının ticaretle meşgul olduğu Mahaçkale’ye gitmek durumunda kalmıştır. Bu seyahatında seyahatinde, dönemin aydınlarından Mirza Abdürrahim Talibov (Neccar Tebrizi) ve Kafkas ardı ilerici aydınları ile görüşmelerde bulunmuştur. Seyahattan Seyahatten I. Dünya Savaşı yıllarında, 1914’te gizlice Tebriz’e döndü. Settar Han’ın, 16 Kasım 1914’te talihsizlik sonucu ölümü Şeyh’i derinden etkiledi.
Azerbaycan halkı, varsılların zenginlerin elinden el-aman çekmişti. Bunun en çarpıcı örneği, büyük toprak sahiplerinden Serdar Reşid’in, 1917 yılında 1.500 ton buğdayı, yüksek bir fiyatla Erşed Han’a satmasıdır. Bu ve benzeri olaylar, Azerbaycanlıların açlığa mahkûm edilmesi demekti.
Hıyabani, benzeri olumsuz gelişmeler üzerine, Tebriz’de Azerbaycan Demokrat Partisi’ni yeniden kurdu. 1917’de Harman ayı (Ağustos) sonlarında toplanan 48 delegenin katıldığı kongrede, Azerbaycan Demokrat Fırkası’nın bağımsız bir parti olduğunu ilan etti. Bu kongrede, Fırka Merkez Komitesi seçimle belirlendi. Ardından “Teceddüd” gazetesini çıkarmaya başladı. Partinin ileri gelenlerinden bazıları Tahran yönetimince Kum ve Kaşan’a sürülmüştür. Hacı Muhammed Ali Bademçi, Mirza Taki Han Rif’at, Zeynelabidin Kıyami, Mirza Ebül-Kasım Füyuzat, Mirza İsmail Novberi, Mirza Ali Hey’et, Muhammed Hüseyin Safvet, Mirza Resul Kazımi, Mirza Ali Han Pezeşki, Seyyidül-Muhakkıkin, Nazım’üd-Dövle, Mutemed’üd-Tüccar, Emir Hizi vd. Hıyabani’nin ideal yoldaşı idiler.
Hıyabani ve silah arkadaşları, Azerbaycan Demokrat Fırkası’nın Yüksek İdare Kurulu’nu seçmek için kongreyi toplantıya çağırdılar. 1917’de Ot ayının (Temmuz, diğer adıyla Orak ayı) sonlarında 480 delege ile Kongre Tebriz’de toplandı. Kongre ilk olarak Azerbaycan Demokrat Fırkası’nın bağımsız bir parti olduğunu ilan etti. Öte yandan partinin yedi maddelik ana ilkeleri belirlenerek kabul edildi:
1.Rusya’da devrim sonucu Çarlık yıkıldığından, İran’da Rus emperyalizminin sömürüsüne son verilmelidir.
2.Fırka örgütü güçlendirilerek, gerici ve irticai unsurların fırka işlerine karışmasına fırsat verilmemelidir.
3.Meclis için yapılacak seçimler ile eyalet encümenlerinin kurulması çabuklaştırılmalıdır.
4.“Teceddüd” gazetesinin geniş anlamda yayınlanmasının yanı sıra, fırka çalışmaları halka maledilmelidir.
Diğer maddeler, parti meramname/ program ve tüzüğünde yapılacak değişikliklerle ilgilidir.
Rus askerî Komitesi’nin Başkanı Kanberov, 23 Mayıs 1917’de Tiflis’e gönderdiği mektupta şöyle diyordu: “Bölgede Hıyabani taraftarlarının sayısı gün geçtikçe artıyor. Harekete önderlik eden Demokrat Fırkası, Tebriz’den başka Erdebil, Kazvin ve Urumiye’de de kurulmuştur. Bunlar emperyalist yabancıları ülkeden kovup çıkarmak için halkı birlik olmaya ve harekete geçmeye çağırıyor. Azerbaycan’a bağımsızlık isteyen bu fırkanın çağrısına koşan pek çoktur”. (Mir Cafer Pişeveri, Seçilmiş Eserleri, 1965, s.6) Demokrat Fırkası’nın yayın organı olan Teceddüt gazetesi, halkın isteklerini dile getirerek; İran’ı İngilizlere satan Vüsuk’üd-Dövle, Kavamüs-Saltana ve Eminül-Mülk gibi işbirlikçi hainleri ifşa ederek, yerin dibine geçiriyordu. Şeyh, Tebriz sokaklarına Bolşevik bayrağının asılmasına kesin yasak getirdi. Bunun üzerine Ruslar, Tebriz’de millî hükümetin oluşturulmasının önüne geçmek için Ayn’üd-Dövle’ye yardım teklifinde bulundu. Alman Konsolosu ise, Hıyabani’ye karşı mücadele etmek için konsoloslukta Bolşeviklere yer tahsis etti.
Demokrat Fırkası liderleri, Tahran Millî Şura Meclisi’ne milletvekili seçildikleri halde, Vüsuk’üd-Dövle’nin, İngilizlerle İran’ı yarı sömürge haline getiren anlaşmayı 1919’da şahsen imzalaması üzerine, susmayı vatana ihanet kabul ederek, isyan bayrağını açtılar. Azerbaycan’da ordudan başka bütün devlet idarelerine el koydular. Böylece Güney Azerbaycan hürriyetperverleri, bağımsızlıklarını ilan ederek, 6 Nisan 1920’de “Azadistan Türk Devleti”ni kurdular. Devlet Başkanlığına, Şeyh Muhammed Hıyabani getirildi. İlk etapta, “Bakan/ Vezir” olarak adlandırabileceğimiz bazı şahsiyetlerin de tayinleri gerçekleştirildi. Bu çerçevede Eğitim ve Kültür Bakanlığı’na Mirza Ebül-Kasım Füyuzat, Vakıflar Bakanlığı’na Muhammed Hüseyin Safvet, Maliye Bakanlığı’na Nizam’üd-Dövle, Ordu Komutanlığı’na ise, Muzaffer Alem getirildi. (Ali AzeRi, Azadistan Devleti ve Şeyh Muhammed HıyAbânî, s.210, 212)
Azerbaycan’ın önemli siyasi zekâlarından biri olarak kabul edilen Hıyabani, “Teceddüd” anlayışını savunmakta idi. Teceddüd, toplumsal ve bireysel olarak modern çağın şartlarını benimsemek ve çağın kapasitesine ulaşmaktır. Teceddüd, bilim dünyasına kapı açmak, cehalet ve hurafeye karşı çıkarak, mantıklı ve akılcı olarak bu dünyayı anlamaya çalışmaktır. Hıyabani’nin modernleşme anlayışı, bütün kamu ve bireyin yaşam sahasını kapsamaktadır. Devlet ve hükümetin kaynağı millettir. Devlet, milletin iradesi temelinde kurulmuştur ve milletin iradesini temsil etmelidir. Millet, devleti denetleyEbilmelidir. Milletin iradesi, bütün iradelerin üstündedir. Devletin bütün işlerine halk onay vermelidir. Hıyabani, cemaati milletten ayırmaktadır. Cemaat meçhul, bilinmeyen bir güçtür. Herhangi bir sorumluluğa da sahip değildir. Cemaat, bu belirsizlikten kurtulmalı, bir vicdana sahip olarak millete dönmelidir. Bu vicdan temiz, sorumlu, bağımsız ve aydındır. Millete dönemeyen cemaatler, sorumsuz olmaları nedeniyle toplumlar için nifak yaratıcı ve işbirlikçi mihrak olarak kalacaktır. Bir din adamı olan Hıyabani’ye göre, üstünlük siyasettedir. Din, siyasete alet edilmemeli, yani din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalıdır.
Azadistan hükümeti, bir sıra reform kanunları hazırlamaya başladı. İlk olarak köylülerin vergi ödeme yükümlüğünü kaldırdı. Ancak muayyen bir gelirden sonra vergi tahsili hükmünü koydu. Devlet topraklarının köylülere parasız olarak paylaştırılması kararını aldı. Vakıf topraklarının da köylülere verilmesi, toprak ağalarının arazilerinin ellerinden alınarak paylaştırılması, bedelinin taksitle ödenmesi, bu işleri yürütmek üzere bir bankanın kurulması kararlaştırıldı.
Köylerde ilkokulların, şehirlerde ilk ve orta okulların açılması ve eğitimin ücretsiz ve mecburi olması karara bağlanıyordu. Tebriz’de şimdi bile eğitime devam eden “Muhammediyye”, “FüyûZat” ve “Hikmet” okulları Hıyabani döneminin hatırasıdır. Köy ve şehirlerde yeni hastanelerin açılmasına karar verilerek, imkân dâhilindekiler hemen açıldı. Tebriz’in Maralan mahallesinde halen faaliyette bulunan eski adı Şir u Hurşîd olan Hilal-i Ahmer hastanesi bu dönemin eserlerindendir. Millî hükümet, 12 bin kişilik bir ordunun kurulmasına ve ülkede sanayileşmeye gidilmesine karar vermiş, bu yönde ilk adımları atmıştır.
Azerbaycan’ın tüm şehirlerinin yöneticileri değiştirilmiş, maarif, kültür (medeniyet), sağlık (sıhhiye), adliye, vakıf ve askerî konularda bakanlıklar kurmuştur. Şeyh’in, nihai amacının; İran’ın özgürlüğü ve Azerbaycan’ın muhtariyeti olarak açıklamasına rağmen, Tahran gazeteleri onun amacının “Kuzey Azerbaycan ile birleşmek” olduğunu yazıyordu. Tebriz olayları, Vüsûk’üd-Dövle hükümetinin düşmesine neden oldu. Müteakiben kurulan Müşir’üd-Dövle hükümetinin amacı, Azadistan Devleti’nin işini bitirmekti. (Cәmil Hәsәnli, I.Bölüm)
Hıyabani’nin başlattığı Azerbaycan bağımsızlık hareketi, halk tarafından tutuluyor ve git gide güçleniyordu. Ülkeyi ve halkın çıkarlarını emperyalist İngiltere’ye satan Tahran’daki yöneticiler, Tebriz’deki gelişmelerden kuşkulanmaya başladı. Gizli ve açık şekilde bu hareketin bastırılması için planlar yapıldı. Tahran’ın görevlendirdiği ajanlar, Azerbaycan’nın bazı il ve ilçelerinde Hıyabani hareketine karşı çıkmak için aşiretleri ve halkı başkaldırmaya sevkettiler. Tahran yönetimi, Muhbirüs-Saltana Hidayet’i Tebriz inkılapçıları ile anlaşmaya ve bu hareketi temelinden yok etmeye göndermişti. Başvekil Müşir’üd-Dövle, Azerbaycan inkılap hareketinin öz beşiğinde boğulması talimatını vermişti. Şeyh, Tebriz’e gönderilen Muhbirüs-Saltana Hidayet’i karşılamadı ve onun yönetim merkezi olan Alakapu’ya gitmesine müsaade etmedi. Muhbirüs-Saltana Hidayet’in ilk işi, Tebriz’de bulunan Demokrat Fırkası’na sadakat yemini etmiş olan Jandarma Birliği Komutanı Hüseyin Han Major ile gizlice anlaşmak oldu. Öte yandan Karadağ’da tutuklu bulunan Serdarı Aşayir’in kardeşi Ermir Erşed’i kendi tarafına çekti. Tebriz’de kendisini demokrat fikirli ve bu hareketin taraftarı olarak göstermişti.
Muhbirüs-Saltana Hidayet, 11 Eylül (İstavroz ayı) 1920 tarihinde gizlice Kazakhane Kışlası’na giderek, jandarma subayları ile görüştü. Millî Hükümeti yıkmak için bir plan hazırladılar. Kazaklar, ertesi gün erkenden Alakapu’ya hücum ederek, hükümet merkezini ele geçirdiler. Ardından demokratların evlerine saldırılar başladı. Üç gün içerisinde 300 ev talan edildi, demokratlar öldürüldü. Hıyabani’nin evi yağma edildiyse de, kendisi ele geçirilemedi. Bazı hainler, Hıyabani’nin Şeyh Hasan Bademçi’nin evinde olduğunu haber verdiler. Bademçi’nin evi sarılmasına rağmen Hıyabani teslim olmayı reddetti. Muhbirüs-Saltana’nın, “Canının bağışlanmasını istemesi” teklifine cevap olarak; “Ben, ölmeyi teslim olmaya üstün tutuyorum. Düşmanın karşısında diz çökmem. Ben, Meşrutiyet döneminin çocuğuyum. Arap hilafetine baş eğmem. Babek-i Hürremdin’in soyundanım” cevabını gönderdi. Yanında bulunan birkaç yakını ile son mermisine kadar savaştı. Evin bahçesine giren Jandarma Kazakları tarafından 14 Eylül’de şehit edildi.
Hıyabani hareketi, Demokrat Parti’nin teşkilatlanmasını 1918’de tamamlamıştır. O’nun önderlik ettiği Azadistan devleti, 6 Nisan 1920’de kurulmuş, 13 Eylül 1920’de nihayete ermiştir. Daha sonra tahta oturacak olan Savadkûhlu Rıza Han da bu hareketin bastırılmasında görev almıştır. Azadistan Devleti böylece yok edildi. Ancak bağımsızlık isteği/ azadhahlık hareketi gönüllerden bir türlü sökülüp atılamadı. Bağımsızlık isteklerinin sönmediği, aksine alevlendirilmek üzere kor halinde korunduğu daha sonra görülecekdir.
Azadistan devletinin kuruluşu, başta 1921 yılında İran’a dönen Pan İranizm ve Pan Aryaizm’in teorisyeni İsviçre eğitimli siyasetbilimci Dr. Mahmut Afşar başta olmak üzere, ırkçı kesimi hem şaşkınlığa uğrattı, hem de çileden çıkardı. Azadistan gailesinin halledilmesinin ardından, Türklerin yanı sıra, İran’da yaşayan diğer etnik grupların hem ırken, hem de dil olarak “ÂRi” oldukları yönünde propaganda kitapları yazılmaya başladı. m Afşar’ın teklifi ile Türkçe toponimlerin sistematik olarak Farsçalaştırılması operasyonu için düğmeye basıldı. (Hüseyin Baykara, İran İnkılapı ve Azatlık Hareketleri, s.161-169; http:/ /turanordusu. tc/forum/index., Hıyabani ve Azadistan Devleti,4.4.2011; http://tr.wikipedia.org/wiki/Azadistan; İsmail Safa Üstün, İA, “İran” maddesi ‘Safevilerden Günümüze Kadar’, s.401-402; Cәmil Hәsәnli, I.Bölüm; J.H.Kramers, İslam Ansiklopedisi, MEB, “İran” maddesi, Tarihî ve Etnografik Bakış, , s.1013-1030)
*
Azadistan devletinin, 13 Eylül 1920’de nihayete ermesinin ardından Tebriz/ Keleyber bölgesinde başlayan Kıyami liderliğindeki isyan hareketi, kısa sürede bastırıldı. 1922 yılı Şubat ayının ilk günü Tebriz’de Jandarma Komutanı Albay Lahuti liderliğinde bir ayaklanma daha gerçekleşti. Lahuti, I. Dünya Savaşı yıllarında Azerbaycan’da merkezî hükümete karşı mücadele yürütmüştür. Bundan ötürü 1918-1921 yılları arasında İstanbul’da sürgün hayatı yaşadı. Şubat 1922’de Lahuti’nin başlattığı bir hafta kadar süren ayaklanmanın arkasında bağımsızlık mücadelesini sürdüren Türkiye’nin olduğu iddia edildi. Daha sonra ayaklanmanın Türkiye ile bir ilgisinin olmadığı anlaşıldı. Bu ayaklanmada, Azerbaycan konusunun yanı sıra, Albay Lahuti’nin Ahmed Rıza Han (daha sonra Rıza Şah) ile arasındaki şahsi hesaplaşmanın da etkili olduğu ifade edildi. Ayaklanma, Ahmed Rıza Han komutasındaki birlikler tarafından şiddetle bastırıldı.
*
Savadkûhi/ Pehlevi Ailesi
پهلوى
|
Şahlar
|
Yıl(Şemsi)
|
Yıl(Miladî)
|
Ahmed Rıza Han
(Rıza Şah-ı KEbir)
|
1304-1320
|
1925-1941
|
Muhammed Rıza Şah
(Şehinşah Aryamehr)
|
1320-1358
|
1941-1979 (16 Ocak 1979)
|
Savadkûhlu
Dostları ilə paylaş: |